Ali Recep Nazlı: DÜNYANIN SUYLA İMTİHANI

DÜNYANIN SUYLA İMTİHANI
Giriş Tarihi: 6.11.2025 11:47 Son Güncelleme: 6.11.2025 11:49

Son yıllarda meydana gelen iklim kaynaklı bozulmalar ve değişimler tüm dünyanın dikkatini su ve topraktan meydana gelen doğal kaynaklarımıza ve bu kaynakların sürdürülebilirliğini sağlamaya yönelik tartışmalara çekti. Kuraklıklar, aşırı yağışlar, seller,dolu zararları, zirai donlar ve anlık yükselen sıcaklık artışları tarımsal üretimi ve toplumların gıda arz güvenliğini tehdit eder duruma getirdi.

Bununla beraber doğal kaynaklar üzerindeki iklim ve insan kaynaklı tehditler ve sınamalar ülkeleri ve uluslararası kuruluşları tedbir almaya ve acil önlemler açıklamaya itti. 2019 yılında başlayıp dünyada büyük bir dönüşüme neden olan pandemi süreci ve bölgesel savaşlar, bu konuda yapılan çalışmalar ve işin ciddiyetini belirlemede etkin rol oynadı.

Su varlığı iklim nedenli değişimlerin en büyük katalizörü olarak kabul ediliyor. Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan ve konuyla ilgili önemli dokümanlardan biri olan Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri 2024 Raporu'na göre; dünya nüfusunun yaklaşık yarısının 2022 yılının belirli bir bölümünde su kıtlığı yaşadığı ve dünya genelinde 2022 yılında yaklaşık 2,2 milyar kişinin güvenli şekilde yönetilen içme suyuna, 3,5 milyar kişinin de güvenli şekilde yönetilen sanitasyon hizmetlerine ulaşamazken, 2 milyar kişinin de temel hijyen hizmetlerindeki eksiklik nedeniyle önemli sorunlar yaşandığı belirtiliyor.

Su kaynakları tükenmeden

Günümüzde, düzenli olarak suya erişim en temel insan hakkı olarak kabul ediliyor. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin üçüncü maddesinde
belirtilen "yaşam hakkı" suyu da kapsıyor. 22 Mart günü, 1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda ilan edildiğinden bu yana "Dünya Su Günü"
olarak kutlanıyor. İnsanların temiz ve kullanılabilir suya erişebilmesi, bu suyu kullanabilmesi ve sağlıklı bir şekilde sürdürülebilirliğinin
sağlanması bu hakkın çerçevesini oluşturuyor.

İklim değişikliği su ve toprak kaynakları üzerindeki baskıyı artırıyor. Sel ve kuraklıklardan okyanus asitleşmesine ve yükselen deniz seviyelerine kadar,
iklim değişikliğinin su üzerindeki etkilerinin önümüzdeki yıllarda daha da şiddetlenmesi bekleniyor. Bu değişimlerin etkisinden zarar görmeden çıkmak için gelişmiş ülkeler farklı eylem planlarını harekete geçiriyor. Şehirler ve bölgelerde, sellerin etkisini azaltmak için daha sürdürülebilir, doğa bazlı çözümler kullanarak ve kuraklıkla baş edebilmek için suyu daha sürdürülebilir, daha akıllı yollarla yöneten uygulamalar hayata geçiriliyor.

İklim değişikliği; mevsim geçişlerini bozup, aşırı hava olaylarının artmasına ve yoğunlaşmasına yol açıyor. Tüm bunlar hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğumuz suyun kalitesini ve miktarını ciddi bir şekilde etkiliyor. Günümüzde, iklim değişikliğinin etkileri, en çok su kaynakları üzerinde hissediliyor.

Nüfus artışı, tarım ve su tüketimi

Yaşam için vazgeçilmez doğal kaynak olan ve önemi gitgide artarak stratejik kaynak haline gelen suyumuzun yok olması, canlıların hayatlarını devam ettirmelerini olanaksız kılan bir durum. Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin en önemli sonuçlarından biri olan su kaynaklarının azalması, çevresel
etki yanında sürdürülebilir yaşamı engelleyecek boyutlara ulaşmış durumda. Su kaynaklarına doğrudan ve dolaylı etkide bulunan küresel ısınma, su ve su kaynaklarının önemini daha da artırıyor. Küresel ısınma sonucu su kaynaklarında ciddi sorunlar yaşanıyor, tarım ve orman ürünlerinde azalışa, enerji sıkıntısına, kıyı kesimlerden iç kısımlara doğru nüfus hareketin artmasına neden olabileceği bekleniyor. Ekolojik dengenin korunması ve insan topluluklarının sürdürülebilir gelişiminin sağlanması için, su kaynaklarının bugün ve gelecekteki gereksinimleri karşılayabilecek şekilde en akılcı şekilde kullanılması gerekiyor.

Su güvenliği gıda güvenliğinin garantisidir. Dünyadaki suyun yüzde 71'ini, Türkiye'deki suyun yüzde 77'sini tarım sektörü kullanıyor. Diğer taraftan, 2050 yılında dünya nüfusunun 10 milyara ulaşması beklenirken Türkiye nüfusunun ise 105 milyon kişiye ulaşabileceği öngörülüyor. Dolayısıyla bu nüfusu doyurmak için 2050 yılında şimdiki üretimden yüzde 60 daha fazla gıda üretmek zorundayız. Bu gıdayı üretmek için de şimdikinden yüzde 15 daha fazla suya ihtiyacımız olacak. Bu nedenle su ve gıdayı birbirinden ayırt etmeden gıda üretiminde suyu en az kullanacak şekilde üretecek teknolojiyi yaygınlaştırmamız gerekiyor.

Önlem alınmaz ise 2030 yılında, dünyadaki mevcut temiz su kaynakları, ihtiyacın ancak yüzde 60'ını karşılayabilecek. 2030 yılında ise susuzluktan dolayı 700 milyon kişinin göç edebileceği tahmin ediliyor. 2050 yılında dünya nüfusunun yüzde 40'nın şiddetli su sıkıntısı çekeceği ve insanlığın yarısının susuzluk riski yaşayabileceği öngörülüyor.

Yeryüzünde yeterince su var mı?

Bu konunun incelenme boyutu oldukça yanlıştır. Genel olarak dünyanın dörtte üçünün deniz ve okyanuslarla kaplı olduğu bilgisiyle su kaynaklarının oldukça yüksek olduğu ve dünyada suya erişimin sorun olmadığı düşünülüyor. Ancak durum bildiğimizden biraz farklılık arz ediyor. Dünyanın toplam yüzeyi 510 milyon km2'dir ve bunun yaklaşık yüzde 71'i sularla kaplıdır. Dünyadaki toplam su miktarı 1,4 milyar km3 olup, yüzde 97,5'i okyanuslarda ve denizlerde tuzlu su olarak, yüzde 2,5'i nehir ve göllerde tatlı su olarak bulunuyor. Tatlı suyun yüzde 68'i buzul, yüzde 31'i yer altı suyu yüzde 0,3'ü yüzey suyu; yüzey suyunun yüzde 87'si göl, yüzde 11'i bataklıklardan oluşuyor. Sonuç olarak; toplam suyun yüzde 1'ini kullanıyoruz. Nihai olarak da bu yüzde 1'in, yüzde 0,3'üne erişebiliyoruz.

Peki, Türkiye su zengini mi? Bu soruyu hemen cevaplayacak olursak; Türkiye su zengini değil, tam aksine su kısıtı yaşayan bir ülke. Türkiye'deki toplam su miktarı mevcut nüfusla kıyaslandığında, kişi başına yılda 1307 metreküp su düşüyor. Bir ülkede kişi başına düşen su miktarı 1000-1700
metreküp arasında ise su stresi, 1700'ün üzerinde ise su zenginliği, 1000'in altında ise fakirlik veya kıtlık, 500 metreküpün altındaysa aşırı kıtlık mevcuttur. Bu açıdan bakıldığında Türkiye su stresi altında olan bir ülke.

1307 metreküpün sabit bir değer olmadığı, nüfusumuz arttıkça nüfus başına düşen su miktarının azalacağı, küresel iklim değişikliği neticesinde su kaynaklarımızda meydana gelecek azalmanın da bu rakamları daha aşağı doğru çekeceğini unutmamak gerekir. 2030 yılında bu değerin 1000
veya daha da aşağı düşme riskiyle karşı karşıya kalabiliriz. Dolayısıyla Türkiye geleceği açısından su fakiri olmaya aday bir ülkedir.

Türkiye'de nehirlerin oluşturduğu 25 su havzasında önemli farklılıklar bulunuyor. Dolayısıyla her mikro havza ve bölgede de durum birbirinden farklı. Havzaların bir kısmında 500 metreküpün altına düşen kişi başına su miktarının yanında, Doğu ve Batı Karadeniz'de bu miktar yüksek.

Türkiye'de suyun yüzde 77'si tarımda, yüzde 11'i sanayide geri kalan kısmı ise evlerde kullanılıyor. Ülke su kaynakları üzerinde 1018 baraj, 726 gölet, 127 yer altı suyu barajı ve suni besleme tesisi, 10 bin 697 adet taşkın koruma tesisi mevcut. Toplamı 8,5 milyon hektar olan sulanabilir tarım
alanlarımızın yüzde 82'si, yaklaşık 7,2 milyon hektarı sulanabilir durumda. Bu verilerin ışığında su kaynaklarımızın sadece yüzde 51'ini kullanıyoruz. Ayrıca Türkiye'nin 18 milyar metreküp olan yer altı suyunun kontrollü kullanımını sağlamak sürdürülebilir su yönetimi açısından oldukça kritik.

Yapılacak çok iş var

Yürütülen tartışmaların ışığında bireylere ve kamu otoritesine ayrı ayrı sorumluluklar ve görevler düşüyor. İklim değişikliği ve onun getirdiği bozulmalara ve kırılmalara karşı en önemli doğal kaynaklarımız olan su ve toprak kaynaklarımızı daha etkin ve verimli kullanmak zorundayız. Burada en önemli adım "Suya Göre Tarım ve Suya Göre Üretim" prensiplerini hayata geçirmektir.

Daha önce de ifade ettiğim üzere temiz su kaynaklarının dünyada yüzde 70-71'i, Türkiye'de yüzde yüzde 75-77'sinin tarımda kullanıldığını düşünürsek bu iki önemli kaynağın birbiriyle beraber yürütülmesinin önemi bir kez daha oraya çıkıyor. Bu noktada Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından geçtiğimiz yılda hayata geçen ve suyu merkeze alan tarımsal üretim planının istikrarlı bir şekilde devam etmesi ve aynı zamanda kapsam ve içeriğinin genişletilmesi son derece hassastır. Su kısıtı yaşayan bir ülke olduğumuz prensibiyle hareket eden bu üretim planı uygulamalarının etkin ve sürdürülebilir olması hayati önem taşımakta.

İklim kanununun meclisten geçmesiyle beraber olumlu ve olumsuz görüşler ve iç tartışmalar hız kazandı. Bu tartışmaların bir kısmı teknik düzeyde bir kısmı ise siyasi ve politik bağlamda sürüyor. Ancak bu tartışmaların ve güncel gelişmelerin iklim değişikliği, su kaynakları ve gıda arz güvenliğimizi etkilemesine müsaade etmemeliyiz. Dolayısıyla kanundan kaynaklı ve su yönetimini içeren çalışmalara bir an önce başlamalıyız.


2023 yılında Resmi Gazete'de yayınlanan karar ile su kaynaklarının etkin yönetimi ve verimli kullanımının temini için üst düzeyde koordinasyon ve işbirliğini sağlamak üzere Bakanlık bünyesinde Ulusal Su Kurulu kuruldu. Ulusal Su Kurulu; Tarım ve Orman Bakanı başkanlığında, farklı kurumlardan
ve belediyelerden temsilciler ve akademisyenlerden oluşuyor. Bunun yanında illerde de su kurulları teşekkül ettirildi. Merkezi ve yerel düzeyde teşekkül ettirilen bu su kurullarının sorunlara ve risklere karşı etkin ve kapsamlı çözümler bulması, önermesi ve bunları izlemesi son derece önemli. Bu kapsamda bu kurulların çalışma alanlarını sürekli güncellemek ve zaman içerisinde iklim, su, tarım üçgeninde güçlü ve hızlı kararlar almasını sağlamak gerekiyor.

Türkiye Birinci Su Şurası 2021 yılında, dördüncü Tarım Orman Şurası 2025 yılında toplandı ve her iki şurada da su, iklim ve tarım konularında çok önemli kararlar alındı. İlgili kurumların bu karar ve tavsiyelere dikkate etmesi ve bunları hayata geçirmesi hayati bir öneme sahip.

Dünyada artan gıda yetersizliği endişeleri ülkeleri su ve gıda kaynakları konusunda daha korumacı bir anlayışa itmiştir ve bunun sonucunda ülkeler "su ve gıda milliyetçiliği" olarak adlandırılabilecek politikalar geliştiriyor. Türkiye'nin de bu konuda kendi kaynaklarını korumaya yönelik yeni açılımlar
yapması gerekiyor.

Kamu kaynaklarının ve tarımsal desteklerin tarımda bireysel su kullanımında basınçlı sulama sistemlerini hayat geçirmesine yönelik var olan desteklerin devam etmesi ve kapsamının genişletilmesi çok önemli.

Su konusunda farklı kurumlara farklı sorumluluklar düşüyor. Yerel yönetimlerin ve bakanlıkların zaman zaman yetki ve sorumluluklar konusunda tartışmalar yaşadıkları bir vakıa. Bu kadar hayati bir meselede daha kapsayıcı bir şekilde yaklaşmış göstermek adına burada etkin bir koordinasyon, yetki ve sorumlulukların net bir şekilde tanımlanması gerekiyor. Bu amaçla uzun yıllardır tartışılan "su kanunu" meclisimiz tarafından bir an önce gündeme alınmalıdır.

Bazı ülkeler su konusunu ayrı bir otorite veya bir bakanlık bünyesinde topldılar. Su bakanlığı veya güçlü su otoritesi kurulması teknik ve politik düzeyde tartışmaya açılmalıdır.

Türkiye, 2023-2027 Kuraklıkla Mücadele Stratejisi ve Eylem Planı hazırladı. Bu planla beraber kuraklık kurulları oluşturuldu. Bu strateji, eylem planı ve kurulun etkin çalışmasını sağlamak ve alınan kararların hayata geçirilmesini sağlamak kamu otoritesi açısından son derece önemlidir.

* Dr., Tarım ve Orman Bakanı Danışmanı

BİZE ULAŞIN