Birol Biçer: LA FAMIGLIA È TUTTO

LA FAMIGLIA È TUTTO
Giriş Tarihi: 2.07.2025 11:09 Son Güncelleme: 2.07.2025 11:34
Öyle bir dünyaya yetiştik ki ulvisi süflisi her kavram, her kurum, her şey tartışılıyor, sorgulanıyor, örseleniyor. Bir yapı-sökümcülük modasıdır, almış başını gidiyor. Aile için bile durum böyle. Ailenin nesi tartışılır, neresi eleştirilir, nasıl yeniden kurgulanmak istenir, hangi akla hizmet yıpratılır, anlamak mümkün değil. Ama gelin görün ki dünyada el atılmadık yapı kalmadığından olsa gerek, aile de bir şekilde bir yerlerinden çekiştirilip duruyor. Mağara devirlerinden beri yetişen insanlar ailede doğup, yetişmediler mi? Ya nereden çıkacaklardı ki? Toplumun yapı taşı olduğu kadar bireyin de kuluçkası olan aile, sadece aleyhine değil, lehine konuşmak için bile fazlasıyla hassas, hele hele onu herhangi bir ideoloji perspektifinde şekillendirmeye çalışmak gerçek bir zaman ayarlı bomba. Bu konuda anlaşılabilir tek tartışma “aile nasıl ihya edilir, nasıl desteklenir, nasıl donanımlı hale getirilebilir, düzgün ve sağlıklı ailelerin oluşması için nasıl bir ortam sağlanabilir?” olmalı. O yüzden buradan sesleniyoruz: Baylar, bayanlar; lütfen ellerinizi çekin ailenin üzerinden.

"Aile her şeydir", nokta…

Bir İtalyan deyişi aynen şöyle der: "La famiglia è tutto"… Kelimesi kelimesine Türkçesi "Aile her şeydir"… Bana sorarsanız, bu İtalyan deyimi aile hakkında söylenebilecek olanların tümünü en veciz şekilde özetlemiş ve noktayı koymuş, derim. Çünkü bu konuda ne anlatırsanız anlatın, sonunda
bu veciz kelamın işaret ettiği bir noktaya çıkarsınız. Benim için de öyle oldu. "La Famiglia è Tutto" deyimini çok sonraları öğrendim ama bunun manasını bana ilk anlatan ve hissettiren merhum babam olmuştu. Bundan 27 yıl kadar önce, ölümünden bir yıl kadar önce, feleğin çemberinden geçmiş kendi çapında bir bilge insan diyebileceğim babamla (Necdet Biçer) derin ve felsefi bir sohbetimiz olmuştu. Okumaya, öğrenmeye pek meraklı olan ve o zamanlar her şeyi kitabiyatta bulabileceğini sanan oğluna (bana) şöyle bir soru sormuştu: "Şu hayatta tutunabileceğin tek hakikat nedir, bilir misin?" Çokbilmiş olmama rağmen bu defa veremediğim cevabı o söylemişti: "Şu hayatta tutunabileceğin tek hakikat, ailedir. Kendi ailendir." Felsefi ve tasavvufi kavramlarla, entelektüel açıklamalarla, manevi doktrinlerle içli dışlı olan o günkü zihnim, babamın o gün söylediği bu son derece yalın cümleyi, biraz fazla gerçekçi ama abartılı bulmuştu, bununla birlikte ifadesinin güçlülüğünden dolayı hiç unutmadı. Evet, o gün, bana oldukça beylik bir söz gibi gelen o nasihatin ne kastettiğini tam olarak anlamadım ama hiç unutmadım. Aradan zaman geçti, ben de kendi çapımda bir şeyler yaşadım, kendimce badirelerden geçtim, kendi ailemi kurdum. Şimdi babamın ne demek istediğini biraz daha iyi anlıyor gibiyim. Hayat öğretiyor ne de olsa…

Basit bir müdahalenin öğrettiği çarpıcı gerçek

Çin, totaliter bir yönetimi benimseyen Çin Komünist Partisi'nin politikaları doğrultusunda uzun yıllar boyunca sıkı bir nüfus planlaması uyguladı ve ailelere ancak tek çocuk yapma hakkı tanıdı. Çok yakın zaman önce kaldırılan tek çocuk kısıtlaması dönemi özellikle soyu devam ettirdiği kabul edilen
erkek çocuklarının daha değerli görülmesine yol açtı. Yol açtığı bir başka şey ise kız çocuklarının fuhuş ve zorla evlilikler için satılması, erkek çocuklarınınsa çocuksuz ailelere satılmak için kaçırılması hadiselerinin patlaması oldu. Kısacası tek çocuk kısıtlaması Çin'de birçok aile için dram yaşanmasına neden oldu. Bu kısıtlama süresince on binlerce çocuk kaçırıldı ve bir çocuk karaborsası oluştu. Kaçırılan erkek çocukların çoğu evlat edinmek isteyen ailelere, kızlar ise fuhuş simsarlarına satıldı. Mevcut durumda ülkede kaçırılmış olan çocukların sayısının 70 bin ila 200 bin arasında olduğu tahmin ediliyor. Çocukları kaçırılan ailelerin düzenlediği mitingler yaşanan aile dramlarının hassasiyeti nedeniyle Çin yönetiminin müsamaha gösterdiği nadir eylemler arasında yer aldı. Şimdi on binlerce Çinli aile kayıp çocuklarını bulmak umuduyla polisten ve DNA testlerinden medet umuyor. Çin örneğini vermemiz kuru bilgi maksatlı değil, tabii ki, anlatmak işaret etmek istediğimiz şey çok daha hassas bir nokta: Çin'deki gibi son derece naif bir gerekçeyle bile olsa aile gibi çok önemli bir kurumun yapısına yöneltilen basit bir müdahalenin dahi hiç beklenmeyen olumsuzluklara ve bedbahtlıklara yol açabilme ihtimali. Çin'de bu ihtimal olarak kalmadı, gerçek oldu. Bu nedenle, özellikle aile kurumunun çeşitli ideolojilerle hedef tahtasına konulduğu bu dönemde, bu kurumun binlerce yılın birikimi ve toplumsal evrimle birlikte kazanmış olduğu yapıya yönelik iyi niyetli müdahalelere karşı bile uyanık olmak elzem.

Kardeşiz hepimiz, hem dinî hem bilimsel olarak aynı ailedeniz!

Bütün insanlığın aynı atadan dolayısıyla aileden geldiği semavi dinlerin ortak bir temasıdır. Hepimizin aynı aileden geldiği düşüncesi ya da inancını artık sadece dinler değil, bilim de söylüyor. Tüm insanların Âdem ve Havva'dan geldiğini din kitaplarında okuduğumuzda haliyle hiçbirimiz şaşırmayız ama ya bunu dünyanın en ünlü ve prestijli bilim dergilerinden biri olan Nature'da yayınlan bir makalede okursak ne yaparız? Üstelik bu pek yeni bir keşif de sayılmaz. 1987 yılında Nature'da yayınlanan "Mitokondriyal DNA ve İnsan Evrimi" başlıklı bilimsel araştırma tüm insanların 200 bin yıl önce Botsvana'da yaşamış olan aynı kadın ataya bağlayan bir soy ağacını ortaya çıkarıyor. İnsan evriminin soy ağacını ortaya çıkaran ilk çalışma olan bu meşhur makale bu özelliğiyle oldukça ses getirmişti ama aynı zamanda oldukça kafa karıştırıcı bir sonuca da varmıştı ve buna göre tüm insanlar, "Mitokondriyal Havva" olarak vaftiz edilen tek bir kadından geliyordu. Biraz açıklayacak olursak; vücudun her hücresinin içinde, hücrenin kendisinden
farklı bir DNA'ya sahip mitok ondri adı v erilen bir organel bulunur. Bunun kendine ait 37 geni vardır ve yalnızca annenin mitok ondriyal DNA'sından türemiştir. Bilim insanları, dünyanın dört bir yanındaki bireylerde bu DNA'yı dizilediler, mutasyonlarını tahlil ettiler v e orijinal mitok ondriyal DNA'nın tek
bir bireyden, bir kadından geldiği sonucuna vardılar. Bu mitok ondriyal DNA'nın geçirdiği genetik mutasyonların incelenmesi, tarih boyunca insan göçlerini anlamak için de kullanıldı. İşin ilginci homo sapiens'in soy ağacı 300 bin yıl öncesine dayanıyor ve bu da bu kadın atadan önce de insanların var olduğunu gösteriyor ama mitokondriyal DNA analizi neticede mevcut bütün insanların bu aynı kadın atadan geldiğini gösteriyor. Kısaca dini ya da bilimi referans alın durum değişmiyor; neticede hepimiz kardeşiz, aynı ailedeniz.

"Kutsal" aile temelleri üzerine kurulan suç örgütü


"Aile kutsaldır…" Aşağı yukarı her kültürde bu düstur kabul edilir ve aynen bu kelimelerle ifade edilir. Ancak esfel-i sâfilin ile âlâ-i illiyin arasında gidip gelerek hemen her şeyi şirazesinden çıkarmasını bilmiş insanlar "aile" kavramını da "kutsal" kavramını da bambaşka kılıklara büründürmesini bilmişlerdir. "La Santa Famiglia"dan (Kutsal Aile) yola çıkıp dünyanın en köklü ve sızılması zor suç örgütünü (mafya) kuran İtalyanların "la Famiglia è Tutto" derken bir bildiği olsa gerek. Organize suçu sülale mesleğine çeviren ve bu örgütün ana sütunlarını teşkil eden en önemli düsturları (sır, bağlılık ve güvenilirlik) soy bağı üzerinden devşiren Mafya yapılanması bile başlı başına aile denilen kurumun ve sağladığı güvencenin önemini ifade etmeye yeterli. Mafyanın işleyiş düzenini anlatan Ed Grabianowski-John Donovan imzalı "How the Mafia Works?" (Mafya'nın İşleyişi) adlı makale de işin bu yönüne atıfta bulunuyor: "Mafya, kendi başına bir ailedir. Bir aile üyesi olmak, gizli ritüelleri, karmaşık kuralları ve girift sadakat ağlarını kabul etmek anlamına gelir. Aileyle ters düşenler dışlanma riskiyle, hatta daha kötüsüyle karşıya kalır. (…) Mafyacılık ne politik ne de dini bir bağlılıktır. İtalyan kökenleri nedeniyle birçok Mafya Katoliktir, ancak bir kimse bir mafya ailesinin üyesi olduğunda ettiği yeminin bir parçası, mafyanın kendi doğduğu aileden ve Tanrı'dan önce geldiğidir.

Şartlar değişti, ebeveyn olmak zorlaştı

Son yarım asırda hayatımıza giren değişiklikler ebeveyn olma şeklini de etkiledi. Birçok yeni etken, toplumsal dönüşüm ve maruz kalınan baskılar arasında günümüzde ebeveynlik her zamankinden daha karmaşık görünüyor. Özellikle evlerde ekranların giderek yaygınlaştığı, eğitim modellerinin çoğaldığı, iletişim ve sosyal medyanın yuvalara nüfuz ettiği, zamanın ise kısıtlı olduğu böyle bir dönemde, birçok anne-baba klasik ebeveyn rolünün ve otoritesinin sarsıldığından dem vurur oldu. Tüm bu baskılar arasında ebeveynler ailelerini idare etmek ve çocuklarını yetiştirip eğitmek konusunda şaşkın kaldıklarından şikâyet ediyorlar. Gençler ve eğitimleriyle ilgili bir düşünce kuruluşu olan VersLeHaut'nun yöneticisi ve "Gençlik ve Güven Barometresi" adlı hareketin mensubu felsefeci ve eğitimci Stephan Lipiansky de bu duruma odaklanan uzmanlardan biri. Aile kurumunun eğitimin temel direği olmaya devam ettiğini ancak belirsizliklerle dolu bir dönemden geçtiğini düşünen Lipiansky ailenin büyük bir değişim yaşadığı görüşünde: "Modern yaşamın ebeveyn, iş, eş, arkadaş gibi çoklu rollerini dengelemek zorlaşıyor. Bugün, ebeveynler üzerinde, özellikle sorumlulukları konusunda güçlü bir toplumsal baskı var. Müşterek sorumluluktan daha az söz ediliyor. Ebeveynler bazen günah keçisi olarak haline getiriliyor." Daha açıkçası günümüzde ebeveyn olmak daha hızlı, daha bağlantılı ve daha talepkâr bir dünyayla başa çıkmak anlamına geliyor. Karşılaşılan zorluklar eskisinden belki eski dönemlerden daha zor değil ama daha çok sayıda, daha dağınık ve duygusal açıdan daha tesirli oldukları da yadsınamaz bir gerçek.

Elon Musk, sözleşmeli anneler haremi ve bir alay çocuk

Kim ne derse desin çocuklar ailenin can damarını teşkil ediyor ancak aile kavramı ile üreme arasında büyük bir fark olduğunu da göz ardı etmemek gerekiyor. Atıldığı girişimler ve yaptığı yeniliklerle dünyada en çok konuşulan insanların başında gelen Elon Musk'ın evlilik ve çocuk sahibi olmaya getirdiği yeni yaklaşım da neden olduğu sayısız tartışmanın arasına girmeye aday. ABD'de muhafazakârlarla iş tutan Musk insanların daha fazla bebek yapmadığı sürece medeniyetin "yetişkin bezlerinde sızlanarak can vereceğini" defalarca söyledi. Ve bu konuda kendisi de bir "muhafazakâr" olarak üzerine düşeni canla başla yapıyor. Bu gayretini en az dört kadından 14 çocuk yaparak ispatladı. Eşlerinin ve çocuklarının sayısının kamuoyunda bilinenden çok daha yüksek olduğu ABD medyasında fısıldanıyor. Ancak Musk'ın bu gayretinin muhafazakârların çok önem verdiği aile değerleriyle pek örtüşmediği görülüyor. The Wall Street Journal gazetesinde yer alan ve Musk'ın da dahil olduğu bir hayli tartışmaya yol açan bir haber bu bakımdan hayli manidar. "Elon Musk'ın Bebek 'Alayı' ve Annelerini Yönetmek İçin Kullandığı Taktikler" başlıklı haber dünyanın en zengin adamının, şirketlerini yönetmek ve Trump'a danışmanlık yapmak gibi meşguliyetlerinin yanında bir ordu alayı kadar çocuk sahibi olmak ve bunu sağlamak için harem kurmak gayreti içinde olduğuna vurgu yapıyor. Kısacası Musk'ın derdi aile kurmak değil, kendi çocuklarından bir alay kurmak.
Bu yolda kendi genetik mirasını doğacak çocuklarla kopyalamak adına seçtiği uygun annelerle finansal açıdan tatminkâr anlaşmalar yaptığı ileri sürülüyor. Aynı haber, Musk'ın anneleri bir "liyakat sistemi" ile yönettiği, sessiz ve işbirlikçi olanları maddi olarak ödüllendirdiği de iddia ediliyor.

Yeni bir formül: Birlikte ayrı yaşamak

Evlilik ya da aile hayatının hep beraber aynı evde yaşamaya dayandığını düşünürüz ama bazıları böyle düşünmüyor. Çocuklu ya da çocuksuz aile
hayatlarını daha uzun ve sağlıklı kılmanın, sevgi bağını diri tutmanın yolunu ayrı evlerde yaşamak olduğunu düşünenler mesela. Hatta düşünmekle kalmıyorlar, bunu uygulamaya da geçirmişler. Bu konuda ben de, New York Post gazetesinin 16 Nisan tarihli sitesinde bu tür beraberliği seçmiş bir dizi çocuklu ya da çocuksuz çift ile yapılmış bir röportaja rastlayınca haberdar oldum. Bu tarz yaşamaya "Living Apart Together" (Birlikte Ayrı Yaşamak) ya da kısaca LA T diyorlar. Formül uygulayıcıları tarafından kalıcı bir beraberliğin garantisi olarak sunuluyor. Üstelik içlerindekilerin
çoğu evli ve aralarında çocuklu olanlar yani ayrı evlerde tek aile olarak yaşayanlar da var. Ayrı çatılar altında bir çift olarak yaşayıp bağımsızlıklarını korumakla beraber kendilerini "birlikte ama ayrı" çiftler olarak tanıtan bu kimseler mesafenin aralarındaki sevgi bağını da canlı tuttuğunu iddia ediyorlar. Örnek vermek gerekirse 30'larının sonlarındaki Loran ve Maurice Wilson çifti, evli ama birbirlerine 20 dakika mesafedeki, iki
ayrı evde yaşıyorlar. Ayrı olsalar da günün 24 saati birbirlerine ulaşabilmek yerine, hafta sonları veya belirli zamanlarda kaliteli zaman geçirdiklerini
söylüyorlar. "Geceleri birbirimizi Face Time'dan arıyoruz, birlikte bir dizi izliyoruz, İncil okuyoruz ve telefonda uyuyakalıyoruz." diyorlar. Cehaletime verin, ben marjinal bir eğilim sanmıştım ama söylediklerine göre özellikle ABD'de göründüğü kadar nadir olmayan bir eğilimmiş bu LA T. ABD Nüfus Sayım Bürosu'nun "Amerika'da Aileler ve Yaşam Tarzları" verilerine göre, Amerika Birleşik Devletleri'nde 2021 yılında bu yaşam tarzını seçenlerin sayısı 3,8 milyon olarak kaydediliyor.

Dört ayaklılar evin yeni fertleri olma yolunda

Çocuk yapmayıp onun yerine evcil hayvan besleme eğilimi, daha önceki çağların çok ötesinde dünya genelinde yükseliyor. Daha açık söylemek gerekirse günümüzde birçok ülkede ailede çocuğun yerini kedi-köpek almaya başlamış gibi bir manzara söz konusu. Geçtiğimiz günlerde bir Fransız dergisinde gözüme çarpan ve ilgiyle okuduğum "Onlar artık ailenin çocukları: Hayvanlar hayatımızda nasıl merkezi bir yer edindi?" başlıklı söyleşi de esasen tam olarak bu noktaya odaklanıyordu. İnsan-hayvan ilişkileri üzerine uzmanlaşmış bir tarihçi olan Eric Baraday'ın genel olarak dünya özel olarak Fransa'ya odaklanan söyleşisinde bahsettiğim durum ele alınıyordu. Tarihte insanlar ile hayvanların ilişkisi üzerine bir dizi kitaba imza atmış olan Baraday özetle "Evcil hayvanlar artık ailenin çocukları konumuna yükseldi" demeye getiriyor. Ona göre insanlığın geçmişinde de hayvanlar vardı
ama onlarla olan ilişki daha çok işlevleri üzerine odaklanıyordu ve aile ferdi olmaları gibi bir durum söz konusu değildi. Baraday'a göre evcil hayvan sahibi olmak artık özellikle refah ülkelerinde toplumun her kesiminde giderek yaygınlaşıyor. Fransa'da her iki evden birinde evcil hayvan bulunduğuna dikkat çeken tarihçi şöyle devam ediyor: "Bu olgu sadece Fransa'ya özgü değil; Avrupa ve Kuzey Amerika'nın tamamında da görülüyor. Günümüzde kedi ve köpeklerin yüzde 99'u evcil. İki yüzyıl önce bunların yüzde 99'u çalışan hayvanlardı ama zamanla işlevleri değişti (…) 19. yüzyılda faydası için sömürülen hayvandan, hayvan dostuna, daha sonra da bugün evlerde çok önemli bir yer tutan ailenin hayvan üyesine doğru ilerledik. Artık onlar (kedi-köpek) gerçekten ailenin çocuğu olmuş durumda!"

Çocuğun iyiliği için ebeveyn bazen kötü adam olmalı

Aile hekimi, psikolog ve yazar Leonard Sax'ın en çok satanlar listesine giren Ebeveynliğin Çöküşü: Çocuklarımıza Yetişkin Bireyler Gibi Davranmanın Sakıncaları adlı kitabı adı üzerinde ailede anne-babanın kilit önemdeki rolü olan ebeveynliğin günümüzde girmiş olduğu çıkmazı ele alıyor. Leonard Sax aslında bu çağın tüm aile ebeveynlerine özetle şöyle sesleniyor: "Ey ebeveynler: En önemli işinizi yapmıyorsunuz. Nokta." Daha da açıklayıcı söyleyecek olursak yılların tecrübesine sahip psikolog hekime göre zamane anne-babaları çocuklarını yanlış, hem de çok yanlış yetiştiriyorlar. Ona göre bu yanlışlığın ilk ve en önemli maddesini, ileride nasıl olsa yetişkin olacaklarını düşünerek bir yetişkinmiş gibi davranmak saçmalığı teşkil ediyor. "Çoğu annebaba için ebeveynliğin neleri içerdiğini anlamada bir çöküş söz konusu. (…) Bazı pedagoji uzmanları, ebeveynlere çocuklarına ne yapacaklarını söylemek yerine her zaman seçenekler sunmaları gerektiğini söyledi ve ebeveynler de buna inandı. (…) Ebeveynler de artık işlerini, çocukların yapmak istedikleri her şeyi kolaylaştırmak olarak görüyorlar. (…) Oysa bir ebeveynin işi çocuklara doğruyu yanlıştan ayırabilmeyi, hayatın anlamını öğretmek ve çocukları güvende tutmaktır." Televizyon ve sosyal medya pedagogları kızacak belki ama Sax yıllardır çocuklara özgüven pompalayanların tersine vurucu hamleyi de şu sözleriyle yapıyor: "Bu işi yaparken, bir çocuğun onaylamayacağı ve anlamayacağı birçok şey yapacaksınız ama 'kötü adam' siz olmalısınız."

BİZE ULAŞIN