Muhammed Bâkır Köse: HANEDANLIĞIN YENİ BİÇİMLERİ

HANEDANLIĞIN YENİ BİÇİMLERİ
Giriş Tarihi: 2.07.2025 12:34 Son Güncelleme: 2.07.2025 14:22
Hepimiz çocukken resim derslerinde ev resimleri çizdik. Bu evler genellikle müstakil, tek katlı, çatısı kırmızı kiremit döşeli, küçük bacalı, etrafı ağaçlarla bezeli evlerdi. Çocuk muhayyilesinin ürettiği bu şirin evlerde yaşayan aileler de yine aynı muhayyilenin ürünü olarak kendi yağında kavrulan, evin bahçesinde oyunlar oynayan mutlu ve huzurlu ailelerdi. Çocukluk hafızasından kalan bir alışkanlıkla “aile” deyince zihnimizde çoğu zaman aynı masum manzara canlanıyor. Oysa her kavram gibi aile de birkaç yönü bünyesinde barındıran hatta her zaman masum kalamayan bir kavram. Çocukken çizdiğimiz o masum evlerin içinde yaşayan aileler, gerçek dünyada bazen sınırları aşan bir güce dönüşebiliyor. Kimi zaman bir ülkenin kaderini belirliyor, kimi zaman dünya ekonomisini yönlendiriyor, kimi zaman da spor, medya ve eğlence sektörlerinde adeta imparatorluk kuruyorlar.

BUSHLAR
DEMOKRATİK İMPARATORLUK



Connecticut'ın varlıklı çevrelerinden Teksas'ın petrol zenginlerine uzanan, oradan da Beyaz Saray'ın koridorlarında iki başkan çıkaran bu aile, Amerikan siyasetinin yakın tarihine damga vurdu. Bush ailesi, petrol servetiyle başlayan, CIA direktörlüğüyle devam eden ve nihayetinde iki Bush'un başkanlığıyla taçlanan, Amerikan rüyasının siyasi uyarlaması gibiydi. Fakat yine aynı rüyanın siyasi yansıması olarak, 1 milyondan fazla insanın kanını akıtan, milyonlarca insanı göçe zorlayan ve siyasi coğrafyaları paramparça eden aktörler haline geldiler.

Ailenin hikâyesi aslında 20. yüzyılın başlarında, Prescott Sheldon Bush'un Wall Street'te başarılı bir bankacı olarak yükselişiyle şekillenmeye başladı. Yale'de Skull and Bones gibi örgütlerde yer alan Prescott, ailenin siyasi kariyerinin de temellerini attı. Ancak asıl dönüm noktası, oğlu George H. W.
Bush'un Teksas'a yerleşip petrol işine girmesiyle yaşandı. Teksas'ın kavurucu çöllerinde açılan petrol kuyuları, sadece ailenin servetini değil, siyasi kaderini de belirledi.

George H. W. Bush'un kariyeri, Amerikan siyasetinde ender görülen bir çeşitliliğe sahip: Temsilciler Meclisi üyeliği, Birleşmiş Milletler Büyükelçiliği, Çin Maslahatgüzarlığı, CIA Direktörlüğü ve nihayetinde Başkan Yardımcılığı. 1989'da 41. ABD Başkanı olarak göreve başladığında, Soğuk Savaş'ın son demlerini yönetecek, Körfez Savaşı'na liderlik edecek ve "Yeni Dünya Düzeni" kavramını siyasi literatüre sokacaktı. Onun dönemi, Amerikan tarihinin en kritik geçiş evrelerinden birine denk gelmişti. Baba Bush'un başkanlığı, oğul George W. Bush'un 2001'deki başkanlığıyla ailenin siyasi mirasını pekiştirdi. Ancak oğul Bush'un dönemi, 11 Eylül saldırıları, Afganistan ve Irak'ın işgali gibi tarihin en çalkantılı dönemlerinden birine denk geldi. "Teröre karşı savaş" savıyla ortaya atılan doktrin, ABD'nin dış politikasını kökten değiştirdi ve Orta Doğu'yu kana buladı.

Florida Valisi Jeb Bush'un siyasi kariyeri, ailenin üçüncü nesilde de etkisini sürdürme çabasının bir göstergesiydi. Ancak 2016 başkanlık seçimlerindeki başarısız girişimi, Bush hanedanının siyasi etkisinin azalmaya başladığının işareti olarak yorumlandı.

ROTHSCHILDLER TARİHİN EN BÜYÜK TEFECİLERİ


Frankfurt'un dar ve loş sokaklarından çıkıp dünyanın en nüfuzlu ailelerinden birine dönüşen Rothschildlerin hikâyesi, 18. yüzyılın sonlarında Mayer Amschel Rothschild'in, Hesse Prensi William'ın sarayına girmesiyle başladı. O dönemde Yahudilerin Avrupa'da bankacılık yapması sıra dışı bir durumdu ama Mayer, prensin güvenini kazanarak onun kişisel servetini yönetmeye başladı. Asıl büyük hamle ise beş oğlunu Avrupa'nın önemli başkentlerine göndermesiyle geldi. Nathan Rothschild Londra'da, James Paris'te, Salomon Viyana'da, Carl Napoli'de ve Amschel Frankfurt'ta birer finans merkezi kurdular.

Rothschildlerin yükselişindeki en kritik dönüm noktası, Napolyon Savaşları oldu. Nathan Rothschild, Waterloo Savaşı'nın sonucunu, resmi habercilerden bile önce öğrenmiş ve bu bilgiyi kullanarak Londra borsasını manipüle etmişti. Bu hamle, ailenin servetini katlamasının yanı sıra, onlara "devletlerin bile ötesinde bir finansal güç" imajını kazandırdı. Savaşlar boyunca Rothschildler, hem Fransa'ya hem de ona karşı savaşan koalisyon güçlerine borç vererek her durumda kârlı çıkmanın bir yolunu buldular.

Rothschildler 19. yüzyılda daha da güçlendi. İngiltere'de Nathan, Fransız devlet tahvillerini satın alarak İngiliz hazinesini kurtardı. Fransa'da James, demiryolu ağlarının finansmanını üstlendi ve ülkenin sanayileşmesinde kilit rol oynadı. Viyana'da Salomon, Metternich'in yakın danışmanı haline geldi.
Aile, Osmanlı İmparatorluğu'ndan ABD'ye kadar uzanan geniş bir coğrafyada, devletlerin borçlanma süreçlerinde hep başroldeydi. 20. yüzyıl, Rothschildler için bir dönüşüm çağı oldu. I. ve II. Dünya Savaşları sırasında ailenin bazı kolları büyük yara aldı. Nazilerin yükselişi, Viyana ve Frankfurt'taki Rothschild şubelerinin çöküşüne yol açtı. Ancak Londra ve Paris kolları, savaş sonrasında yeniden yapılanan Avrupa'nın finansal altyapısında etkili oldular. Aynı dönemde, Balfour Deklarasyonu'na giden süreçteki lobi faaliyetleri ve Filistin'deki yatırımlarıyla İsrail'in kuruluşunda da rol oynadılar.

Bugün Rothschildler, eskisi kadar görünür olmasalar da, hâlâ küresel finansın önemli aktörlerinden. Rothschild & Co, şirket birleşmeleri ve özel sermaye alanında dünyanın en büyük firmalarından biri. Aile, madencilik, enerji ve şarap endüstrisindeki yatırımlarıyla da varlığını sürdürüyor. Ancak artık eskisi gibi "devletlerin bankeri" değiller; daha çok, büyük servetlerini korumaya odaklanmış, düşük profil çizen bir aile şirketi görünümündeler.

SUUD SÜLALESİ ÇÖLDE KUM, ONLARDA PARA

Riyad'ın göz kamaştıran cam gökdelenlerinin gölgesinde, altın varaklı saraylarında dünyanın en lüks yaşamını süren bir hanedan... Mekke'nin kutsal topraklarının bekçisi iddiasıyla İslam dünyasında ayrıcalıklı bir konum iddia eden, ancak yönetim tarzıyla Orta Doğu'nun en büyük diktatörlüklerinden
birini inşa eden bir aile... Suudların imparatorluğuna, çöllerin ortasında kılıçla başlayıp petrolle taçlanan, dinle meşrulaştırılan ve Batı'nın çıkarlarıyla korunan modern bir iktidar destanı dense yanlış olmaz. 20. yüzyılın başlarında Abdulaziz bin Abdurrahman'la başlayan bu krallık, bedevi gelenekleriyle modern kapitalizmin tuhaf bir karışımı olarak ortaya çıktı. Çölün sert koşullarında şekillenen Suud yönetimi, petrolün keşfiyle birlikte uluslararası arenada bambaşka bir boyut kazandı. Amerikan petrol şirketleriyle kurulan ilk temaslar, zamanla Washington'la geliştirilen stratejik ortaklığa dönüştü. Bugün Suudi Arabistan'ın siluetini oluşturan o görkemli gökdelenlerin her biri, bu ittifakın birer anıtı gibi yükseliyor.

Hanedanın iktidarını sürdürme stratejisi üç sacayağı üzerine kurulu: Din, petrol ve Batı desteği. Vehhabi ulemanın dini otoritesini arkasına alan rejim, bugüne kadar en baskıcı uygulamalarını bile "İslami gelenekler" kisvesi altında meşrulaştırmayı başardı. Petrol zenginliği ise hem içeride halkın
rızasını satın almada, hem de dış politikada etki alanı yaratmada kullanılan bir silaha dönüştü. Hanedanın yeni yüzünü temsil eden ve Batı medyasında "reformcu" olarak pazarlanan Veliaht Prens Muhammed bin Selman, aslında iktidarını sağlamlaştırmak için amcalarını hapse attıran, kuzenlerini gözaltına aldıran ve muhalifleri ortadan kaldırmaktan çekinmeyen acımasız bir politikacı portresi çiziyor.


Yemen'deki savaş ise bu rejimin bir başka utanç belgesi. BM verilerine göre, dünyanın en büyük insani krizinin yaşandığı Yemen'de, Suudi
önderliğindeki koalisyonun saldırıları sonucu on binlerce sivil hayatını kaybetti. Okullar, hastaneler, düğün konvoyları hedef alındı. ABD ve İngiltere'den alınan bombalarla gerçekleştirilen bu katliamlar, uluslararası toplumun ikiyüzlülüğünü de gözler önüne serdi. Batılı liderler, Suudi Arabistan'a milyarlarca dolarlık silah satışını sürdürürken, Yemen'deki açlık krizine sessiz kalmayı tercih etti.

MOON AİLESİ İNANÇLA İMPARATORLUK KURMAK

Moon ailesinin yükselişi, Güney Kore'nin sisli dağlarından dünyanın dört bir yanına uzanan garip bir yolculuk. Moon Sun Myung, yirminci yüzyılın en tartışmalı figürlerinden biri olarak, savaşın harap ettiği bir ülkenin enkazından, küresel bir imparatorluk inşa etmeyi başardı. 1920'de doğan Moon, gençliğinde bir dizi "vahiy" aldığını iddia ederek, İsa'nın kendisine göründüğünü ve görevinin Tanrı'nın krallığını dünyada tesis etmek olduğunu
öne sürdü. Ancak bu iddialar, o dönemde Kore'de filizlenen birçok yeni dini hareketten farksızdı. Moon'u farklı kılan, vizyonunu bir dinî cemaatten ziyade, disiplinli bir küresel şebekeyedönüştürme becerisiydi.

1954'te Birleşme Kilisesi'ni (Unification Church) kurduğunda, Kore henüz bir iç savaşın yaralarını sarmaya çalışıyordu. Moon'un öğretisi, geleneksel Hristiyanlıktan radikal bir kopuşu temsil ediyordu: İsa'nın görevi tamamlayamadığını, evliliğin kutsal bir "arındırma" ritüeli olduğunu ve kendisinin "Gerçek Baba" olarak insanlığı kurtaracağını savunuyordu. Bu doktrin, özellikle savaş sonrası kimlik arayışındaki gençler arasında hızla yayıldı.

Moon'un asıl dehası, inancı bir ekonomik güç aracına dönüştürmesinde yatıyordu. 1970'lerde ABD'ye açıldığında, kilise artık sadece bir dini grup değil, uluslararası bir işletmeler konsorsiyumuydu. Washington Times gazetesini satın alması, balıkçılık şirketleri kurması, silah ticareti ve inşaat sektörüne girmesi, onu karanlık bir holding patronu haline getirdi.


Moon'un ABD'deki yükselişi, Washington'un karanlık koridorlarıyla da kesişti. Reagan döneminde anti-komünist bir söylem kullanarak muhafazakârlarla yakın ilişkiler kurdu. CIA belgeleri, kilisenin Latin Amerika'daki sağcı rejimlerle bağlantılarını, hatta silah kaçakçılığı iddialarını ortaya çıkardı. Moon'un oğullarından biri olan Hyun Jin Moon'un, Afrika'da maden işletmeciliği yaparken yerel yönetimlerle kurduğu şüpheli ilişkiler, ailenin ekonomik ağının nasıl güçlendiğini gösteriyordu.


2012'de Moon'un ölümüyle birlikte, mirasının nasıl paylaşılacağı tartışmaları patlak verdi. Oğulları arasındaki iktidar mücadelesi, kilisenin bölünmesine yol açtı. Bugün, Unification Church'ün ekonomik varlıkları (Washington Times, balıkçılık şirketleri, oteller) hâlâ faaliyet gösteriyor, ancak Moon'un karizmatik etkisi azalmış durumda.

AĞA HAN SÜLALESİ ZEKÂTLA ZENGİN OLUNUR MU?


Ağa Hanlar, Hindistan'ın karmaşık sosyal dokusundan Afrika'nın uzak köşelerine, oradan Batı'nın lüks semtlerine uzanan bir iktidar. İsmaili Şiiliğinin ruhani liderliği ile çokuluslu bir servet imparatorluğunu aynı potada eriten bu aile, din ile kapitalizmin modern çağdaki en şaşırtıcı sentezlerinden biri konumunda.

Ailenin kökenleri, İran'da hüküm süren Fatımi halifelerine kadar uzansa da modern dönemdeki etkisi, 19. yüzyılda Britanya İmparatorluğu
ile kurduğu stratejik ittifakla başladı. İlk Ağa Han olarak bilinen Hasan Ali Şah, İran'dan sürgün edildikten sonra İngilizlerin Hindistan'daki sömürge yönetimiyle işbirliği yaparak hem siyasi sığınak hem de muazzam bir servet elde etti. Bombay'da başlayan bu yolculuk, torunu III. Ağa Sultan
Muhammed Şah döneminde altın çağını yaşadı.


Günümüzde IV. Ağa Han olarak bilinen Prens Kerim Ağa Han'ın liderliği altında aile, dini otorite ile küresel yatırımları benzersiz bir şekilde harmanlamayı başardı. İsmaili cemaatinin ruhani lideri sıfatını taşıyan Ağa Han, aynı zamanda dünyanın en büyük özel yatırım fonlarından birinin sahibidir. Cenevre'deki ofislerinden yönetilen Ağa Han Kalkınma Ağı (AKDN), eğitimden sağlığa, bankacılıktan turizme uzanan devasa bir ekonomik
ağ yönetiyor. Bu fonun dışında Kenya'daki lüks safari otellerinden Pakistan'daki medya holdinglerine, Kanada'nın en değerli emlak varlıklarından Orta Asya'da telekomünikasyon yatırımlarına ve hatta Avrupa'nın seçkin at çiftliklerine kadar geniş bir portföyü ellerinde bulunduruyor. Ancak bu ekonomik
gücün en ilginç yönü, İsmaili cemaatinin zekât sisteminden besleniyor olması.

MALDINILER
FUTBOLUN YAKIŞIKLI ABİLER


Belki Premier League'de, La Liga'da oynanan futbol çoğu izleyiciye göre seyir zevki açısından daha keyifli ama sahada futbolun gerçek abileri varsa onlar da şüphesiz İtalyanlar. Bu abilerin içinde üç kuşak boyunca İtalyan futbolunun zirvesinde hüküm süren Maldini ailesi, yalnızca sahadaki başarılarıyla değil, Milano sosyetesindeki ayrıcalıklı konumu ve İtalyan kültürüne kattıklarıyla da bir fenomen konumunda.

Ailenin futbol macerası, Cesare Maldini ile başladı. 1950'lerin Milano'sunda, henüz İtalya savaşın yaralarını sarmaya çalışırken, Cesare, AC Milan'ın savunmasında bir kale gibi yükseldi. O dönemde İtalyan futbolu sert ve acımasızdı ancak Cesare zarafeti ve stratejik zekâsıyla öne çıkıyordu. 1963'teki Şampiyon Kulüpler Kupası zaferi, onu kulübün efsaneleri arasına soktu. Futbolu bıraktıktan sonra antrenörlük yapan Cesare, 1990'larda Paolo Maldini'nin kaptanlığındaki Milan'ın arka planında bir deha olarak varlığını sürdürdü.

Cesare'nin oğlu Paolo Maldini, sadece bir futbolcu değil, bir stil ikonu, bir şehir efsanesiydi. 25 yıl boyunca Milan forması giydi, 7 Serie A şampiyonluğu ve 5 Şampiyonlar Ligi zaferi kazandı. Savunmada gösterdiği kalburüstü performans, onu dünyanın gelmiş geçmiş en büyük stoperlerinden biri yaptı.

Paolo'nun futbolu, kimilerinin benzetmelerine göre bir İtalyan operası gibiydi: disiplinli, tutkulu ve kusursuz. Ama onu diğerlerinden ayıran şey, Milano sosyetesindeki yeriydi. Armani'nin defilelerinde podyuma çıkan, Dolce & Gabbana'nın favori yüzlerinden biri olan Paolo, futbolu bir spor olmaktan çıkarıp bir yaşam tarzına dönüştürdü.

Ailenin üçüncü kuşak üyesi Daniel Maldini, belki babası ve dedesi kadar büyük futbolcu olmayacak ama henüz 23 yaşında olmasına rağmen, Milan'da forma şansı buluyor ve taraftarlar ondan büyük beklentiler içinde. Daniel, dedesi ve babasının aksine daha ofansif bir oyuncu. Maldini soyadını taşımanın ağırlığını biliyor ve "Bu ismin altında ezilmemek için her gün çalışıyorum" diyor.

KARDASHIAN- JENNER AİLESİ TEŞHİR VE İFŞANIN İMPARATORLUĞUNU KURDULAR


Los Angeles'ın parlak ışıkları altında bir aile düşünün ki hiçbir yeteneği, sanatsal katkısı veya entelektüel derinliği olmadan, sırf ekranlara açılan özel hayatlarıyla dünya çapında bir imparatorluk kursun. Kardashian-Jenner ailesi, tam da bu tarife uygun olarak 21. yüzyılın en çarpıcı kültürel fenomenlerinden biri.

Ailenin yükselişi, Kim Kardashian'ın 2007'de sızdırılan seks kasetiyle başladı. Bu olay, bir zamanların "sosyetik asalağı" olan aileyi, "Reality TV" tarzının kraliyet ailesine dönüştürdü. Keeping Up with the Kardashians, izleyicilere sunduğu abartılı bir lüks yaşamla ve çekişmeli aile tartışmalarıyla milyonlarca kişi tarafından ilgiyle izlendi.


Kardashian-Jenner klanı, Instagram'ın yükselişiyle birlikte kendini pazarlamanın yeni bir formülünü keşfetti. Kylie Jenner, henüz 20'li yaşlarının başında, dudak dolgunlaştırıcılarıyla milyarlarca dolarlık bir kozmetik imparatorluğu kurdu. Kim Kardashian, SKIMS markasıyla iç çamaşırı pazarını neredeyse ele geçirdi. Khloé Kardashian, Good American ile moda endüstrisine girdi. Kendall Jenner, dünyanın en ünlü süper modellerinden biri
haline geldi. Özetle ailenin bütün üyeleri, kendi kişisel markasını kendi sektöründe zirveye yerleştirmeyi başardı.

BİZE ULAŞIN