Çok sevdiğim bir atasözü vardır: Dünün güneşinde bugünün çamaşırı kurutulmaz. Bugün aile üzerindeki tartışmalar maalesef yalnızca kadın üzerinden yapılıyor. Kadın çalışmazsa, geleneksel aile yapısındaki rolüne dönerse aile kurtulur sanılıyor. Bu biraz şişirilmiş bir balonu ilk haline geri döndürme çabasına benziyor. Oysa ne toplum artık dünün toplumu ne aile dünün ailesi ne biz geleneksel toplumdaki ataerkil ve tarıma bağlı bireyleriz.
Bir zamanların ebeveynler, çocuklar, büyükanne ve büyükbabalar, teyzeler, amcalar ve kuzenlerin olduğu geniş aileleri ve tarıma bağlı kır hayatı çoktan tarih oldu. Bu geniş ailelerde aile üyeleri aynı evde birlikte yaşar, kaynakları paylaşır ve birbirlerine bağımlı ilişkiler kurarlardı. Aileler genellikle çocuk yetiştirme rolleri de dâhil olmak üzere kolektif aile sorumluluklarını üstlenirler. Söz gelimi benim annemin 10'a yakın doğumu olmuş ama 6 çocuğu hayatta kalmış. Köyde ev işleri, tarla işleri, hayvanların bakımından da bize pek vakti kalmadığını anlatırdı. Benim bakımım ablama havale edilmişti zaten. Bu açıdan aslında geniş ailelerde çocukların ihtiyaçlarını karşılamak için daha fazla esneklik ve kaynak sağlanabiliyordu. Kadın belki emek karşılığı çalışmıyordu ama içeride ev ekonomisine büyük bir katkı sağlıyordu. Anlayacağınız kadın sadece anne değildi; ırgattı, aşçıydı, çobandı, kocasının karısıydı.
Dün dünde kaldı cancağızım
Türkiye çok hızlı bir şekilde modernleşti ve şehirleşti. 1990 sonrası Türkiye'de siyasi iktidarlar kırsal kalkınma yerine kırı boşaltmayı ve şehirleri büyütmeyi tercih ettiler. Medeniyeti köylere götürmek yerine şehirlerin varoşları çarpık bir kentleşmeye maruz kaldı. Türkiye yüzölçümünün
yüzde 93,5'ini oluşturan yerleşim yerlerinde toplam nüfusun yüzde 17,3'ü kırda yaşıyor. TÜİK verilerine göre Türkiye nüfusunun yüzde
67,9'u yoğun kent, yüzde 14,8'i orta kentte yaşıyor. Kırda yaşayanların büyük çoğunluğunu da yaşlı nüfus oluşturuyor. Şehir; yeni bir hayat tarzı, farklı sosyal ilişkiler demek. Bu kentleşme kırsal bölgelerdeki geniş aile yapısından kentlerde daha yaygın olan çekirdek aile yapısına geçişi hızlandırdı. İş imkânları, eğitim ve daha iyi yaşam koşulları arayışı, genç çiftlerin kendi başlarına yaşamaya başlamasına ve ebeveynlerinden ayrılarak yeni aileler kurmasına neden oldu.
Kentsel büyüme, sorunlarımızın da büyümesine neden oldu. Geleneksel mahallelerin, komşulukların ölümü kentte insanlığı yalnızlığa itiyor. Çekirdek aileler için üretilmiş beton bloklar, saatlerce süren ulaşım ve trafik kadın erkek ayırmadan insanı tüketiyor. Geçmişe oranla kentte yaşayan insan sayısı hızla artıyor. Geleneksel aile yapılarından modern aile yapılarına geçişte önemli değişiklikler yaşanırken kadınların rolleri, aile içi ilişkiler ve çocuk yetiştirme gibi konularda da dönüşümlere şahit oluyoruz.
Kadınların eğitime erişimin artması daha fazla sayıda kadının yükseköğrenim görmesine ve çeşitli profesyonel alanlara girmesine yol açtı. Her iki eşin de ev dışında çalıştığı çift gelirli aile kavramı daha yaygın hale geldi. Kadınların iş gücünde aktif rol oynamaları da ailenin finansal istikrarına katkıda bulunuyorken bu ekonomik güçlenme kadınlara aile içi karar alma süreçlerinde, mali konularda ve gelecek planlamasında daha fazla söz hakkı verdi. Kent yaşamı, çocuk yetiştirme maliyetlerinin yüksek olması, kariyer odaklı yaşam tarzları ve doğum kontrol yöntemlerine erişimin kolaylaşması
gibi nedenlerle aile büyüklüğünün azalmasına yol açtı.
Bu yüzden tüm dünyada evlilikler ve doğurganlık hızı azalıyor. Nüfus hızla yaşlanıyor, boşanmalar artıyor. Öyle ki Türkiye'de doğurganlık hızı 1,48'e düşerek tarihin en düşük seviyesine geriledi. BM Ekonomik ve Sosyal İşler Bakanlığı Nüfus Bölümünün açıklamalarına göre Dünya Nüfus Beklentileri 1990'da 3.3 iken 2024'te 2,3 düşmüş gözükmektedir. Ülkeler, düşen doğurganlık oranlarına ve bunun sonucunda ortaya çıkacak korkunç sosyal ve ekonomik sonuçlara karşı ne yapacaklarını düşünmeye başladılar.
Bugün yeni şeyler söylemek lazım
Artık dünün geleneksel aile modelleri ve kadın-erkek rolleri ile değişen dünyada aileyi korumak neredeyse imkânsız. "Kadın kariyer yapmasın ya da çalışmasın, doğursun, asli rolüne annelik rolüne geri dönsün. Baba çalışsın, çocukların ve ev işlerinin bakımını kadın üstlensin" diyerek tarihi geriye döndürmek neredeyse imkânsız.
Peki, aileyi tekrar nasıl inşa edebilir ve doğurganlık hızını yükseltebiliriz? Çözümü nasıl ve nerede arayacağız? Şehir hayatında kırı yeniden inşa etmek mi? Mümkün değil. Köylerimize geri mi dönelim? Kimi götürebiliriz ki? Tüm ailenin yükünü kadına yükleyip, "kadının rolü anneliktir" diyerek onu eve mi kapatalım? Tüm suç kariyer yapmak isteyen, okumak isteyen, bir özne olarak var olmak isteyen kadının mı? Türkiye'de 1999'da 73 üniversite varken şu an 209 üniversite var. 1999'da üniversitelerde 500 bin olan öğrenci sayısı bugün 6 milyon 950 bin 142'ye ulaştı. Bunların çoğu da kadın. Bu kadar eğitime yatırım yaptıktan sonra kadın çalışmasın demek ne kadar gerçekçi olabilir ki?
Verdiğiniz özgürlükleri geri alamazsınız. Kadınlarımız artık daha eğitimli; iş gücünde, siyasette, akademide daha aktifler ve inanın asla eve dönmeyeceklerdir. Peki, ne yapabiliriz? Öncelikle sorunun tespitini doğru yapmak lazım. Dünyanın sosyoekonomik peyzajı son 30 yılda o kadar sert biçimde değişti ki bu değişimin altında kalıyoruz. Mesele kadın meselesi değil. Mesele tam da kentleşme ve modernleşme ile gelen bir süreç. Yeniden mağaralara geri dönemeyeceğimize göre aileyi yeni modern kent yaşamında nasıl ayakta tutabiliriz diye sormak daha doğru olacaktır. Öncelikle
kadın ve erkeğin birlikte çalıştığı bir ailede rolleri yeniden dağıtmak zorundayız. Bu yüzden "kariyer yapan kadın doğurmaz" dogmasından vazgeçmemiz lazım. Çünkü dünya örnekleri aslında böyle demiyor.
Aileyi yeniden inşa etmenin
yolu
Family Matters adlı eserde Johanna Rickne ve iki arkadaşı bize bambaşka bir hikâyenin mümkün olduğunu gösteriyor. Son zamanlarda doğurganlık hızı 1,7'nin üzerine çıkan İsveç'te kariyer sahibi kadınların romantik eşleri sayesinde daha fazla çocuk sahibi olmaya istekli olduklarını gösterdiler. Erkeğin "romantik rolü", bu çalışmada daha çok erkeğin, kadının kariyerine ve aile sorumluluklarına ne ölçüde destek olduğu ile ilgili bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Erkeğin romantik rolü, duygusal jestlerden ziyade, kadının kariyer hedeflerine ulaşabilmesi için erkeğin ailevi yükümlülüklerini yerine getirebilmesi için sağladığı pratik, ekonomik ve zaman-temelli destek olarak tanımlanır. Ev işlerinde ve çocuk bakımında babanın annenin yükünü paylaşması, kazak erkek rolünden çıkıp "hayatın yükünü paylaşan eş" olmasının çocuk sahibi olma konusundaki etkisini kanıtlıyor. Elbette bunda cömert çocuk bakımı ve ebeveyn izni sistemlerinin ve destekleyici sosyal politikaların rolü de inkâr edilemez. Lyman Stone yaptığı araştırmada çocuklar için uygulanan vergi indirimlerinin birçok ülkede işe yaradığını gösterdi.
Yeni bir şeyler deneme konusunda bir diğer örnek olan Fransa, Avrupa'da doğurganlık hızını artıran bir diğer ülke oldu. Fransa'da da annelik-babalık rolleri aileyi bir arada tutacak şekilde, değişen hayat şartlarına uyum sağlamayı başarmış görünüyor. Ayrıca burada da devletin cömert teşviklerini buna eklemek gerekiyor. Fransa'da gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) yaklaşık yüzde 4'ü çeşitli önlemlere (ebeveyn izni, aile yardımları, erken çocukluk bakımı gibi) ayrılıyor. Ülkenin devlet tarafından işletilen kreş ve anaokullarında çocuklara dört çeşit yemek ücretsiz veriliyor. Çalışan kadının çocuk sahibi olmasının kolaylaştırılması, aile içinde anne ve babalık rollerinin yeniden dağıtımı, sadece anne olmanın değil, baba olmanın da özendirilmesi aileyi yeniden inşa etmenin yolu olarak karşımıza çıkıyor.
Modern hayatta babalık rolü Ördüğümüz duvarlar o kadar dayanıksız ki internetin çekim alanı elimizdeki telefonlarla yatak odalarımıza kadar girebiliyor. Nüfus arttı, okuryazarlık arttı,ihtiyaçlarımız arttı, üretim kapasitemiz arttı. Bu yüzden güvenlik duvarlarımız hata sinyali veriyor.
Hızı ve değişimi kontrol etmekte zorlanıyoruz. Gençlerimiz aslında yalnızca evliliğe karşı ön yargılı değiller, onları asıl iten bağlanmak. Bağlanmaktan, otoriteden, sabitlikten korkuyorlar. Karşımızda artık sadece 30 yaşın altında sıradan insanlar yok. Artık kredi kartları, cep telefonları, bilgisayarları,
sosyal medya hesapları ile seyahat ve iletişim imkânı olan gençler var karşımızda. Şimdi onlara yeni bir şeyler söylemek, yeni tekliflerle gelmek, aile olmayı cesaretlendirmek, onları ortak yaşamaya alıştırmak lazım.
Aileyi korumak için babalık rolünü de devreye sokmak zorundayız. Ama nasıl bir baba? Otoriter, ev işlerine yardım etmeyen bir baba
mı, yoksa çocuk bakımını üstlenen, ev işlerinde yardımcı olan, çocuğu ile oyun oynayan, onun ödevlerine yardım eden bir baba mı? Baba kükreyen bir aslan veya hayranlık duyduğumuz, ulaşılmaz bir kahraman olmamalı. Psikolojik çalışmalar, baba sevgisinin bir çocuğun ruh sağlığı üzerinde
anne sevgisi kadar büyük bir etkiye sahip olduğunu gösteriyor. Bir babanın çocuğun hayatındaki varlığı, olumlu ilgisi ve rehberliği, çocuğun dünyadaki yeri hakkında bir his geliştirmesine yardımcı olabilir. Bu da çocuğun sosyal, duygusal ve bilişsel işlevlerini etkiler.
Örneğin bir babanın çocuğun yetiştirilmesinde aktif olarak yer aldığı bir evde çocuğun sosyal ve duygusal olarak sağlıklı gelişme, saygılı davranış gösterme ve okulda başarılı olma olasılığı daha yüksektir. Araştırmacılar ayrıca, ilgili bir babanın genç kızların depresyona girmesini, uyuşturucu bağımlılığı yaşamasını önleyebileceğini çünkü kızların olumlu bir erkek rol modeline ve daha fazla duygusal güvenliğe sahip olduklarını belirttiler.
Bu yüzden modern hayatta babalık rolü en az anne kadar önemli. Sevgisini göstermeyen, çocuğu kucağına almayan, altını değiştirmeyen, karnını doyurmayan, mutfağa girmeyen baba figürü ataerkil tarım toplumunda kalmalı artık. Maalesef kadınlarımız bu babalarla ne aile kurabilir ne de o aileyi sadakatle bir yastıkta kocayıncaya kadar sürdürebilir.
Çalışmak değil sadakatsizlik öldürür aileyi
Yapılan araştırmalara göre boşanmalarda öne çıkan ilk neden zina ve sadakatsizlik olarak karşımıza çıkıyor. Mesela kimler boşanıyor diye bir soru sorduğumuzda boşanma sebeplerinin arasında ilk sıralarda "zina", "aldatma", "terk", "aile içi şiddet" geliyor. Maalesef hayâ, iffet ve namus gibi kavramların yalnızca kadına indirgenmesi ve cinsiyetçi bir yaklaşımla sadece kadın söz konusu olunca gündeme gelmesi erkeğin aldatmasını normalleştiriyor. İslam'da cinsel ahlâk anlamında namus değil, "ırzı korumak" kavramı kullanılır. Cinsel dürtünün ahlâkî kontrolü anlamında "ırzı korumak" ise Kuran'da kadın için değil, tüm müminler için bir ilke olarak karşımıza çıkar. İffet, aile bütünlüğüne ve aile sadakatine bağlı kalmak anlamına gelir. Bu bağlılık yalnızca kadına has değildir. Evlilik akdinde/sözleşmesinde erkek ve kadın birbirine söz verir. O söz yalnızca kadını değil, erkeği de bağlar. O söze sadık kalması gereken sadece kadın değil, eşlerdir.
Maalesef evlilik yalnızca kadını bağlayan bir sözleşme/ahitleşmeymiş gibi erkeğin dilediğini yapmasını hoş gören toplumsal anlayış hem evliliği hem de ahlâkı bitiriyor. Erkeğin yaptığını "elinin kiri yıkarsın gider" şeklinde meşrulaştıran bu zihniyet evlilik ahdinin sadakatini bir oyun ve eğlenceye
indirgeyerek ailenin tüm iffetini kadının omuzlarına yüklüyor. Hatta bazen kadın cinayetlerini meşrulaştıran bir dile dönüşüyor. Erkeğe dilediğini yapma hakkı tanıyan ama kadını namusun tek bekçisi hâline getiren yozlaşmış toplumsal anlayış evlilik bağını ve evliliğin kutsal sözleşmesini tahrip ediyor. Sorumluk duygusu evlilikte kadın ve erkeğe aittir.
Sonuç olarak; aile çözülüyor, boşanmalar artıyor ve gençler evlenme yaşını daha ileri yaşlara atıyor, evlenen çiftler ise çocuk yapmıyor. Sorunlarımız çok açık ama çözüme gelince kafalarımız hala eskinin güneşi altında çamaşır kurutmaya takılmış vaziyette. Mecelle kaidesi ile söylersem "ezmanın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz." Yani dün dünde kaldı, artık yeni şeyler söyleme zamanı. Buna da sanırım sürekli kadını günah keçisi ilan etmekten vazgeçip babalık rolünü de aileye katmakla başlamak lazım.