Handan Coşkun: PEDERŞAHİ DÜZENDEN VELEDŞAHİ DÜZENE

PEDERŞAHİ DÜZENDEN VELEDŞAHİ DÜZENE
Giriş Tarihi: 2.07.2025 15:26 Son Güncelleme: 2.07.2025 15:26
Yakın geçmişe kadar aile dediğimiz yapının otorite kısmında anne ve babalar yer alırken, bugün artık çocukların merkeze yerleştiği, “çocukerkil” olarak tanımlanan bir aile yapısıyla karşı karşıyayız. Bu yeni dönem özellikle çağdaş pedagojinin çocuk merkezli görüşünün en ideal yöntem olarak savunulmasıyla başladı ama denge şaştı.

Dünya değişirken bu değişimden ailenin de etkilenmemesi söz konusu olamazdı. Nitekim bugün çekirdek aile yapısının düne göre ciddi bir değişim yaşadığını söylemek mümkün. Son zamanlarda günümüz aile yapısını tarif ederken "çocukerkil" kavramını sıklıkla duyuyoruz. Literatürde bunu "veledşahi aile düzeni" olarak tanımlarken bu yeni düzene "pederşahi aile düzeni"nden geldiğimizi de söylemeliyiz.

Peki, bu kavramlar ne anlama geliyor, topluma ne anlatıyor? Yakın geçmişe kadar aile dediğimiz yapının otorite kısmında anne ve babalar yer alırken, bugün artık çocukların merkeze yerleştiği, "çocukerkil" olarak tanımlanan bir aile yapısıyla karşı karşıyayız. Bu dönüşüm "pederşahi" aile düzeninden "veledşahi" aile düzenine geçiş olarak tanımlandığını ifade etmiştim. Pederşahi aile yapısında yönetici konumda anne-baba bulunur ve bu yapının
kültürel kodlarına ve işleyişine baktığımızda babanın ailenin tek otoritesi olduğunu görürüz. Aileyi yöneten, kararları alan kişi babadır; tüm izinler onun onayından geçer. Aile üyelerinin ne yapacağına ne yapmayacağına, hatta çocuklar okuyorsa hangi bölümü seçeceklerine bile baba karar verir.

Aslında bakıldığında bu aile yapısında herhangi bir problem olduğu söylenemez. Aksine, ailede bir otorite olacaksa bu otoritenin baba olması tercih edilebilir. Hatta bu tercih sağlıklı bir aile yapısı için gerekli ve faydalı olarak değerlendirilebilir. Ancak burada babanın otoriteyi tıpkı bir padişah gibi
kullandığı durumlar söz konusu olabiliyor. Nasıl ki padişahlar tahtlarına oturup emirler verir ve sözleri sorgulanmazsa, pederşahi ailede de baba, sanki tahta oturur gibi koltuğuna oturur. Kendisi için evde hiçbir sınır veya kural geçerli değildir. Aile bireylerine karşı söz hakkı verme konusunda da son derece cimri bir tavır takınır.

Bahsettiğimiz bu aile yapısını, 2000'li yılların başlarına kadar oldukça güçlü bir şekilde gözlemleyebiliyorduk. Eski gücünü yitirse de 2010'lara kadar bu aile yapısı varlığını sürdürse bile 2010 sonrası bu yapı artık değişmeye başladı. Bu değişimin meydana gelmesi, kaçınılmaz bir sondu çünkü pederşahi ailede -her ailede olmasa da- yaygın olarak görülen aşırılık, katılık ve dengeden uzak otorite anlayışı zaman içerisinde zıddını doğuracaktı.

Yeni nesil "padişah"

Otoriter ebeveynlerin çocukları büyüdü ve kendi ebeveynlik deneyimlerini şekillendirirken anne ve babalarına benzememek idealiyle yola çıkarak kendi çocuklarını büyütmeye çalıştılar. Demokratik bir ortamda büyütülmeyen, sözlerine değer verilmeyen, dinlenmeyen ebeveyneler daha
demokratik bir ortamda çocuk yetiştirme girişiminde bulundular. Ancak alışık olmadıkları bu aile yapısının acemice bir eylem olarak sonuçlandığını söyleyebiliriz. Bilmedikleri bir yapı içerisinde çocuk yetiştirmeye çalıştıkları için denge bozulmaya başladı çünkü kendinde olmayanı, bilmediğin
bir şeyi başkasına aktarmak pek mümkün değil. Bu durumu Turgut Uyar'ın "Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği" dizeleriyle ifade edebiliriz. Çocuğu merkeze alarak tüm düzeni dizayn etmeye çalışmak, ailede babanın ve annenin etkisini yok etme sonucunu doğurur.


Aile içindeki yeni dönem özellikle çağdaş pedagojinin çocuk merkezli görüşünün en ideal yöntem olarak savunulmasıyla başladı. Sosyal medya aracılığıyla bu söyleme maruz kalan genç ebeveynler bu yaklaşım içerisinde bir aile yapısı inşa etmeye ve bu söylemin dışına çıkmamaya çaba gösterdi. İşte az önce bahsettiğimiz denge bu nedenle şaştı. Aile içerisindeki otorite demokratik bir şekilde paylaşılmak yerine, çocuğa doğru kaydı.

Bu değişimi daha iyi anlayabilmek için yaklaşık 30 yıl öncesine gidilebilir. Bir kış akşamı, sobalı bir evde baba salonda oturuyor ve haberleri izliyor. Çocuklar ise oyun çağında olmalarına rağmen babalarının etrafında toplanmışlar ve onun izlediği haberleri izliyorlar. Başka bir şey yapmadan sessizce ve usulca oturup babalarını rahatsız etmeden bekliyorlar. İşte bu sahne, yıllar önce aile içindeki tipik bir görüntüyü yansıtıyor. Çocuklar bu durumdan çok sıkılsa da babanın otoritesi gereği karşı çıkmaz, sakince beklerlerdi. Bu sahneyi ailedeki bugünkü dönüşümle tekrar bakalım. Rahat bir
ev ortamında televizyon kumandası çocuğa veriliyor. Aile sürekli çocuğunun yanında, ona bir şeyler yediriyor ve saatlerce televizyon izlemesine izin veriyor. En önemlisi ise aile çocuğunun yaptığı her şeye uyum sağlıyor. Bu dönüşümle birlikte ailenin merkezinde yer alan "padişah" artık çocuk oluyor, ailenin tüm işleyişi, çocuğun istek ve ihtiyaçlarına göre ayarlanıyor. Çocuklarını mutlu etmek onlar için bir zorunluluk ve bu aile genellikle çocuklarının emirlerine amade şekilde bekliyor.

Çocuktan izin istemek

Pederşahi yapıdan veledşahi yapıya evrilen bu aile yapısında aileleri bekleyen birtakım tehlikeler de söz konusu. Bu tür aile yapılarında çocuk, aile içinde güç elde etmesine rağmen sosyal hayatta zayıf ve güçsüz olabiliyor. Aile içerisinde tüm istekleri anında karşılanan, arzuları eksiksiz biçimde yerine getirilen ve adeta aileyi yöneten bu çocuk, sosyal hayata karıştığında ya da okula başladığında beklentilerinin karşılanmamasıyla
hayal kırıklığına uğrayabiliyor; bu durum ise çocuğun şımarık ya da mızmız olarak algılanmasına yol açabiliyor. Sosyal hayatta da merkez konumunda olmak isteyen çocuklar özgüvenleri en nihayetinde kırılgan hale geliyor.

Bir diğer önemli mesele ise evde sınır çizilmeyen çocuklara dışarıda sınırlar çizildiğinde çocukların nasıl davranması gerektiğini tam olarak kestiremiyor oluşları. Acemice çizilen sınırlar karşısında çocuk yalpalayarak, çatışmalarla karşılaşarak, içe dönük bir yapıya bürünerek hayatlarına devam ediyor. Sonuç itibariyle bu gibi aile yapılarında özgüvenli ve güçlü bir çocuk profiline rastlayamıyoruz.

Sınır konusu, veledşahi olarak tanımlanan aile yapısında üstüne durmamız gereken önemli bir mesele. Bu ailelerde çocukların sınırları silikleşmiş, hatta bazı durumlarda tamamen ortadan kalkmıştır. Bu nedenle bugün sınırsız bir çocuk profiliyle karşı karşıyayız. Örneğin, bu çocuklar evde yemek yemek istemeyebilir ve mesela her akşam babasının işten dönüş saatinde onu arayarak "Bana şu yemeği getir" diyebilir. Aynı şekilde, okula götüreceği yemeklerle ilgili sağlıklı beslenme sınırları da ortadan kalkabilir. Artık çocuk ne yiyeceğine, nasıl besleneceğine kendi başına karar verebilir. Hafta sonları ya da tatil planlamalarında da benzer bir durum söz konusu olduğunu gözlemliyoruz. Aileler çocuklarına bu dönemlerde ne yapılacağını soruyor, ondan izin alarak ya da onun söylediklerini esas alarak plan çiziyor. Bu noktada çocuğun diğer aile bireylerinin sınırlarına
uyması, ortak programa uyum göstermesi ya da oradaki sınırlara riayet etmesi pek mümkün değil.

Çocuk babasının ebeveynine dönüşürse

Bu ortamda sağlıklı ebeveyn-çocuk ilişkisinin kurulması beklenemez çünkü burada ebeveyn-çocuk ilişkisinden ziyade daha çok patron-işçi ilişkisi vardır. Ayrıca baba ve anne, çocuğun karşısında güçsüz ve zayıf konuma gelmiştir. Bu konuma gelen ebeveynin çocuğa hiçbir katkısı bulunamaz.
Aksine çocuğu psikolojik açıdan sorunlu hale getirir.

Bir baba düşünelim; çocuğu karşısında ve ona bağırıp çağırıyor, isyan çıkartıyor. Baba ise bu tepkilere herhangi bir karşılık vermiyor. Burada çocuk zamanla babanın dünyasındaki otorite figürüne dönüşebilir. Başka bir deyişle, çocuk babasının kendi ebeveynine dönüşürken, baba da psikolojik olarak 8-9 yaşındaki çocuk haline bürünebilir. Bu nedenle de ebeveyn, çocuğunun vereceği tepkiden korkarak ona sınır koymakta zorlanır. Yaşanılan bu durum neticesinde gerçek bir ebeveyn-çocuk ilişkisi kurulamaz. Oysa çocuk, psikolojik gelişimi açısından sınırlandırılmaya ve yönlendirilmeye ihtiyaç duyar. Ebeveyn sınır koyma yetkinliğinden yoksun kaldığında çocuğun bu ihtiyacı karşılanamaz. Peki, bu durumda çocuğun ihtiyacını kim
karşılayacak?

Bu sorunun çözümüne yönelik yapmamız gereken ilk şey, ebeveynin şu temel düşünceyi esas almasıdır: "Ben, çocuğumun tüm isteklerini yerine getirmek için var olmadım. Çocuğumla olan ilişkimdeki rolüm, onun isteklerini yerine getirmek ya da daima memnun etmek değil. Asıl sorumluluğum, çocuğum mutsuz da olsa, hayal kırıklığına da uğrasa, onun için en faydalı olanı seçebilmek." Bu düşünceyi esas aldığımız takdir de çocuğun
ağlamasından, mutsuz olmasından, bağırıp çağırmasından veya isyan etmesinden korkmamamız gerektiğini de kavramış olacağız. Bu nedenle ebeveynlerin "Çocuğum için faydalı olanı yapıyorum, ben onun ebeveyniyim. O benim çocuğum, ondan korkmama gerek yok. O halde sınırlarımı koruyacağım ve çocuğuma bu sınırları neden koyduğumu gerekçeleriyle söyleyeceğim ve bunları uygulayacağım" cümlelerini söyleyebilmeleri gerekiyor. Burada gerekçe gösterme meselesi önem teşkil ediyor. Çocuğa yapmasını istemediğiniz şeyleri gerekçe sunarak açıkladığımızda öfkelense de isyan etse de gerekçesini bildiği için öfkesi ebeveyne değil, gerekçeye olacak. Bu da öfkesini sindirmesini kolaylaştırabilir ve
reddedişinin gerekçesini bildiği için ebeveyne karşı düşmanlık beslemeyebilir.


Çocuğun "hayır"a ihtiyacı var

Çocuğa sınır koyabilmek ve hayır diyebilmek onun psikolojik gelişiminde hayati bir yere sahiptir çünkü çocuk, ebeveynden gerektiğinde hayır cevabını duyduğunda bu durumla ilgili duygusal bir yükselme yaşar ancak daha sonra buna tahammül etmeye başlar. Çocuğun gelişim süreci ilerledikçe ergenlik, genç yetişkinlik ve sonraki dönemlerde kendisine yöneltilen "hayır" ifadesine ve reddedilmeye tahammül edebilmesi, o an yaşadığı duyguları
dengelemeyi öğrenmesi ve aile ortamında psikolojik gelişimini tamamlamasıyla mümkün olur. Bu nedenle çocuğa gerektiğinde "hayır" diyebilmek ve bu cevabın onda uyandırdığı duygularla kalabilmesine izin vermek büyük önem taşır. "Hayır" demekten korkmaya gerek yok. Ebeveynin "hayır" demesiyle birlikte bir olay ya da duygusal bir fırtına kopsa dahi fırtınanın ardından her şey zamanla yerli yerine oturacaktır. "Dünyada hayır da var" ifadesi çocuğun hayatında karşılık bulacaktır. Aynı şekilde "Bu hayatta her istediğin hemen gerçekleşmeyebilir" düşüncesi de çocuğun iç dünyasında anlam kazanacaktır.

Aksi takdirde doyumsuz, memnuniyetsiz, hayır kelimesine tahammül edemeyen ve bu ifadeyle karşılaştığında nasıl tepki vereceğini bilemeyen bir çocuk profiliyle karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz olabilir. Ebeveynler bu konular üzerinde düşünmeli ve ebeveynliklerine ilişkin eylem planlarını buna göre yeniden düzenlemeli. Hayatın diğer alanlarında olduğu gibi, ebeveynlikte de denge son derece önem taşıyor. Bir problem ortaya çıkmışsa mutlaka dengelerde şaşma olmuştur. Bu noktada kendimize şu soruyu sormalıyız: Karşılaştığımız belli problemler karşısında biz, hangi dengeleri
nasıl bozmuş olabiliriz? Günümüzde karşılaştığımız veledşahi aile yapısında da dengeler bozulmuş ve bunun sonuçlarını yaşıyor olabiliriz.

BİZE ULAŞIN