Kerem Alkin: KÜRESELLEŞME 2.0 DÜNYADAKİ SORUNLARA HİÇBİR ÇÖZÜM SUNAMADI

KÜRESELLEŞME 2.0 DÜNYADAKİ SORUNLARA HİÇBİR ÇÖZÜM SUNAMADI
Giriş Tarihi: 16.3.2023 12:48 Son Güncelleme: 22.3.2023 13:03
Dünya görülmedik bir hızla değişiyor. Küresel toplum, dünya sistemi, stratejiler, teknoloji ve değerler büyük bir dönüşüme maruz kalmış görünüyor. Tüm alanlarda bir yanda dünyaya ve düzenine neler olduğunu tespit gayreti, öte yandan da geleceğin neler getireceğini öngörme çabası açıkça görülüyor. Dünyanın ekonomik, stratejik, teknolojik gidişatı büyük bir merakın ve türlü araştırmanın da konusu… Dünyaya bu açılardan neler olup bittiğini, alışılageldik dünya sisteminin sık sık verdiği arıza ve kriz alarmlarını, istikbalin nelere gebe olduğunu konuyu hem ekonomik hem diplomatik açıdan yakından takip eden bir isimden dinlemenin yararlı olacağını düşündük. Akademisyen, ekonomist, OECD nezdinde Türkiye’nin daimi Temsilcisi Büyükelçi Prof. Dr. Kerem Alkin dünya sisteminin ve değişimin gidişatı hakkındaki görüş ve gözlemlerini Lacivert ile paylaştı.

Selamlar Kerem Bey, uzaktasınız, Paris'te OECD nezdinde ülkemizi temsil ediyorsunuz belki ama sanırım Doğu Anadolu deprem felaketi
konusunda da hayli faaliyet içindesiniz.

Malumunuz olduğu üzere ABD Başkanı Joe Biden'dan NATO Genel Sekreteri Stoltenberg'e kadar hemen herkes yaşamış olduğumuz iki büyük deprem felaketinin modern tarihte sismik cihazlarla kara üzerinde ölçülmüş en ağır deprem olduğunu belirten açıklamalarda bulundu. Japonya'dan Hollanda'ya, Hindistan'dan Kanada'ya, ABD'den Birleşik Krallığa dünyada tanınmış ne kadar deprem uzmanı varsa yaşanan bu felaketin son yüzyılda görülebilecek en ağır depremlerden biri olduğunu vurguluyorlar. Dolayısıyla Türkiye yüzyılın en ağır felaketlerinden biriyle mücadele ediyor. Sürecin başından itibaren gerçekten çok büyük bir mücadele ortaya kondu. Türkiye'nin yüzyıllardan beri devlet-millet beraberliğiyle böyle afetleri atlatma konusunda takdire şayan bir kültürü var. Bu beceri ve kültür sayesinde olağanüstü bir hızla bölgedeki yaraları sarmak ve bir an önce yaşamı normalleştirmek adına büyük bir mücadele veriyoruz.

Hem sizin hem diplomatik misyonlarımızın deprem konusundaki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Türkiye son dönemde öncelikle Afrika, Asya ve Latin Amerika olmak üzere dünyanın çok kritik ülke ve bölgelerinde tarihinin en kritik diplomatik misyon ataklarını gerçekleştirdi. Misyonlarımızın sayısı 260'a yaklaştı. Diplomatik misyon sayısı anlamında dünyada ilk beşte yer alan müstesna bir ülkeyiz. Dolayısıyla dünyanın dört bir yanındaki tüm büyükelçilerimiz, başkonsoloslarımız ve diplomatik görevdeki tüm dışişleri mensupları bu büyük felaketin yaralarının sarılması adınan tarihi bir yardım seferberliği gerçekleştirmiş durumdalar. Biz de OECD tarafında Genel
Sekreter Mathias Gorman ile konuşarak OECD nezdinde Türkiye'ye yardım kampanyası yürütülmesine ön ayak olduk ve ilgili kurumlara ilettik.

Dünyada olup bitenlere dönersek, yeryüzünde olan doğal ya da insan eseri hadiselere, gelişmelere, değişimlere bakınca siz de "Neler oluyor bu dünyaya?" ya da "İnsanlık nereye gidiyor?" gibi düşüncelere kapılıyor musunuz?

Tabii 21. yüzyıl birbirinden önemli dört-beş megatrendle birlikte hayatımızın bir parçası oldu. 21. Yüzyılın birkaç kritik megatrendi var: Bunlardan birisi hipersonic dijitalleşme. İkincisi insanoğlunun tarihi boyunca ilk defa bu kadar büyük bir mobilite kazanmış olması. 8 milyar insanın her türlü taşımacılık yolunu kullanarak hareket edebilmesine şahit oluyoruz. Bir diğeri sürdürülebilir kalkınmayla ilgili amaçlar, hedefler endişeler. Bir başka megatrend, iklim değişikliğinden kaynaklanan endişelere bağlı olarak verilen mücadeleler. Aynı zamanda dünyada oluşan şehirler üzerinden yeni ve akıllı bir şehir dönüşümü ve kalkınma eğilimi. Bunun yanı sıra Çin ve Hint başta olmak üzere Afrika'da giderek yükselen orta sınıflar gibi pek çok konu konuşuyoruz. Bu konuların tümü 21. yüzyılı daha hareketli ve sorgulayıcı bir çağa dönüştürdü. 8 milyarlı insan nüfusu akıllı cihazlar ve bilgi toplumu sayesinde dünyanın her yerindeki gelişmeyi saniyeler içinde öğrenir hale geldiği için dünyadaki bütün siyasi olayları, kırılmaları, bölgesel savaşlar ve afetlerde yaşananları geçmişe göre belki 50 kat hızlı bir şekilde izleyebildiğimiz bir düzeye geçtik. Ne var ki bu enformasyon teknolojisi, bu megasonik
dijitalleşme bazı insanlar açısından yeryüzünde yaşanan her olayda yanlış ve çarpıtılmış bilgiler ortaya atma imkânı da veriyor. Dezenformasyon
girişimleri anlamında çok negatif bir etkiyi ve bir anda büyük kitleleri paniğe sevk edebilecek bilgileri yayma imkânı da beraberinde getirdi. Yeni bir
dünyaya geçtik; bu yüzden devletler, kurumlar, uluslararası teşkilatlar bu dezenformasyonu engellemek için de ciddi bir mücadele vermeye başladılar.
Dünya böyle karışık bir denklem içerisinde gidiyor.

Sözlerinizden anladığım kadarıyla dünya karmaşık bir yöne doğru gidiyor ya da böyle bir risk söz konusu.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulup "Küresel Düzen"i temsil eden küresel teşkilatlar var. BM, IMF, Dünya bankası, OECD, BM çatısı altındaki pek çok önemli kuruluşların özellikle küresel virüs salgını sırasında gösterdiği performans ister istemez dünya genelinde uluslararası sistemi temsil eden teşkilatlara güveni biraz sarstı. Mesela IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar 2008 krizini göremediler, uyarıda bulunamadılar. Günü geldiğinde ekonomi, siyaset ya da doğal afetler konularında hızlı hareket etmek, uyarıda bulunmak üzere kuruldukları düşünülen teşkilatların görevlerini tam olarak yerine getirememeleri bu uluslararası teşkilatlara güveni sarstı. Ben de OECD'de Türkiye'yi temsil eden bir büyükelçi ve daimi temsilci olarak 38 üye ülkenin diğer daimi temsilcileriyle OECD'nin dünyadaki algısının daha iyi yönetilmesi ve hadiselere daha çabuk ve seri müdahale edilebilmesi ve uluslararası teşkilatlara duyulan güvenin zor bir etaptan geçtiği gibi meseleleri konuşuyoruz. Aslında bütün teşkilatlar bunun farkındalar ve düzeltilmesi için ne tür reformlar yapılması gerektiğini tartışıyorlar. Ne olursa olsun isimlerini zikrettiklerim başta tüm uluslararası teşkilatlar güveni yeniden inşa etmek mecburiyetindeler.

Son dönemlerde dünyada pek çok alanda, kurumda ve değerde hızlı bir değişim görüyoruz. Sizce bu değişimi ve süratini nasıl açıklamalı?
Bu değişimin dinamikleri ve katalizörleri neler?

21. yüzyıl birkaç büyük olayı birlikte yaşıyor. Her şeyden evvel Atlantik'e göre Asya'nın ve Asya-Pasifik'in dünya ekonomisi ve siyasetinde ağırlığını artırdığı bir dönemden geçiyoruz. Bu bölgede ve Asya-Pasifikte birçok yükselen ülke önemli bir atak içinde. 21. yüzyılın başından itibaren Atlantik İttifakı'nın sözünün geçtiği bir dünyadan artık "Biz de varız" diyen bir başka dünyaya doğru önemli bir değişim yaşıyoruz. Mesela G20 toplantılarında geçen yıl ve bu sene Endonezya ve Hindistan gibi ülkeler tarafından ilk defa yeni bir kavram olan "Küresel Güney" dünya gündemine getirildi. Artık uluslararası teşkilatlarda, G20'de vs. içinde Güney Afrika, Hindistan, Endonezya, Çin gibi ekonomik ve siyasi güce sahip ülkeler dünya ekonomisi ve siyasetiyle, kendi bölgeleriyle ilgili düşüncelerinin daha fazla dikkate alındığı yeni bir dünya dinamiği istiyorlar. Atlantik İttifakı da ekonomik ve siyasi gücü giderek artan ülkeler karşısında artık eskisi gibi her dediğini yaptıramadığı, bu ülkeleri de daha derinlemesine dinleyip müzakere etmesi gerektiğini anlamaya başladığı bir süreç yaşıyor. Çok enteresandır Türkiye bu noktada Atlantik İttifakı ile Küresel Güney ülkeleri arasında dengeyi sağlayabilecek ülke konumunda. Zira Türkiye Atlantik İttifakı ülkelerinin uzun zamandır birlikte işbirliği yapmaya, proje üretmeye alıştığı bir ülke. Ancak insani ve girişimci diplomasi anlayışımız, yeryüzünde herhangi bir yerinde meydana gelen bir kriz ve afete yetişebilme kabiliyetimiz, hiçbir ülkeyi zor gününde yalnız bırakmama kültürümüz çerçevesinde Küresel Güney olarak adlandırılan ülkeler arasında da saygıyla takip edilen bir ülkeyiz. Nitekim son deprem felaketinde dünyanın çok uzak ülkelerinden, Meksika'dan Asya'nın uzak noktalarına kadar Küresel Güney olarak adlandırılabilecek ülkelerden kurtarma ekiplerinin harekete geçtiğini ve yardımların seferber edildiğine şahit olduk. Bu yönüyle bakıldığında belki de 21. yüzyılda küresel düzenin, uluslararası sistemin yaşadığı en büyük sancı uzun zamandır küresel sisteme hâkim olduğunu düşünen Atlantik İttifakı'nın Küresel Güney olarak adlandırabileceğimiz ekonomik ve siyasi gücü her geçen gün daha da artan bir ülkeler grubuyla sistemi yeniden yapılandırması gerektiğini fark ediyor. G20 de bu temel gerçek ışığında oluşturuldu. Türkiye bu her iki taraf tarafından da dikkate alınacak bir ülke, bizim böyle bir meziyetimiz, becerimiz var. Dünyanın ekonomik ve siyasi merkezinin Atlantik'ten Asya Pasifik'e doğru kaymaya başladığı ve 21. yüzyılın yükselen kıtasının Afrika olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız. Türkiye bu gerçeği çok öncesinden fark ederek daha 2000'lerin başlarından itibaren tarihi bir Afrika açılımı ortaya koydu. Türkiye'nin bu samimi yaklaşımları kıtada da çok büyük bir kabul gördü ve memnuniyetle karşılandı. Dolayısıyla küresel sistem yeniden yapılanırken ve bunun sancıları, tartışmaları her boyutta hissedilirken Türkiye ülkeler ve bölgeler arasında büyük bir arabuluculuk görevi görebilecek ve uluslararası barışa kalıcı katkılar yapabilecek ender ülkelerden biri.

Bu durumda dünyadaki küresel değişimler karşısında Türkiye'nin vizyoner bir stratejiler bütünü izlediği söylenebilir mi?

Bir yandan "Afrika Açılımı" adı altında bu kıtada çok önemli işlere imza atıyoruz. Aynı anda "Yeniden Asya" yaklaşımıyla zaten bir parçası olduğumuz Avrupa ve Asya'nın akla gelebilecek tüm ülkeleriyle daha köklü ilişkiler kurmak adına ilerliyoruz. Türkiye 21. yüzyıldaki bu zorlu dönüşümün aktörlerinin kimler olduğunun farkında olarak, bu aktörlerle ekonomik, siyasi ve stratejik ortaklıklar oluşturduğu çok yönlü bir sürecin içinde. Bu da pek çok alana yansıyor. Bu ülkeler Türkiye'ye güvendikleri için ticaretlerini artırıyor, her türlü savunma sanayi ürününü alıyorlar. Bu izlediğimiz etkin ekonomik ve diplomatik atağın sonuçlarını görüyoruz.

Az önce küreselleşmeye temas ettiniz. Kimilerine göre dünyanın içine girdiği bu hızlı devinimi Küreselleşmeye borçluyuz. Buna katılıyor musunuz?"Küreselleşme"nin dünyanın değişimindeki ve sistem içindeki fonksiyonunu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

1990'ların sonlarından itibaren pazarlandığına şahit olduğumuz "Küreselleşme 2.0" başarısız oldu ve sınıfta kaldı. Özellikle Endonezya ve Hindistan'ın G20'de dönem başkanlığı yürüttüğü son yıllarda Küresel Güney denilen ülkeler çeşitli uluslararası kuruluşlar tarafından dünyaya empoze edilen "Küreselleşme 2.0" olarak nitelendirebileceğimiz modelin başarısız olduğunu ve dünyaya yarardan çok zarar getirdiğini ifade ediyorlar. Bunun iklim değişikliğini körüklediği ve dünya ekonomisi için en büyük risklerden birini oluşturan küresel borçlanma sarmalına neden olduğu, bu
riskleri artıran uluslararası finans sistemindeki hatalara yol açtığı ve "ne üretirsen üret, aşırı ucuza üret" mantığıyla tüm dünyayı aşırı metalaştıran bir tabloyu beraberinde getirdiği ifade edildi. Davos bu modelin en çok pazarlandığı platform oldu ve bu sene tarihinin en büyük tepkisiyle karşılaştı. Bu aşırı neoliberal Ortodoks anlayıştan kaynaklanan sıkıntılar Küresel Güney ülkeleri tarafından büyük bir tepkiyle karşılanıyor. Dolayısıyla dünyaya önerildiği son 20 yıl boyunca Küreselleşme 2.0 dünyadaki enerji krizi, gıda krizi, iklim değişikliği gibi pek çok soruna karşı hiçbir çözüm sunamadı.

Bu açıdan birinci büyük şok Covid-19 salgınıydı, ikinci büyük şok ise Rusya–Ukrayna Savaşı oldu. Bunlar üretimde, enerjide ve gıdada bağımlılığın ne kadar büyük risk oluşturduğunu, küresel tedarik zinciri anlamında dünyanın çok uzak bölgelerine bağımlılığın aslında ciddi bir sorun teşkil ettiğini gösterdi ve büyük bir şok yaşandı. Gerçekleşme ihtimali düşük olan ama gerçekleştiğinde çok büyük etkilere yol açan pandemi ve Rusya-Ukrayna savaşıyla dünya iki "siyah kuğu", iki büyük şok yaşadı. Dünya ülkeleri bu iki şoktan ders çıkardılar ve Küreselleşme 2.0'ın yol açtığı başkalarına bağımlı olma durumundan kurtulup, kendi bağımsız üretimlerini gerçekleştirmeleri gerektiğinin farkına vardılar. Dolayısıyla Küreselleşme 2.0 şu an adeta gözden çıkarılmış durumda. Bütün dünya bu modelle artık bir yere gidilemeyeceğini fark etmiş durumda. Bütün ülkeler şimdi "Conscious Capitalism" (Bilinçli Kapitalizm) olarak adlandırılan; insana, çalışana, çevreye ve sürdürülebilir kalkınmaya değer veren yeni bir kavramı
tartışıyor. Önümüzdeki dönemin en önemli konu başlığı da Bilinçli Kapitalizm ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmak olacaktır.

Peki, yakın gelecek adına başka potansiyel siyah kuğular görüyor musunuz?

İddialı yorumlarda bulunmak çok doğru olmaz ama en azından illa bir örnek vermek gerekiyorsa dünyanın önde gelen şirketlerinin yöneticileri ve kanaat önderleri tarafından ileri sürülen siyah kuğu adayları arasında şunlar sayılıyor: Nükleer savaş riski. Rusya- Ukrayna Savaşı nedeniyle biraz böyle bir endişe söz konusu ediliyor.

Rusya-Ukrayna Savaşı'nı "III. Dünya Savaşı'nın startı" olarak yorumlayan komplo teorisyenleri bile var. Bu savaşı dünyadaki stratejik denklem ve dengeler mücadelesi içinde nasıl bir yere oturtuyorsunuz? Bu açıdan bakıldığında bu işin perde arkasını nasıl yorumlamalıyız?

Bence III. Dünya Savaşı gibi bir ihtimali hiç kimse istemez. II. Dünya Savaşı sırasında konvansiyonel silahlarla dahi insanlığın ne kadar büyük kayıplar ve trajediler yaşadığı herkesin ezbere bildiği bir şey. Hiçbir ülkenin dünyayı böyle bir noktaya getirmeye meyilli olacağı kanaatinde değilim.

Açıklamalarınızdan anladığım kadarıyla dünyada yeni bir düzen kuruluyor.

Kim ne derse desin yükselen Afrika ve Asya ile birlikte dünyada önü alınması mümkün olamayan yeni bir uluslararası denge oluşuyor ve küresel sıklet ağırlığı Asya Pasifik'e kayacak. 2070'te Asya 5.3 milyar ile tarihinin en büyük nüfusunu görecek. Afrika ise 4.4 milyara çıkacak. İkisi birlikte dünya nüfusunun yüzde 83'ünü temsil edecek. Dolayısıyla böyle bir durumda uluslararası sistemin karar süreçlerinde Atlantik İttifakı'nın ağırlığını sürdürmesini beklemek pek ihtimal dâhilinde görünmüyor.

Değişen dünya dengelerine dair tüm öngörüler ABD-Çin rekabet ve mücadelesine yoğunlaşıyor gibi. Bu iki güç arasındaki gerginliği dünyanın değişimine dair senaryolar içinde nasıl bir yere konumlandırmalıyız?

Gözlemlediğim kadarıyla ABD ve Atlantik İttifakı, Çin'i mümkün olduğunca insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü çerçevesinde küresel ortak değerlerin var olduğu bir platforma çekmeye çalışıyor. Önümüzdeki dönemde öngörüler en çok Çin'in ortak küresel değerlerin bir parçası olmasına yönelik mücadelenin devam edeceği yönünde.

Sizce ekonomik, uluslararası düzen, teknoloji bakımından dünya nasıl bir yere dönüşecek?

Dünya ekonomisinin geleceği açısından bir yandan küresel borç sarmalı, uluslararası finans sistemindeki anlayışın yeniden yapılandırılması, sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin önünü açacak yeni anlayışların ortaya konulması, az gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerin kaldırılmasında daha kabul edilebilir modellerin ortaya konması gibi konularla uğraşıyoruz. Bir yandan da gelecek açısından bir teknoloji savaşını gözlemliyoruz. Gelecekte teknoloji alanında iki büyük kırılma olacak: Bir, geleceğin enerjisi ne olacak? Önceki sanayi devrimleri hep enerjiyle alakalıydı. Ben dördüncü sanayi devriminin de yine sanayi devrimiyle olacağını düşünüyorum. Dünyada en yüksek miktarda bulunan hidrojenle ilgili çok ciddi çalışmalar yürütülüyor. Bu gerçekleşebilirse ve en ucuz enerji kaynağına ulaşılabilirse bu insanoğlu için büyük bir dönemeç anlamına gelecek. Bugün hala 600 milyona yakın insanın düzenli elektrik alamadığı bir dünyayı konuşuyoruz. Bence gelecek adına olumlu yöndeki büyük kırılmalardan biri enerji konusunda olacak. Dünya hidrojenle ya da başka bir yöntemle bir şekilde ucuz enerjiye ulaşmayı başarabilirse bu uygarlık açısından büyük bir dönüşümü beraberinde getirecek. İkinci bir konu ise uzay savaşları olacak. Önümüzdeki dönemde devletler arasında önce aya koloni kurulması, diğer gezegenler, meteorlara yapılacak seyahatler ve ulaşılabilirse bu tür uzay cisimlerindeki madenlerin işletilmesi gibi konular söz konusu olacak. Gelecek adına bir başka konu ise kuantum bilgisayarlar. Bunlar üzerine ciddi çalışmalar yapılıyor. Kuantum bilgisayarlar sayesinde teknolojik sıçramaların hızı ve derinliği artacaktır.

Son bir sorum olacak. Kapitalizmin demokrasiyi artık desteklemediği yönünde görüşler söz konusu. Otoriter rejimlerin yükselişi ve
kapitalizme entegre olmaları söz konusu. Siz demokrasinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Bence demokrasi insanoğlunun uygarlıktaki en büyük başarılarından birisi. İşleyişinde bazı aksaklıklar söz konusu olabiliyor belki ama dünya vatandaşlarının kendi kendilerini yönetebilmesine olanak veren bir model olarak en güçlü, en etkili siyaset modeli olarak ifade edilebilir. Bu nedenle bence arkadan gelen nesiller demokrasi konusunda güçlü bir bilince sahipler. Kanaatimce yeni nesiller demokrasinin vazgeçilmez olduğunu
vurgulamak suretiyle insanlığı, çevreyi, emeği ve sürdürülebilirliği önceleyen daha bilinçli bir kapitalizme dönüştürme yolunda kapitalizmi zorlamayı sürdürebilecekler. Ben bu anlamda Y, Z ve Alfa kuşaklarının bu anlamda daha başarılı olacaklarına inanıyorum.

PROF. DR. KEREM ALKİN KİMDİR?

1965'te İstanbul'da doğan Kerem Alkin İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'nden mezun oldu. Doktorasını 1993 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Ana Bilim Dalı'nda tamamladı. 1987'de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak akademik kariyerine başladı. 1999 - 2001 yılları arasında İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Para-Banka Bilim Dalı Başkanlığı görevini yürüttü. 2004 yılında profesör unvanını alarak İstanbul Ticaret Üniversitesi İktisat Ana Bilim Dalı kadrosuna atandı. 2013'ten itibaren İstanbul Ticaret Üniversitesi İktisat Bölüm Başkanlığı görevini üstlendi. 2014-2015 arasında Nişantaşı Üniversitesi Rektörlüğü görevinde bulundu. 2015'ten sonra İstanbul Medipol Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi'nde öğretim üyeliği, Uluslararası Ticaret ve Finansman Bölüm Başkanlığı yaptı. Yenilenebilir Enerji Araştırmaları Derneği Başkanlığı ve Uluslararası Rekabet Araştırmaları Kurumu Derneği Genel Sekreterliği görevini yürütmektedir. Prof. Dr. Kerem Alkin Mart 2021 tarihinde büyükelçi sıfatıyla OECD nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği görevine atandı. Bu görevini halen sürdürmektedir.

BİZE ULAŞIN