Güven Adıgüzel: ENTELEKTÜELLER İÇİN MAKBUL GEREKÇELER SÖZ-MÜZİK TÜRKİYE

ENTELEKTÜELLER İÇİN MAKBUL GEREKÇELER SÖZ-MÜZİK TÜRKİYE
Giriş Tarihi: 2.3.2023 10:40 Son Güncelleme: 2.3.2023 10:43
Entelektüellere bir şey beğendirmek kolay olmadı ama muhtemelen onların kültürel üstenciliğiyle imtihanı en çetin olan halk müziği ve arabesk oldu. Müziğin içinden yapılan teknik eleştirilere değil, daha ziyade varoluşunu aşağılamaya dönük, dinleyici kitlesini hedef alan ve müzikal bir hiyerarşi kurarak onu yok sayan karalamaların odağında ele alınışına şahit olduk uzun yıllar boyunca. Arabeskin, devlet ile aydınların/entelektüellerin ortak lanetlisi sayıldığı yıllar gördük. Her şeye geç kalan entelektüellerin onu kirli ve detone olmakla itham ettiği dönemler yaşadık. Peki, ne mi oldu? Entelektüeller yıllar sonra arabeskle kavga etmekten vazgeçerek ona cilalı bir imaj çalışması yapmayı tercih ettiler. Buna mecbur kalmışlardı.

DÜĞÜN ÇALGICISI DEĞİL, ROMANLARIN İLK POP YILDIZI; CİGULİ

Akordeon virtüözü Ciguli, kıvrak nağmeleri, ilginç ses rengi, orijinal besteleri ve muhteşem gırtlağıyla balkan tavrını en özgün biçimde yansıtan oldukça kıymetli bir mücevherdi. Bu ülkede neşvünema buldu. Müziğini bizimle paylaştı. Dünyaca ünlü müzisyen Shantel çok uzaklardan fark etti mesela ondaki cevheri. Ama ülkesinde karikatürleştirildi. Her şeye geç kalan entelektüellerin düğün çalgıcısı zannettiği bu güzel adamın yaptığı müziğin ruhuna dikkat edecek kadar hakkaniyet aramak lüzumsuzdu belki de. Evet, açık bir biçimde; bayağı, avam, sulu ve kalitesiz buldular Ciguli'nin yaptığı müziği. Balkan fırtınası tüm hızıyla esse de; ilginç kıyafetli, kısa boylu, farklı bir ses rengine sahip, eğlenceli şarkılar yapan fötr şapkalı bu güzel adamı keşfetmek istemedi kimse.

Roll dergisine kapak olduğunda da, 1999'un yılının en önemli ikinci albümü seçilen Ciguli Forte ile klâsını-müzik zekâsını ortaya koyduğunda da, 2010 yılında Dünyanın En İyi 100 Caz Kulübü'nden biri olan Babylon'da sahneye çıktığında da, meselenin ne olduğunu anlayamayanların tahmin edemeyeceği kadar büyük ve kıymetli bir iş yapıyordu aslında. Yine de müziğin ruhundan anlayan birileri yaşıyordu o dönem Türkiye'de. Müzikle
de ilgilenen karikatürün usta ismi Oğuz Aral şunları söylemişti Ciguli için; "İşte müzik bu, ne sağlam bir sestir bu böyle. Adamın gırtlağının şakası makası yok. Bu gırtlağın konservatuarda falan ders yapılması lâzım. Şu müzikte bir tane hata bulamazsın. Ne kadar sade, düzgün bir ritmi var." Sezen Cumhur Önal'ın "Genç popçulara bir tokattır, Ciguli bize üç numara büyük" çıkışı ve Orhan Gencebay'ın "Ciguli çok iyi, çok özgün bir müzisyendir" sözleri de kayıtlara geçecekti.

İKİ TAHAKKÜM ARASINDA BİR ARABESK


Sentez müzikal tavrıyla birlikte geniş bir kültürel boyutun içinden seslenen arabesk müzik türünün, sosyolojik bir olgu olarak anlaşılmasına yönelik tutumları, dönüştürücü, isabetli ve anlaşılır buluyorum. Kişisel olarak Türkiye fotoğrafı içindeki arabeski, bu toprakların hafızasındaki bir değer olarak görüp -bütün kusurlarına rağmen- onu yerli, sivil, protest bir halk(ın) müziği bağlamında değerlendiriyorum. Böyle bir ölçüyle anlaşılmasının
hakkaniyete uygun olacağı kanısındayım ayrıca. Ama müziğin içinden yapılan teknik eleştirilere değil, daha ziyade varoluşunu aşağılamaya dönük, dinleyici kitlesini hedef alan ve müzikal bir hiyerarşi kurarak onu yok sayan karalamaların odağında ele alınışına şahit olduk uzun yıllar boyunca. Bu kültürel üstenci tavır ile devletin kurduğu baskının ortaklaştığı bir zemin vardı. O zeminle birlikte, arabeskin, devlet ile aydınların/entelektüellerin
ortak lanetlisi sayıldığı yılların anlamı gerçekten büyük.

Kara çocuk arabesk, iki tahakküm arasında, kara çalındığı, karartıldığı, karartma uygulandığı oranda büyüyerek, kendi ışığındaki şiddetin farkında olmayan bir yıldırım gibi ona biçilen karanlığın üstüne üstüne düşüyor ve bütün uyumsuz, sıkışmış, tutunamamışları aydınlatıyordu sanki. Kendi gecesinde yaşayan bir kitlenin, bir anlık gün yüzüne çıkıp sonra yeniden kendi karanlığına gömülmesi gibi bir etkiyi anlatıyordu bu imge. Müziğin daha fazlasına gücü yetmezdi zaten. Entelektüeller yıllar sonra arabeskle kavga etmekten vazgeçerek ona cilalı bir imaj çalışması yapmayı tercih edecektiler. Buna mecbur kalmışlardı. Orhan Gencebay'ın müzikal varlığını çok sorun etmemişlerdi zaten, Müslüm Gürses'i de bir albümle müzikal
kanona dâhil ettiler.

BALDAKİ TUZ / ŞAŞAR VEYSEL İŞBU HALE

Yaşar Kemal Baldaki Tuz (YKY) kitabında şunları anlatıyor; "Uzun yıllar önce Veysel anlatmış, demişti ki: 'Bir zamanlar Sivas'a sazımla inemez olmuştum. Bir polis, bir candarma, sazımı görmesin, hemen elimden alıyorlar, doğru fırına atıyorlardı. Bir zamanlar Sivas'a saz dayandıramaz
olmuştum." O zamanlar Sivas'ta niçin Âşık Veysel'in sazını alırlar da yakarlardı? Şükrü Kaya'nın dâhiliye vekilliği sıralarındaymış. Ahmet Kutsi Tecer de tam bu sıralar Sivas'ta öğretmenmiş. Bir gün Veysel ona gelmiş. Tecer: 'Hani sazın?' diye sormuş. Veysel de başına gelenleri anlatmış. Ahmet Kutsi Tecer valiye gitmiş: "Vali Bey," demiş, "bugün polisler Âşık Veysel'in sazını almışlar, fırınlamışlar doğru mu bu?" Vali "doğru" demiş. Tecer: "Neden?" deyince Vali "Saz çalmak gericiliktir. Saz gerici bir müzik aletidir. Dâhiliye Vekâleti'nden öyle emir aldık" demiş.

AHMET KAYA VE DEVRİMCİ ARABESK

1985 yılında yayınladığı Ağlama Bebeğim adlı ilk albümüyle dinleyicilerinin karşısına çıkan Ahmet Kaya, takip eden yıllar boyunca yaptığı 26 albümle yeri doldurulmaz bir müzik yıldızı haline gelecekti. İlk çıktığı yıllarda onun yaptığı müziğe bir isim koymak/tanımlamak isteyen sol-entelijansiyanın bulduğu "devrimci-arabesk", "sol arabesk" gibi tuhaf adlandırmalarının bir karşılığı vardı elbette. Arabeske yükledikleri olumsuz (yoz müzik) anlamlar ile kutsal devrimci değerler versusunda yapılan bu müzikal eleştiri hiç adil değildi. Asında devrimci arabesk terkibi, zihinlerinde kurdukları bu karşıtlık üzerinden Ahmet Kaya'nın müziğini mahkûm ederek, ortaya çıkan bu yeniliği aşağılamanın ve nihayetinde onu istismarcılıkla suçlamanın şifresiydi. Arabesk müziği toplumsal bir değer olarak kabul eden Ahmet Kaya'nın reddettiği bir tabirdi devrimci arabesk. Müzikal arayışlar içinde gezinen ve kendi diline ulaşmaya çalışan bir müzisyen olduğunu söyleyecekti. Tarzı, tavrı buydu. Ama devrimci arabesk yaftasından kurtulamadı.

Bağlama virtüözü sayılan, özgün-güçlü yorumuyla dikkat çeken, sol-politik müzik geleneği içinde yeniliği temsil eden, şairler ve ulu ozanlarla müzikal iş birliği yapan, söz yazarı ve beste fabrikası bir müzisyen olarak, kafalarındaki kalıplarla onu tanımlamaya ve aşağılamaya çalışan sol entelijansiyaya yaptığı 26 albümle cevap veren Ahmet Kaya, müzikal anlamda -hikâyesi tamamlansa da- yeri doldurulmaz olmayı sürdürüyor.

MÜZİK Mİ YAPIYORUZ, PATLICAN YEMEĞİ Mİ?

Müzikal elitizmin Fazıl Say'la başladığını söyleyemeyiz ama son yıllardaki en "cesur" çıkışı onun adıyla hatırlıyoruz. Arabesk müzikten hoşlanmayı vatan hainliği seviyesine getirdiği meşhur sözleriyle uzun süre konuşulmuştu. Müzik türleri arasında bir hiyerarşi olmadığını Fazıl Say'a anlatmak kolay değil, idealize ettiği dünyasından sirayet edecek berrak bir bakışı beklemek de öyle. Hikâyenin binlerce yıldır müzikal bir zevk meselesinden ibaret olduğunu, müzik dinleme alışkanlıklarının sosyolojik referanslarını o görme biçimiyle anlamanın imkânsızlığını ve bir müzik türünü en kötü örnekleri üzerinden tartıya çıkarmanın meşru, doğru, anlamlı olmadığını falan birçok kez uzun uzun anlattılar aslında. Ama bir anlamı yok, evet. Hep en başa dönmeye devam edeceğiz.

Fazıl Say'ın popüler müzikle ilgili düşünceleri de aşağı yukarı şöyle mesela; "Piyano, do minör'den başlıyor, Sezen, do diyez minör'den girip, si
minör'de arıyor parçayı. Son derece kirli. On notanın yedisi kirli. Detone ve kirli olunca da beni bu müziğin, "duygulu" olduğuna inandıramazsınız. Duygu dediğimiz şey tüm duyuların birleşimidir. Kulak da en önemli duyudur. Müzik yapıyoruz. Patlıcan yemeği değil." Kesin ve kati yargılarla, Batı dışı müzik kültürlerini, estetik anlayışlarını, ses düzenlerini yok sayarak tek bir ölçü üzerinden mutlak doğruya kirli-temiz formülüyle ulaşan Say'ın, meselelere saf müzik sevgisiyle değil, doğrudan katı ideolojiyle yaklaşan bir tavrı olduğu malum. Konuştuğu/ söz aldığı yerin müzik olmadığını
biliyoruz. Nihayetinde Fazıl Say yalnızca bir örnek, konunun büyük öznesi bile değil. Neden değil, politik olarak inandığı yer'e bir adım yaklaşınca Sezen Aksu hakkındaki gerçek düşüncelerini duyabiliyoruz çünkü. Kızgınlığı geçince mesela; "Kırık bir hikâye. Bir toplumun aşkı, hikâyesi.
Asırda 4-5 insana nasip olan bir mucize ve büyük bir yük. Ağır bir yük, onur. Ezbere bildiğim 54 şarkısı var. Ece'nin bildiği 178 var. Sizin belki 300'dür. O Türk müziğinin tahtı." Bence patlıcan yemeği yapıyoruz.

BİZE ULAŞIN