Handan Acar Yıldız: ÖZDEN UZAKLAŞMADAN ÖZNE OLMA ÇABASI

ÖZDEN UZAKLAŞMADAN ÖZNE OLMA ÇABASI
Giriş Tarihi: 7.3.2023 11:48 Son Güncelleme: 7.3.2023 12:39
Toplumun dinamiklerini yeterince dikkate almadan yapılan reformlar yine toplum bariyerine çarptığından entelektüel kadın gerçek bir yalnızlığa itiliyor. Yazmak okumaktan da büyük bir meydan okumadır kadınlar için

Yaratılmış ve dolayısıyla yaratmaktan nasibini aldığı için özünde "meydana getirme" temayülü bulunan her varlık için üç amaçtan söz edebiliriz: Varlığını idame ettirmek, varlığını kavramak/tanımlamak ve varlığını kabul ettirmek.

"Bildiğini bilen" her canlı için ilk madde, bildiğini bilmekle birlikte onu muhatabına aktarma ihtiyacı hisseden her canlı için ise üç madde geçerliliğini korur. Tarihte ilk iki maddenin oluşum süreci üçüncüyü etkilemektedir. Entelektüel kadın olma virajını keskinleştiren son madde olsa da.

Varlığını idame ettirmek dünyaya gelen her canlının yaşama nedenini oluşturur. İdame ettirme şeklindeki üç büyük kırılma, varlığını kavrama ve kabul ettirme cihetini doğrudan etkilemiştir. İnsanoğlunun doğa karşısında edilgen durumda bulunduğu zamanlardaki idame şekli ki bu yüz binlerce yıl sürmüş dişi cinsiyetin tarihte en fazla değer gördüğü dönemdir. Bu dönemde dünya tanrılar ve tanrıçalar tarafından yönetilir. Doğa karşısında insanın edilgen olduğu dönemde tanrılar kadar tanrıçaların da hükmü geçer. Onlar var etme, iklim ve toprağı bereketlendirme açısından yapmak kadar yok etmenin de temsilcisidirler. Saygı duyulan ve çekinilendir dişi. Dişilik henüz salt lanetlenen kategoriye intikal etmemiştir. Lanetleme yetkisini elinde bulundurandır. Doğaya özdeştir ve insanoğlu onun karşısında pasiftir.

Ölümsüzlüğün, mükemmelliğin, kutsal dişiliğin sembolü olan mitsel kadın zamanla ihtiyar ancak güçlü "yer ana" şeklinde folklorik hale gelecektir. Bazı görüşlere göre kadın varlıklar olarak düşünülen yardımcı ruhlar doğayı, erkek olarak düşünülen mitolojik varlıklar ise kültürü simgelemişlerdir. Örneğin Türk mitolojisinde dağ, nehir, orman koruyucularının ana veya en azından anne tarafından akraba terimleriyle mesela "dayı" diye adlandırılması kadının mitolojik ana bağlamında doğayı, erkeğin Gök Tengri bağlamında cemiyeti simgelediğini kanıtlar. Bu çok tutarlı bir düşünce.


"Ya masum ya da şeytani bir varlık"

İnsanlık doğa karşısında etken duruma geçip kültürel toplumlara dönüştükçe özellikle yerleşik hayatla birlikte kadının konumunda gerileme olmuştur. Varlığı idame aşamasından varlığı kanıtlama ve kabul ettirme aşamalarına geçiş dişiliğin aleyhine gerçekleşmiştir. Doğurganlığın yüceliğinden indirgemeciliğine geçilmiştir. Bereketin, çoğalmanın, hayatın idamesinin simgesi olan doğurganlık yüce bir sıfat olmaktan çıkıp dişiliğin/kadınlığın yegâne varlık sebebi haline çekilmiştir. Kadın doğurganlık üzerinden değer kazanmaya başlamıştır: O anne olmak için vardır. Anne ise masumdur. Temizdir. Ya masum ve tertemizdir ya da erkeğin ayağını kaydırmaya çalışan şeytani bir varlıktır.

Varlığı idame basamağında dişiliğin aleyhine gelişen durumlardan bir diğeri ise yerleşik hayata geçiştir. Yerleşik hayat en başta mülkiyet algısını beraberinde getirmiştir ki kadınlık da bundan nasibini almıştır. Yerleşik hayatın savaş ve koruma kültürü kadının aleyhine sonuçlanmıştır. Bunları uzun uzun anlatmamızın nedeni, bütün bu etkenlerin, "bildiğini bilen" ve aktarmak isteyen kişinin son maddedeki "varlığını kabul ettirme" sürecini geriletmesi.

Göçebe toplumlarda kadın da tıpkı erkek gibi savaşçı. Korunan değil koruyan. Yerleşik toplumlarda kadın savaşmaz, asker değildir. Dolayısıyla koruyan değil, korunan statüsünde. Ve onun korunması toplum tarafından ayrıca külfet olarak değerlendiriliyor. Yerleşik ve göçebe toplumlar arasındaki savaşan/koruyan ve korunan kadın algısındaki farklılık destanlara, sözlü kültüre kadar yansıyor. Dede Korkut hikâyelerinde bu savaşan/kendini koruyan değerli kadını görmekteyiz. Bu kadın tipi kendini erkekle kıyaslayıp eşinin seçen kadın olabiliyor.

Örneğin dadısının kılığına giren Banu Çiçek, beşik kertmesi nişanlısı olan Beyrek'e: "Gel seninle ava çıkalım. Eğer senin atın benim atımı geçerse onun (Banu Çiçek'in) atını da geçersin. Hem seninle ok atalım, beni geçersen onu da geçersin, hem seninle güreşelim, beni yenersen onu da yenersin" der. Banu Çiçek göze çarpan kadın şövalye tiplerinden biri. At yarışı, ok atışması ve güreş ile nişanlısının kendine layık olup olmadığını denemesi eşitlikten de öte kendi konumunun üstünlüğüne atıf. Yerleşik kültürde ise kadın seçilendir. Seçilen olmak onu yüceltirken seçen olmak iffetsiz konuma sürükler. İslam peygamberinin ilk eşi tarafından seçilmiş olması ve seçen kadın (Hz.) Hatice'ye dair yüceltilere rağmen toplumlardaki bu olumsuz algı değişmemiştir. Sözlü kültürde ilahi aşka da erkeğin kavuşması mümkün. Kadına duyduğu aşk vesilesiyle Allah aşkına kavuşan erkektir.

Göçebe kültürde erkeğin kadında aradıkları

Göçebe kültürde erkeğin kadında aradıkları şöyle dile getiriliyor: "Men yerimden turnadın ol turgeç gerek. Men kara koç atıma binmedin ol binmeh gerek. Men kanlı kafir eline varmadın ol varmış, mana baş getürmüş ola".

Görüleceği üzere göçebe kültürde kadının edilgen olanı makbul değil. Aktif olanı makbuldür.

Kadın sadece yurdu savunmaz, İskit ve Amazonlarda olduğu gibi akıncıdır. Erkek kadının savaşta kendinden daha fazla başarı elde etmesinden rahatsız olmaz. Tomris gibi ordu başında bulunup yerleşik toplumun şahı Kiros'u kanlı torbada boğabilir kadın.

Manas Destanı'nın kadın kahramanları da eşleri zor durumdayken silahlanarak onlara yardıma gider. Düşmanla teke tek savaşırlar. Örneğin Temirhan kızı Kanıkey ülkesinin topraklarına giren Çubak ile mızrak savaşı yapar ve onu büyük farkla yener.

Yerleşik Grek kültürüne ait İlyada Destanı'nda ise farklı bir durum dikkat çeker. Kadının yalnızca evinde faaliyet gösterdiği Troya Kralı Hektor'un karısı Andromakhe'ye söylediği şu teselli sözünden de anlaşılmakta: "Okşadı eliyle karısını dedi ki zavallı karım benim üzme canını günüm gelmeden kimse Hades'e atamaz beni ama doğduğu günden bu yana hiçbir insan kaçamaz kaderinden, ister korkak olsun ister yürekli. Hadi sen eve git, bak işlerine, geç tezgâhına, mekiğin başına. Hizmetçilerine buyruk ver. Savaşla biz uğraşacağız. Başta ben. İlyon'da doğmuş bütün erkekler gibi."

Andromakhe'nin savaşa giden kocasına sitemi, nerdeyse ona ayak bağı oluşu şu ifadelere yansır: "Tuttu kocasının elinden, diller döktü. Sen bana bir babasın Hektor, ulu anamsın benim, kardeşimsin, sıcak döşeğimin arkadaşısın. Burada kalede kal acı bana, yetim koma yavrumuzu, karını dul koma."

Erkek hem kendini köle olmaktan koruyacaktır hem de karısını. Bu durum da kadını Sartre'ın yüzyıllar sonra ifade edeceği gibi "kendi için varlık" olmaktan alıkoyacaktır. Zaten destana göre halkların savaşmasına da bir kadın, Helen sebep olmuştur. Savaşmayan, kendini koruyamayan kadının kendisine bakışı kabul ettiği yerleşik ve mülkiyet kültürüne ait bir diğer edebi metin olan, İran destanı Şehname'de kadın tıpkı Helen gibi fitne ve kavganın sebebidir: "Ey okuyucu bu hikâyeyi okurken kadınlara meyletmemeyi sen de hakkında hayırlı görürsün. Gerçekten kadının kötüsü insanı rezil eder."

"Kadının insan olup olmadığı" tartışması

Aslında erkeğin kötüsü de insanı rezil eder ama bu vurgu metinde yoktur. Çünkü müellif, muhatap olarak erkeği kabul eder. Kadın muhatabı değildir. Haksız da sayılmaz müellif (!) Yazılı bir eseri kaç kadın okuyabilir ki… Kadının erkekle ilgili uyarılması için kimliğinin kabul görmesi şarttır. Şehname'de kadınlar konusunda yöneticiler de uyarılır: "Bir milletin padişahı, bir kadının emri altına girmektense kefenin içine girsin daha iyidir." Çünkü Siyavuş da tıpkı Paris'in Helen yüzünden mahvolması gibi bir kadın yüzünden helake sürüklenmiştir. Firdevsi'ye göre kadın ancak erkeğin "yularını tutmasıyla" iyi bir eş olabilir.

Aristo'nun Poetika'sında bir kadını akıllı ve karakter sahibi olarak kişileştirmek kurgu/mantık hatasıdır. Göçebe ve yerleşik arasındaki fark uzun süre Doğu ve Batı arasında görülmez. Yerleşiklik, mülkiyet hayatı ve doğada etken konumdan edilgen konuma sürüklenmesi hem Doğu hem de Batı'da kadının aleyhine olmuştur. Zira Batı'da kadının insan olup olmadığı bile tartışılmış, engizisyonun zulmüne en çok kadınlar maruz kalmıştır. Nüfuzlu Fransız hukuk bilgini Jacques Cuias, kadınların insan olup olmadığı sorusuna 1587'de, Alman hukukçu Scipio Gentilis de 1588 yılında "Hayır efendim, kadının insan kavramıyla hiçbir ilgisi olamaz" şeklinde yanıt vermişti.

Bildiğini bilenin düşünmesi, hatta yazması, pratik hayat tecrübesi nin ötesinde teorik olanı araması yerleşik hayatı gerektirir. Oysa varlığın idamesindeki önemli kırılma noktalarından biri olan yerleşik hayata geçişin kadının aleyhine olması çelişik görünür. Entelektüellik ile kadınlık arasındaki bu handikap yüzlerce yıldır aşılmaya çalışılmaktadır. Bununla birlikte kadın konusunda yüzyıllar sonraki bakış açısını yakalayan ilim irfan sahipleri de yok değildir. İbn-i Rüşt'ün kadın konusundaki yorumu zamanının idrakini aşar: "Fıkıh kadını faziletli kılar. Temelde yaratılış ilkesi olarak kadın erkek gibi özgür, düşünce ve irade sahibidir." İbn Arabi'ye göre ise âlem Hakk'ın suretine benzer yaratılmıştır, kime tabiat yönü baskın gelirse daha çok anasına benzer. Kadın ve erkek, kutupluk da dâhil bütün mertebelerde ortaktırlar (Fütuhat).

Entelektüel kadının yükü

Varlığı idame ve varlığı tanımlamak/kavramak basamaklarının ikinci önemli kırılma noktası olan endüstri devriminde bildiğini bilen ve aktarmak/yazmak isteyen kadının durumu tüm dünyada geriye gitmiştir. Cephede savaşan/ mülkü koruyan hala erktir. Cephe gerisinde kalan/ korunan, dolayısıyla kimin kızı veya eşi olduğu üzerinden edindiği kimlikle mülkleşen dişinin bireyliği, öznelliği erkten çok sonra tanımlanmıştır. Varlığını kanıtlamak noktasında kadın erkekten daha dezavantajlı durumda olmuştur.

Eğitim alma fırsatı orta ve alt sınıftaki kadınlara seçkin sınıftan neredeyse yarım asır sonra gelir. Eğitimin yaygınlaşmasının önündeki tek engel cinsiyet değildir elbette. Fakat ekonomik anlamda dezavantajlı grupta yer almanın yanı sıra cinsiyet de aleyhte durum olarak kadınların karşısına çıkmıştır. İlk kız ortaokulu (1858) kız sanat (1864) ve öğretmen okullarının (1870) açılması için en azından bu topraklarda kadınlar on dokuzuncu yüzyıla kadar beklemişlerdir. Tanzimat'la birlikte kız çocuklarına miras hakkının tanınması çok olumlu ve önemli bir gelişme.

Sosyal reformların aşağıdan yukarı ve bir itiraz şeklinde yayılmak yerine ithal, tepeden inme, taklitle getirilmesi entelektüel kadının yükünü artırmakta. Zorunlu olmakla birlikte toplumun dinamiklerini yeterince dikkate almadan yapılan reformlar yine toplum bariyerine çarptığından entelektüel kadın gerçek bir yalnızlığa itilmekte. Entelektüel kadının yanında yer almaya çalışan erkek de hakeza. Yazmak okumaktan da büyük bir meydan okumadır kadınlar için. Üçüncü madde olan varlığını kabul ettirme aşamasındaki en önemli gelişmelerden biri 1868'de Terakki Gazetesi'nin yayımlanmaya başlamasıdır. Oysa herhangi bir grup ya da kesimle ilgili haksızlıkları dile getirmek hatta pürüzlere dikkat çekmek başka bir kesime karşı düşmanlık beslendiği anlamını taşımaz/taşımamalı. Terakki Gazetesi'nde üç hanım imzalı (şahsi imza olmaması toplumun yapısına dair işarettir) bir yazıda aynı vapur ücretini ödeyen kadınlara daha kötü yerlerin ayrılmasına yapılan itiraz tutucu kesimler tarafından tepkiyle karşılanmıştır.

Son kırılma noktası dijital devrim çağı
Bu yönde çıkan yayınların sayısı zaman içinde artmıştır: Vakit, Şüküfezar, İnsaniyet, Ayine, Parça Bohçası, Aile. Kadın entelektüelin karşılaştığı temel sorun, aslında hak hukuk açısından bir insanlık meselesini gündeme getirmesinin erkek düşmanlığı şeklinde algılanması. Şüküfezar'da yayımlanan ilk yazıda kadınlığın erkekliğe, erkekliğin de kadınlığa tercih edilmeyeceğinin altı çizilmiştir. Kızların üniversiteye (İnas Darülfununu) 1914'ten itibaren girebildiği ülkemizde bir sıkıntı da mevcut durumu Avrupa veya Amerika'ya şikâyet etme kolaycılığıdır. Mesela, dünyanın en büyük şirketi Fox'a satılan ilk Türk filmi Yatık Emine'dir (1975).

Endüstri Devrimi; bildiğini bilen ve yazan kadını, kadın işçilerin emeğine karşılık her zaman neredeyse yarı ücret almaları nedeniyle varlığı idame ettirme basamağında geriye çekse de varlığını tanımlamak ve kabul ettirmek basamaklarında ilerletmiştir. Bunda bağımsız bireyin tartışılmaya başlanması, okunan metinle okurun bizatihi/aracısız muhatap olmasının etkisi var.

Son kırılma noktası dijital devrim çağında entelektüel kadının durumuyla ilgili nesnel bir soru ortaya koyup cevabı okura bırakabiliriz. Evrensel Çocuk Hakları Bildirisi; her çocuğun ırk, renk, cinsiyet, din ve milliyet farkı gözetilmeksizin ne kendinin ne ailesinin durumu herhangi bir seçkinliğe ya da aşağılamaya neden olmaksızın yararlanacağı hakları şöyle sıralar: *Bedence, kafaca, ruhça geliştirecek, ahlakça, insanlıkça, özgür ve onurlu koşullar içinde olgunlaştıracak bütün olanakların sağlanması *Toplumsal güvencenin yararından pay alması *Sağlık içinde büyümeye ve gelişmeye hak kazanması. Dünyaya gelen herhangi bir çocuğun yetişkinliğe doğru yol alırken cinsiyet de dâhil olmak üzere yukarıda sıralanan hususlarda ayrımcılığa uğramadığını söyleyebilir miyiz?

YARARLANILAN KAYNAKLAR
* Amazonlardan Baciyan-ı Rum'a Türk Kadın Tarihine Giriş, Necati Gültepe, Ötüken, 2008
* Türkiye'de Kadın, Aytunç Altındal, Alfa, 2004
* Kadın Olmak, Zeynep Oral, Cumhuriyet Kitapları, 2010

BİZE ULAŞIN