Kemâl yolunun tatbikat sahası-1
Aile, sosyal alanın nüvesidir, çekirdeğidir. Sosyal alan ailelerin varlığıyla, çoğalmasıyla ve ilişkileriyle oluşuyor. Bir orman nasıl bir tohumdan başlıyorsa, o ormanda nice faydalar hasıl oluyorsa, nice mahlukatın özelliklerini yansıttığı görünme yerleriyse aile de eşref-i
mahlukat olan insanın varlıktaki işlevselliğini en üst seviyede icra ettiği, Cenab-ı Hakk'ın hikmet, kudret ve estetik boyutunu açığa çıkardığı bir ortam hüviyetinde.
Vahiy gerçeğinde de bütün iletişim biçimleri aileden başlar. Zekât üzerinden bir misal verelim. Aile içinde kim zekât verilebilecek maddi yetersizlik içindeyse, zekât önce oradan başlar. Bu kişi aileden ve akrabadan olabilir. Anne-baba, evlat ve eş zaten bakmakla yükümlü olduğumuz kişiler oldukları için onlara zekât verilmez ama kardeşe verilebilir. Bu meyanda seyyidlere de Efendimiz'in (s.a.v.) ümmete emaneti olmaları hasebiyle zekât verilemez. Çünkü onlar, ailenin birinci halkasındadır ve anne, baba, evlat, eş mesabesinde mütalaa edilirler. Aile, bu bakımdan Cenab- ı Hakk'ın bilinmek ve sevilmek muradının açığa çıktığı ilk çekirdek topluluktur. Diğer bir ifadeyle, Cenab- ı Hakk'ın bize hilafet göreviyle vermiş olduğu sıfat ve isimlerinin ilk tatbikat platformudur. Rahmet, merhamet, muhabbet, dayanışma, saygı, ölçü, hizmet gibi mefhumları aile içerisindeki deneyimle idrak ederiz. Ailedeki sülbi bağlılık beşeri taraftır ama ulvi bağlılık insanlığımızın ilk deneyimini yaşamaktır.
Anne-baba hukuku, kardeş hukuku, kendi nefsinin hukuku, nerede durup nerede devam edeceğinin hukuku hep aile içinde meşk edilir. Dolayısıyla esmaya taalluk eden reflekslerin atölyesi olduğu için aile çok mühimdir.
Çekirdek aileden bütün âleme doğru genişleyen bir halkadan bahsedebiliriz. Suya atılan taşın oluşturduğu helezonlar gibi sevgi giderek genişler. Önce aileni seversin, sonra milletini bir aile gibi görürsün. Daha Muhammedî bir açılım içerisindeysen tüm insanlığı aile olarak görürsün. Vahdete
boyandıysan da bütün varlık sana aile olur. Dolayısıyla bütün yaratılmışlarla aile hukuku içinde münasebette olursun. Böyle bir anlayış geliştirince de evinin tavanına delik açmaktan nasıl imtina ediyorsan mesela ozon tabakasına zarar veren eylemlere de asla girmezsin.
İnsanın kemale ermesi için gereksinim duyduğu ne kadar disiplin varsa hepsi ailede başlıyor. Eğer ailede gevşeklik varsa bu önce sülaleye, sonra mahalleye, sonra millete hatta varlığa sirayet eder ve kargaşaya sebebiyet verir. Mesela Yahudiler kendilerinden başka aile tanımadıkları için, evrensel bir aile tasavvuruna sahip olmadıkları için Gazze'de ve başka yerlerde hunharca tahribat yapabilirler. Bir kişi sadece kendi anne-babasını, eşini ve çocuklarını aile olarak tanımlarsa ve diğer komşularını aile kavramının içine dâhil etmezse onlarla münasebeti bozulur ve giderek yalnızlaşır. Yalnızlaşan insan da asabi olur ve saldırganlaşır. Dolayısıyla aileyi doğru idrak etmek ve aile bilincini zinde tutmak barış, sevgi ve dayanışmahalinin ortaya çıkmasına sebebiyet verir. "Çocuklarım olmadan ben hiçim, annem için yaşıyorum" gibi arabesk anlayışların ötesinde
aile kişinin insanlığının, hilafetinin, donanımının ortaya çıktığı ontolojik bir kurumdur.
"Kişi evlendiği zaman dininin yarısını korumuş olur" hadisi bu meyanda çok mühimdir. Evlenmeyen kişinin yaratılmış olan varlıkla entegrasyonu az olduğundan dolayı varlığa katkı sunması mümkün olmaz. Evlenmeyen kişi genişleyemez, belli konularda tatmin olamaz, her an bir hata işlemeye yakın olur, çocuk sahibi olmadığı için insanı inşa eden birçok duyguyu deneyimleyemez. Bu anlamda evlenmemek, topluma entegre olmamaktır.
Aidiyet, mahkûmiyet değildir
Gündelik hayatın dönüşüme uğramasıyla büyük şehirlerin küçük aileleri ortaya çıktı; bunlara "modern aile" diyorlar. Küçücük evlerde yaşayan, tek çocuklu aileler veya boşanan anne-babanın birinde kalan tek çocuklar giderek çoğalıyor. Ebeveynler artık Batı ülkelerinde olduğu gibi çocuklarını disipline etmek yerine onları serbest bırakma yoluna gidiyorlar. Dizilerde ve sosyal medyada, geniş aile ve sülaleyi negatif gösteren içerikler giderek
çoğalıyor ve bu anlayışın yansımasını toplumda da görmeye başladık maalesef. Toplumu aile üzerinden deforme etmek için bir çaba harcandığını görmemek çok zor. Neticede ailevi ve toplumsal bir şuur oluşmuyorsa kişi nefsiyle baş başa kalır, hayvani cihetlerini tatmin peşinde koşmaya başlar ve çok kolay yönetilebilir hale gelir.
Modern aileyi anlamaya çalışırken bir kere en başta "modern" kelimesini düşünelim. İnsaf ile bakarak bir etimoloji süzgeci koyarsak, modernlik bence şuurlu tarihselcilik anlamına geliyor.
Klasik zamanlardan gelen birtakım davranış biçimlerini, diğer bir ifadeyle inancı davranışlarla ifade etme biçimlerini, bütün etik değerlere riayet ederek bu zamanın şartlarına adapte etmek olarak anlıyorum ben modernliği. Bu anlayışta bir modernliğin de karşısında değilim. Ama, "zaman sana uymazsa sen zamana uy" diyerek hiçbir etik değeri muhafaza etmeden yapılan deformasyonlara da karşıyım. Söz konusu zaman, zamana yön verme gücüne sahip ama ahlaki erdemlerden uzak insanların oluşturduğu zamansa ben buna uymak durumunda değilim.
İşte bütün bu meselelerin idrak edildiği ilk tatbikat sahası ailedir. Bu sebeple ailede yemekler mutlaka birlikte yenir. Akşamları sofraya oturduğumuzda o gün olup bitenler konuşulur, bu sebeple herkes orada olmalıdır. Aile disiplini ve aidiyeti bu anlamda çok mühimdir. Aidiyet deyince de yanlış anlamamak lazım çünkü aidiyet demek mahkûmiyet demek değildir, hürriyetlerin iptali anlamına gelmez. Aidiyet insana, hürriyetleri genişleyerek ama değer kaybetmeyerek yaşama imkânı sunan bir duygusal platformdur. Aidiyet hissi biraz da âdetlerden beslenir. Bu manada, vaktin nakdini verecek, günü yönetecek ve üretecek kapasitesi kalmayan âdetler de mümkünse restore edilmeli, değilse rafa kaldırılmalıdır.
Burada yeri gelmişken parantez içinde başka bir meseleden bahsetmek istiyorum. Âdetleri gerekiyorsa restore etme veya iptal etme zarureti tasavvuf kurumlarında da caridir. "Bu böyle gelmiş, böyle gider" anlayışı şe'nleri ve hayatı okumaya uygun bir bakış değildir ve "İkra" emrinin karşılığı da bu değildir. Eski dönemin şartları hurde-i tarîkin nasıl yaşanmasını icap ettiriyorsa öyle yaşanmış fakat bugün yapay zekâ çağında yaşıyoruz, zaman çok hızlı akıyor. Eski zamanların romantizminin keyfi içinde bugün yaşanamaz ki tasavvuf kurumları da keyif kesbetme mekânları değil, üretim yerleridir. Tarikatlar bu manada kreatif platformlardır.
Değişen değil tükenen anne-babalık
Son zamanlarda, anne ve baba rollerindeki değişim ve dönüşümden bahsediyorlar. Fakat ben değişim ve dönüşümden ziyade tükenen bir anne-babalık müşahede ediyorum. Bir baba ve anne, dede ve nine çocuk için mürşid ve mürşide olmalıdır. Geleneksel aile yapımızda roller çok daha netti;
anne evin içini idare ederken, baba dışarıda rızık temin ederken, bütün bu safhaları geçmiş olan ve kemal yolunda irfan kesbetmiş olan dede ve nine de evin çocuklarını muhafaza ederler ve çocukların mürebbileri olurlardı. Eski aile yapımız şablon olarak böyleydi. Zamanımızda, nohut oda bakla sofalarda artık böyle bir aile yapısı söz konusu değil. Eskiden mahallenin en fukarası bile beş odalı müstakil evlerde yaşardı.
Bugünün anne-babalarının hatta dede ve ninelerinin irfani yeterlilikleri maalesef çok zayıf. Aile kavramı ontolojik bağlamdan koparıldığında verimlilik beşeri seviyeye ve nefsaniyete düşer. Ontolojik bağlam da vahiy kanalıyla beslenmek demektir. Ahlaki değerler de vahiy kaynağından besleniyor. Kaynak vahiy olduğunda anne ve baba anlayışı değerli hale gelir. Evlat da o kültürel ortamda edindiği ahlak, edep, nefaset frekansı içinde büyümesiyle aile üyelerinin kıymetini daha doğru bilebilir. Aile, bu değerlerden vareste kaldığında sadece birkaç insan topluluğu haline gelir. Bugünün aile yapısı da bir anlamda insan topluluğu mesabesindedir ve bu yüzden de değişen anne-babalık yerine tükenen anne-babalık daha doğru bir kavramdır. Vahiy kaynaklı ahlaki değerlerden yoksun aileler de maalesef başarısız ve mutsuz Batı toplumunun aile anlayışına yakınlaşıyor.