İsmihan Şimşek: EKOLOJİK AŞK

EKOLOJİK AŞK
Giriş Tarihi: 13.10.2025 12:44 Son Güncelleme: 13.10.2025 12:44

"Uhud öyle bir dağdır ki, o bizi sever, biz onu severiz." Hadis-i Şerif


Bir dağ nasıl sevilir? Neden sevilir? Dahası o bizi nasıl sever? Anlatayım… Kâinatta her ne varsa birbiriyle tam bir uyum içinde devridaim ederek ve yenilenerek daha da aşkın bir forma dönüşür. Varlık aşktan ortaya çıkar, aşk ile devam eder. Mevlâna, İbn Sina, Kindi gibi Müslüman filozofların âleme bakışı bu aşkın tezahürlerini kâinattaki her şeyde görebilme potansiyelidir. Uhud Dağı da karşılıklı bir aşkın tezahürüdür.

Her varlık, hal, durum, Tanrı'nın yansımasıdır. İnsanın bu yansımayı keşfedebilmesi için ihtiyacı olan en önemli şey "aşk" tır. Aşk dünyanın yaratılış sebebidir. Her şey Allah'ın işaretidir ve O'nu her an zikreden, O'na daimî surette ibadet eden varlıklardır. İşte bu bakımdan varlıklar bir çeşit kutsaldır ve onları yaratılıştan kutsal görme, İslâm çevreciliğinin esas metafizik temelini oluşturur. Hz. Peygamber'in öğretisiyle insanı, onun hayat anlayışını ve evreni tanımayı öğrenen Müslümanlar, çevreye her zaman sahip çıkmışlar, onu sorun haline getirmemişlerdir. Çünkü bu anlayışa göre çevreye yapılan bir kötülük, Allah'a karşı yapılmış gibi değerlendirilir.

Hareket aşktan kaynaklanır ve böylece canlılık alameti olan hareket de tüm varlıkları canlı mertebesine yükseltir. Varlıklardaki eksiklik, kendisini olgunlaşmaya sevk edici bir etken olarak bu eksiklikten kaçmaya ve tamamlanmak istedikleri şeye, kendilerinden daha "iyi" olana, aşk ile yönelerek varlıklarını tanzim etmeyi arzulatır. Şeylerin meydana gelişleri, varlıklarının özünde bulunan ve varlıklarının sebebi olan zaruri aşktır.

Herhangi bir mahlûkun varlığını idame ettirebilmesi için daima hareket halinde olmaları gerekir. Cansız varlıkları oluşturan atom dahi kendi etrafında dönerek canlılık, aşk belirtileri sunar ve bu hareket tüm âlemi oluşturan cisimleri de kendi hareketiyle aynı tarzda bir yönelmeye iter. Velhasıl atom dahi hareket halindeyse cansız varlık diye bir şey yoktur. Bu hareket aşığın Allah'a ulaşmak için de hareket etmesine ve yönelmesine sebep olur. Hareketin olmadığı düşünüldüğünde, varlık sistemini oluşturan en önemli eylem ortadan kalkar. Aşk hareket ettiren, hareket de varlığa dönüşendir. Bu nedenle yaratılış sürecinde safha safha ilerleyen aşk her adımda yeni varlık formları oluşturur.

İşte Müslümanın bitkilere, hayvanlara, taşa, toprağa bakışı bu aşk iledir. Her bakışında hayret edeceği bir perde daha kalkar gözünden… Her bakışta bir köşe daha aydınlanır ruhunda. Hayranlığı bitmez, sorularının cevabını buldukça yeni sorular gelir peşinden. Tabiat Müslüman için tekâmülüne giden yolda cevapları bulacağı ayetlerdir. Bu yüzden tabiatla olan ilişkisi bir ekolojik ahlak üzerinedir, bu ahlak Peygamber Efendimizin kimi ilahiyatçı araştırmacıların adlandırdığı gibi "ekolojik sünnet" inden öğrenilmiştir.

Tabiatla savaşan helak olur İnsanın tabiata yaptığı zarar aslında kendinedir. Dönüp dolaşıp o zarar, onu bulur. "Bu cihan dağdır, bizim yaptıklarımız ses. Seslerin aksi yine bizim semtimize gelir" der Mevlâna. Bu sebeple Kuran kıyametin kopuşunun insanın eliyle gerçekleşeceğini söyler. İnsan tabiatla savaştıkça, tabiata pragmatist ve hazcı yaklaşarak onunla ilişki kurdukça kendi yaşam alanını yok eder. Âlemin döngüsüne engel olduğu, kısa vadede faydacı, uzun vadede ise yok edici icatları ve eylemleri onu olması gerekenden daha hızlı bir şekilde kıyametine götürür. Tabiatın fıtratına uyumlanmayanı tabiat tükürür. Kavimlerin helaki ve yerlerine yeni toplumların gelişi bu uyumlanmamanın sonucudur.

Hz. Peygamber, hayatın her kademesinde örneğimizdir. Onun tabiat ve çevre ile ilişkisinin bugünkü pek çok sorunumuza çözüm olacak davranışlar olduğunu görmek zor değil. Nitekim o çeşitli vesilelerle Müslümanları ağaç dikmeye ve yeşil bitki örtüsünü korumaya teşvik eden bir peygamber. Hürriyetini elde edebilmesi için üç yüz (veya beş yüz) fidan dikmek zorunda kalan Selmân-ı Fârisî'nin bu durumunu fırsat bilerek, diğer Müslümanları fidan temini ve kuyu kazmaları hususunda ona yardım için teşvik eden, bizzat ağaçları kendi elleriyle açılan kuyularına yerleştirmek suretiyle toplu bir seferberlik örneği gösteren bir öncü…

Çoğumuz biliriz, hadislerde akarsuların, denizlerin kirletilmemesi ve temiz tutulması konusunda da pek çok uyarılar vardır: Suyollarına, meyveli ağaç altlarına, gelip geçilen yollara ve insanların gölgelendikleri yerlere abdest bozulmaması, hayvan ağıllarının kuyulardan belli bir mesafede uzak tutulması istenir. Hatta bu tür yerlere abdest bozmanın haram olduğu ifade edilir. Bunlara ilaveten gelip geçenleri rahatsız edecek maddeleri yoldan uzaklaştırmalarını tavsiye eder. Bu yerlere sigara izmariti atmaktan her türlü çöpe, sulara ve toprağa karışan zehirli kimyasal atıklara kadar çevreye zarar veren her şeyi kapsar. Dolayısıyla temizlik, sadece yakın çevrenin kirletilmemesi demek değil, bilakis karasıyla, deniziyle ve havasıyla bütün tabiatın temiz ve pak tutulması demektir.

"Yeryüzünde bozgunculuk etmek"

Kirli suların neden olduğu olumsuzluklarla ilgili Birleşmiş Milletler 2014 verilerine göre, dünyada 1,4 milyar kişi, temiz içilebilir sudan yoksun. Yine dünya nüfusunun yüzde 40' ı (2,6 milyar kişi), arıtılmamış sağlık açısından sakıncalı suyu tüketmek zorunda. Sağlık şartlarına uygun olmayan suların neden olduğu kolera, ishal ve tifo gibi hastalıklardan, sadece 1 dakikada 15 kişi hayatını kaybediyor. Yani yılda yaklaşık 8 milyon kişi, sudan kaynaklanan hastalıklar sonucu ölüyor. Bu bilgiler, Hz. Peygamber'in uyarılarına bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyacağımız anlamına geliyor.

Üretim aşamalarında kimyasal madde kullanan üretim tesislerinin atıkları, yeraltı sularının bulunduğu alanlara, su havzalarına ya da akarsu ve hatta denizlere boşaltılması idrardan çok daha zararlı. Aynı şekilde dikkatlice imha edilmeyen radyoaktif ve diğer zehirli maddelerin zararı da açık. Tarımsal faaliyetlerde kullanılan ilaçların ve rastgele ortalığa, su kaynaklarına atılmış olan zirai ilaç ambalaj ve kaplarının, bu suları bir şekilde kullanan insanlara, hayvanlara ve bitkilere zarar verdiği tartışılmaz bir gerçek.

Suyun kirlenmesine neden olan idrar dahi nebevi yasak kapsamında değerlendirilirken idrardan daha zararlı olan bu atıklar insanlığın kendi kıyametine doğru adım adım ilerlemesini hızlandırıyor. Kim bilir belki de kıyamet koparken dahi elimizdeki fidanı dikmemizi söyleyen Peygamber Efendimiz kıyametin kopuşunu geciktirmenin tabiatı korumaktan geçtiğini söylüyordur. Neticede kıyamet bir anda olup bitecek birşey değil, yüzyıllara yayılan bir süreç de olabilir.

Kur'an'da hem toplumu hem de çevreyi kirletip ona zarar vermek, "fesâd / bozgunculuk" olarak nitelendiriliyor (2/Bakara/11). "Fesâd" kelimesinin anlamı, bir şeyin doğal halini bozmak, onu doğasından ve yerinden etmektir. Bozgunculuk edenler ise yaptıklarının ıslah etmek olduğunu iddia ediyorlar. Bugün insanlığın faydasına olduğu iddia edilen pek çok üretim ve yenilik aslında insanı sona doğru yaklaştırıyor. Buradan anlaşılıyor ki Allah asırlar öncesinden, insanoğluna tabiatta bozulma ve kirlenme meydana geleceği konusunda ipuçları vermek istiyor. Kur'anî anlayışa göre, eğer insanoğlu doğaya hükmetme arzusunu yenemeyip çevrenin güzelliğini bozarsa, bu durumdan etkilenecek varlıklar arasında hem kendisi hem de dünyada birlikte yaşadığı her şey olacak. Özetle, kâinat belli bir düzende yaratılmış, bu düzenin korunması ve geliştirilmesi sorumluluğu insana veriliyor.

Hz. Peygamber'in çevreye bakışındaki ilke bahsettiğimiz sevgi ve aşk boyutudur. O, bir insanın çevresine karşı uyumlu olabilmesi için, çevresiyle sevgi bağı kurmasını istemiştir. Doğayla barışık yaşayabilmenin yolu, doğayı sevmekten geçer. İnsan sevdiğine hoyratça davranmaz, sevdiğine sorumluluk hisseder. "Yiyin, için, fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez" ayetini rehber edinip hayatında içselleştiren Hz. Peygamber, boy abdesti alırken üç buçuk-dört litre civarında su kullanır ve ümmetine yemek kaplarında artık ve çöpe gidecek hiçbir kırıntı bırakmamalarını tavsiye eder. Çevre unsurlarını israf etmeden kullanma konusu, çevre dostu bir peygamberin hayatında önemli bir yer tutar. Nitekim O, bir defasında sahabeden Sa`d b. Ebî Vakkâs'ın yanından geçerken abdest alışını görünce ona "Bu israf nedir?" diye çıkışır. O da "Abdestte israf olur mu?" deyince, Hz. Peygamber, "Evet, akan bir nehir üzerinde olsan bile" buyurur.

Hz. Peygamber'den bugüne: Milli park Hz. Peygamber, evlerin geniş olmasını insanların mutluluk kaynağı, dar olmasını ise huzursuzluk sebebi olarak vasıflandırır. Bir diğer hadisinde ise geniş meclisleri övmüş ve en hayırlı meclisler olarak nitelendirmiştir. Hz. Peygamber, bir taraftan evlerin geniş olmasını tavsiye ederken diğer taraftan ihtiyaç fazlası bina yapılmasını ise hoş görmez. Evlerle ilgili bir diğer nebevî öğreti de binaların yüksekliğiyle alakalıdır. Hz. Peygamber, Müslümanları inşa edecekleri binanın boyunu, komşusunun binasından daha yüksek yapmama konusunda uyarmaktadır. Aslında O, bu uyarıyı rüzgârın engellenmemesi ve binalar arasında hava akımının sağlanması için yapar. Buradaki "rüzgâr" sözcüğünün kapsamını genişlettiğimizde, hadisten komşunun manzarası ve güneşini engellemeyecek tarzda evler inşa edilmesi gerektiği de anlaşılabilir.

BİZE ULAŞIN