Ekrem Demirli: “BİLGİ KUDRETTİR” CÜMLESİNİN TADİLİ VEYA MODERN İNSAN DOĞAYI TAHRİP ETMEKTEN PİŞMAN MİDİR?

BİLGİ KUDRETTİR CÜMLESİNİN TADİLİ VEYA MODERN İNSAN DOĞAYI TAHRİP ETMEKTEN PİŞMAN MİDİR?
Giriş Tarihi: 25.09.2025 13:31 Son Güncelleme: 25.09.2025 13:40

Tabiatın insan eliyle bozulma tarihi bilginin 'kudret' olarak tanımlanmasının tarihiyle paralel gitmiştir. Modern dünyada bilgi anlayışının en esaslı ilkelerinden birisi olmak üzere, herhangi bir şekilde 'bilgi kudrettir' demek, bilginin insana sunabilecekleri hakkında bir imkân ve kabiliyetten hatta umuttan söz etmek değil, bundan daha çok sınırsız bir meşruiyetten söz ederek bilgiyi kontrol altına tutabilecek her türlü üst ilkeyi reddetmek, onu bilgi dışı sayarak itham etmek demektir. 'Hayattaki tek mürşit bilgidir' cümlesinin modern çağdaki anlamı da budur. Bilginin kudret olarak telakki edilmesinin tarihi ise zorunlu bir şekilde dinin bireysel ve toplumsal alanda referans sayılmaktan uzaklaştığı evrenin tarihidir.

Ortaçağların 'dünya merkezli' evren telakkisinden çıkmayı aklın en büyük başarısı sayan öncü nesiller, kısmen dini duyguların da etkisiyle, evrendeki mükemmel düzeni ve işleyişi hayranlıkla seyreden, dini ve ahlakın yasalarını doğanın düzeninde gören insanlardı. Onlar için doğa mükemmel işleyişiyle takip edilmesi gereken 'ikinci vahiy' veya Tanrı'nın dili idi. İnsan doğayı izleyerek kitaplarda gelmiş bilgilerin başka bir anlatımını bulacak, dini ve ahlaki önermeleri doğadan istinbat edebilecekti.

Avrupa'da 16. asırdan itibaren güçlenen bu eğilim Müslüman aydınları derinden etkiledi, doğayla romantik bir ilişki kuruldu. Doğa son iki yüzyıldır,
insanlığın yeniden keşfettiği en belirsiz ve esnek kavramlardan biridir; daha sonra Müslüman toplumlarda buna 'fıtrat' gibi tabirler de eklenerek vahyin
'kevni' alanı keşfedilmek istendi.

Endüstrinin gelişmesiyle birlikte 'bilgi kudrettir' cümlesinin masumiyeti kayboldu, son asırda ise bilgi kudrettir sözünün gerçekte ne anlama geldiği tam olarak fark edildi: Bilgi kudrettir demek aslında insan bütün doğada keyfema-yeşa hareket edebilen sorumsuz bir 'tanrıdır' (!) anlamına geliyordu.

Doğayı cezalandırmak

Bilişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte insanların yapay zekâ hakkında duyduğu "kontrolden çıkar" endişelerini beş altı asır önce din bilginleri aklın bu tarz kontrolsüz ve keyfi hareketleri için söylüyordu. Akıl üst ilkeler manzumesinden yoksun kalarak müstakil ve keyfice hareket ederse 'şeytanlaşır' ve sapar; en nihayetinde ise insana mutluluk getirmek yerine onu yoldan çıkartır, artık bir daha dizginlenemez.

Bu nedenle kadim dünya akıl ile ahlak, akıl ile duyguların kontrol edilmesi arasında zorunlu bir ilişki kurmuştu. Aklın bağımsızlığı ve ilke tanımazlığı karşısında dini muhitlerin dile getirdiği eleştiriler, bugün insan ürünü olan iletişim imkânları, özellikle yapay zekâ için geçerlidir. Her iki süreç de 'bilgi kudrettir' cümlesinin neticesidir, daha doğrusu 'bilgi kudrettir' cümlesinin ürünleri ortaya çıkmaya devam ediyor.

İnsan yeni gelişmelerle birlikte doğa ile ilişkisini 'kudretli' olmanın iktiza ettiği haklılık ve meşruiyet duygusuyla kurdu, doğadan her zaman daha çok elde etmek için sonuçlarını düşünmeden hareket etti, rekabet tutkusuyla doğanın imkânlarını tüketmeye yöneldi, bu amaçla hiçbir ilke ve sınır tanımadı.

Tarımda kullanılan ilaçlar biraz dikkatle bakınca 'daha çok verim olmak için doğayı cezalandırmak' gibi bir işti. Karbon ürünlerinin keşfedilmesi ise işi içinden çıkılmaz noktalara taşıdı. Madenler vs. öteki doğal ürünlerin kullanımı hakeza doğayı tahrif etti. Gelinen noktada geri dönüş olur mu belirsiz.

Fakat burada dikkatimizi çeken husus şudur: Bugün dünyada doğaya karşı işlenen bireysel veya toplumsal suçlar nedeniyle gerçek ve samimi bir 'pişmanlık' söz konusu değildir. Daha doğrusu doğada ortaya çıkan kirlenme, düzenin bozulması veya dünyanın imkânlarının kıtlığı hakkında
birtakım hissiyatlar ortaya saçılmış duruyor. Fakat insanlığın olan bitenden pişman olduğuna dair bir kanaate varmak için erken gözüküyor. Bir pişmanlığın olmadığı hâkim söylemlerde ve yaklaşımlarda ortaya çıkıyor. Çünkü 'bilgi kudrettir' sözünden pişman olan veya tövbe eden kimse henüz ortalıkta bulunmuyor.

Mevcut durum riyakârlık ve yalan

Hâlihazırda ortaya çıkan sorunlar, dünyadaki imkânların sınırsız olmadığı, daha doğrusu iştah -ihtiyaç değil- karşısında doğanın yetersiz kalabileceği hakkındaki vehimli endişelerden ibarettir. Hal böyle olunca yapılan eleştiriler, dile getirilen tespitler, doğaya karşı işlenen suçlardan dolayı pişmanlık duymak yerine, insan bencilliğini gösteren ve imkân olursa kirletmeye devam edeceğini ilan eden sözlerden ibarettir. Mevcut durumu bir riyakârlık ve yalan olarak görmek gerekir. Öyle ki doğayı kirleten zihin, doğanın kirlendiğini söyleyen zihinle birebir aynı gerekçelerden hareket ediyor.

Günümüzde doğanın kirlendiğini ve düzenin bozulduğunu söyleyen hatta çözümleri konuşan zihin, 'kudretli' zihnin ve kendini meşru gören bilgi anlayışının ta kendisidir: hiçbir pişmanlık yok, geçmişi doğru okuma alameti yok, istikbal hakkında umut vaat eden bir tutum yok. En uygun örnek yeşil doğanın müdafaa edilmesi, ağaçlandırma, ormanların korunmasıyla ilgili ülkemizde de sıkça dile gelen 'ikiyüzlü' tutumlardır. Dünyanın her yerinde ağaç sevgisinden söz edilir, tabiatın korunması hakkında konuşmalar duyarız, birçok insan ormanların yok olmasının felaket bir durum olduğundan söz eder. Fakat bir ağacı veya ormanı korumanın sebebi nedir? Niçin modern dünya ağacı savunur? Bunun nedenini doğru anladığımızda sorun ile çözümün aynı problemli zihinde birleştiğini, aynı anlayışla hareket edildiğini, dünyayı yok eden zihinde esasta değişim olmadığını fark etmiş olacağız. Modern akıl için ağaç bir oksijen kaynağıdır, bu nedenle ağaçlar iyidir.

İşte doğayı yok eden akıl tam olarak buydu ve 'kudretli' akıl meşruiyetini kendinden devşiriyordu.

Bir karşılaştırma: Eski dünyada doğanın bozulması Doğada ve dünyadaki düzenin bozulabileceği, insanın yapıp ettikleri nedeniyle dünyada kıtlık,
kuraklık olabileceği fikri öteden beri yaygın bir inançtır. Kadim zamanlardan beri insanlığıngünahları nedeniyle dünyadaki düzenin bozulabileceğinden söz edilmiş, ilahi kelamda yer alan bilgileri bu eksende yorumlanmıştır. Burada dünya ve madde âlemiyle ilgili karamsar kanaatlerin belirleyici
rol oynadığını hesaba katarsak zamanla bu yorumun daha güçlendiğini bilmek gerekir. Eski anlayışta dünya bir zindandır ve zindanda yapıp edilen yanlışlıklar cezaları artırır, insan ile dünyadoğa arasındaki uyum bozulabilir. Bu bakımdan ibadetlerin bir kısmı -özellikle kurban- pagan
toplumlarda dünyanın bozulan dengesinin yeniden kurulmasını amaçlar, başka bazı ibadetler ise muhtemel bozulmaların önüne geçmeyi hedeflerdi. 'Belalar sadakalarla def edilir' İslam geleneğinde anlam değiştirerek yer almış olsa bile öteden beri bilinen bir diyet ödeme tarzı idi.

Dünyanın düzeninin bozulması, kıtlığın ortaya çıkması veya başka felaketlerin özellikle de kuraklığın ortaya çıkması insanların en ciddi sorunuydu. Fakat dikkate değer bir şekilde bozulma sürekli insan odaklı görünür, insanın işlediği suçlar yeryüzündeki düzenin bozulmasının nedeni kabul edilirdi. Hz. Ömer kuraklık nedeniyle yağmur duasına çıktıklarında herkesin günahlarına tövbe etmelerini isteyince istiğfar ile yağmur arasındaki ilişkiyi
'Allah'tan mağfiret dilerseniz, Allah size gökleri yağmur yağdırmak üzere gönderir' (Hud, 52) ayet-i kerimesini okurdu.

Müslümanlar, yağmur dualarını istiğfar vesilesi olarak görür, kıtlığın doğadaki afetlerin insanlar için uyarı olabileceğini dikkate alarak bunları Allah'a tövbe vesilesi olarak gördüler. İnsanların yapıp ettikleri ile yeryüzündeki hadiseler arasındaki ilişkiler geçmiş toplumlarda daha güçlüdür. Pagan toplumlarda insan ile yeryüzü arasındaki ilişki daha güçlü kurulmuştu. Öyle ki insanın bütün fiilleri yeryüzünde karşılık bulur sayılırdı. Ahlaklı olmak ile evrensellik özellikle doğa arasında kurulan uyumu görmek gerekir.

Bir ayet-i kerimenin iki tarz yorumunu bu eksende düşünmek mümkündür: 'Yaptıkları nedeniyle karada ve denizde bozulma meydana geldi.' (Rum. 41). Ayet-i kerimenin muhtemelen iki asır öncesinde herhangi bir somut karşılığı akla gelmezdi: Dünya temizdi, hava temizdi, su temizdi, gökyüzü temizdi vs. O zaman bu ayet-i kerimenin modern öncesi dönemdeki karşılığı insanların günahlarının âlemde ortaya çıkarttığı bozulmalar olabilirdi. Modern döneme gelindiğinde ise bazı Müslüman aydınların dile getirdiği üzere ortaya çıkan bozulmalar, ayet-i kerime üzerinden izah edilebilir.
O zaman birinci evrede ayet-i kerime ahlaki içerikle yorumlanırken ikinci evrede fiziksel sonuçları bakımından insanın yol açtığı kirlenme şeklinde düşünülebilir.

Miras veya ödünç alınan dünya yerine emanet telakkisi

Bir Kızılderili deyişinde "Biz dünyayı atalarımızdan miras değil çocuklarımızdan ödünç aldık" denilir. Daha doğrusu böyle bir cümle 'hikmetli söz' gibi aktarılır. Böyle cümlelerin önemli ölçüde tahrif edilerek aktarıldığını kabul ederek, sözün gerçeğini bilmesek bile, aktarılanı hakkında yorum yapmak mümkündür.

Önce şunu düşünmek gerekir: İnsanın dünyayı miras veya ödünç alması diye bir şey mümkün müdür? Bir insan kadim geleneklerden birisinde 'bilge' sayılmışsa 'dünya' derken sınırlı bir alandan söz eder. Kadim insanların 'dünya' dedikleri duyu ile gördükleri, yararlandıkları ev bark inşa ettikleri kısaca ulaşabildikleri dünya olabilirdi. Bu yönüyle onlar için dünya bir 'ehil' oldukları bir de yabancı oldukları kısım olmak üzere iki kısımdı. Yabancı kısımlarda zaruret gereği bulunsalar bile, tez zamanda kendi bölgelerine geçmek, orada yaşamak, mümkün mertebe de onun dışına çıkmamak gerekirdi.

Bu itibarla her toplum her kabile için kendi 'yurdu' kutsal bir mahiyet taşırdı; orada yaşamak, orada beslenmek ve orada ölmek gerekirdi. Hint toplumlarında bu kutsal mekan anlayışının izleri günümüzde bile çok derinden fark edilir. O zaman 'dünya' derken sınırlı bir alandan söz ediliyor
olmalıdır. Velev ki böyle kabul edilsin, dünyayı ödünç veya miras almak bilgeliğe uyar mı?

Miras veya ödünç almak, gerçekte bir mülkiyet iddiasıdır. Kadim dünya ile modern dünya arasındaki temel fark buradaki mülkiyet anlayışında ortaya çıkar. Bir insan bilgelikten nasiplendiği ölçüde 'miras' fikrini reddeder. İlahi kelamda 'yeryüzü bir miras' olarak zikredilmiş olsa bile, Müslümanlar bunu emanet olarak kabul eder, mülkiyet iddiasıyla dünyaya bakmazlar. Önceki nesiller için mülkiyet olmayanın gelecek nesiller için mülkiyet olması nasıl mümkün olsun ki? Kızılderililerin veya başka bilgilerin de söze böyle yaklaşacağını, fakat modern zihnin sözü 'mülkiyet' ekseninde yorumlayacağını düşünmek gerekir.

Bilgece yaklaşım evreni veya dünyayı sahiplenmek yerine bütün varlıklarla, bütün canlılarla yaşanan bir ev olarak dünyayı görmektir. Öyle görünüyor ki dünyanın geleceği bu anlayışın etkisiyle ilişkili olacaktır: Yeryüzü insanın da içinde bulunduğu en büyük ev olarak görüldüğü ölçüde 'kudretli' zihin tövbe etmiş olacak, çaldıklarını sahibine iade etmiş olacak, dünyada ise 'emaneten' ve izinle yaşama hikmetine erecektir. Unutmamak gerekir ki İslam geleneğinde besmele çekmek, doğa da dâhil olmak üzere, bütün işlerde ve ilişkilerde sınırlı ve saygılı hareket etmek, izinle yaşamak demektir.

BİZE ULAŞIN