İklim krizi ve çevre sorunları, günümüz çağdaş sanatının en önemli temalarından biri haline geldi. Sanatçılar, doğanın tahribatını, insanın çevre üzerindeki etkisini ve geleceğe dair kaygıları eserlerine taşıyarak farkındalık yaratmayı amaçlıyorlar.
Sanatın, doğayı yalnızca bir fon olarak değil, bizzat malzeme ve deneyimin kendisi olarak ele alması her zaman etkileyici olmuştur. Benim için çevresel sanatın en önemli yönü, izleyiciyi doğanın hem kırılganlığı hem de gücüyle yüzleştirmesi. Çünkü burada sanat eseri sadece izlenen bir şey değildir; içinde yaşanır, hissedilir, geçip gider ve çoğu zaman kaybolur. Olafur Eliasson'un The Weather Project'i ile Tate Modern'in Turbine Hall'una girerken, devasa bir güneşin altında topluca oturan insanları görmek bende hala unutulmaz bir his uyandırır.
Benzer şekilde Ann Veronica Janssens'in sislerle dolu odasında gözlerim yolunu kaybettiğinde, aslında zihnim de gündelik algının konforunu kaybediyordu. Çevresel sanat, işte bu yüzden beni çekiyor, yalnızca gözlerime değil, varoluşuma hitap ediyor ve oldukça düşündürüyor. Andy
Goldsworthy'nin doğanın kırılgan güzelliğiyle yaptığı geçici müdahaleler bana hep şunu düşündürüyor: Belki de en kalıcı olan şey, en kısa süren
deneyimdir. Toshikatsu Endo'nun yakıp küle çevirdiği eserleri, ya da Peter Hutchinson'ın aktif bir yanardağa beyaz ekmek koyarak ürettiği görüntüler… Bunlar, doğanın insan kontrolüne aldırış etmeyen sürekliliğini bir kez daha hatırlatıyor.
Bugün çevresel sanatla karşılaştığımda aklıma hep şu soru geliyor: Bu eserler gerçekten doğayı temsil ediyor mu, yoksa bizim doğa özlemimizi mi
sahneliyor? Eliasson'un güneşi gerçek değil; Janssens'in sisi laboratuvar ürünü… Ama yine de hissettirdikleri çok sahici. Belki de doğanın kendisine değil, bizim ona dair hayallerimize ayna tutuyorlar. Çevresel sanatın gizemi işte burada yatıyor: Bizi hem doğaya hem de kendi kırılganlığımıza yaklaştırıyor. Ve bana kalırsa bu sanatın en büyük başarısı, varlığımızın da tıpkı bu eserler gibi geçici, kırılgan ve değişken olduğunu bize usulca
fısıldaması.
Ekolojik sanatın temsilcileri
İşte bu alanda öne çıkan bazı sanatçılar ve eserleri:
OLAFUR ELIASSON
Danimarkalı-İzlandalı sanatçı Olafur Eliasson, doğa ve çevre konularını ele alan büyük ölçekli yerleştirmeleriyle tanınıyor. Özellikle "Ice Watch" (Buz İzleme) projesinde, Grönland'dan getirttiği buz kütlelerini şehir meydanlarına yerleştirerek küresel ısınmanın somut etkilerini izleyiciye doğrudan
deneyimletiyor. Bu çalışma, iklim değişikliğinin aciliyetini çarpıcı bir şekilde vurguluyor.
JEFF HONG'UN SERT GERÇEKLİKLERİ
New York merkezli illüstrasyon sanatçısı Jeff Hong, Disney'in "hayallerin gerçeğe dönüştüğü yer" mottosunu tersyüz ederek dünya çapında dikkat çeken çevreci sanatçılardan biri haline geldi. Onun eserlerinde masal kahramanları, büyülü saraylardan ya da ışıltılı balolardan değil; tam aksine, günümüz dünyasının en acımasız gerçeklerinden çıkıp karşımıza dikiliyor.
Hong'un çizimlerinde, küçük denizkızı Ariel temiz ve masmavi bir denizde değil, petrol sızıntısıyla kapkara olmuş kirli sularda yüzeye çıkıyor. Sinderella, görkemli saray merdivenlerinde değil, karanlık ve pis bir sokakta saldırıya uğramış, elbisesi yırtılmış bir halde dolaşıyor. Mulan, kahramanca kılıç sallamak yerine, zehirli gazlarla dolu günümüz Çin sokaklarında yüzünü maskeyle korumaya çalışıyor. Bambi ise ormanın masum ceylanı değil, bir avcının duvara asılı kupası olarak resmediliyor.
Kitsch estetiği ile provokatif imgeleri bir araya getiren Jeff Hong, aslında sert bir mesaj veriyor: Eğer gezegenimizi ve birbirimizi korumazsak, masalların mutlu sonu olmayacak. Çocukluğumuzun idealize edilmiş kahramanlarını bugünün çevresel ve toplumsal krizleriyle yüzleştirerek, izleyiciyi rahatsız eden bir ayna tutuyor. Onun işleri, yalnızca birer illüstrasyon değil; aynı zamanda ekolojik farkındalık için çağrı niteliğinde birer manifesto.
BANKSY'DEN "I REMEMBER WHEN ALL THIS WAS TREES"
New York'ta etkilendiğim işlerden biriydi Banksy'nin "I remember when all this was trees" (Bütün bunların ağaç olduğu zamanları hatırlıyorum) işi; aslında bir duvarın yüzeyinden çok daha fazlasını anlatıyor. En kapsamlı büyük Banksy müzesinde sokak sanatının en keskin dillerinden birine sahip olan anonim İngiliz sanatçının, burada bize endüstrileşmenin yarattığı ekolojik boşluğu alaycı ama aynı zamanda hüzünlü bir tonda hatırlattığını gördüm. Bir zamanlar ağaçların olduğu yerde şimdi beton yükseliyor; ama Banksy'nin ironik cümlesi, şehrin hızına kapılmış yürürken bile insanın içinde hafif bir fren etkisi yaratıyor. Belki de eser, bize en basit soruyu sorduruyor: "Hatırlıyor muyuz gerçekten?"
KRİZE AYNA TUTAN SERGİ: SAHNELENMIŞ/STAGED
Arkas Sanat Alaçatı da sezona çarpıcı bir farkındalık sergisiyle merhaba dedi. Sahnelenmiş/ Staged başlıklı sergi, 29 Mayıs 2025 – 4 Ocak 2026 tarihleri arasında 35 sanatçının 86 eserini sanatseverlerle buluşturuyor. Sergi, insanlığın hem faili hem de mağduru olduğu iklim krizine odaklanıyor; özellikle de bu krize karşı gösterilen ürkütücü duyarsızlığa ayna tutuyor. Bana kalırsa, çevresel sanatın doğayla kurduğu o doğrudan ve deneyimsel diyalog, burada daha eleştirel bir dile bürünüyor. Çünkü mesele artık yalnızca doğayı temsil etmek değil, aynı zamanda insanın kendi elleriyle kurduğu sahneyi iklim krizinin dramatik perdesini izleyiciye hissettirmek. Alaçatı'nın bu sergisi, yazlık bir tatil mekânında dahi göz ardı edemeyeceğimiz küresel bir gerçeği gündeme taşıması bakımından çok önemli.