Hakkı Öcal: İSTER YAPAY, İSTER DOĞAL, ZEKÂNIN TEMELİ AİLENİN AHLAK DEĞERLERİDİR

İSTER YAPAY, İSTER DOĞAL, ZEKÂNIN TEMELİ AİLENİN AHLAK DEĞERLERİDİR
Giriş Tarihi: 4.08.2025 15:27 Son Güncelleme: 4.08.2025 15:36
Biz anamızdan babamızdan doğruluğu öğrenmişsek, yapay veya doğal her türlü zekâ ve aracı o çizgide kullanırız. Yani, yapay zekâ gibi toplumsal-teknik gelişmelerin en uç noktası olan bir uygulama bile dönüp dolaşıp bizim aile değerlerimize indirgeniyor.

Konu o kadar ulvi, o kadar değerli ki, şaka yapılabilir, mizaha konu edilebilir bir tarafı yok. Güç kaynağı, destek noktası, toplumun temeli… Bunların hepsi tamam; ama benim için "aile" her şeyden önce ve belki de sadece değerlerimizin kaynağıdır. Dümdüz yani: annemiz-babamız bize doğruluk öğretti ise tekniğimiz de, etiğimiz de, şakamız da, şarkımız da, türkümüz de doğru ve düzgün olur. Nokta. Ama burada bitirmeyelim; biraz ikna edici bir iki kelime de edelim.

Bir anekdotla başlamama izin verin. Geçen hafta, İbn Haldun Üniversitesinde, sürekli düzenlenen Entelektüel Etkileşim Buluşmalarında "Yapay Zekâ
Destekli Medya" konulu bir panel düzenlendi. Panelin düzenlenmesinde Yapay Zekâ Politikaları Derneğinin kurucusu ve başkanı Zafer Küçükşabanoğlu dostumuzun çok değerli yardımlarını gördük. Panele konuşmacı olarak dernek yöneticileri İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Derya Gül Ünlü ve İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölüm Başkanı Doç. Dr. Begüm Aylin Önder katıldılar. Konumuz, bilgisayar, bilişim ağları ve veri tabanı teknolojilerinin gelip buluştuğu çağımızın en önemli buluşu, şimdiden gençlerin bir numaralı görsel, sözel yardımcısı, biz eski kuşağın bir numaralı korku kaynağı yapay zekâ ve uygulamaları idi.

Konuşmalar bir ara, Yapay Zekâ'nın (YZ) toplumsal değerlerin kaynağı olup olamayacağı sorusuna geldi. YZ'nın demokratik bir medya oluşmasına olumlu katkıda bulunacağını savunan hocamız da, YZ'nın oligarşik-seçkinci doğası gereği çok da demokratik olmayabileceğini savunan hocamız da, bir noktada buluştular: Mesele kullanıcının kendi değer yapısında düğümleniyor. Yani biz anamızdan-babamızdan doğruluğu öğrenmişsek, yapay veya doğal her türlü zekâ ve aracı o çizgide kullanırız. Yani, YZ gibi, (en azından şimdilik) toplumsal-teknik gelişmelerin en uç noktası olan bir uygulama bile dönüp dolaşıp bizim aile değerlerimize indirgeniyor.

Neden? Çünkü YZ verilerden öğrenir: YZ tabanlı her uygulama, hangi amaca yönelik olursa olsun, ne yapacağını, nasıl yapacağını ve sonucu nasıl sunacağını, kullanımına açılan verilerden öğrenir. Bu veriler mevcut toplumsal etik değerler yerine bu önyargıların kullanılmasını öngörüyorsa, etik değerlere değil önyargıları güçlendiren ürünler üretir. Yapay veya doğal, insan zekâsında içsel bir ahlak yoktur; yapay veya doğal, her zekâ ürünü, bilinç, duygu veya içsel ahlak açısından bir temel anlayışa sahip değil; sonucu onu kullanan kişinin veya veri seçen bilgisayar algoritmasını yazan programcının deneyimi, empati ve felsefi muhakemesi belirler.

Bireyin değerlerinin temel kaynağı

Şimdi bu anekdottan çıkarak vardığım bu hükümlere döneceğim; ama bu aile meselesini bu kadar güncel kılan siyasal ortama bakmamız gerekiyor. Geçen ay, yürütme erkini elinde tutan partinin kadın kollarının düzenlediği "Anne ile Güçlü Aile, Aileyle Güçlü Türkiye" başlıklı bir toplantı vardı.
Programda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, lezbiyen, gey, biseksüel ve transseksüel adı verilen cinsel eğilimleri "sapkın akımlar" olarak niteledi ve bunların toplumumuzu ifsat etmek için çaba gösterdiklerini, ancak kendi yönetiminin buna izin vermemek için gerekli tedbirleri aldığını söyledi. Cumhurbaşkanı, bu akımlara, alkol bağımlılığını ve aile-içi-şiddeti de ekledi.

Sanırım, ülkemizdeki siyasal akımların ve onları temsil eden örgütlerin, partileri hepsi bu yargılara katılmazlar. Bunları aile içi değerler eğitiminde önemli sayan veya saymayanların ekleyeceği daha başka ögeler de vardır. Ama listesinde hangi ögeler bulunursa bulunsun, birey davranışlarına egemen değerlerin öncelikle aile içinde öğretildiği gerçeğini yadsıyan yoktur. Aile, bireyin değerlerinin temel kaynağıdır. Neden?

Çünkü ağaç yaşken eğilir ve insanın sadece tutum ve davranışını belirleyen değil, bütün düşünce sistemini, beyninin her bir kıvrımını oluşturan her türlü öğreti, çocuklara küçük yaşlardan itibaren "Şöyle yap oğlum, böyle yap kızım!" söylevleriyle değil, ana-babanın (şimdi pek kalmadı ama anneannenin, babaannenin, ninenin, dedenin) davranışları, inançları ve tutumlarının gözlemiyle verilir. Ebeveynler ve yakın akrabalar, genellikle bilinçli veya bilinçsiz olarak eylemleri ile bize bu değerleri öğretirler.

Ahlak dediğimiz şeyin temeli de aynı zamanda, yine ana-babanın ve aile büyüklerinin davranışı ile atılır. Çocuklar doğru ve yanlış kavramlarını bu gözlemlerle öğrenir ve içselleştirirler. Dürüst olmayı, nezaketi ve sorumluluk sahibi olmayı izleyerek, gözleyerek öğreniriz. Kimse bize kelimelerle neden dürüst olmamız gerektiğini, dürüst sayılmak için ne yapmak veya yapmamak gerektiğini anlatmaz. Kültürel ve dini değerlerin aktarımı çoğu zaman kelimelerle olur; yapılanın izahı gibi, söylenin anlamı gibi. Ama bu değerler de elimizden tutularak yapılan ve yaptırılan davranışlardır çoğunlukla.

Sürekli eğitim

Aynı şekilde duygusal bağların varlığı, sevgi, ilgi ve aidiyet duygusunu görerek öğreniriz. Aile bunun eğitimi için güçlü bir ortamdır. Çocuklar, sevdikleri ve güvendikleri kişiler tarafından sergilenen ve vurgulanan değerleri alır ve tekrar ederler. Günlük etkileşimlerimiz, kutlamalar ve yaslar, hayatın zorluklarıyla mücadele, ne kadar anamız-babamız bizi onlardan korusa, kollasa da önümüzde sergilenir ve günlük hayat değerlerin nasıl yaşanması gerektiğini bize öğreten sürekli fırsatlar sunar.

Eğlendirici bir yazıdan çok, can sıkıcı bir ChatGPT makalesine dönen bu satırlara devam etmeme izin verirseniz, ailemiz bize istesek de istemesek de şu alanlarda öğrenci semineri verir sonra da staj yaptırır: Karar verme, çevredeki insanlarla başarılı ilişkiler geliştirme, zaman ve diğer sınırlı unsurların nasıl farklı işlere tahsis edileceği, hayatın akışına uygun tepkilerin nasıl verileceği…

Dikkat buyurun: Kararlar, ilişkiler, kaynak kullanımı ve tepki geliştirme alanlarında daha sonra okulda öğretmenler, okul minibüsünde şoför amca, televizyonda Nils ve Uçan Kaz ile Rafadan Tayfa, daha sonra geleneksel ve yeni medya, arkadaşlar, amirler-müdürler, vaizler-hatipler, sevdiğimiz ve sevmediğimiz parti başkanları, yani insanlarıyla, hayvanlarıyla bütün dünya, bu eğitimin ve stajın gerçekten bize bir şey kazandırıp kazandırmadığını hem her saniye test ederler; hem de -eksik olmasınlar- bizi eksik buldukları anda tamamlar, yeniden eğitime tabi tutarlar.

Ne hikmetse, bu adına hayat denen "sürekli eğitim merkezi" bize kendi annemizin-babamızın veya ninemizin-dedemizin öğrettiklerinden farklı, hatta onlara taban tabana zıt şeyler öğretirler. Annemiz bize "Yalan söyleme Allah adamı taş eder!" derken, iş arkadaşımız müdüre "Ben zamanında geldim ama kapının önünde birileri kavga ediyordu; o sebeple içeri giremedim!" demenin taş olmak şöyle dursun, çok daha iyi ve kazançlı sonuçları olacağını öğretirler.

Sosyoloji ders kitabında "Arkadaşlar, okul ve medya gibi diğer etkiler rol oynasa da, aile genellikle bireyin temel değerlerinin en erken ve en önemli kaynaklarından biridir," demeye devam eder. Ve biz hayat boyu sürecek bir sınavın içinde kalırız: Yalan söylemek, başkasına ait bir şeyi izinsiz almamak mı doğrudur? Yalan söylediğinin anlaşılmasını önlemek veya başkasına ait bir şeyi aldığını çaktırmamak mı doğrudur?

Bizi kim denetliyor?

Acaba, bizim doğal zekâmız da yapay zekânın algoritması gibi ana-babamızın örneklerinden değil de verilerden mi öğreniyor? YZ sistemleri, kendilerine kullanmayı öğrettiğimiz veri kümesini (Big Data) kullanarak sonuca varıyorsa, yoksa yazının başında "muhkem kaziye" (kat'i ve sağlam bozulmaz hüküm; mahkemenin en sonunda verdiği temyiz mahkemesince tetkik ve tasdik edildikten sonra onaylanmış hüküm) gibi cümlenin sonuna "Nokta!" filan yazarak ifade ettiğim yargı, yanlış mı? Acaba biz de doğal zekâ filan değil, Google'ın Gemini'si, OpenAI'in ChatGPT'si veya Microsoft'un Copilot'ı gibi kendi zekâmızla değil de birilerinin bize sokuşturduğu "akıl" ile mi idare ediyoruz?

YZ sistemlerinin de insani değerlere ve etik ilkelere uygun şekilde hareket etmesini sağlamaya odaklanan bir alan olduğunu, o çok zeki programcıların "YZ değer uyumu" diye bir alan üzerinde çalıştıklarını, yukarıdaki anekdotta aktardığım panelde, sayın hocalarımız Doç. Dr. Derya Gül Ünlü ve Doç. Dr. Begüm Aylin Önder'den öğrendik. Şu var ki, YZ'nin insani değerlere uyum algoritması da kendisinden değil, insanlardan kaynaklanıyor. Yani araç, yaratıcı değil: bilgisayar bilimci ünlü Fei- Fei Li, "YZ bir araçtır ve değerleri insan değerleridir" diyor ama YZ, temel toplumsal değerleri kendisi üretmiyor bir veri bankasından çekiyor. Gemini Google'ın, chat- GPT OpenAI'in, Copilot da Microsoft'un veri tabanını kullanıyor.

Soru şu: Siz, değerlere temel olan verileri kimin veri tabanından çekiyorsunuz? YZ, insan davranışları ve toplumsal sonuçlarla ilgili büyük veri kümelerini analiz ederek, beklenen değerler ile eylemlerimiz arasındaki tutarsızlıkları ortaya çıkarabilir. Peki ya bizi kim denetliyor? Tutarsızlıklarımızı kim ortaya çıkartıyor? Anamız-babamız, ninemiz-dedemiz değil kuşkusuz. Örneğin, "Açıklanabilir YZ" diye bir şey varmış ve YZ'nin karar verme sürecinde şeffaflığı artırmak mümkünmüş; zamanla, toplumsal normları ve beklentileri değiştirebilirmiş. Yani YZ zamanla kendi değerlerini empoze edebilirmiş bize. Peki, şu anda bizim doğal zekâmıza hangi normlar ve beklentiler empoze ediliyor? Acaba, yazımın başlığı da mı yanlış? Bilemedim şimdi! Aile yok mu yoksa?

BİZE ULAŞIN