Medaim Yanık: AİLE DOKUZ CANLIDIR

AİLE DOKUZ CANLIDIR
Giriş Tarihi: 4.08.2025 14:03 Son Güncelleme: 4.08.2025 14:05
Aile, değişikliklere maruz kalsa da tamamen ortadan kalkmıyor. Aksine değişim süreciyle birlikte yeni formlarla kendini bir şekilde devam ettirmeyi başarıyor. Geldiğimiz noktada aile yok olmadı ama onun yerine çoğul aile tiplerinin meydana geldiğini söyleyebiliriz.

Aile kurumu, toplumsal değişimlerin en net yansıdığı alanlardan biri olarak her dönemde toplumların kültürel, ekonomik ve sosyo-politik yapılarıyla paralel bir dönüşüm geçirmiştir. Bugün de aile kurumunun böyle bir dönüşüm içerisinde yer aldığını söylemek mümkün. Öncelikle dünyada başlangıçta geleneksel geniş aileden çekirdek aileye bir dönüşüm vardı. Şimdi ise artık çekirdek ailenin daha küçüldüğü, içinde daha az fert barındıran yeni aile modellerine doğru bir dönüşüm söz konusu. Aslında toplum yapısına baktığımızda geniş, çekirdek ve daha da küçülmüş, parçalanmış aile tiplerini eş
zamanlı olarak görüyoruz ama trendin daha küçük ailelere doğru dönüş olduğunu söyleyebiliriz. Bu yeni aile yapısındaki önemli nokta, bir ailede aynı çatı altında yaşayan fert sayısının azalması ve yalnız yaşayan insan sayısının artmasıdır.

Diğer yandan önemsememiz gereken bir diğer trend ise dünyada evlilik yaşı oranında yaşanan yükselme. Bu yükselişin Türkiye'ye yansımasına baktığımızda yaş oranlarının erkeklerin 28, kadınlarda 26'nın üzerine çıkmaya başladığını görüyoruz. Yine oranlara baktığımızda doğum oranlarında azalma yaşanırken boşanma oranlarında bariz bir yükselme trendi seyrediyor. Tüm bu verilere baktığımızda net olarak aile kurumunun bir değişim içerisinde olduğunu görüyoruz.

Toplumda yaşanan modernleşme süreci, ekonomik krizler, pandemi gibi dış şartları barındıran durumlar ailede değişimi hızlandırıyor. Mesela ekonomik bunalımla boşanma oranlarının artışı arasında ilişki olduğunu biliyoruz. Buna benzer pandemide enteresan bir şey oldu. Bir kısım ailede çatışma miktarı arttı, bir diğer kısım ailede ise dayanışma miktarı arttı. Yani pandemi ortalama bir aileyi ya daha iyiye ya da daha kötüye dönüştürdü.

Aynı şekilde ekonomik zorluk ve sağlık sorunlarıyla uğraşanların bir kısmının çatışması arttı. Bir kısmının ise ilişkileri dayanışmaya doğru döndü. Ailelerin değiştiği, dönüştüğü, birtakım zor anlardan geçtiği bu gibi durumlarda aileleri güçlendirmek için birtakım adımlar atılabilir. Burada "güçlendirme" kelimesi önem teşkil ediyor çünkü tüm dünyada bu büyük değişime karşı "Acaba ne yapılabilir?" sorusu gündemde.

Aileyi nasıl güçlendireceğiz?

Aile kurumunda yaşanan büyük değişimlere karşı sosyal devlet politikalarıyla müdahale etmek oldukça önemli. Örneğin, anneye yeteri kadar doğum izninin verilmesi, annenin doğum yaptıktan sonra ekonomik olarak desteklenmesi gerekiyor. Anneye kreş imkânı gibi kolaylıklar sunmalıyız ki annenin harcaması azalsın ve yaşamı kolaylaşsın. Bu tür sosyal politikalarla aileyi desteklemek faydalı olacaktır fakat ailenin güçlenmesi için aile kurmanın, çocuk sahibi olmanın değerli bir şey olduğu fikrinin yaygınlaştırılması gerekiyor. Aileyi güçlendirici temel bilgi ve beceriler toplumda yaygınlaştırılmalı. Biz buna "Aileyi güçlendirme eğitimleri" diyoruz.

Ailedeki değişimi konuşurken sosyal medyayı mutlaka ele almak zorundayız. Eşler arasındaki mükemmel olma baskısına değinmemiz gerekiyor. Mükemmel olma baskısı sosyal medyanın gösterişli dünyasında var çünkü sosyal medya az miktarda gerçeklik, fazlaca yalan ve gösteriş üzerine kurulu bir ortama sahip. İnsanlar en iyi formlarını biraz da değiştirerek sunuyor. Bu açıdan baktığımızda sosyal medya gerçekçi bir yer değil çünkü yaşamın gerçeği böyle değil.

Tüm bunların ortasında "İdeal aile, mutlu evlilik, kusursuz eş gerçekten mümkün mü?" gibi sorularla karşı karşıya kalıyoruz. Ben mutlu bir evliliğin mümkün olduğu kanaatindeyim. "İyi" veya "mükemmel" evlilik mümkün değil ama iyice evliliklerden söz edebiliriz. Fakat şunu gözlemiyorum; kötü evlilikler çok gözümüze sokuluyor. Aslında evliliklerin öyküsü biraz ekonomiye benzer; zaman zaman inişler ve çıkışlar yaşanabilir.

Bu noktada iyi evlilikleri modelleyebilmek adına "Ne oluyor da evlilik iyi bir şekilde ilerliyor?" meselesini anlayabilmek için iyiye bakmakta fayda olabilir. Sırf bu gerekçeyle birkaç yıl önce "Mutlu Evliliklerin İzinde" isimli bir program yapmıştım. Türkiye'nin değişik yerlerinde makul ölçüde mutlu olan çiftlerle görüşmeler yaptım. Zira kötü olan sıkça gözümüze sokuluyor oysa bizim iyi olanı da görmemiz lazım. Buradaki amacım iyi olanın açığa çıkartılmasını sağlamaktı.

Aile kuramama nedenleri

Konu kusursuzluk düşüncesine geldiğinde, bunun bir mit olduğunu ve gerçeği yansıtmadığını da belirtmek gerekiyor. İyi olmak mümkündür fakat mükemmel olma arzusu, insan için mümkün değil. İnsan teki kusurlu ve sınırlı bir varlıktır. İyi evlilik, içinde sorun olmayan bir evlilik demek değildir. İyi evlilik, herkesin en ideal formda olduğu değil, iki tarafın birbirini yeterince iyi gördüğü ve iyi geçindiği evliliktir. Bu anlamdaki mutluluk tanımıyla aslında iyi bir evlilik mümkündür. O nedenle "kusursuz eş" gibi tanımlamalar saçmalıktır.

Sosyal medyada karşımıza çıkan kusursuz kadın ve kusursuz erkek imajları ise birer kurmacadan ibarettir. Bu tür kalıplar, insanların aile kurma kararlarını etkileyebiliyor maalesef. Ama esas nedenin bu olmadığı kanaatindeyim. Evlilik yaşında yaşanan gecikmenin farklı nedenlerine de bakmak gerekiyor. Özellikle 35 yaş üstünde olup evlenmemiş ya da evlenmek isteyip de evlenememiş kişilerde birkaç patern görüyoruz. Biri, birkaç uzun süreli ancak bir karara varmamış ilişkilerin yaşanması. Bir ilişki altı aydan sonra bir yere gitmiyorsa, o ilişkinin sona ermesinden yanayım. Kişi kararsızlık içindeyse, bekleme süresinin çok uzun tutulmaması gerektiğini düşünüyorum.

İkinci bir sebep ise kişilerin mükemmeliyetçi diyebileceğimiz hedeflere sahip olması. "Evimi dizeceğim, işimi yapacağım, arabamı alacağım" gibi nedenler sıralanıyor ve sürekli "ondan sonra" süreci oluyor. "Okulumu bitireceğim, yüksek lisansı bitireceğim, doktoramı bitireceğim" gibi başka gerekçeler devreye giriyor ve şu anki gecikmiş evliliklerin en önemli nedenleri ortaya çıkıyor. Bazı insanlar da mizaç olarak mükemmeliyetçidir. Bu kişiler kolay beğenmezler, karar veremezler. Bazı kişiler de kendi eşleşmesini doğal akış içinde yapamaması ve çevresinin de bu anlamda destek
vermemesi nedeniyle evlenemeyebilir. İşte bu nedenler dolayısıyla aile kurma meselesindeki sorunun tek nedeninin sosyal medya olmadığı, daha yapısal nedenlerin de olduğu kanaatindeyim.

Sosyal medyanın evliliğe etkileri

Sosyal medyanın aile hayatına etkisiyle ilgili ise çift terapilerinde sıkça duyduğumuz bir öykü var. Özellikle eşler -çoğunlukla kadınlar- birbirleriyle karşı karşıya oldukları zamanlarda bile gözlerini telefondan ayırmadığını, eşine odaklanmadığını, onunla göz teması kurmadığını ifade ediyor. Bu durum aşırı bir romantizm beklentisinden ziyade bir insana ilgi duymanın giderek kaybolmasıyla ilgilidir.

Bu durumu şöyle açıklayabiliriz: Sosyal medya, sürekli uyarılar vererek aşırı dopamin salgılanmasına neden oluyor. Bu da kişinin haz içinde kalmasına ve yüksek uyarılma düzeyi içinde olmasına sebep oluyor. Bu durum zamanla bir alışkanlığa, hatta bağımlılığa dönüşüyor. Örneğin kadınlar evin doğal ihtiyaçlarını unutabilecek düzeye gelebiliyor. Gece geç saatlere kadar dizi ve filmlere takılıp orada yoğun duygular yaşarken, sabah
eşini işe uğurlamaya bile uyanamayabiliyor. Bu durumda kadınların ve erkeklerin de ayrı ayrı sorunları mevcut.

Sonuç olarak sosyal medyada vakit geçirmek kesinlikle aileyi olumsuz etkiliyor. Bu yüzden, ailede sosyal medya kullanımıyla ilgili bir siyaset geliştirilmesi gerekiyor. Bir nevi sosyal medyanın kullanım rehberi gibi bir aile anlaşmasına ihtiyacımız var. Ailelerin bir arada olduğu aile saatlerinin olması lazım. Biraz telefonsuz, dijital mecralardan uzak zamanlara ihtiyacımız var ki doğal insani etkileşimler kurabilelim.

Bütün dünyada ve yavaş yavaş Türkiye'de de ailenin değişimiyle ilgili ciddi bir trend gördüğümüzü sürekli belirtiyoruz. Bir yandan da aile tarihsel kurumlar içerisinde varlığını devam ettiren nadir kurumlardan biri. Bu anlamda aile, dokuz canlı olmayı hak ediyor. Birtakım değişikliklere maruz kalsa da yeni formlarla birlikte tamamen ortadan kalkmıyor. Aksine yeni formlarla ve değişim süreciyle birlikte kendini bir şekilde devam ettirmeyi başarıyor. O yüzden geldiğimiz nokta için ailenin yok olduğunu söylemek doğru olmayacaktır, onun yerine çoğul aile tiplerinin meydana geldiğini söyleyebiliriz.

Evet, ailede değişim olduğunu söyleyebiliriz, hatta belki bu durumdan korkmamız da gerekiyor olabilir. Ancak ailenin hâlâ bunlara dayanacak gücü bulunuyor. Çünkü aile, insanların en temel ihtiyaçlarına karşılık gelir ve yaşamı anlamlı kılar. Ayrıca aile hâlâ en önemli dayanışma kurumu, en fazla sevginin üretildiği ve duygusal ihtiyaçlarımızın karşılandığı yerdir. Konuya bu açıdan baktığımızda ailenin hayatta kalacağı kanaatindeyim.

BİZE ULAŞIN