Doğum, doğurganlık, aile... Ne çok işitiyor ne çok konuşuyoruz son zamanlarda. Duygular çıkıyor ortaya; kızgınlık, kırgınlık, özlem, korku. Tıpkı doğumun ta kendisi gibi; gizlendiği yerden çıkan bir insanın yolculuğu doğum ve bu konu açılınca gizli noktalarımızdan çıkan duygular, benzeşiyorlar. Peki, doğumun ne olduğunu gerçekten hatırlıyor muyuz?
Doğum; bir canlının içinden başka bir canlının çıkışıdır. Doğum; kadın bedeninin genişleyerek yavru insana yol vermesidir. Doğum; insanoğlunun âlem geçişidir, boyutlar arası yolculuktur. Doğum; ayrışma olduğu kadar kavuşmadır. Doğum; bedendeki bir kas eylemidir. Doğum; çoğalmaktır, devam etmektir, iz bırakmaktır, bir aile türüne dönüşmektir.
Doğum; bir bırakma eylemsizliğidir. Duyguları bırakmak, tuttuklarını bırakmak, gözyaşını bırakmak, vücut sıvılarını bırakmak, bebeği bırakmak. Ve bırakmak bir eylem değildir, eylemin bittiği yerdir. İşte doğum da eylemin bittiği noktadaki yaşanan olaydır. Doğumda kadın bedeni o güne dek tuttuğu ve içinde büyüttüğü bebeği dışarı bırakır. Kadın bedeni bebeği o güne dek tutmuştur, büyütmüştür ve tamamlanmasını sağlamıştır; Yaratıcının teknolojisi, tasarımı ve müsaadesiyle.
Rahim ve doğum
Kadın bedeni ve erkek bedeni arasında bazı farklar olmakla birlikte bir organ vardır ki sadece kadın cinsine özeldir: Bu rahimdir. Bu organ dışında erkek ve kadındaki tüm organlar birbirinde karşılığı olan uzuvlardır. Bedende bulunan tüm organların bütün sisteme bir yönüyle katkısı vardır
ama rahim (tıbbi ismiyle uterus) kendi amacına odaklıdır: bebeği tutmak, bebeği büyütmek, bebeği bırakmak. Beden mekanizmasının tüm parçaları bedenin yaşama devamıyla ilgiliyken rahim organı içinde bulunduğu bedenin değil; bu bedenin içinde üreyen yaşamın akıbetiyle ilgilenir.
Doğumun kadın bedenindeki yansıması geçmişten bu yana genel ifadeyle "ağrılı, zorlu" bir süreç olarak bilinegelmiştir. Ağrı bedensel, zorluk ise zihinsel kavramlardır ve doğum bir kadın için beden ve zihnin birlikte çalıştığı bir süreçtir.
Çoklukla zihin ve azlıkla bedenin bir eylemsizliği diyebileceğimiz doğumla ilgili bilgi, kolektif bir bilgidir. Var olan bu kolektif bilginin içeriğiyle kadının doğumu deneyimleme biçimi paralel ilerlemektedir. Dolayısıyla doğum algısının elementleri sadece doğumun kendi eylem/eylemsizlik
süreciyle sınırlı değildir. Toplumun içinde bulunduğu zaman diliminde kadının kadına, kadının topluma ve toplumun kadına dair görüşleri de doğum algısının parçalarıdır. Aynı zamanda "ağrı ve zorluk" kavramlarının kolektif bilinçteki karşılığı da doğumun deneyimlenmesinde etkili bir başka yöndür.
Doğum kadınla ilgili bir eylemdir evet ama sadece kadını ilgilendirmez. En küçük haliyle kadının doğurduğu alanı; oluşan/var olan aileyi etkiler. Ardından toplumu oluşturan bireylerin niceliği bakımından toplumu da derinden etkiler. Doğum kadın bedeninde gerçekleşir ama ailenin bu bebeğin oluşumunda etkili diğer üyesi babayı da etkiler. Doğumda sadece bir yavru doğmaz; bir anne, bir baba ve bir aile doğar. Öyleyse kadın toplumu var etme veya etmeme gibi bir güce sahiptir desek yanlış olmayacaktır.
Yaratılışta Allah üreme eyleminin görünen kahramanı olarak kadınları seçmiştir ve bu kadınlar için bulunmaz bir fırsattır. Zira doğum bu dünyada yaşanabilecek hiçbir şeye hiçbir hazza benzemeyen, bir kadın için bedensel ve zihinsel sınırlarda yaşanan pozitif yönde aşırı uçta bir deneyimdir. Doğumu deneyimleyen hiçbir insan artık eski kişi olmayacaktır; dönüşecektir, değişecektir. Doğumun meydana getirdiği bu dönüşüm ve değişim tüm zamanlarda bilgelikle ilişkilendirilmiştir.
Bir bebek: yeni bir insan, yeni bir toplum
Kadın ve üretkenlik deyince bugün aklımıza gelen; bir iş, bir uğraş ya da bir fikir üretmek gibi kavramlardır. Ve kadının içine yerleştirilmiş rahim başka bir üretime de çok güzel vesile olabilecek yetenektedir; en temel fonksiyonlarıyla işlenmeye hazır yeni bir insan, bir bebek, bir aile bireyi, bir toplum üyesi. Böyle bakınca ve doğurganlık hızlarımız da hızla düşüşe geçince önemini geç fark ettiğimiz bir gerçek...
Bugünkü algımızla baktığımızda yan yana duran iki kadından kitleleri yönetebilen başarılı iş insanını mı daha büyük görürüz yoksa sadece doğuran kadını mı? Evet, itiraf edelim doğuran kadını büyük görmeyiz; küçük görürüz. "Bu devirde bu kadar çocuk yapılır mı?" deriz mesela. "Yeter doğurdun, biraz da kendinle ilgilen" deriz, kadının kocasıyla olan ilişkisinin bozulacağından bahsederiz, "Bu kadar doğurdun diye bayrak asmayacaklar sana" deriz... Oysa başarılı iş kadınının yönettiği kitleleri doğurur bu kadın ve doğurmazsa diğerinin yöneteceği bir kitle olmayacaktır. Her iki kadın da her kadının parçaları, biri diğerinden değerli olmayan. Her iki parça da emek veriyor, her iki parça da yoruluyor, her iki parça da günün sonunda bitkin düşüyor ve her iki parça da mükemmel işler başarıyor. Ama toplum bilinci yöneten kadını mütemadiyen yüceltirken ve alkışlarken, doğuran kadının
emeğini, yorgunluğunu, bitkinliğini gözüne sokarak "değmez!" diyor. Ve doğum algısı kolektif bilinçle paralel işliyor; doğum salt zorluktan ibaret ve sonunda kazanımları değil sadece kayıpları olan bir süreç gibi algılanıyor. Sonuç olarak kadın kendi yapabildiğine yabancılaşır bir hale geliyor.
Patoloji odaklı yaklaşılan doğumlar
Toplumun manipüle ettiği ve inancını kaybeden kadına modern tıp da farklı bakmıyor. Kadının yaratılışının fizyolojik doğuma uygunluğunu tartışarak geçirdiğimiz yıllar bize ne yazık ki kazandırmadı, kaybettirdi. Kadın bedeninin yaratılışına olan inancın olmadığı ve medikal müdahaleler olmadan doğumun olamayacağını düşünen bakış açısının artmasıyla birlikte kadınlar doğumlarda uygulanan müdahaleler nedeniyle daha fazla acı çeker hale geldi. Fizyolojik sürecinde sağlıklı, endişesiz ve kolaylıkla doğum yaşayabilecek kadınların sayısı tüm kadınların yüzde 80'i olmasına rağmen bütün kadınlara doğum patolojik bir süreçmiş gibi davranılıyor. Tüm kadınlar patolojik bir sürecin parçası müdahalelerle ihtiyaçları olmadığı halde tanışır hale geldi.
Bugün ülkemizde patoloji odaklı yaklaşılan doğumlarda kadınlar doğumun temel ihtiyacı olan güven ve teslimiyet duygularını değil; endişe, kaygı ve korku duygularını yaşıyor. Bu bozulma doğum sürecinin negatif deneyimlenmesine ve toplumsal olarak bu negatif deneyimin aktarılmasına neden oluyor.
Tüm bu algının doğumdaki yansımasını inceleyecek olursak; sürecin zihinsel olarak daha ağırlıkla ilerlediğinden bahsetmiştik. Yani kadın doğumu zihniyle yaşar. Doğumun andaki hisleri bir sonraki aşamada varacağı noktayla çok ilişkili ilerler. Kadın doğurganlığa dair pozitif bir algıda kalabilmişse
doğumu daha kolay ilerlerken negatif algıdaki kadının doğumu daha zorlayıcı bir sürece dönüşür. Doğumun kolay, desteklenen, öğretici, büyüten parçaları olduğu fikri kadınların doğumdan keyif almasını ve pozitif bir doğum deneyimi yaşamasını sağlar. Zira doğum gerçekten de zihnin henüz tanımadığı uçları yaşadığı bir serüven olarak yaşanır. Bu süreçte kadının kesintisiz olarak bir ebe tarafından desteklenmesi ve işlerin yolunda gittiğine dair aldığı geribildirimler kadının süreçteki teslimiyetini artırır. Bu tanınmayan sınırlarla tanışmak bir tür zihin egzersizi gibidir, sınırlar genişler, zihnin karanlık odaları aydınlanır ve kadın kocaman bir bilgeliğe doğru yol alır.
Kadının miracı
Aynı zamanda bedenin içinde o ana dek deneyimlenenin ötesinde esnemeler deneyimletir doğum. Üst beden ve alt bedeni birbirine bağlayan leğen kemiği (pelvis kemiği) içinden bir insan geçmektedir ve bu geçiş annenin bedeninin esneme sınırlarını yaşamasını sağlar. Daha önce hissetmediği kadar esneyebilmeyi deneyimlemek ve yaratılışın mucizelerini görmektir doğum. Esneyen dokular, genişleyen kemikler bir yandan hayret verirken bir yandan öğretir; "kontrol sende değil, teslim ol." Bu esnada kadının fiziksel olarak doğum profesyoneli tarafından kesintisiz olarak dokunuşlar ve temasla desteklenmesi süreci daha konforlu yaşamasını sağlar.
Tüm bu mucizelere şahit olurken şükrün ve tabi bu şehadet için teslimiyetin de olmazsa olmaz olduğu bir yerdir doğum. Kadının acziyetini gördüğü, kabul ettiği, boyun eğdiği ve tam da o bittim dediği yerden yeşerdiği bir deneyimdir. "Doğum kadının miracıdır" benzetmesi tam yerinde bir benzetmedir zira bu acziyet halindeyken Yaradan ile kadın arasındaki ilişki belirginleşir ve yaşamın içinde hiç olmadığı kadar hissedilir bir hal alır. Ruhun tüm duygularıyla eşlik ettiği bir süreçtir doğum, rengârenktir. Bu özel buluşmada kadına saygılı bir bakım sunmak kadının bu
deneyimden keyif almasını sağlar ve pozitif deneyimin oluşmasına katkı sunar.
Kadının bedeni ruhu ve zihniyle dönüştüğü bu sürecin sonunda yeni versiyonuna geçiş süreci doğum ve sonrasındaki birkaç günü alabilir. Bu süreçte aileyi desteklemek ailenin temeli ve geleceği için çok önemlidir. Babaların da eşleriyle birlikte bu süreci yaşayabilmeleri desteklenmelidir.
Ebelik yoksa fizyolojik doğum da yoktur
Kadınların tamamının patolojik bir süreç içinde olmadığını yeniden hatırlamak; fizyolojik doğum sürecini yeniden devreye sokmak ve fizyolojik doğumun uzmanı olan meslek grubu ebelerin rollerini aktifleştirmek ilk yapılacaklar arasındadır. İkinci olarak kadınların ideal ortamlarda doğum yapmasını sağlayabilmek politika yapıcıların en önemli görevidir.
İdeal bir doğum ortamı kadınların doğuma dair pozitif algısını geliştirmeye de yarayacaktır; mahremiyetin sağlandığı, evde/ hastanede odada çok az kişinin olduğu, kadının eşinin de isterlerse doğumun tüm aşamalarında eşlik edebildiği, kadının doğum süreci boyunca yemek yemesine su içmesine müsaade edilen, kadının dilediği tüm pozisyonlara müsaade edilen ve bebeğini de bu şekilde istediği pozisyonda karşılayabildiği (örneğin çömelerek),
kadının yanında dilediği bir destek verenin bulunduğu, kadının gereksiz müdahalelerden korunduğu ve kadının bir ebe tarafından kesintisiz ve birebir bakım alabildiği bir doğum ortamına ideal bir ortam diyebiliriz.
Literatürde kadınların doğuma dair pozitif doğum algılarını geliştiren ve doğurganlık davranışlarını artan bir pozitiflikte etkileyen bu model "Ebe liderliğinde kadın merkezli birebir kesintisiz doğum bakım modeli" olarak geçmektedir. Bu modele göre kadınların doğumda güven bağı kurabildikleri
kişilerle daha kolay teslimiyete geçebilmelerinden bahsedilir ve kadınların ebeleriyle gebelikte tanışarak güven bağı oluşturmaları önerilir.
Gebelik süreci boyunca tıbbi bakımı ebeden alan kadınlar ve eşleri doğuma ebe ile hazırlanır ve doğum sürecinin tamamı ebe liderliğinde gerçekleşir. Ülkemizdeki en temel yanlış inanış ebenin doktorun yardımcısı olduğu sanrısıdır ki bu ebelik mesleğinin yok olması anlamındadır. Ebelik mesleği yoksa fizyolojik doğum da yoktur. Bugün bu hatalı bakışın net sayısal sonuçlarını da görmekteyiz. Ebelik bakımının lohusalık ve erken annelik dönemlerinde de devam ettiği bu kadın merkezli bakımda kadının ve eşinin taleplerinin, ihtiyaçlarının karşılandığı bir bakım sunulur. Bu sayede
ailenin oluşum aşamasında da bu güven bağı kurulan ilişki devam ederek ailenin kuruluş zorlukları kolaylıkla yönetilir. Bu sürecin kolaylıkla geçirilmesi bir sonraki doğumun talebini de etkiler yani doğurganlık davranışına katkı sağlar.
Bugün ülkemizde azalan doğurganlık hızları hepimizi korkuturken sebeplerini hassasiyetle irdelemeliyiz; toplumun doğum algısını tamir etmekle başlamak doğumları ve yeniden doğurmak isteyen kadınları çağıracağımız önemli bir başlangıçtır. Bu algı tamirinde doğru cümlelerle doğumun topluma yeniden anlatılması kadar bugün ülkemizin aşırı ve gereksiz medikalize ve müdahaleli doğumlarını azaltmak da çok önemlidir. Zira doğumu deneyimleyen bir kadın evine döndüğünde deneyimini çevresine aktararak doğum algısının gelişimine bir taş daha koyuyor.
Bu durumda tüm doğumlara, doğumu yaşayan her kadının deneyiminin çok önemli olduğu bilinciyle yaklaşmalıyız. Kadınların gebelik, doğum ve doğum sonrası süreçlerde aynı güvenilir kişilerden destek alacağı sistemler oluşturulmalıdır. Ailenin başlangıcında ailenin ihtiyaçlarını
evlerinde gözlemleyecek ve gerekli bakımı organize edecek ebe bakımları güçlendirilmelidir. Hatırlamalıyız ki bir kadının pozitif doğum hikâyesi toplumu dönüştürür.