Modern bireycilik ve haz çağında aile, artık sadece bir tercihler bütünü, sözleşmeye dayalı geçici bir birliktelik olarak görülüyor. Evliliklere beklentilerle
giriyor, maddi pazarlıklar yapıyor ve bunlar karşılanmadığında kolayca boşanabiliyoruz. Evlenmemeyi ya da çocuk yapmamayı tercih edenlerin sayısı
giderek artıyor. Peki, gerçekten evlilik sadece basit bir toplumsal sözleşme mi? Aile sadece çocuk yapmak ve nüfusu arttırmak için mi lazım? Bu yazıda aileyi sadece toplumsal bir yapı olarak değil, ahlaki, kültürel ve manevi bir zemin olarak sunan çağdaş düşünürler ve kadim tasavvuf geleneğinin görüşleri rehberliğinde ailenin rolü üstüne düşünmek istiyorum.
Erdem mektebi
Ailenin önemi üstüne duran çağdaş düşünülerden biri Michael Sandel'dir. Sandel, özellikle Liberalizm ve Adaletin Sınırları (1982) adlı eserinde liberal bireyciliği eşleştirip, ailenin önemini savunur. Sandel'in düşüncesinin temelinde kişilerin önceden hiçbir bağlılığı olmayan, değerlerini ve amaçlarını
özgürce seçen soyut bireyler olarak yorumlayan liberal benlik anlayışının reddedilmesi yatar. Sandel'e göre bu yaklaşım yanlıştır. Gerçek kişiler dünyaya konumlandırılmıştır. Kişiler ilişkiler, tarihler, kültürler ve kimlik ağlarına gömülmüşlerdir. Tabii, bu kimliklerden en önemlisi de ailedir. Sandel'e göre aile kim olduğumuzun temel bir bileşenidir. Liberal benlik anlayışı, kişiyi izole bir birey olarak hayal ettiğinde, ideal anlamda özgür bir fail tasarlamaz, tamamen karaktersiz bir kişi hayal eder.
Sandel'in düşüncesinde aile, kimliğin oluştuğu birincil bağlamdır. Ona göre liberallerin ailenin isteğe bağlı bir birliktelik olduğu fikri de hatalıdır, aile bağları kişinin özerkliğinden önce gelir. Özerklik için duygusal, kültürel ve ahlaki kaynaklara ihtiyaç vardır. Bu kaynakları da aile sağlar. Aile yaşamı sadakat, görev, özen ve sorumluluk duygularımızı şekillendirir. Bunlar soyut ya da sözleşmeye dayalı ilişkilerde değil, aile yaşamının somut yakınlığı içinde öğrenilir. Aile terbiyesi, iyi bir toplum için gerekli olan ahlaki duyguları geliştirir. Ailenin bulunmadığı bir toplum insanların birbirlerine bağlı ve sorumlu hissettikleri bir toplum olamaz.
Liberal siyaset teorisinde genellikle devletin aileyi güçlendirmek için çalışması olumlu görülmez. Sandel buna da katılmaz. Ona göre adil bir toplum aile gibi ortak değerlere sahip çıkmalıdır. Eğer kamusal söylem ailenin ahlaki değerini onaylamaktan kaçınırsa, adaletin koşullarını zayıflatır. Çünkü
ailenin zayıfladığı toplumlarda fedakârlık ya da dayanışma da zayıflar. Üstelik ona göre, iyi çalışan bir demokrasi olması için de aile önemlidir. Soyut bireylerden oluşan bir toplumun ortak bir sivil yaşam sürdürmesi pek olası değildir. Ancak, şefkatli ve ahlaki açıdan zengin aile ortamlarında yetişmiş insanlardan oluşan bir toplum erdemi geliştirebilir.
Kamu kurumları, siyaset öncesi dayanışma kaynakları tarafından desteklenmedikçe istikrarlı ve adil kalamazlar. Aile sevgisi ve yükümlülükleri,
daha geniş toplumsal sorumluluk biçimleri için bir model sunar. Bu aşırı bireyciliğe ve bürokratik sistemlerin kişiliksizliğine karşı düzeltici bir ilaçtır.
Kültürel çürüme sığınağı
Christopher Lasch ailenin önemini vurgulayan bir diğer önemli düşünürdür. Lasch, modern kapitalist toplumların, kendini beğenmişlik, hak iddia etme ve yüzeysel ilişkilerle maskelenen derin bir psikolojik güvensizlik olan narsisizmi beslediğini savunur. Bu durumun kısmen geleneksel ailenin çöküşünden kaynaklandığını iddia eder.
Tarihsel olarak aile, duygusal güvenlik, ahlaki eğitim ve nesiller arası sürekliliğin sağlandığı, bireylerin dayanıklı kişilikler oluşturabilecekleri bir sığınaktı. Ancak modern toplum aileyi marjinalleştirerek onu zayıflattı. Ailenin yerini tüketim, devlet kurumları ve terapötik ideolojiler aldı. Aile sorumluluğu teşvik ederken, tüketim kültürü anlık tatmini teşvik eder. Devlet kurumları, eğitim, bakım ve hatta ahlaki rehberlik gibi ailenin rollerini üstlenir. Terapötik kültür, aile bağlarını anlam kaynağı olarak değil, kişisel özgürlüğün yükü olarak gösterdi.
Lasch, aileyi temelde psikolojik ihtiyaçları karşılamak için bir araç olarak görülmesini eleştirir. Aile duygusal destek merkezi değil dir, aile ahlaki değerlerin oluştuğu, görevlerin yerine getirildiği ve ortak bazı amaçların paylaşıldığı bir yerdir. Aile karşılıklı sorumluluktur.
Lasch, psikologlar, eğitimciler, bürokratlar gibi uzmanların aile yaşamına müdahale etme biçimini şiddetle eleştirir. Ebeveynlere, çocuklarını doğru yetiştirmek için profesyonel danışmanlığa ihtiyaçları olduğu söyleniyor. Bu durum, ebeveyn otoritesini zayıflatıyor ve yerine kurumsal normlar geçiyor. Bunun sonucunda ebeveynler, çocuklarının ahlaki ve duygusal dünyasını şekillendirmek yerine kurumlara boyun eğiyor. Dahası çocuklar, yaşanmış aile geleneklerinden çok resmi kurallara göre yönetilen ortamlarda yetiştiriliyor. Bu da aileyi iyice zayıflatıyor.
Tüketim toplumu da doğrudan aileye zarar verir. Tüketim toplumunda odak noktası anlık tatmin, yenilik ve haz üzerine kayar ve bunların tümü aile yaşamının gerektirdiği uzun vadeli taahhütler ve ertelenmiş haz ile çelişir. Çocuklar "projeler" veya statü sembolleri olarak görülür. Ebeveynler, çocuklarının ilgisini ve isteklerini kazanmak için tüketim medyasıyla rekabet eder.
Kutsalın mikro-evreni
Bir başka felsefi aile savunusunu İngiliz felsefeci Roger Scruton'da bulmak mümkündür. Scruton, ahlaki karakterin oluşumu, sosyal düzen ve kültürel
süreklilik için vazgeçilmez olan doğal, kutsal ve medeniyet kurucu bir kurum olarak aileyi savunur.
Scruton, aileyi insan doğasında kök salmış ve uzun süredir var olan geleneklerle şekillenen bir siyaset öncesi kurum olarak görür ve onu özerk
bireyler arasındaki bir sözleşme olarak gören modern eğilimi reddeder. Ebeveynlerimizi veya çocuklarımızı seçemeyiz, dolayısıyla aile bağları doğal olup, seçilemez. Aile ilişkileri kişilere haklardan çok görevleri öğretir. Dolayısıyla aile, ahlakı soğuk kanunlarla değil, sevgiden doğan yükümlülüklerle öğretir. Diğer bir deyişle aile, sadakat, otorite, sorumluluk ve özdenetim gibi kavramların öğrenildiği ilk ahlaki topluluktur. Evliliğe sadece bir sözleşme olarak bakmak boşanmayı da çok kolay hale getirir.
Scruton, aileyi medeniyetin temeli olarak görür, çünkü aile, istikrarlı bir toplumu mümkün kılan değerleri öğretir. Mesela ebeveyn otoritesi, çocuklara disiplin ve sınırlara saygıyı öğretir. Kardeş ilişkileri sorumluluk ve günlük alışkanlıklar fedakârlık ve özeni öğretir.
Scruton aileyi cinsellik açısından da önemli görür. Ona göre cinsel arzunun en yüksek ahlaki ve duygusal ifadesine evlilik ve aile hayatında ulaşırız. Modern toplum cinselliği eğlence amaçlı veya bireysel bir eyleme indirgemekle değersizleştirir. Gerçek aşk ve arzu, kişisel bağlılık ve karşılıklı
tanıma gerektirir ve bunlar en iyi şekilde istikrarlı aile bağları içinde geliştirilebilir. Bu nedenle aile, cinsel ilişkilerin insancıl, onurlu ve geleceğe (yani çocuklara ve sürekliliğe) yönelik olduğu bir ortamdır. Scruton, sevginin sadece bir duygu değil, ahlaki kuralları olan bir uygulama olduğuna inanır. Aile tam da bu kuralların öğrenildiği okuldur.
Scruton sık sık insan deneyiminin kutsal boyutundan bahseder. Aile ritüellerin, geleneklerin ve ortak hatıraların yeridir. Yaşayanları ölü ataları ve doğmamış gelecek nesillerle bağlar. Aile doğum, ölüm, hafıza ve mirasın en yakından deneyimlendiği yerdir. Evlilik, aile yemekleri ve yas gibi ritüeller içerir. Dolayısıyla kutsal olanın bir mikro-evrenidir. Çünkü aile bizim en kutsal deneyimlerimizin yaşandığı ve daha büyük şeylerle bağlandığımız yerdir.
Önceden ele aldığımız düşünürlere benzer şekilde Scruton ailenin zayıflamasının devletin ve piyasanın hayatımıza daha çok müdahalesi ile ilişkili olduğu kanaatindedir. Devlet ve piyasa, aile zayıflayınca ahlaki eğitim, bakım, duygusal destekte merkezi rol almaya başlar. Bunun sonucunda
da kişiler bürokrasi ve şirketlere daha derinden bağımlı olur.
İlahi bir emanet
Kadim tasavvuf düşüncesi de aile ile ilgili önemli bir perspektif sunar. Tasavvuf düşüncesinde ailenin ciddi bir manevi boyutu vardır. Aile ilişkileri modern toplumdaki gibi sadece sosyal düzenlemeler olarak görülmez. Bunlar aynı zamanda Allah tarafından bahşedilmiş kutsal emanetlerdir. Kuran, evlilik ve aile bağlarını ilahi amaç ve şefkatin daha geniş metafizik çerçevesi içinde ele alır. Bu durumu güzel bir şekilde ifade eden önemli bir ayet şöyledir:
"O'nun ayetlerinden biri de, sizin için kendinizden eşler yaratmasıdır; böylece onlar arasında huzur bulasınız. Ve O, aranızda derin sevgi ve merhamet koymuştur." (30-Rum 21).
Bu ayet, evliliği sadece bir sözleşme veya yasal bir kurum olarak değil, ilahi bir ayet/işaret olarak sunar. "Derin sevgi" ve "merhamet" ifadelerinin ayette geçmesi sufiler tarafından duyguların kendiliğinden ortaya çıkan değil, ilahi olarak aşılanmış, Allah'ın eşlerin içinde yetiştirmeleri ve korumaları
için verdiği emanetin bir parçası şeklinde yorumlanır. Bu nedenle, aile içindeki rolünü yerine getirmek Allah'a karşı bir ibadet ve sorumluluk olarak görülür. Bu ilişkilerde ihmal veya ihanet, modern toplumda okunduğu gibi sadece kişisel bir başarısızlık değil, ilahi güvenin de ihlalidir.
Nitekim sufilere göre aile modern toplumun baktığı gibi sadece iki kişi arasındaki hukuki bir sözleşme değildir, kutsal ve ciddi bir sözleşmedir. Kuran evliliği ciddi ve ağır bir sözleşme (misak) olarak tanımlar:
"Onlar da sizden ciddi bir sözleşme (misak) aldılar." (4-Nisa 21).
Ayette geçen misak ifadesi, Kuran'ın başka yerlerinde Allah ile peygamberler arasındaki antlaşmaları tanımlamak için kullanılır (mesela, 7-Azhab 33) ve bu tür taahhütlerin ciddi, bağlayıcı ve kutsal doğasını tanımlar. Bu açıdan, evlilik ilişkisi sadece sosyal veya kişisel bir anlaşma değil, üçlü bir antlaşmadır. İki eş dışında anlaşmada Allah'ın şahitliği ve ahlaki garantörlüğü vardır. Bu nedenle, evlilik, manevi sorumluluk gerektirir. Ayrıca evlilik kişisel arzuların veya çıkarların ötesinde bir saygınlık ve amaç kazandırır. Eşin haklarını ihlal etmek veya evliliği haksız yere feshetmek, sadece eşle yapılan bir antlaşmayı bozmak değil, Allah ile yapılan bir antlaşmayı bozmak olarak görülür.
Ailenin ilahi bir emanet olarak okunması aile üyelerinin bir mal olarak görülmesine de engel olur. Eşimiz Allah'a giden yolculukta bir yol arkadaşıdır, bizim kontrol ya da tüketim nesnemiz değildir. Çocuklar bizim mülkümüz değildir, onlara dilediğimiz gibi davranamayız. Onlar bize bakım, sevgi ve ahlaki/manevi gelişim için emanet edilen ruhlardır. Allah nasıl bizi karşılıksız bir şekilde besliyorsa, biz de çocuklarımıza ve eşlerimize karşı karşılıksız (ki yukarıdaki merhamet ifadesi tam da bunu söyler) bir hizmet ve sevgi sunmalıyız. Aile kutsal bir sorumluluktur.
Tasavvufta her insan etkileşimi, içsel arınma ve büyümek için bir fırsattır. Tüm bu etkileşimler arasında, aileden daha büyük manevi potansiyele sahip olanı yoktur. Nefs/ego, aile hayatının samimi ve duygusal ortamında en açık şekilde ortaya çıkar, sınanır ve arındırılır. Eşlik, ebeveynlik ve evlatlık görevleri modern toplumda sıradan ve sıkıcı olarak görülür. Hatta bizi kısıtlayan bir engel olarak okunur. Tasavvufta ise aile merkezdedir. Aile ilişkileri, sufi ahlakının en temel erdemlerini gerektirir ve sürekli olarak sınar. Çoğumuz sabrı, affetmeyi, çıkarsız bir sevgi olan muhabbeti, başkalarını kendinden üstün tutmak olarak isarı, rızayı, merhameti aile hayatında deneyimler öğreniriz. Aile, günlük olarak kendini kısıtlama ve özverili davranışlar
gerektirir. İşte bu tam olarak nefsi eriten ve kalbi parlatan koşullardır. Aile bize teorik hayali idealler sunmaz, benliği yavaş yavaş benmerkezcilikten Allah-merkezciliğe yönlendiren yaşanmış deneyimler sunar.
Tüm bu düşünürlerin verdiği ortak mesaj düşündürücüdür. Aile, yalnızca bir toplumsal kurum değil, insanın kimliğini, erdemini ve maneviyatını inşa eden bir yapı ve ortamdır. Onu savunmak, sadece geleneği değil, insanın özünü savunmak, toplumun geleceğini savunmaktır.