Zeynep Zehra Sadıkoğlu: ANNELİĞİN YENİ YÜZÜ: UZMANLARLA KOL KOLA, ÇOCUKLA BAŞ BAŞA

ANNELİĞİN YENİ YÜZÜ: UZMANLARLA KOL KOLA, ÇOCUKLA BAŞ BAŞA
Giriş Tarihi: 1.08.2025 14:34 Son Güncelleme: 1.08.2025 14:34

Bir zamanlar kadınların içgüdüsel olarak bildiği varsayılan, nasıl yapılacağı kuşaktan kuşağa aktarılan ve daha çok "olma" hâliyle,
özel alanın mahremiyetiyle anılan annelik rolü, bugün bu geleneksel çerçevenin dışına taşmış durumda. Artık verili bir toplumsal rolden
değil; bilgiyle, stratejiyle ve risk yönetimiyle örülü, rasyonel bir uğraştan söz ediyoruz. Sharon Hays'in Cultural Contradictions of Motherhood (1996) adlı çalışmasında tanımladığı "yoğun annelik" kavramı, tam da bu dönüşümü ifade ediyor. Yoğun annelik, anneliğin yalnızca sevgi ve şefkatle
örülü bir bakım ilişkisi olmaktan çıkarak uzman rehberliğinde yürütülen, çocuk merkezli, yüksek duygusal ve maddi yatırımlar gerektiren bir "meslek"e dönüştüğünü vurguluyor.


Bu meslek benzetmesi boşuna değil çünkü annelik günümüzde dikkatle planlanması ve yönetilmesi gereken çok katmanlı bireysel bir projeye dönüşmüş durumda. Bu proje kapsamındaki güncel araştırmaları takip etmek, bilinçli bir eğitim stratejisi geliştirip sürdürmek, çocuğun potansiyelini "en üst düzey"e çıkarmak ve bu esnada hem çocuğun hem de kendi tutumlarının izini sürmek… Tüm bu gereklilikler anneden yalnızca bir bakım veren değil, aynı zamanda bir risk yöneticisi, gelişim koçu, duygusal destekçi ve sürekli öğrenen bir özne olmasını talep ediyor.

Başka bir deyişle, annelik artık sadece çocuk büyütmeye dair bir pratik değil; aynı zamanda kadınların kendi anneliklerini sürekli sorguladıkları, gözden geçirdikleri ve bu doğrultuda adeta profesyonel bir kimlik inşa etmeye çalıştıkları bir süreç. Bu dönüşüm rastlantısal değil; bilgi ekonomisi,
dijital kültür gibi dinamiklerin etkisiyle şekillenen toplumsal bir olgu. Nitekim günümüzde anneler, daha bebek dünyaya gelmeden veya en iyi ihtimalle hamilelik döneminden itibaren çeşitli mobil uygulamalar indirerek gelişim takvimleri oluşturuyor; doula'dan (doğum destekçisi) uzman hekime, psikologlardan pedagoglara, diyetisyenlerden gelişim uzmanlarına kadar uzanan geniş bir uzmanlık ağıyla çocuk dünyaya getirme ve yetiştirme sürecini planlıyorlar.

Bu dönüşüm içinde annelik giderek bireysel bir "başarı"ya dönüşürken hangi okulun seçildiği, hangi oyuncakların tercih edildiği, ekran süresinin ne kadar olduğu ve çocuğun hangi becerileri ne zaman kazandığı gibi sorular, annenin ne ölçüde "iyi" bir iş çıkardığını belirleyen performans göstergelerini oluşturuyor.

"Bir uzmandan destek al" zorunluluğu

Bilimsel bilgi, bu göstergeler için "doğru" ve "uygun" standartları tanımlayarak annelere bir pusula işlevi görürken, onu temsil eden uzmanlarla kurulan sürekli etkileşim günümüz annelik deneyimini şekillendiriyor. Annelik pratiğinde bilimsel bilginin hâkim bilme biçimi olarak tanınması ve uzmanlarla kurulan ilişki yeni bir şey değil. Ancak günümüzde bu durum, paradoksal biçimde annelerin kaygılarını azaltmak yerine pekiştirebiliyor çünkü gerek
profesyonel uzmanlar gerekse dijital iletişim mecralarında kendi annelik deneyimlerini paylaşarak anneliğe dair standartlar üreten ve annelik deneyimini kamusal alana taşıyan "yeni ebeveynlik uzmanları" çoğu zaman birbirinden farklı, hatta birbirleriyle çelişen öneriler sunuyor. Bir yönüyle aşırı uzmanlaşma ve bilimin kendi araçlarıyla eleştirilmesi diğer yönüyle bilgi üretiminde akademi dışı yapıların etkinlik kazanmasına bağlı olan bu durum, annelerin karşı karşıya kaldığı bilgi ortamını karmaşıklaştırarak bilişsel efor gerektiren yeni bir tercih sürecini açığa çıkarıyor. Örneğin bugün çocuğu orta kulak iltihabına yakalanan bir anne, tedavi için antibiyotik mi yoksa biyo-rezonans gibi alternatif bir yöntem mi kullanacağı veya çocuğunu tuvalete alıştırırken nispeten daha katı bir yaklaşımla yeni annelere mucize çözümler öneren Tracy Hogg'u mu yoksa doğal ebeveynlik gibi daha esnek bir yöntemi mi benimseyeceği gibi hususlarda karar vermek durumunda.

Öte yandan geçmişte uzmanlar, annelere reçetevari tavsiyeler veriyor ve doğru bilgiye ulaşan bir annenin sorunları kendi başına çözebileceğini varsayıyordu. Oysa günümüzde mesele ne olursa olsun, bir uzmandan destek alma gerekliliği yaygın ve yerleşik bir kanaate dönüşmüş durumda. Çocuğun uyutulması, yedirilmesi, kardeşinin doğması, yeni bir okula başlaması gibi gündelik yaşam meselelerinde "ne yapsak, nasıl yapsak?" kaygısıyla bir uzmanın kapısını çalmak ya da çevrimiçi uzman görüşlerine başvurmak gayet sıradan. Ancak günümüz uzmanları artık açık ve kesin talimatlar vermek yerine, destekleyici, kural dayatmaktan kaçınan ve "muğlak" bir üslupla belirli bir yaklaşım sunuyor. Önerileri, yalnızca çocuğun gelişimine değil, annenin kendini gerçekleştirmesine ve tatmin duygusuna da odaklanıyor.


Yönetilmesi gereken bir girişim…

Anneyi sürekli uzman rehberliğine ihtiyaç duyan bir kişi olarak tanımlayan bu yaklaşım, annenin kendi iyilik hâli ile çocuğunun iyilik hâli arasında sürekli bir zihinsel salınım içinde kalmasını gerektiriyor. Böylece uzmanların sunduğu rehberlik, annelerin tutum, davranış ve duygularını şekillendiren dolaylı bir kontrol mekanizması işlevi görüyor. Bu noktada uzmana duyulan güven, adeta yeni bir "etik kod" niteliği kazanıyor; annelik ise verili bir toplumsal rol olmaktan çıkarak, bireysel olarak yönetilmesi gereken bir girişim hâline geliyor.

Annelik kapsamında yapılan tercihler artık yalnızca çocuğa yönelik değil, aynı zamanda kadının kendi benliğine yönelen, çok katmanlı bir uğraşın parçası. Bu uğraş, "hangi davranış doğruydu?", "hangi tercih en uygundu?", "hangi duygunun peşinden gitmeli?" gibi sorularla artan zihinsel meşguliyeti, bu sorulara verilen cevaplarla uyumlu ihtiyatlı seçimler yapmayı ve bu seçimlerin neticesinde sadece sağlıklı çocuklar büyütmeyi değil, aynı zamanda kendini yeniden kurmakla ilgili karmaşık bir süreci içeriyor. Bu sürecin çetferilliği ise annelerin yalnızca ne söyledikleriyle değil, nasıl söyledikleriyle; yalnızca çocuğa ne sunduklarıyla değil, hangi duygularla sunduklarıyla da ölçülüyor olmasında yatıyor.

Günümüzde anneler, çocuğu nasıl övmesi, ona nasıl davranması ve kendini nasıl ifade etmesi, onun duygularını nasıl kabul etmesi gerektiği
gibi pek çok konuda uzman önerilerinin muhatabı. Yanlış bir bakışın, uygunsuz bir tonlamanın, gözden kaçan bir tepkinin çocuğun geleceği üzerinde onarılması güç izler bırakabileceği sıklıkla vurgulanıyor. Bu da annenin, çocuğuna karşı davranış, tutum ve duygularını denetlemesi ve yönetmesi
mecburiyeti oluşturarak, onu her an tetikte olduğu bir hale sürüklüyor.

Söz konusu denetimin sağlanamadığı koşullar ise annenin kendini suçlu ve yetersiz hissetmesini kaçınılmaz kılıyor. En çok da "bağıramayan anne" olmak, her çocuğa yeterince zaman ayıramamak anneleri derinden üzüyor; "sevgiyle sınır koyamamak", her zaman eksik kalınan ama aslında
üst sınırının ne olduğu pek de belli olmayan "kaliteli zaman"ı günlük hayatın koşuşturmacası içine yeterince sığdıramamak, ağır bir vicdan azabını beraberinde getiriyor.


İdeal annelik mi, yoğun annelik mi, normal annelik mi?

Uzman önerilerindeki çoğulluk ve anneliğin, belirli bir beceri seti gerektiren fakat hem annenin hem de çocuğun refahının buluşabileceği kadar esnek bir uğraş olarak tanımlanması, annelerin faillikleri için de yeni alanlar açıyor. "Normal" anneliğin keskin sınırlarla belirlenmediği, ancak anneliğe dair beklentilerin güçlü biçimde yeniden üretildiği bir ortamda, anneler yalnızca yönlendirilen değil, aynı zamanda sorgulayan, seçen ve kendi annelik
deneyimlerini şekillendiren özneler olarak öne çıkıyor. Her ne kadar ilk çocukta veya çocuk henüz küçükken kadınların "yoğun annelik" modeline bağlılıkları daha kuvvetli olsa da zamanla artan deneyim ve özgüvenle bu bağlılık zayıflıyor, yoğun annelik müzakere edilebilir hale geliyor.


Örneğin günümüzde uygun anneliğin ne olduğu konusundaki anlayışı "bağlanma literatürü" şekillendiriyor. Bu literatürle farklı mecralar üzerinden ilişki kuran anneler, anne-çocuk bağını çoğunlukla çocuğun yetişkinlikte güvenli ilişkiler kurmasını sağlayacak saf bir ilişki olarak ele alıyor ve çocukla kurdukları ilişkiyi adeta "teknik" bir görev gibi, çocuğa sağladığı katkı üzerinden değerlendiriyor. Birlikte kitap okumak, oyun oynamak, sohbet etmek, film izlemek, parka gitmek… Çocukla geçirilen her ana, bu etkinliklerin çocuğun IQ'suna, özgüvenine ya da duygusal dünyasına kaç puanlık katkı sağlayacağı hesabı eşlik ediyor.

Çocuk büyüdükçe anne-çocuk bağı üzerinden gelişen bu ilgi yerini daha çok çocuğun eğitim hayatına ilişkin kaygılara bırakıyor. Çocuğun "güvenli bağlanma" duygusunu geliştirmesi için güçlü iletişimin önemi hâlâ vurgulansa da yoğun ve yakın bakım sunma, birlikte kaliteli zaman geçirme
gibi alanlarda gösterilen çaba zamanla zayıflıyor. Bunun yerine, çocuğun iyi bir okula yerleşmesi temel hedef haline gelirken, akademik başarı neredeyse hayat başarısının garantisi olarak görülüyor. Hal böyleyken anneler, çocuklarının donanımlı ve başarılı bireyler olarak yetişebilmesi için
eğitimlerine ekstra çaba harcamaları gerektiğine inanıyor.


Hangi okula kaydolacağı, hangi kurslara katılacağı, hangi dersleri alacağı gibi pek çok karar, annelerin gündelik gündemini belirliyor. Günlük yaşam akışları da büyük ölçüde çocuğun eğitim temposuna göre şekilleniyor; çocuk bir kurstan diğerine taşınırken, annenin programı da buna uyum sağlıyor. Okul sonrası zaman artık çocukların yalnızca oyun oynadığı ya da evde basitçe ödev yaptığı bir zaman olarak değil, bilakis çocuğun hem akademik başarısı ve "potansiyel"ini gerçekleştirmesi hem de ailenin hayat tarzına uygun eğilimleri edinebilmesi açısından kritik bir alan olarak görülüyor. Tüm bu sürecin sorunsuz işlemesi ve çocuğun 'doğru' çevrelerde bulunması için gereken düzenin kurulmasında ise anneler, kendilerini birincil derecede
sorumlu tutuyor.

Ancak anneler, gündelik yaşam deneyimleri ile uzman önerileri arasındaki farkı gözlemledikçe ve kendi annelik deneyimleri zihinlerindeki "ideal annelik" imgesiyle örtüşmedikçe bakış açılarını, gösterdikleri çabayı, yorgunluklarını, fedakârlıklarını ve "yoğun annelik"e bağlılıklarını sorguluyorlar.
Bu sorgulama sürecinde, uzman tavsiyelerindeki çelişkili ve muğlak yönlerden yararlanarak, çocuğun refahı ile kendi iyilik hâllerini birleştirmeye çalışan bir mantıkla annelik pratiklerini (yeniden) inşa ediyorlar.


Farklı bir ifadeyle, çocuğun sporla, müzikle, sanat ya da edebiyatla ilgilenmesinin faydalarına ve bu alanlardaki yönlendirici rolünün önemi konusunda bilgilenen anne; aynı zamanda çocuğunun kendi seçimlerini yapmasına alan tanıması ve bireyselliğine saygı göstermesi gerektiği yönündeki
uyarılarla karşılaştıkça ve gündelik yaşamda "kendiliğindelik" ihtiyacını fark ettikçe, kendisine makul görünen uzman önerilerinden de faydalanarak annelik deneyimini yeniden şekillendiriyor. Dolayısıyla anneleri, uzman önerilerinin pasif alıcı olarak konumlandırmak yanlış olur.

Annelikte kazanılan deneyim yoğun annelikle kurulan özdeşleşimi kararsız hale getirirken, bu süreçte kadınlar, çocuğun ve kendi iyilik hâlleri arasında denge kurma arayışının yön verdiği bir modele göre annelik deneyimlerini yeniden kuruyorlar. Bu yeniden kurma ise anneliğin artık içgüdü veya sezgiye dayalı bir bakım pratiği ve toplumsal bir rol olmaktan çıkıp, sürekli değerlendirme ve karar alma süreçleriyle şekillenen, kişisel deneyimlerle toplumsal normların kesiştiği dinamik bir mücadele alanı oluşturduğunu gözler önüne seriyor.

* Dr., sosyolog, akademisyen

BİZE ULAŞIN