Duygu Orak: Muhammedi ahlakı hayata nakşeden bir anne olarak anılmayı isterim

Muhammedi ahlakı hayata nakşeden bir anne olarak anılmayı isterim
Giriş Tarihi: 19.10.2021 13:56 Son Güncelleme: 8.11.2021 11:26

Herkesin kendi hayatını yaşadığı ve sonrasında ölerek gittiği şu fani dünyada, hayatı anlamlı yaşama çabası içinde olan insanlara hayranım. Yanlış anlaşılmasın ama böyle kadınlara iki kat daha fazla hayranım. Çünkü kadınların anlam dünyaları çok daha ağırdır ve bu ağırlığı bir de eli, kolu ve kucağı doluyken taşımak marifet ister. Marifet yetmez bir de gayret ister. Ebrucu Duygu Orak, göğün yedinci katındaki yedinci kubbesinde ne gördü bilmiyorum. Ancak şunu biliyorum ki, teknesinin başında; "Hele bir çiçeğin yüzüne eğilmişsem, nefesimi tutarım incinmesin diye. Gözyaşımın karıştığı eserler bilirim," diyen bir kadın muhakkak insanların işittikleri olağan şeylerin ötesinde şeyler işitiyor ve biliyor olmalı. Olmalı ki künhüne vakıf olduğu ebruya bu denli rikkat ile yaklaşsın ve ortaya bu denli muhteşem eserler çıkarmış olsun... Gelenekli sanatkârlarımızdan biri olan Duygu Orak, Ankara'da kurmuş olduğu Duygu Orak Sanat Merkezi'nde talebe yetiştirip kişisel sanat çalışmalarına devam ediyor. Orak ile ana çerçevede ebruyu, yuva kurmayı, anneliğini, annesini ve hoca-talebe ilişkisini konuştuk.

Duygu Orak'ın ebrû ile yolu ne zaman kesişti? Aynı anda hem hoca hem talebe hem de anne olmayı nasıl başarıyor?

İnsanın renkleri öğrenmesi iki üç yaşlarında olsa da onları asıl kavrayışı varlık sebebini idrak edebilecek yaşa geldiğinde, hakikatte boyandığı rengi ve manayı anlamasıyla başlıyor. Ben de on sekizinci yaşımda kuyuları bilir ama Yusuf'tan gafil, bir adım atmışlığıma on adım ile mukabele edilmesi hasebiyle tercih etmediğim değil, tercih etmeyi bilmediğim bir bölümü kazara okumam neticesinde bu kapıdan girmiş oldum. Bölümüm Geleneksel El Sanatları; el sanatlarına dair her şeyi görüyoruz derslerde "insan örgü örmek için üniversite mi okur!" demiştim, hayatımı ilmek ilmek öreceğinden bîhaber! Bölüm İslam sanatlarını da kapsıyordu; dersler nakış, dokuma, boyamadan; hat, tezhip, ebruya dönünce bende bir heyecan uyandı. Nereden bilebilirdim ki tezhip sanatçısı İnci Birol Hanımefendi'nin icazetli talebesi, hocamız Sibel Akpınar olacakmış. Doğulu, memur bir ailenin çocuğuyum. Mutlu bir aile içinde büyüdük. Bizim evimizin sanatı, babamın doğru sözlülüğü, annemin yorgunluk değmeyen güler yüzü ve yine annemin sabahtan akşama kadar açık kalan radyosundan dinlediği türkülerdi. Hâsılı, cemiyetimizde o atmosfer olmadığından geleneksel sanatlara bigâne değil lâkin habersizdim. 2005 yılında ilk merhabayı demiş oldum ebruya.

2007 yılında Sadreddin Özçimi'nin beni talebeliğe kabul etmesiyle hakiki manada ebru sanatına, hocama teslim oldum. 2009 yılında hocamdan korka korka, vakti henüz gelmese de izin alarak atölyemi kurdum. Böylece henüz yanmamış bir çırak olarak hocalığı da tatmış oldum.

Ebru teknenizin önüne otururken; "Bir rengin her şeyi unutturan yerindeyim," diyorsunuz. Her şeyi ama her şeyi unutturuyor mu sahiden ebrû? Eğer tek bir şeyi hatırlamak istiyorsam tekne başındayımdır ve geri kalan her şey unutuyorumdur. Ebrû sanatını icra etmiyor olsaydım bile onda diğer sanatlarda bulunmayan kendine has özelliklerinin cezbesine eminim yine kapılır ve hayretimi saklayamazdım.

Renklerle suyun o muhteşem ahengi sanatkâr yüreklerde bir çarpıntı oluyor. Renkler âleminde dolaşıyor, çiçekleri kokluyor ve "Biz her şeyi sudan yarattık" ayet-i kerimesine tutunuyorum. Bir seste, bir renkte, bir tat yahut bir yüzde, bir kelimede kayboluyorsam O'nu aradığımdan.

Sabır ve denge sanatı derler ya ebrû için, Duygu Orak ebrû teknesinin başındayken nasıl biridir? Neler dinler, neleri fısıldar kendi kendine?

Yıllarca bıkmadan usanmadan, hocamın olurunu alana kadar muhabbetle aynı şeyi çalışabilirim. Bir şeyin olması ile olgunlaşması arasında çok büyük fark var. Ben kemal bulmuş güzelliğe talibim.

Çalışırken iki refikim var; sessizlik ve musiki. Özel çalışmalarımın hepsinde yalnız olmayı ve gece çalışmayı tercih ediyorum. Musiki ve suyun rabıtasına inanıyorum. Ben Itri ve Bekir Sıtkı hayranıyım. Yalnız çalışmalarımda yorgunluğum usanır, ben usanmam onları dinlerken.

Ebrû ile yuva kurmak ve çocuk büyütmek arasında nasıl bir ilişki kurarsınız?

Ebrunun meydana gelmesi için iki ana unsur gerekir su ve kıvam artırıcı. Bu ikisinin olgunlaşması için hazırlandıktan sonra üzerinden biraz zaman geçer. Sonra malzemeyi çalıştırmadan bekletirsek durduğu yerde gevşer, kokar, bozulur. Ama çalıştıkça güzelleşir, olgunlaşır. Kıvam almış suyu bir tekneye dökeriz. Yeri yurdu artık bellidir. Kullanacağımız renklerin olgunluğu da önemli bir unsur. Kıvamını almamış, olgunlaşmamış boya yorar bizi, yolu zorlaştırır, kâğıtta istediğimiz gibi netice vermez. Yani toyluğu, cahilliği, aceleciliği ve tahammülsüzlüğü kaldırmayan bir tarafı var. Boyayı suyun yüzünde tutmak için kullandığımız öd yani safra bir zehir aslında ama ebruya şifa olmuş. Vücut bulmuş tüm malzemeyi hakkıyla icra edip dikkatle, rikkatle işledikten sonra suyun yüzüne toz değmesinden dahi korkarız. Yeri geldiğinde nefesimizden dahi sakınarak en güzel şekli vermeye gayret edip üzerine özenle ve şefkatle kâğıdı örtüp sonra yine nazikçe onu tekneden sıyırıp nihayetinde sağ salim neticeye erdirme sabrını ve gayretini gösteririz. Elimizde nur topu gibi bir eser vardır artık. Ebru bir yuvanın narinliği gibi ihmali, kabalığı, özensizliği hiç kaldırmaz. Bunlardan yoksun her eser gibi bir yanı daima nakıs kalır. Güzelliği gölgelenir ve bu yüreğe ağır gelir.

"Anne olunca anladım" diye başlayan sayısız cümle kurulabilir kuşkusuz. Sizin "anne olunca anladım" diyebileceğiniz neler var mesela?

Bir kadın bir bebeği dünyaya getirdiğinde doğanın sadece çocuk olduğunu sanırdım meğer aynı anda bir de anne doğuyormuş. Önce sevincinin kalp atışı çarpıyor insanın içinde, sonra o ilk kalp atışı duyulduğunda canımın içinde bir can diye gözden yaşlar akıyor, o ses kulakta bir iz gibi kalıyor. Ama insan bir emanetin taşıyıcısı olduğunu içindeki çiçeğin yaprağı ilk kez kıpırdayıp da "ben buradayım" dediği an anlıyor. Sonra kucağına bir cennet kuşu veriliyor, bekliyorsun, kucağıma aldığım o an anne olduğumu anladım. O his öyle anında gelmiyor ama kızımı kollarıma verdiklerinde şaşkınlık ve mutluluktan sıyrılıp annelik hissinin yüklenmesini beklerken içimde beliren koca bir sorumluluk hissiydi. "Bu senin ve senden başka emanet edilecek kimsesi yok" diyorlardı sanki bana. Kızım Aişe Berra benim en latif serencamım.

Klasik sanatlar ahlak ve edep üzerine kurulmuştur. İlişkiler ilk dersten nihayete kadar edep, hürmet, muhabbet, tevazu, vakar gibi hasletler üzerinde cereyan ediyor. Siz hocanız Sadreddin Özçimi'den ebrû dışında neler öğrendiniz?

Hocamdan sadece ebru öğrenmiş olsam, onu bu kadar sevip ona böyle bağlı kalamazdım. Talebe, hocasında yok olandır. Hocam o kadar incedir ki ruhu da, lisanı da çok naiſt ir, bir şeye olmamış denecekse ne kadar kibar ve kırmadan denir, ondan öğrendim. Seslerin ve renklerin sanatkârı bir hocanın talebesi olmak hiç kolay değil, öyle zirvede bir estetik anlayışı varken ona ders beğendirmek sahiden güç ama şimdi anlıyorum onu. Hocamın, hocası Niyazi Sayın'a olan muhabbeti gözlerimi yaşartır. Kendisi 67, Niyazi Hoca 94 yaşında, ona olan ihtiramını gıptayla izlerim; Niyazi Hoca'nın yürürken elinden tutuşu, onun oturduğu yere diz çöküşü, bu asırda bu gözler böylesi bir hoca talebe münasebetinin son halkasını görüyor derim kendime. Neyzen ve ebru sanatçısı olmasının yanı sıra tespihçilik, ney açımı, baş pare yapımı gibi başka güzel sanatlar ve uğraşlarla kendini daimi bezemiş. Necmeddin Okyay, Mustafa Düzgünman, Niyazi Sayın gibi hezarfen, nazikane bir ruh hocam aynı zamanda.

Kendi anneniz ile kurduğunuz bağı için geçmişinize döndüğünüzde aklınıza gelen en çarpıcı imge ne oluyor? Çocuklarınızın sizi hangi imgelerle hatırlamalarını isterdiniz?

Annemin Kur'an-ı Kerim öğrenmeye niyet ve azmettiği dönemi unutamam, bize rağmen başardı, evimizi ölü bir ev olmaktan kurtardı. Kuran sevgisini aşıladı bana. Özen ve estetik algım onunla gelişti. Ben de bu fani dünyadan göçüp gittiğimde dilerim ki kızım "Annem her şeyi en güzel ve nazikane biçimde yapardı, zarafeti ve sadeliğin ihtişamını annemden öğrendim. Benim annem 'canım peygamberim' dediği Cenab-ı Resullah'ı bana sevdirendi." desin. Hiç yokluktan kıymet verilip yaratıldığımızı, aff ı ve aff etmeyi seven bir Allah'a kul olduğunuzu, Muhammedî ahlakı hayatımıza nakşeden bir anne olarak anılmayı isterim.

DUYGU ORAK KİMDİR?

1987 yılında Ankara'da doğan Duygu Orak, 2007 yılında Gazi Üniversitesi Geleneksel El Sanatları bölümünden mezundur. Mustafa Düzgünman silsilesinden icazetli neyzen, ebru sanatkârı Sadreddin Özçimi'nin icazetli talebesidir. 2014 yılında 17. Devlet Türk Süsleme Sanatları yarışmasında başarı ödülüne layık görülmüştür. Gelenekli sanatkârlarımızdan biri olan Duygu Orak, ebru çalışmalarını klasik anlayıştan kopmadan ve geleneğe uygun stilizasyonla devam ettirmektedir. Türkiye, Hollanda, Pakistan, Japonya, Slovenya, Bosna Hersek, İran'da uluslararası sergilerde eserleri yer almıştır. 2009 yılında Ankara'da kurmuş olduğu atölyesi günümüzde Duygu Orak Sanat Merkezi olarak faaliyet göstermektedir. Sanatçı kişisel çalışmalarını burada gerçekleştirmekte ve talebe yetiştirmeye devam etmektedir.

BİZE ULAŞIN