Hüseyin Aydın: ''Bu yüzyıldaki en önemli mihenk taşı 15 Temmuz'dur''

Bu yüzyıldaki en önemli mihenk taşı 15 Temmuzdur
Giriş Tarihi: 2.08.2021 14:06 Son Güncelleme: 27.10.2021 12:00

Üzerinden beş yıl geçti ancak o gece ülkemize kasteden darbe girişiminin ve ona siper olmak üzere harekete geçen sivil iradenin etkisinin hissedilmediği tek bir gün bile geçmedi. Beş yıl ar adan sonra Türkiye için bir dönüm noktası teşkil eden o gecenin perde arkasını, faillerini, tasarım sürecini, sonrasında yaşananları başından sonuna tüm yargılama sürecinin bizzat içinde olmuş bir isimden Avukat Hüseyin Aydın'dan dinledik. 15 Temmuz davalarında Cumhurbaşkanlığı'nın ve mağdurların vekili olarak sürece müdahil olan ve tüm bunları belgeleri, tutanakları, delilleri ve ifadeleriyle yeni yayımlanan Asırlık Gece – Belgeler ve Deliller Işığında 15 Temmuz Darbe Girişimi adlı kitabı ile beş yıl sonra gözler önüne seren Avukat Hüseyin Aydın 15 Temmuz'un perde gerisini, Türkiye'nin siyasi süreçleri ve tarihi misyonu açısından etkisini, günümüz adına ve sivil irade açısından neler ifade ettiğini Lacivert'e anlattı.

15 Temmuz darbe teşebbüsü ve buna karşı verilen milli direnişin önemi ve niteliği sanırız tüm kesimlerde tam olarak idrak edilemedi. 5 yıl sonra Asırlık Gece kitabını yazmanızın gerekçelerinden biri de bu olmalı sanırız?

15 Temmuz gecesi yaşadığımız hadiseler ve milletimizin bu hadiselere karşı gösterdiği refleks, yaşadığımız yüzyılda siyasal ekonomik toplumsal birçok alanda etki edebilecek niteliktedir. Son beş yıl içinde yaşananlar da o gece yaşananlarla yakından bağlantılı. Bence bu nitelikteki hadiseler, Türkiye'nin kaderini ve tarihi yürüyüşünü yakından etkileme potansiyeline sahiptir. Hakikaten 15 Temmuz, 21. yüzyılın tamamına müessir bir olay olduğundan kitabın ismi de Asırlık Gece oldu. Darbe girişimi amacına ulaşsaydı Türkiye'nin tarihi yürüyüşü çok farklı olacaktı. Bu gece darbenin başarısızlığa uğratılması tarihi yolculuğumuz açısından bir dönüm noktası oldu. Bu denli önemi haiz olan bir olayın bütün boyutlarıyla mevcut ve gelecek nesillere aktarılması gerekir. 15 Temmuz ile ilgili bir tehlikenin de göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. O gecenin örgütsel faili olan FETÖ ve onunla bağlantılı unsurların bu gerçeği karartma, o gece yaşananların önemini küçültme, insanların kafasını karıştırmaya yönelik bir propaganda yürüttüklerini gördüm. Bu nedenle daha uzun bir süre beklemeden ve henüz bir hafıza oluşmadan o gece neler olduğunu anlatan bu kitabı yazmaya karar verdim.

Asırlık Gece, 15 Temmuz'a dair nelere odaklanıyor, neleri izaha kavuşturuyor?

Asırlık Gece'nin bir ihanet boyutu, bir de direniş boyutu var. İhanet boyutunda bir örgüt, onun mensupları ve arkasındaki güçler var. Direniş boyutunda ise Sayın Cumhurbaşkanımız ve milletimiz var. Milletimizin Kurtuluş Savaşı'nda gösterdiği direniş ruhunun 15 Temmuz gecesinde tekrar ortaya çıktığını görüyoruz. Kitapta esas itibarıyla ihanet boyutuna odaklandım ve o gece kimler neler yaptı onu anlatmaya çalıştım ama bunu yaparken o emsalsiz direnişe de ana hatlarıyla temas etmeye çalıştım. Darbe girişiminin direniş boyutunda bir uzlaşma olmakla beraber darbe girişiminin planlaması, failleri ve icrası konusunda kafa karışıklığı yaratılmaya çalışıldığından kitabımda bu kısma özellikle odaklandım.

Kitabınızın bir özelliği de tüm hadiselerin delillere ve belgelere dayanması… Bunun için nasıl bir çalışma yürüttünüz?

Bu girişime karşı emsalsiz direnişin bir başka veçhesi de yargının gösterdiği refleksti. Darbe girişiminin öğrenilmesinden hemen sonra Ankara ve İstanbul olmak üzere tüm Türkiye'de soruşturmalar başlatıldı. Darbenin en önemli hedeflerinden biri olan ve suikast girişimine maruz kalan sayın Cumhurbaşkanımızın hukuki vekili olarak biz de bu soruşturma ve yargılama süreçlerinde yasal haklarımızı kullandık. Sayın Cumhurbaşkanımızın, şehitlerimizin ve gazilerimizin haklarını korumaya çalıştık. 15 Temmuz'a dair pek çok dava açıldı; Türkiye genelinde üç yüze yakın davadan bahsedebiliriz. Bu davalar kapsamında birçok dijital delil, sanık-tanık ifadeleri, kamera görüntüleri, bilirkişi raporları ve daha birçok delil ve belge dosyalara girdi. Milyonlarca sayfa belgeden söz etmemiz mümkün. Mahkeme dosyalarına giren hukuki delillerden, birçoğu sonuçlanan davaların gerekçeli kararlarından yararlandım. Bu yöntemi tercih etmemizin başlıca sebebi ise güvenilir, belge ve delillere dayalı bir eser ortaya koymaktı. Vekil sıfatıyla sürecin içinde bulunmak bana 15 Temmuz ile ilgili pek çok belge ve delile ulaşma ve bunları değerlendirme imkânı sundu.

O halde size şunu sorabiliriz: Darbeyi planlayanlar, icra edenler FETÖ mensuplarıyla mı sınırlıydı?

15 Temmuz darbe girişiminden sonra TSK'da ortaya çıkan tabloyu daha net olarak gördük. Örgütün devletin bütün kurumlarında ciddi bir etkinliği ve gücü vardı. Daha önce 17-25 Aralık süreçleriyle ilgili tartışmalardan dolayı Emniyet ve yargıdaki etkinliklerini toplum biliyordu ama ordunun doğası gereği buradaki yapılanmaların mahiyeti ve boyutu konusunda pek bilgi sahibi değildi. TSK'daki güçlerinin ne olduğu 15 Temmuz'dan sonra ortaya çıkan tabloyla görüldü. Şunu çok rahat ifade edebiliriz ki devlet içinde en güçlü oldukları kurum Türk Silahlı Kuvvetleri'ydi. TSK'da sahip olduğu etkinliğe bakılınca başka unsurların FETÖ'ye rağmen darbe yapabileceklerini söylemek güç. Ordudaki etkinlik ve güçleriyle bu sadece FETÖ'nün yapabileceği bir işti. Darbeye destek verecek veya darbeye sessiz kalacak başka unsurlar olmuş olabilir. Darbenin erkene alınması veya başka nedenlerle darbenin başarısız olma ihtimali belirince geri durmuş ve destek vermekten kaçınmış olabilirler.

Peki, 15 Temmuz darbecilerinin temel ya da asıl kilitlendikleri hedef sizce neydi?

15 Temmuz darbe girişimini diğer darbelerden ayırt etmemiz gerekiyor. Önceki darbelerde darbeciler, kendi değerlendirmelerine göre ülke yönetiminde gördükleri sorunları bahane ederek yönetime el koydular. Bir süre idareyi ele aldılar ve birkaç sene sonra yönetimi tekrar sivillere devrettiler. 15 Temmuz'un örgütsel faili FETÖ'nün ise başta Müslüman ülkeler ve Türki cumhuriyetler olmak üzere dünyada bir misyonu var. Neyi hedeflediğini anlamak için örgütün bu misyonunu bilmek lazım. Yani bu darbe örgütün idareyi ele geçirip, bazı tasfiyeler yaptıktan sonra tekrar yönetimi sivillere devredeceği bir darbe değildi. Örgüt doğduğu yer olan ve çok geniş bir coğrafyada etkisi bulunan Türkiye Cumhuriyeti devletini ve Türkiye'nin doğal etki alanlarını kendi ideolojileri ve kendi sapkın din anlayışları doğrultusunda mutlak anlamda hakimiyet altına alıp hem Türkiye'de hem o alanlarda devleti belki yeni bir din anlayışıyla yapılandırmayı ve belki tarihin seyrine, milletimizin yürüyüşüne ve genel olarak İslam dünyasına etki edecek bir devlet düzeni kurmayı planlamışlardı. Bunu başardıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti'ni, kendi siyasi hedefleri ve kendilerine destek veren ülkelerin siyasal hedeflerini gerçekleştirmek için kullanacaklardı.

Kitabınızın daha en başında "15 Temmuz Darbe Girişimi Türk Milletinin tarih yolculuğunda bir dönüm noktasıdır; önemli yol ayrımlarına, bazı hususlarda sıçramalara sebebiyet vermiştir" diyorsunuz. Bu yol ayrımları ve sıçramaları nasıl tanımlıyorsunuz?

Tarih boyunca hem içimizden hem dışımızdan devlet yönetimine meşru olmayan yöntemlerle tesir etmek isteyen güçler olmuştur, muhtemelen gelecekte de olacaktır. Bizde bu eğilim, 1960 Darbesiyle kurumsallaşmıştır ve biz bunlara vesayet odakları diyoruz. Bu tarz vesayet odaklarının ana unsuru da silahlı kuvvetlerdir. 15 Temmuz'daki en temel yol ayrımı şu oldu: Ordu milletin emrinde gerçek misyonunu yani ülke savunmasını mı gerçekleştirecek yoksa perde arkasında bir vesayet odağı olarak devletin kurumlarını mı yönetecek? Bence 50-55 yıldır yapılan bu tartışma 15 Temmuz Direnişi ile sona erdi. Bundan sonra devleti sadece milletten yetki alan kişi ve kurumlar yönetebilir. Ordunun misyonu ülkeyi dış tehlikelere karşı korumaktır, devlete hükmetmek değildir. Bu çok önemli bir yol ayrımıdır. 15 Temmuz gecesi millet bu yol ayrımında kararını verdi. Nitekim o günden sonra son 5 yıllık süre zarfında ordunun sivilleştiğini, MSB'ye bağlandığını ve anayasal sınırlar çerçevesinde görev yapmaya başladığını ve bu misyonuna uygun olarak çok önemli başarılara imza attığını görüyoruz. Birkaç yüzyıldır devam eden ve 1960 Darbesiyle alevlenen bir tartışma 15 Temmuz gecesi, milletin hakemliğinde sona ermiş oldu.

İkinci bir yol ayrımı ise vesayet odaklarının misyonları ile ilgili. Türkiye'deki vesayet odaklarının başlıca misyonu Türkiye'yi Batı blokunun, NATO'nun sadık bir müttefiki olarak konumlandırmak ve o pozisyonda tutmaktır. "Türkiye Batı'nın güdümünde bir müttefik olarak mı kalmalı yoksa tarihten gelen kendi misyonuna mı dönmelidir?" tartışması da uzun yıllardır ve özellikle 2010'dan sonra önemli bir siyasi tartışma konusu olmuştur. Bence bu tartışma da milletimiz tarafından 15 Temmuz gecesi sonlandırılmıştır çünkü milletimiz Türkiye'de hiçbir darbenin dış destek olmadan yapılamayacağını biliyor. Milletimizin gösterdiği direniş sadece darbeyi icra edenlere değil onların arkasındaki güçlere karşı da olmuştur. 15 Temmuz'da bu ülke artık "Milli menfaatlerimi gözeterek kendi yolumu ben tayin ederim" mesajı vermiştir. 15 Temmuz'dan sonra devlet milletin desteğiyle prangalarından kurtularak gerçek anlamıyla bağımsızlığını ortaya koymuştur. Zaten sonrasında gelişen birçok tarihi olayda bunun yansımalarını görmekteyiz.

Bu darbe girişiminin ve faillerinin öncekilerden farkları nelerdi?

1960 Darbesi ile kurumsallaşan vesayet odağı etkinliğini 2010 yılına kadar sürdürdü. FETÖ de bu vesayet odağının 1980'lerden itibaren yedek gücü olarak tasarlandı. Vesayet odağının devletteki etkinliği 2010'da sona erdirilince FETÖ'cüler onlardan boşalan bu yere konumlanıp, onlar gibi davranmaya başladılar. Aslında niyetleri başından itibaren böyleydi ama bunu o tarihten sonra gizleme ihtiyacı hissetmemeye başladılar. Üstelik FETÖ, öncekilerden çok daha güçlü bir vesayet odağıydı. Eğer FETÖ, darbe girişiminde başarılı olsaydı devletin vesayet altında olmasından değil, esaret altında olmasından söz etmemiz gerekecekti. Çünkü tarihte hiçbir yapı devlet içinde bu denli güç elde edememiştir. Bir de önceki vesayet odağı Batılı düşünce argümanlarını kullandığı için toplumda çok fazla bir karşılığı bulunmuyordu. Oysa bu vesayet odağı, toplumun din ve milliyete dayalı ortak değerlerini kullanıyordu dolayısıyla toplumun bu odağa karşı uyanması hayli zaman aldı. Bu tasarımda toplum sosyolojisi çok iyi analiz edildi ve bu sosyolojiye tamamen karşılık gelecek bir düşünce sistemi oluşturuldu. Dolayısıyla bu vesayet odağı öncekilerden hem kadro açısından hem de topluma nüfuz etme bakımından çok daha güçlüydü. 15 Temmuz gecesinde bu örgütün, Cumhurbaşkanımız önderliğinde milletimiz tarafından yenilmesi Türkiye'de bu ve benzeri yapıların devlet yönetimindeki etkinliğini büyük ölçüde bertaraf etti. Tabii bu durum sivil siyasetin ve seçilmiş yöneticilerin devlet yönetimindeki olması gereken ağırlığını ve etki gücünü artırdı. 15 Temmuz gecesi milletimiz, devlete musallat olan bu tarz yapılara tarihi bir cevap vermiş ve onları bence tarihin çöplüğüne atmıştır.

Kitabınızdan anladığımız kadarıyla FETÖ'ye CIA, Mossad gibi dış unsurlardan da yardım vardı…

Bir örgüt düşünün ki baştan itibaren dış destekle tasarlanmış, lideri ve yönetici kademeleri de 1998'den beri ABD'de bulunuyor. Eğer bir örgütün yönetim kademesi bir ülkede bulunuyorsa o devletin kontrolü altındadır. 1998'den itibaren örgüt lideri ve önemli yöneticileri ABD'ye, gidince kontrolün bu ülkede olduğunu anlamak için özel bir çabaya gerek yok. Eğer bir devlet size başka bir devlet içinde yapılanmanız için destek verdiyse elbette bu desteğin bir gün karşılığını isteyecekti. Fetöcüler, darbeye kendi dinamikleriyle karar vermiş olsalar bile ona destek veren ülkelerin onayı olmadan böyle bir şeye teşebbüs etmeleri mümkün değildi. Düşünün ki siz hem ABD'de yaşıyorsunuz hem de bir NATO ülkesinde darbeye yapmaya karar verdiniz. Bu kararın tek başına alınamayacağı ve icra edilemeyeceği açıktır. Türkiye özellikle 2010 yılından beri Batılı ülkelerin menfaatleriyle çelişen durumlar olsa dahi dış politikada sadece kendi menfaatlerini gözeterek pozisyonlar almaya çalışıyor ve böyle bir mücadele veriyor. Bu diğer ülkelerde ciddi bir rahatsızlığa yol açtı. 1960, 1980 ya da 1997'de Türkiye'yi yöneten liderlerin Batı'yı rahatsız eden tercihleri darbe dinamiğinin çalışmasına sebep olmuştu. 15 Temmuz'da da aynı etki söz konusu olmuştur. Türkiye'nin sunduğu açık delillere rağmen ABD'nin örgütü himaye etmeyi sürdürmesinin başka bir izahı bulunmamaktadır.

"Darbe girişimi amacına ulaşsaydı Türkiye karanlık bir tünele sokulacaktı" diyorsunuz kitabınızda. Bu nasıl bir karanlık tünel olacaktı sizce. İç ve dış politikada nasıl bir tablo ile karşılaşacaktık?

Darbecilerin, başta Cumhurbaşkanımız ve Ak Parti olmak üzere devlete millete müthiş kin ve öfkeleri vardı. O öfkenin izlerini o gece yaptıkları zulümlerde görüyoruz. Bir işgal kuvveti ülkemizi işgal etseydi dahi o zulümlerin bir kısmı yaşanmayabilirdi. Ancak ülkemiz işgal edilseydi olabilecek şeylerden daha fazlası yaşandı o gece. Kendi uçaklarımızla TBMM, Özel Hareket Dairesi vs… bombalandı, halkın üzerine ateş açıldı, 251 vatandaşımız şehit edildi. Emin olun işler planladıkları gibi gitseydi sadece o gece on binlerce insanımız öldürülecekti. Kendi aralarında konuştukları şeyler arasında "Gerekirse hava kuvvetleri bu ülkeyi yerle bir edecek" gibi, İstanbul'un, Ankara'nın nasıl bombalanacağı gibi vahim şeyler var. O gece planladıklarının sadece küçük bir kısmını icra edebildiler. Türkiye uzun yıllara yayılabilecek büyük kırılmalar ve büyük çatışmalar yaşayabileceği bir yola girmiş olacaktı. Kendi aralarındaki konuşmalara bakarsak onlar da uzun sürebilecek bir çatışma dönemine göre bir hazırlık yaptıkları anlaşılıyor. Darbe başarılı olsaydı Türkiye'nin içine gireceği tünel kendi içine kapanması, çevresinde olup bitenlere odaklanmaması ve kendi içindeki çatışmalarla zayıflaması anlamına geliyordu. Öyle olsaydı birkaç ihtimalden bahsedebilirim: Kesinlikle güney sınırımızda PKK'nın hâkimiyetinde Akdeniz'e kadar ulaşmış bir terör koridoru oluşmuş olacaktı, güney sınırlarımızdaki vilayetlerde kesinlikle DEAŞ ve PKK'nın eylemlerine bağlı olarak büyük karışıklıklar olacaktı, PKK öncülüğünde şehir kalkışmaları ve Suriye ile Irak'ta olduğu gibi parçalamaya yönelik girişimler olacaktı. O gece sınırdaki bütün birliklerin komutanları FETÖ'cü çıktı. Türkiye tam bir kaosa girecekti. Muhtemelen bugün ülke bütünlüğünü korumuş bir Türkiye söz konusu olmayacak ve Sevres'de yüz yıl önce yarım kalanların gerçekleştiği bir tablo ile karşılaşacaktık. Bu tablo ise bizim orta vadede Anadolu'dan ve tarih sahnesinden silinmemiz anlamına geliyordu. 15 Temmuz'da neyi başardığımızın ve ne tür bir tehlikeden kurtulduğumuzun idrakinde olmalıyız. Hala bunun idrakine varamayan insanlar var. Eğer 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı bugün üzerinde yaşayacağımız bir vatanımız ve işleyen bir devletimizin olmama ihtimali çok yüksekti.

Aradan geçen 5 yılın ardından 15 Temmuz bugünümüz için ne manalar ifade ediyor sizce?

Bence 15 Temmuz bizim 21. yüzyılda yolumuzu tayin edecek en önemli dönüm noktalarından biridir. Yaşadığımız ve yaşayacağımız her şey uzun bir süre daha bir şekilde 15 Temmuz'la bağlantılı olacak. Bizim için bu yüzyıldaki en önemli mihenk taşı 15 Temmuz'dur.

15 Temmuz 2016'da milletin gösterdiği direniş de sivil iradenin tahakkuku açısından bir dönüm noktası, bir sıçrama taşı sayılabilir mi? Zira geçmiş darbelerde bu tür bir tepki hiç görülmedi.

Kesinlikle öyle. 2000'li yıllardan itibaren Türkiye'de sosyoloji bu açıdan çok olumlu şekilde değişti. İnsanların eğitim seviyeleri, sosyal refah düzeyleri, farkındalıkları, iletişim ve etkileşimleri arttı. Böyle bir sosyoloji söz konusuyken böyle çağdışı girişimlerle sonuç alma şansı yok. Bu değişimler insanların verdikleri oylara ve temsilcilerine sahiplenme, birilerinin devlete gayrimeşru yollarla tasallut etmesine ve geleceklerini başkalarının belirlemesine engel olma özgüveni verdi. O gün gördüğümüz bu özgüven ve güç böyle bir tehdidi bertaraf etti. Buradan çıkarılan ders şudur: Kurumlar artık demokrasiye, sivil iradeye, sivil yönetime ve halkın seçtiği kişilere tabi olacak. Ne kadar güçlü bir vesayet odağına dayanırsan dayan, arkanda hangi ülke olursa olsun eğer milletten oy alamıyorsan bu ülkenin yönetiminde söz sahibi olma şansın yok. Milletimiz içerideki dışarıdaki bütün güçlere ve siyasilere bu mesajı net olarak verdi. Bu sivil siyasetin ve demokrasinin güçlenmesi demek…

15 Temmuz darbe girişiminin başarısız olmasında öncelikle milletimize büyük bir şükran borçluyuz. Burada sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinin rolünü de teslim etmemiz gerekir. Bu örgütün devlet içinde ulaştığı gücü ve arkasından destek veren unsurları dikkate aldığımızda bu örgütle ancak sayın Cumhurbaşkanımız gibi yüksek lider özelliklerine sahip bir lider cesaretle mücadele edebilir ve halkının bu denkleme katılmasını sağlayabilirdi.

HÜSEYiN AYDIN KiMDiR?

1973 yılında Trabzon'da doğan Hüseyin Aydın, 1995 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu, yüksek lisansını ve doktorasını Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku anabilim dalında tamamladı ve 2020 yılında Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku alanında doçent unvanını aldı. Bir süre Gaziantep ilinde Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapan Aydın, 2000 yılında görevinden istifa ederek avukatlık mesleğine döndü ve bu tarihten itibaren Ankara Barosu avukatı olarak mesleğini sürdürmektedir. Aynı zamanda bir üniversitede Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku alanında öğretim görevlisi olarak görev yapan Aydın'ın hukuk alanında yayımlanmış dört kitabı ve birçok makalesi bulunmaktadır.

BİZE ULAŞIN