Sedat Anar: Sokak müzisyenleri gece yanan sokak lambaları gibidir

Sokak müzisyenleri gece yanan sokak lambaları gibidir
Giriş Tarihi: 1.10.2021 12:38 Son Güncelleme: 27.10.2021 12:15

Sedat Anar alışkın olmadığımız türde bir müzisyen. Aşina olmadığımız sazlar olan santur, lavta çalıyor ama hatırı sayılır bir kitlesi var. Bugün prestijli ve ilgiyle takip edilen çalışmalara imza atıyor ama sıra dışı bir müzik geçmişi var. Öyle sosyal medyada bir video ile gelmemiş bu günlere. Köyde cura ile başlamış müziğe. Hikayeleriyle meşhur dedesinin anlattıkları ve Kerbela ağıtları söyleyen ninesinden dinledikleriyle temeli atılmış. Tarih okurken bir yandan da 8 yıl sokak müzisyeni olarak devam etmiş. Tabiri caizse dişiyle tırnağıyla gelmiş. Bugünse santur çalıyor, divan şairlerinin, mutasavvıfl arın şiirlerine besteler yapıyor, kitaplar yazıyor. Sedat Anar sokaklarda zabıtalar tarafından tartaklandığı günlerden bugün caz çalışmalarına uzanan müzik hayatını Lacivert'e anlattı.

Türkiye'de santur denince ilk akla gelen sanatçılardan biri olduğunuzu biliyoruz fakat çok sık duyduğumuz bir enstrüman değil açıkçası. Araştırma yaparken tarihte yasaklandığını dahi okudum. Biraz anlatır mısınız bize?

Öncelikle internette dolaşan "Santur İran'da kadın sesine benzediği için 500 yıl yasaklandı" iddiası tamamen uydurma. Birisi yazmış ve öyle yayılmış. Santur kadim bir çalgı… Tevrat'ta bile dört defa bahsedilir santurdan. Osmanlı'da Santuri Ali Ufki ile birlikte duyuyoruz. Cem Behar Hoca, Ali Ufki Bey'in Lehistan'dan yanında getirdiğini söylüyor ama başka bir ihtimal de Enderun'da santurun zaten öğretildiği. Sarayda santur icra edilmiş ama 17. yüzyıl sonrasında çok az icracısı olmuş. Kanundaki mandallar olmadığı için Türk müziğine uygun bir çalgı olmamış. Rauf Yekta Bey ise Musevilerin icra ettiğini yazar. Osmanlı'nın son döneminde tekrar ustalar ortaya çıkar. En önemlisi Santuri Ethem Efendi. Daha sonra onun öğrencileri Ziya Santur ve Vecdi Seyhun. 1950'li yıllardan sonra Hüsnü Tüzüner, Sadun Ersin, Zühtü Bardakoğlu gibi ustaları vardır. 2000'li yılların başından itibaren sokak müzisyenleri tekrardan santurun sesini duyurdular. Özellikle Fatih Akın'ın Köprüyü Geçmek / İstanbul'u Hatırlamak belgesel filminden sonra epey ilgi odağı oluyor santur. Bir yıldan fazla İran'da yaşadım ve santuru tüm yönleriyle anlattığım Santurnâme / Geçmişten Günümüze Santurun Tarihi adlı bir kitap yazdım. Orada santuru etrafl ıca anlattım. Sonrasında santur için solo albüm çalışmalarım oldu. Şimdi birçok insan santur dinleyebiliyor. Santur denince Türkiye'de ilk akla gelen isim olmak ve birçok insanı santurdan haberdar etmek beni çok mutlu ediyor.

Bildiğim kadarıyla müzik sizde aileden gelen bir gelenek. Farklı müzik türleri içerisinde yetişmişsiniz ve bu da müziğinize yansıyor sanki. İlk nasıl başladınız peki?

Halfeti'nin küçük bir köyünde doğup büyüdüm. Köyde dedem anlattığı masallarla meşhurdu. Ben de o masalları dinleyerek büyüdüm. Nenem de cenazelerde ağıtçılık yapardı. Herkes onu Ağıtçı Şahide Bacı diye tanır. Okuma yazması yok ama otuza yakın ağıtı var. Daha çok Kerbela olaylarının matemi ve Fatıma anamız için yaktığı ağıtlar. Yıllar sonra ninemin ağıtlarını kaydettim, hatta birine Suyun Ayak Sesi adlı albümümde yer verdim. Ben ilk defa bir sazı ilkokul üçüncü sınıſt ayken elime aldım. Annem bana cura almıştı. Cura, saz ailesinin en küçük sazı. Halen de icra ederim. Annem cura alınca kendi kendime öğrendim. Sonra şanslıydım, Zuhal Karaosmanoğlu adında bir öğretmenim oldu 4. ve 5. sınıſt a. Öğretmenimden birkaç teknik öğrenip daha iyi çalmaya başladım. Bir öğretmen zaten köydeki çocuğun hayatını değiştirir, ben bu yüzden şanslıydım. Güzel öğretmenlerim oldu hep. Halfeti'de Antep'ten yerel bir kanal çekiyordu, yanılmıyorsam adı Hisar TV idi. Orada Aşık Mahzuni Şerif'i gördüm ve dinledim. Zaten ondan sonrasında da Mahzuni türkülerinin hayranı oldum, şimdi de öyleyim. Büyük bir ozan. Aslında santurumla çalıp söylemek de istiyorum ama malum telif hakları sıkıntısı var. Tabii bu arada 23 Nisan ve 19 Mayıs kutlamalarında hep curamla türküler çalıp söyledim. Bir nevi köydeki ilk konserler de diyebilirim. Bir öğretmenim Hasret Gültekin ile Metin ve Kemal Kahraman'ın kasetini bana hediye etmişti. Onları dinleyip çalıyordum. Farklı melodiler dinleyince ben de öyle melodiler çalmaya çalışıyordum. Sonraki süreçte de Hacettepe Üniversitesi Tarih bölümünü kazanıp Ankara'ya gittim.

Bir sokak müzisyenliği geçmişiniz var. Her gün yolda gördüğümüz, dinlediğimiz bir tarz ama hakkında çok konuşmuyoruz sanırım. Nasıl bir deneyim sokakta müzik yapıyor olmak?

33 yaşındayım ve bu 33 senenin 8 yılını Ankara'da sokak müzisyenliği yaparak geçirdim. Türkiye'de 90'lı yılların sonlarına doğru başlamış bir kültürdür sokak müzisyenliği. Bu yüzden halen anlaşılmamış durumda. Mesela ben sokakta müzik yaparken yedi defa kabahatlar kanunundan ceza yedim. Bu şu demek; yani dilencilikle suçlandım. Özellikle zabıtalar bizi anlamadı. Müzisyen değil dilencisiniz derlerdi. Ankara'da Kızılay'da sokakta müzik yaparken dayak da yedik zabıtalardan. Polisler de gelip "kalabalık toplanıyor, böyle olmaz" deyip müzik yapmamızı engelliyorlardı. Zaten bu sebeplerden ötürü sokakta müzik yapmayı bıraktım. Sokakta müzik yaparken de albümüm çıkmıştı. Sonrasında malum süreç yani sahnelerde konserler yapmaya başladım. İlk başlarda salonlarda konser verince 10-15 kişi geliyordu. Zaten eş dost. Sonra Belâgat adıyla solo santur albümüm çıktı. Bu albümü Doğan Hızlan Hoca köşesinde yazdı. Ve onun aracılığıyla Kalan Müzik'e gittim Hasan Saltık ile tanıştım ve Amak-ı Hayâl albümüm çıktı. Bu albümle Türkiye'nin her yerinde dinleyicilerim olmaya başladı. Albüm neredeyse hiç reklam olmadan 5 binin üzerinde sattı. Sakarya'da ve İstanbul'da konserler yaptım. Dinleyicilerim benimle birlikte bestelerimi söyleyince gözlerim dolmuştu. Sonra diğer albümler geldi ve yurt dışında festivallere kabul edildim ve gittim. Pandemiden önce Üsküdar'daki son konserimizde merdivenler dahil salon o kadar dolmuştu ki seyircileri sahneye aldım. Diğer karşı salona sinevizyon konuldu, orası da doldu. Görevli arkadaş 2 bin 500 kişi geldiğini söyledi. Hayatımın en güzel günlerinden biriydi. İşte böyle. Dizlerimi kırıp Ankara'da karanfil sokakta santur çalmaktan buralara geldim. Tırnaklarımla kazıyarak bin bir emekle. Ama hep söylerim. Sokak müzisyenleri geceleri yanan sokak lambaları gibidirler, müzikleri ile sokakları aydınlatırlar.

Ayrı Dilden, Aynı Gönülden albümünüzde şiirleri besteleyip seslendiriyorsunuz. Edebiyattan da beslenip ortaya evrensel bir müzik konmuş gibi. Genel olarak edebiyattan ya da başka bir sanat dalında ilham alır mısınız?

Divan sahibi şairlerin şiirlerine besteler yapıyorum genelde. Daha çok mutasavvıf şairlerin, Allah dostlarının şiirlerine. Ben "hiç ölmeyenlerin şiirine besteler yapıyorum" diyorum buna. Başarılı oldum da diyebilirim. Bir milyon dinlenen bestelerim var. Üstelik popüler müzik değil, Niyazi-i Mısri şiirine ve Yaman Dede şiirine yaptığım bestelerdi bunlar. Ben edebiyatla en başından beri iç içeyim. İyi bir okurum. Bu konuda mütevazı olmayacağım. Okumaya müzik kadar zaman ayırıyorum. Şanslıydım, lisedeki öğretmenlerim sayesinde dünya klasiklerini okudum. Sonrasında devam etti. Bu süreçte hep yazdım. Şiirler, öyküler, anılarımı, günlükler ve denemeler yazıyorum. Bunları paylaşmak konusunda epey sabırlı oldum. Halen de öyleyim. Pişmesini bekliyorum yazdıklarımın. Türkiye'de çıkan edebiyat dergilerinin de sıkı takipçisiyim. Dergilere yazdıklarımı göndermek istemedim. Sokakta müzik yaparken günlük tutuyordum ve anılarımı yazıyordum. Bunları dostlarımın tavsiyesiyle bir dosya haline getirdim. İletişim Yayınlarına gönderdim. Daha sonra Tanıl Bora aradı ve dosyamın kabul edildiğini söyledi. Çok mutlu olmuştum. Sonra da editörüm oldu Tanıl Bora kitapta. Kitap çok sevildi. Şu an ikinci baskısı da bitti. Yeni baskıya gidecek. Ayrıca üç yıldır yavaş yavaş ilerlediğim bir roman dosyam vardı. Bu dosyaya çalışırken editörlerin piri dostum, abim Selahattin Özpalabıyıklar bana yardımcı oldu. Onunla çalışırken çok şey öğrendim. Bu süreç sonunda bir ay önce Hallerin Esiri adlı romanım yine İletişim etiketiyle yayınlandı. Bu arada Kainatın Ritmi adıyla bir müzik kitabının editörlüğünü yaptım. Sokak müziğinin tarihi anlattığım Sokağın Sesleri/ Osmanlı΄dan Günümüze Sokağın Müziği isimli kitabım çıktı. Aynı zamanda bir portre dosyam var hazırda. Santurname kitabım var. Şu an dört kitap dosyam hazır onlar da ilerde yayınlanacak. Edebiyatla ilgilenmek, en başta da okumak bana ilaç gibi geliyor.

Saydığınız geleneksel ögelerin yanında bazen de caz gibi unsurlara rastlıyoruz çalışmalarınızda. Nasıl açıklarsınız kendi tarzınızı?

Dünya müziğini yakından takip ediyorum. İyi de bir arşivim var. En son albüm arşivimin sayımını yaptım. 5 bin albüm biriktirmişim. Bu albümlerin çoğunluğu jazz, Doğu Müziği, Ortadoğu müziği ve Uzak Doğu müziklerinin olduğu albümler. Sokakta topladığım paralarla aldığım albümler. Tabii kitap da alıyordum hep. Bu aralar sadece caz piyanistlerini dinliyorum. Belirli dönemlerde dinlediğim müzik tarzını değiştiriyorum. Özellikle Almanya'da ve Avusturya'da edindiğim ECM, ACT, RAZDAZ ve NAVIE şirketinden çıkan albümleri dinliyorum. Bu arşivim sayesinde ve sürekli yeni albümleri ve müzisyenleri takip ederek kendime özgü bir tarz yarattım diyebilirim. Bunda çocukluktan beri dinlediğimiz türküler ve ninemden dinlediğim ağıtların da payı var. Sadece santur çalmıyorum. Lavta, kopuz, setar, bağlama, dutar, gitar, vurmalı çalgılar da icra ediyorum. Kendi albümlerimde bu sazları kendim icra ettim. Çalım teknikleri konusunda da epey çalıştım. Halen çalışıyorum. Sürekli dinleyerek ve çalışarak kendi yarattığım bir müzik tarzıyla besteler yapıyorum.

Türkiye'de Youtube, Spotify gibi mecraların artmasıyla biz dinleyiciler de farklı müzisyenleri ve ana akım türler dışında farklı müzik türlerini tanıyoruz. Siz bu gelişmeleri, bu anlamda Türkiye'de ve dünyadaki müzik sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Geçenlerde çok sevdiğim bir müzisyen olan Hindi Zahra'nın söyleşisini dinledim. Orada Myspace'e yüklediği bir besteyle Avusturya'ya davet edildiğini ve sonrasında ilk albümünün teklifini aldığını söyledi. Yani düşünsenize Fas'ta kendi imkanlarıyla bir kayıt yapıp sonra albüm sponsoru bulup dünyaca ünlü bir sanatçı oluyor. Yukarıda da uzun uzun anlattım zaten. Ben sokakta müzik yaparak başladım konserler vermeye. Şimdi ise yüzlerce dinleyicilerimin geldiği konser salonlarında çalıyorum. Yani iyi bir şey yapıyorsanız -ki artık internet çağındayız- insanlara ulaşmanız kolay artık. Bir şekilde adınızı ürettiklerinizle duyuruyorsunuz.

Pandemi sürecinde siz de dijital mecralarda ev kayıtları yaptınız, sosyal medyada duyurdunuz ve çok da ilgi gördü sanırım. Biraz bahseder misiniz onlardan da?

Pandemi döneminde 40 bestemi evde kaydettim. Bu kayıtlarda, eşim Damla bendiriyle, kardeşim Selahattin de erbanesi ve akustik gitarıyla eşlik etti. Bu bestelerin hepsini "Ev Kayıtları" adı altında YouTube kanalıma yükledim. Ev kayıtlarım içinde 10 enstrümantal beste seçip Pandemide Evde Kaydettiğim Enstrümantaller adıyla dijital albüm olarak Spotify'da yayınladım. Ev kayıtlarım çok sevildi. Mesela Niyazi-i Mısri'nin "Gül müdür bülbül müdür?" adlı şiirine yaptığımız beste çok sevildi. Şu an baktım 210 bin defa dinlenilmiş. Aynı şekilde "Gözlerin" adlı bestem de aynı ilgiyi görmüş. YouTube çok önemli bu konuda. Pandemiden önce 25 bin takipçim vardı ama şu an 47 bin 500 olmuş.

BİZE ULAŞIN