Şinasi Gündüz: YAHUDİ GELENEĞİ, İSRAİLOĞULLARI IRKÇILIĞINA DAYANIR

YAHUDİ GELENEĞİ, İSRAİLOĞULLARI IRKÇILIĞINA DAYANIR
Giriş Tarihi: 6.11.2025 13:55 Son Güncelleme: 6.11.2025 13:56
Belki de tarihin en acımasız ve vahşi soykırımlarından biri herkesin gözü önünde cereyan ediyor ve belki ilk defa onlarca yıl süren ve şiddeti gün geçtikçe artan bu etnik temizliğin durdurulması için birkaç istisna dışında dünyadan samimi bir ses yükselmiyor. Sadece insanlar öldürülmüyor; hamile kadınlar, çocuklar, kundaktaki bebekler hatta hayvanlar katlediliyor, zeytin ağaçlarından binalara kadar her şey yerle bir ediliyor. Siyonist işgalcilerin sadece askeri ve siyasi referanslardan hareket etmediği, katliamın temelinde teolojik bir altyapının olduğu da ortada. Yahudi kutsal metinlerinde etnik kimlik merkezli inanç yapısı, Yahudi olmayanların sosyolojik statüsü, Filistinlileri nasıl “Amalekli” olarak gördükleri, Tevrat’ın derleme bir metin oluşuna dair bilimsel çalışmalar ve Hristiyan Siyonizm’inin teşekkül süreci gibi konuları dinler tarihçisi Prof. Dr. Şinasi Gündüz’le konuştuk.

Gündemimizin merkezinde yer alsa da halen Yahudilik ve Siyonizm hakkında bir kavram kargaşası mevcut. Bunu ayıklayarak başlayalım isterseniz. Bir Yahudi kendine, dünyaya ve Tanrı'ya nasıl bakar? Yahudiliğin özellikle sosyal hayata ve dünyaya bakışını şekillendiren temel umdeleri nedir?

Milattan önce 10. yüzyıl sonlarında, Hazret-i Süleyman'ın mirasının parçalanması sonrasında ortaya çıkan Yahuda ve İsrail ayrışması var. Yahudilik, bu ayrışma döneminde yavaş yavaş şekillenen, Yahuda devleti diye bilinen, birkaç yüzyıl devam eden devletin yaşadığı travmalarla beslenen ve
özellikle de "Babil sürgünü" dediğimiz milattan önce 6. yüzyılda gerçekleşen sürgünde artık etnik kimlik merkezli bir din halinde teşekkül eden bir inanç sistemidir. Yahudiliğin tek tanrıcı özelliği yanında en temel özelliklerinden biri etnik kimlik merkezli bir din anlayışına sahip olması. Bundan dolayı Yahudiliği etnosentrik bir din olarak kabul ederiz. Yahudi geleneğinde Yahudi olmakla İsrailoğulları'ndan olmak aynı şey olarak görülüyor. Dolayısıyla etnik kimlikle din özdeşleştiriliyor, buna dayalı olarak da bir seçilmişlik öğretisi yani Tanrı katında seçkinlik ve ayrıcalık düşüncesi bu dinin tam merkezini oluşturuyor. Bundan dolayı Yahudi zihin yapısında İsrailoğulları Tanrı'nın seçilmiş halkıdır, diğer halklardan üstündürler. Elitist bir yapı ortaya çıkıyor böylece.

Bu seçilmişlikte kendilerine ayrıcalık tanındığını düşünürler mi?

Bu çerçevede Yahudiler, Tanrı'nın kendilerine yani seçilmiş halka bazı ayrıcalıklar tanıdığına inanır. Mesela "arz-ı mevud" ya da Eretz Muvtehet öğretisi çerçevesinde, Filistin topraklarını da içine alan hatta Anadolu'nun bir kısmını da içeren Orta Doğu'daki önemli bir coğrafyanın Tanrı tarafından kendilerine verildiğini ve nesiller boyu adeta kendilerine tapulandığını düşünürler. Aynı şekilde ne kadar günaha girerlerse girsinler, Tanrı'nın mutlaka kendilerini affedeceğini düşünürler. Bu etnik kimlik merkezli dinde etnik kimlikle Tanrı arasındaki ilişki açısından baktığımızda bir bakıma Tanrı İsrailoğulları'nın tanrısıdır, İsrailoğulları da Tanrı'nın halkıdır. Bu çerçevede Yahudiliğin tek tanrıcığı her ne kadar monoteist bir yapı arz etse de İslam'ın tevhit akidesinden temelde farklıdır. Çünkü tevhit, yalnızca ontolojik anlamda değil her açıdan Allah'ın birliğini ve tekliğini merkeze alır ve tüm hayatta, tüm evrende ve insanlık âleminde Allah merkezli bir zihin yapısının inşasını ifade eder. Dolayısıyla tüm insanlar Allah'ın iradesi, koyduğu sınırlar, Allah'a verilen söz ve O'nun hükümleri karşısında eşit konumdadır ve birinin diğerinden farkı yoktur. Üstünlük, Allah'a yakın olmakla ölçülür ve bunu Allah'tan başka kimse bilemez. İnsanlar arasında etnik kimlik, ırk, renk, cinsiyet ve benzeri açılardan değil sadece takva açısından bir fark söz konusudur. Ama Yahudi düşüncesinde hiçbir zaman İsrailoğulları'ndan olmayan biri, onlar kadar ayrıcalıklı olamaz. Bundan dolayı Kur'an-ı
Kerim'de bazı ayet-i kerimeler bu duruma dikkat çeker. "Bize ateş, sadece sayılı günlerde dokunacaktır" veya "Biz Allah'ın oğullarıyız ve sevgilileriyiz" dediklerine dikkat çekerek onların bu iddialarını reddediyor Kur'an. Bütün bunlar Yahudiliğin etnik kimlik merkezli bir inanç sistemi olduğunu ve bu inancın Yahudi elitizmine ve üstüncülüğüne dayalı ırkçı, şovenist bir anlayışın temelini oluşturduğunu bize gösteriyor.

Yahudilik, "öteki"ni nasıl konumlandırıyor? Bir Müslüman, Hristiyan, Budist veya ateist Yahudi'nin nesi olur?


Yahudi zihin yapısında Yahudi olmayanlar "goyim" olarak adlandırılır. Goyim, sosyolojik olarak "öteki" anlamında kullanılan bir kavramdır. Buna göre insanlar ikiye ayrılır: Yahudiler ve goyim. Bu ikisinin kıyaslanması asla söz konusu değildir. Goyim de kendi içinde iki sınıftır: Nuhîler ve Nuhî olmayanlar. Bu taksime göre Nuhî olanların da Tanrı katında bir yeri bir ihtimal olabilir. Nuhî olmayanların ise Tanrı katında bir yeri yoktur. Her iki ihtimalde de goyim hiçbir zaman bir Yahudi seviyesinde değildir ve bu çerçevede goyimin özel bir hukuku vardır. Hatta bazı Yahudi din bilginleri, Yahudilerle ilişkileri bağlamında goyimin vahşi köpekten farksız olduğunu düşünmüştür. Bu yüzden günümüzdeki Ortodoks Yahudi zihin yapısı, Yahudi olmayanların, Yahudilere hizmet ettiği ölçüde değerli olacağını kabul eder. Eğer Tanrı'nın seçilmiş halkına hizmet etmiyorsa onun hiçbir önemi yoktur. Hatta önemi bir tarafa onun insanlığı bile sorgulanır. Tıpkı Gazze soykırımını yürüten Siyonistlerin Filistinlileri "human animals" yani "insanımsı hayvanlar" şeklinde yaftalayarak soykırımı meşrulaştırmaya çalışmaları gibi.

Bir insanın İsrailoğulları'ndan olup olmaması da kendi tercihiyle, seçimiyle ilişkili değildir. Her ne kadar günümüzde Yahudilik, din değiştirerek Yahudi
olmayı kabul etse bile uygulamada bu çok zor gerçekleşen bir durum olarak görülür. Bu, Yahudiliğin evrensel bir din şeklinde kendisini lanse etmeye çalışmasıyla alakalı. Diğer taraftan, Yahudi ailede doğan bir kişi seküler de olsa agnostik de olsa Yahudi kimliğini taşımaya devam eder. Bundan dolayı Yahudi geleneği temelde İsrailoğulları ırkçılığını merkeze alan ve tüm insanlara da bu gözle bakan bir anlayış arz eder. Netanyahu başta olmak üzere etrafındaki yapı sıklıkla düşman olarak etiketledikleri halkları tarihsel anlamda İsrailoğulları'nın düşmanı olarak kendi kutsal metinlerinde bahsedilen halklarla özdeşleştirirler. Bundan dolayı Filistinlilere "Amalekler" derler. Amalekler Yahudi kutsal kitabının anlatısında, İsrailoğulları tarihinde onlara düşmanlık ve kötülük yapan bir kavimdir. Bugün de bu topluluk, Siyonistlerin işgaline direnen insanlarla özdeşleştiriliyor. Aynı şekilde seçilmişlik düşüncesinden hareketle, Filistinliler hakkında "insanımsı hayvanlar" diyorlar çünkü onlar asla kendileriyle eşit görülmüyor ve bu
sebeple onları çocuk, yaşlı, hamile demeden katledebiliyorlar; çünkü onlara göre Filistinlileri öldürmek, bir insanı katletmek anlamına gelmiyor. Dolayısıyla faşist, ırkçı ve şoven bir zihin yapısının dini argümanlardan hareketle meşrulaştırıldığını söyleyebiliriz. Bu teopolitik bakışla, işlenen siyasi fiiller teolojik dayanaklardan hareketle meşrulaştırılıyor.

Bu nasıl bir teopolitik anlayış ki, muhatabını öldürmekle kalmıyor, taş üstünde taş koymuyorlar; hayvanlara ve ağaçlara varıncaya kadar katlediyorlar?

Yahudi kutsal metninde, Tanrı'nın Amaleklerle olan mücadelesinde verdiği bir emir vardır. 1. Samuel kitabında yer alan anlatıya göre Tanrı, Saul'a "Şimdi git Amalek'e saldır, sahip oldukları her şeyi yok et, onlara acıma; erkeği, kadını, bebeği, süt emen çocuğu, öküzü koyunu, deveyi eşeği hepsini katlet" emrini verir. Buradaki emir öyle şiddetli ki, hiçbir canlıyı sağ bırakmayacak şekilde yerle bir edilmesini istiyor. Siyonist Yahudiler, Tanrı'nın Amaleklerle savaşta bu kadar açık bir emir vermesini bugün Filistinli direnişçilere karşı gösterecekleri muamelede bir ölçü kabul ediyorlar. Nitekim İsrail bugün kundaktaki bebeğe varıncaya kadar masum insanları katlediyor, binaları yıkıyor, hayvanları öldürüyor hatta Batı Şeria'daki zeytin ağaçlarını kesiyor. İşgal ettikleri toprakları kendi mülkleri olarak görüyorlar. Tanrı'nın, İbrahim'le olan konuşmasında o toprakları kendilerine verdiğini iddia ediyorlar. Uydurma bir köken mitosundan başka bir şey olmayan "Arz-ı Mevud" öğretisinden hareketle Filistin topraklarında hak iddia ediyorlar. Esasen Yahudi kutsal kitabı, Yahudi zihin yapısının tarihsel süreç içerisinde derleyip kurguladığı bir kitaptır.

Modern çalışmalar bu metnin, milattan önce 10. yüzyıl ile milattan önce 4. yüzyıl arasında peyderpey derlenen bir metin olduğunu ortaya koydu. İsrailoğulları tarihinde yaşanan travmalar, sürgünler, işgaller, kaoslar bu kitaptaki metinlere yansıyor. Arz-ı mevud ve seçilmişlik öğretisi bu kitabın ana
eksenini oluşturmaya başlıyor. Yahudi kutsal metni malumunuz üç bölümden oluşuyor; Tora, Nebiler ve Yazılar. Bu üç bölümden en eski tarihli olduğu ifade edilen ve Ortodoks Yahudilerce baştan sona Hazreti Musa'ya atfedilen Tora bölümü üzerine yapılan çalışmalar aslında bu kitabın tarihte yaşanan sosyal, siyasal, kültürel hadiselere bağlı olarak "üretilmiş", kurgulanmış bir metin olduğunu söylüyor. Bu konuda birçok bilimsel araştırma, çalışma mevcut. Örneğin Julius Wellhausen'in dört kaynak teorisi bunlardan birisi. Buna göre Tora'da, dört farklı döneme ait materyalin bulunduğu iddia ediliyor. Dolayısıyla Yahudi kutsal kitabı uzun bir tarihsel süreçte "derlenen" bir metin ve derlendiği dönem itibarıyla bu metnin örneğin Tora'nın Hazret-i Musa'yla bir ilgisi yok, Hazret-i İbrahim'le hiç ilgisi yok.

Dini argümanların yanı sıra, Filistin'deki işgalci, Siyonist yapı aslında Batı emperyalizminin ve koloniciliğinin günümüzdeki uzantısıdır. Batı emperyalizmi bundan yüzlerce yıl önce Avustralya kıtasını, Amerika kıtasını, Yeni Zelanda'yı sömürgeleştirirken oradaki milyonlarca Aborjin'i, Kızılderili'yi, Maori'yi katletmeyi, topraklarına çökmeyi nasıl meşru gördüyse bugün aynısını Siyonistler yapıyor. Polonya, Rusya ve diğer birçok ülkeden toplama işgalciler, ABD'nin, İngiltere'nin, Almanya'nın verdiği destekle insanları katletmeyi, topraklarını gasp etmeyi kendisinde bir hak olarak görüyor.

Siyonizm'in artık Yahudi ilahiyatından beslendiği bir gerçek ama kuruluş felsefesi itibariyle modern ve seküler bir ideoloji olarak ortaya çıkıyor. Siyonist ideolojiyle geleneksel Yahudi anlayışı arasında gerilimler oldu mu bugüne kadar?

Siyonizm, ortaya çıkış itibariyle Yahudi inanç esaslarından teşekkül ettirilmiş bir kavram değil. 19. yüzyıl sonlarında seküler bir ideoloji olarak Nathan Birnbaum, Theodor Herzl gibi kişiler tarafından Avrupa'da kurgulanan ve pazarlanan, Yahudiler için bir ulus devlet oluşturma fikrinden hareket eden
bir ideoloji. Bu konuda bu kişilerin Avrupa'daki Yahudi sorununun çözümüne dair birtakım öneriler ortaya atan makaleler yazdıklarını biliyoruz. O dönemde Avrupa'da gerçekten bir Yahudi sorunu var; zira Yahudiler asimile olmuyor ve Avrupa halkları bundan rahatsızlık duyuyor. Dolayısıyla o dönemde popüler olan ulus-devlet furyasının da etkisiyle Yahudilere Filistin'de bağımsız bir devlet kurma fikri etrafında Siyonist ideoloji kurgulanıyor ve dönemin siyasi ve sosyal şartları altında başta İngiltere olmak üzere Batılı emperyalist güçlerce destekleniyor. 1917'de Belfour deklarasyonuyla İngilizler bu projeye açıktan destek veriyor, aynı yıl Filistin'i işgal eden İngilizlerin koruması altında Siyonist proje hayata geçirilmeye başlanıyor ve Yahudiler Filistin'e göç etmeye teşvik ediliyor.

Ancak dünyadaki Yahudilerin büyük çoğunluğu 1935'lere kadar göçmeye razı olmuyorlar. Çünkü dindar Yahudi zihin yapısı, Siyonizm'in kendi inançlarına aykırı olduğunu düşünüyor. Bu Yahudiler gelecekte mutlaka vaat edilmiş topraklara döneceklerini, fakat bunun Mesih'le birlikte gerçekleşeceğini, henüz Mesih gelmemiş olduğu için de Siyonist hareketin Mesih'in rolünü çaldığını ve bu durumun Tanrı'nın planına karşı gelmek anlamına geldiğini düşünüyorlar. Bugün bile halen bu düşüncede olan ve İsrail'in politikalarını desteklemeyen Satmar Yahudileri, Gerçek
Tevrat Yahudileri, Naturei Karta gibi bazı gruplar var. Fakat İkinci Dünya Savaşı şartlarında çok şey değişiyor; İkinci Dünya Savaşı önce ve esnasında Almanya'da, Avusturya'da, Polonya'da ve diğer Avrupa ülkelerinde Yahudilere karşı yürütülen operasyonlar, geniş Yahudi kitlelerinin Siyonizm'i benimsemesi için zorlayıcı bir sebep haline geliyor. Seküler bir proje olan Siyonizm, bu sayede dini bir kılıfa da bürünüyor. Bir realite olarak şunu söyleyebiliriz: Günümüzde, dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan Yahudilerin yaklaşık yüzde sekseni artık Siyonist projeye destek veriyor. Çünkü
Siyonizm çerçevesinde Yahudi milliyetçiliği ve ulus devlet fikri satın alınmış oluyor.

"Hristiyan Siyonizmi" olarak ifade edilen düşünce yapısının temelinde nasıl bir teolojik bakış açısı var peki?

Her ne kadar bu Siyonizm, 19. yüzyılın sonlarında ilk defa literatürde kullanılmış olsa bile Siyonizm'in temelini oluşturan Yahudilerin vaat edilmiş topraklara dönmeleri ve orada egemen olmaları, birkaç yüzyıl öncesinden beri zaten bazı kiliselerde zihnen dillendirilen bir proje. Biz bunu Reformasyon döneminden sonra kıta Avrupa'sında çeşitli kilise hareketlerinde, bazı Hristiyan din adamlarının eserlerinde görüyoruz. 19. yüzyılın başlarında bazı Hristiyan çevrelerin, Avrupa'daki monarşi yönetimlerini Yahudilere bir ulus devlet kurmak için göreve davet ettiklerini biliyoruz. Çünkü bunu savunan Hristiyanlar kendi gelecek dönem tasavvurlarından hareketle Yahudilere destek vermenin kutsal bir görev olduğunu düşünüyorlar. Bu Hristiyanlar, bu şekilde gelecek dönemde vuku bulacağı söylenen hadiselere ortam hazırlamanın, bunlara destek vermenin Tanrı'nın planına destek vermek olduğuna inanıyorlar, bu konuda kutsal kitaplarındaki yalnızca İsrailoğulları'nın Tanrı halkı olduğu ve vaat edilmiş toprakların onlara Tanrı tarafından verildiği anlatısını değil İsa Mesih'in ikinci kez yeryüzüne gelmesi ve yeryüzünde Tanrı krallığını kurmasına dair anlatıları da kendileri için referans alıyorlar. Buna göre Yahudiler Arz-ı Mevud'a dönecekler, burada egemen olacaklar, diğer kavimlerin onlara saldırmasıyla büyük ve küresel bir savaş meydana gelecek. Bu savaş iyiyle kötünün birbirinden ayrıştığı Armagedon'u üretecek, bu arada Yahudilerin büyük kısmı Hristiyan olacaklar ve Armagedon'dan sonra İsa Mesih yeryüzüne inerek bin yıl sürecek olan Tanrısal krallık dönemini, altın çağı başlatacak. Bu zihin yapısına göre bütün bunların olması için "Tanrı'nın seçilmiş halkının" o topraklara dönmesi gerekiyor. Bu sebeple, Siyonizm kavramı henüz ortaya çıkmamışken
çeşitli din adamları bunun propagandasını yaptılar. Biz buna Hristiyan Siyonizmi diyoruz.

Hristiyan Avrupa'nın Yahudiliğe bakışı homojen değil anladığım kadarıyla. Bir tarafta adı konulmamış bir Siyonizm propagandası, diğer tarafta şeytanlaştırma…

Evet, iki farklı anlayış var. Hristiyanlık ve Yahudilik ilişkisine dair tarihsel sürece baktığımızda, kabaca ortaçağ başlarından itibaren Yahudiler, Hristiyanların büyük çoğunluğu tarafından "İsa Mesih katilleri" olan "lanetli" bir halk olarak nitelendirildiler. Hazret-i Ömer, Kudüs'ü fethetmeden
önce şehre hâkim olan Hristiyanlar, Yahudilerin şehirde serbestçe ibadet etmelerine izin vermiyordu. Zira Yahudilerin imajı "İsa'nın katilleri"ydi ve "Mesih karşıtı" olarak nitelenen Deccal'in de Yahudiler arasından çıkacağını düşünüyorlardı. Az önce anlatmaya çalıştığım Siyonist Hristiyanların aksine bunlar, Tanrı Oğlu'nun yeryüzüne gelmesinden sonra Tora'ya dayalı tanrısal ahdin değiştiğini, yani İsa Mesih geldikten sonra bütün Tanrısal planın değiştiğini, seçilmişlik ve vaat edilmiş topraklara dayalı Tora yasasının artık hükmünün kalmadığını düşünüyorlardı. Bundan dolayı Yahudiler tarih boyunca Hristiyanlar tarafından baskı ve takibata uğradılar.

Örneğin Reformun en önde gelen figürü olan Martin Luther, Yahudiler ve Yalanları Üzerine isimli bir kitap kaleme aldı ve bu kitapta Yahudilerin
ne kadar lanetli bir halk olduğunu; evlerinin yakılması, mallarına el konulması, sürülmesi ve kendilerine zulmedilmesi gerektiğini anlatıyor. Hatta Peter
Wiener isimli bir yazar, Hitler'in Manevi Atası Martin Luther isimli bir kitap yazdı. Luther sonrasında ne değişti de Hristiyan Siyonizmi ortaya çıktı, doğrusu bu tartışılması gereken bir mesele. Bugün ABD'de kabaca iki yüz kilise bünyesinde bir araya gelen Evanjelik Hristiyanlar Siyonizme büyük destek veriyor.

Bunların ABD'de büyük bir etki alanına sahip olduğu biliniyor. Öyle ki Trump'ın ilk döneminde kendisine verilen oyların yaklaşık yüzde 40'ının Evanjeliklerin oyu olduğuna dair bir istatistik görmüştüm. Bu yüzden olsa gerek, bugün de Trump'ın kabinesindeki bakanların büyük çoğunluğu ya köken olarak Yahudi'dir ya da Evanjelik Hristiyan'dır. ABD'deki senatörlerden Lindsey Graham, İsrail'e destek vermenin Hristiyanlığın bir şartı olduğunu sık sık söylüyor. Yine aklıma gelmişken hatırlatayım; Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde İsrail'in soykırım davasında İsrail lehine tek oyu
kullanan Ugandalı hâkim Julia Sebutinde, İsrail'i desteklemenin Tanrı'nın bir buyruğu olduğunu söylemişti. Sebutinde'nin Evanjelik olduğu biliniyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi yüksek bir mahkemede bile bir hâkimden böyle bir söz sadır olabiliyor.

Biden 7 Ekim olaylarından hemen sonra "Eğer İsrail mevcut olmasaydı onu bizim icat etmemiz gerekirdi" demişti. İsrail devleti Batı dünyasının Orta Doğu'daki uç beyliğinin ötesinde bir anlam mı taşıyor?

Kesinlikle öyle. Sadece Biden değil, ABD'deki birçok yönetici ve asker İsrail'i Doğu Akdeniz'de kendi çıkarlarına hizmet eden bir yapı, adeta büyük bir uçak gemisi olarak görüyor. Dolayısıyla İsrail, sadece İsrail'den ibaret değil, Batı'nın bir uç karakolu. Batılı emperyalist güçler açısından bakınca,
bu bölgedeki kendi askeri ve siyasi çerçevesinde bir ilişkiler ağı dizayn ediyorlar burada. ABD'nin menfaatlerine hizmet edip, onun çıkarlarını gözetiyorsan, ister demokrat ol ister tiran, ABD sana destek veriyor. Mısır'daki darbeci Sisi bunun en açık örneğidir. Trump Orta Doğu'daki liderlerle
ilgili "Biz olmasak asla o koltuklarda oturamazlar" diyor. Bu açıdan bakıldığında Batılı güçler açısından İsrail Batı'yı temsil ediyor. Netanyahu son yıllardaki demeçlerinde Tel Aviv düşerse Paris'in, Londra'nın da düşeceğini söylüyor ve Orta Doğu'da Batılı devletlerin çıkarlarını koruduğunu ifade
ediyor. En son Katar saldırısında biz bunu gördük. İsrail; ABD'nin Orta Doğu'daki en büyük üssü olan El Udeid Hava Üssü'ne sahip olan, bütün silahlarını ABD'den alan, ABD'yle trilyon dolarlık ticari anlaşmaları bulunan Katar'ı binlerce kilometre öteden gelerek bombaladı ve ABD bu durumdan
haberdar olmadığını ifade ederek büyük bir yalan söyledi. Bunu herkes biliyor. Böyle olaylarla ABD, bölgedeki ülkelere "Bakın, bizim desteğimiz olmazsa bir gün İsrail gelir ve sizi yok eder" mesajı veriyor. Bu çerçevede bölgenin ABD'ye ve İngiltere'ye bağımlılığı pekiştirilmeye çalışılıyor. Bölge, ABD tasallutundan, hegemonyasından kurtulmadığı sürece İsrail'le mücadele edemez.

BİZE ULAŞIN