Ahmet Özhan: KERBELA SEMBOLİZMİ

KERBELA SEMBOLİZMİ
Giriş Tarihi: 3.11.2025 16:37 Son Güncelleme: 3.11.2025 16:37

Kerbela hadisesi hepimizin malumu ama ihtisâren hatırlatalım: Hazret-i Hasan'dan itibaren bakalım meseleye. Hazret-i Hasan, Yezid'in babası
Muaviye'yle harbe tutuşacaktı. Ehl-i Beyt-i Mustafa'nın tek bir hassasiyeti vardı: Mülk ve ümmet mutlaka layık eller tarafından yönetilmeliydi. Mülke talip olanların zaafları vardı ve zaafları olmayan reşit halifelerden sonra artık yönetimin bu tür insanların eline geçmemesi lazımdı. Hilafetin, yani ümmetin idaresinin, yani Kitap ve Sünnetin idamesinin zaafsız kişilerin idaresinde olması gerekiyordu. Hazret-i Hasan buna itiraz etti. Nitekim Hazret-i Ali ile Muaviye'nin arasında cereyan eden meseleler de malum. Nice Müslüman kanı döküldü, ümmet perişan oldu.

Hazret-i Ali Efendimizin şehadetinden sonra, Hazret-i Hasan zamanında da aynı fitne devam ediyordu. Hazret-i Hasan da buna itiraz etti. Çünkü kâmil insan kendi döneminde, olması gerektiği gibi davranır. Hele hele bahsettiğimiz bu zevat- ı kiram, böyle âlî zatlar, hiçbir şekilde nefislerinden değil, mutlaka Cenab-ı Hakk'ın tecelliyâtından hareket ederek karar verirler. Bunu başka türlü yorumlamak mümkün değildir. Hem hakikate mugayir olur hem edebe mugayir olur. Hazret-i Hasan da tecelliyâtın eseri olarak tekrar kardeş kanı dökülmesini istemedi ve hilafeti Muaviye'ye bıraktı. Ancak bir şartla: Hilafet sadece Muaviye ile sınırlı kalacak, kendisinin ölümünden sonra oğluna geçmeyecek yani saltanata dönüşmeyecekti. Yeni halife şura-yı ümmetin kararıyla seçilecekti. Fakat Muaviye anlaşmayı bozdu ve oğlu Yezid'i veliaht tayin etti.

İmam, davete icabet etti

Hazret-i Hasan vefat etmişti. O sırada Muaviye'nin ölümünden sonra Kufe'den on binlerce mektup yollandı Hazret-i Hüseyin'e. Israrla, "Ya İmam, gel başımıza geç, halifemiz ol." dediler. Dikkat buyurunuz, Cenab- ı Hüseyin'den bahsediyoruz, hilafete mi tenezzül eder o yüce zât? Devletin başında olmaya tenezzül eder mi? Bir kere, Cenab-ı Hüseyin Efendimizin yaşadığı manevi halleri yaşamayan, tatmayan bunu anlayamaz. Cenab-ı Hüseyin'in bir hilafet sevdasından dolayı yola çıkması söz konusu değildir ama on binlerce insanın davetine icabet etmezse, Hak huzurunda sorumlu olur. Madem böyle bir davet var, "peki" dedi O da ve kendini destekleyenlerle beraber yola çıktı.

Her durakta karşı taraftan yine haberler geldi. On binler binlere düştü, binler yüzlere düştü. Yol bitti, Kerbela'ya gelindi. Üç yüz-beş yüz kişi kaldılar. Karşıdaysa donanımlı koca bir ordu var. Hazret-i Hüseyin Efendimiz, "Madem şartlar böyle oluştu, Kufeliler vazgeçti, ben de artık hilafete talip değilim. Bırakın, geri döneyim" dedi. Çünkü Onu yola çıkaran sebep artık ortadan kalkmıştı. Karşı taraf, Cenab-ı Hüseyin'in teklifini kabul etmediler.
"Peki, arkamdaki insanları yollayayım, beni alın." deyince, "Onlar da artık gidemez" dediler. Ne kadar çözüm ürettiyse, kan dökülmesin diye ne kadar gayret sarf ettiyse karşılık bulmadı. Yezid tarafı baskıyı giderek artırdı. Son gece Cenab-ı İmam Hüseyin çadırlardaki mumları dinlendirtti ve etrafındakilere "Benimle olmak zordur, gidene gönül koymayacağım. Lütfen gidin." dedi. Bu söz üzerine yetmiş kişi kalıncaya kadar herkes gitti. Kalan kişilerin yarısı zaten kendi evlad ü iyaliydi, diğerleri ise yârânı. Onlar, Hüseynî meşrebi taşıyan yiğitlerdi. Üç paralık dünyaya tamah edip de canını kurtarmak için sevgililer sevgilisini orada terk edip gidenler değil!

Cenab-ı Hüseyin ne olacağını çok önceden biliyordu. Fakat ne Allah'ın kaderine isyan etti, ne de ümmetin davetlerini geri çevirdi. Ümmetin davetinde de bir hikmet olacağını düşünerek hareket etmişti. Netice itibariyle evladını, ıyalini, ahbabını kestiler, tek başına kalıncaya kadar herkesi kırdılar ve O da tek başına elinden geldiği kadar vuruştu, mücadele etti, en sonunda o da şehit oldu.

Hz. Hüseyin, aşk şehididir

Buraya kadar anlattıklarımız tarihi vaka. Meseleye sadece bu perspektiften bakıldığı zaman "Ah Hüseyin, vah Hüseyin" diyoruz. Fakat takdir-i ilahi nazarından bakıldığı zaman da şunu sorarız: Allah kendi zatının zuhurundan yarattığı sevgilisinin evladına zulüm mü eder? Demek ki hadisede bir kere zahirde göründüğü gibi bir zulüm yok. Velayet sahibi sultanlarımız Mevlana, Attar, Niyazi-i Mısri, Fuzuli gibi zatlar hadiseye böyle bakıyor. Hatta denir ki, "Hüseyin'in dudakları susuzluktan değil, sevgilisine olan hasretinden dolayı kurudu." İşte kişi bunun zevkine vardığı zaman İslam'ın farkına varır, tasavvufun zevkini alır ve her şeyi feda edebilecek bir kıvama gelir. Nefsini okşayacak fiilleri de nefsini okşasın diye değil, bir hikmeti vardır diye, şer-i şerife mugayir olmamak kayd u şartıyla yapar. Ama onlara tenezzül ederek değil.

Hazret-i Hüseyin derken, Resul-i Ekrem'e en yakın olan ve potansiyel olarak onu temsil eden bir zattan bahsediyoruz. Hüseyin Efendimiz, aşkın şehidi. Çünkü Allah'a aşkından ve Onun verdiği kadere olan sadakatinden, sabitkadem oluşundan dolayı hayatı bu şekilde yaşadı ve sonlandırdı. Cenab-ı Hakk'ın hükmüne boyun eğdi. Bazen Hazret-i İmam'ın bu halini "sabır" kavramıyla yorumlayanlar oluyor ama bunun çok yanlış bir değerlendirme olduğunu düşünüyorum. Sabır nedir? Sevgiliye sabredilmez, Ona ram olunur ve feda olunur. Sabrediyorsan orada zorlama vardır. Sabır âşık için değildir, sıradan insanlar içindir. Cenab-ı Hüseyin'den ve onun çizgisindeki zevattan bahsedersek, sabır onlar için düşüklüktür. Bu yüzden Kerbela'yı aşkın şehadeti olarak yorumlamak gerekir. Tasavvufta Kerbela sadece bir tarihi facia değil, aynı zamanda ilahi aşkın en yüksek mertebesine ulaşan bir teslimiyet makamı olarak görülür. Bu anlayışta da Hazret-i Hüseyin mazlum değildir. O, zevkle, şevkle vuruştu Kerbela'da. Mazlum değil, aşk için kendini feda etmiş bir şehid-i aşktır.

Meseleye daha da derinden baktığımızda, aslında ortada bir feda hali de yoktur. Kişi, kendisine ait zannettiği şeyi feda eder. Fakat gerçek âşık bilir ki kendine ait bir varlığı yoktur. Asıl olan, malı sahibine iade etmektir. Hatta "İrcıî" diye çağırıldığında, "Lebbeyk" diye teslim olmaktır. Feriduddin Attar, Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Şeyh Galib gibi mutasavvıflar Onun şehadetini aşk yolunun kaçınılmaz bedeli olarak yorumlar. Allah insana aşkı verir, sonra da sınar. "Sana aşkı verdim, ne kadar değerlendirdin, ne kadar farkına vardın, ne kadar yaşadın, ne kadar icabını yerine getirdin?" der.

Hepimizin Kerbela'sı var

Hazret-i Hüseyin yaşadığı dönemin insan-ı kâmili yani Hakk'ın yeryüzündeki en parlak aynasıydı. Hazret-i Hüseyin bu bağlamda Hakikat-i Muhammedi'nin bir tecellisiydi. Hakikat-i Muhammedi, yani Cenab-ı Hakk'ın zatının nurunun zuhuru. Onun nurunun devamı olarak kabul edilen Cenab- ı Hüseyin'e, O'nun hakikatini anlamayıp, O'nun ne dediğini anlamayıp, O'nun eleştirisinin haklılığına "eyvallah" demeyip düşmanlık besleyenlere hürmet mi göstereceğiz, "Hazret-i Muaviye" mi diyeceğiz? Ne bu dünyada derim, ne ahirette derim.

Her ne kadar zahiren mağlup gibi görünse de batınen galiptir Hüseyin. Zahirde atından düştüğünü söylüyorlar. Hazret-i İmam'ın Kerbela'nın çölüne mi düştüğü zannediliyor? O, Cenab-ı Hakk'ın rahmetine düştü. Sevgili babasının kucağına, sevgili dedesinin, sevgili anacığının kucağına düştü. Cenab-ı Hakk'ın aferinlerinin kucağına düştü Cenab-ı Hüseyin. Çünkü ilahi iradeye rızayla boyun eğmiştir. Rıza makamıdır Hüseyin. Fıtratından, yaratılış gayesinden kaçan Allah'tan kaçmış olur. Cenab- ı Hüseyin kaçmadı. Bile bile ama bütün çareleri de söyleye söyleye, ikaz ede ede kendini bekleyen kadere gitti. Rıza ve teslimiyeti bilmeyenler, Cenab-ı Hakk'ın nereden ne lütuf vereceğini ne maksat hasıl edeceğini göremezler. Teslimiyet, Hüseyin'in şahsiyetinde zirveye çıkar. Tıpkı Hazret-i İbrahim'in oğlunu kurban etmeye razı oluşu gibi. O da Allah yoluna nefsini kurban etmiştir.

Kerbela hadisesi aynı zamanda muazzam bir sembolizmi de içinde barındırır. Mesela Fırat Nehri'ni sadece iki kara parçası arasından akan su olarak yorumlayamayız. Hazret-i Hüseyin, o nehirden su içmeden geçer gider, ona tenezzül etmez. Çünkü Hüseyin'in susuzluğu suya değildir, ruhun ilahi vuslata duyduğu özlemdir. Bu yüzden Kerbela, ruhun nefs ile savaşa tutuştuğu meydandır. Ve bu meydanın da galibi Hazret-i Hüseyin'dir. Çünkü Hüseyin bu hadisede hiçbir zaman nefsine uymamıştır, en başından itibaren rıza-yı İlahi'yi düşünerek hareket etmiştir. Bu bağlamda, hepimizin kendi çapımıza göre bir Kerbela'sı vardır. Hepimiz Kerbela'dan bir parça yaşarız. Hepimizde Yezid de var, Hüseyin de. Ola ki kendi Kerbala'larımızda da Hüseyin galip gelsin.

BİZE ULAŞIN