Birol Biçer: MODERN YA DA ALTERNATİF TIP HAYALLER HER DERDE DEVA, GERÇEKLER YA SABIR YA TAHAMMÜL

MODERN YA DA ALTERNATİF TIP HAYALLER HER DERDE DEVA, GERÇEKLER YA SABIR YA TAHAMMÜL
Giriş Tarihi: 14.05.2025 10:56 Son Güncelleme: 14.05.2025 11:10
50 yaşından sonra nasıl daha enerjik olabilirsiniz, bağışıklığı güçlendiren altın formül, kansere karşı direnç kazanmanın yolları, en sağlıklı beslenme diyetleri, gençleşmenin 10 kestirme yolu, alzheimerdan korunma reçetesi, fit kalmanın püf noktaları, yüzde yüz bağışıklık, sağlıklı zayıflama kürleri, ilaçsız tedavi, zihin gücüyle hastalıkları yenmek, homeopatik yaşam, ayurvedik beslenme ile zindeliğin sırları, evrensel şifa enerjisi terapisi, holistik şifa kürleri, fitness-pilatesyoga usulleri ve daha sayısız nice formül, tavsiye, diyet, terapi… Her yerden mantar gibi türeyen sağlıklı yaşam guruları, şifacılar, uzman doktorlar ve her türlü illetten korunma vaat eden binlerce sağlıklı kalma reçetesi… Bir zamanlar burun kıvrılan “kocakarı ilaçları” bile artık profesör doktorların dilinden düşmez oldu. Her şey gibi sağlığın da dahası, ekstrası ve dahi ultrasona boğulmuş durumdayız. İyi ama böyle bir bollukta kendimizi daha iyi hissetmemiz gerekmez miydi?

Ortalık şifacıdan geçilmiyor ama gel gör ki şifa bulunmuyor

Manevi feyzinin artık kemale erdiğini düşünen bir adam kendini mürşit ilan etmiş. Ama bakmış ki kimse kendine mürit olmaya yanaşmıyor. Bunun üzerine Şam'da tanıdığı bir şeyhe mektup yazmış ve şöyle demiş: "Bana mürit lazım. Orada mürşit arayanları bana yönlendirebilir misin?" Bir süre
sonra mektubuna şöyle bir cevap gelmiş: "Aradım taradım, gördüm ki burada hiç mürit yok ama mürşitlerin sürüsüne bereket. İstersen onlardan göndereyim." Medya ve sosyal medyada her hastalığa bir şifa yöntemi öneren, rahatsızlıklara yeni tedavi yolları anlatan, sağlıklı kalmanın bin bir tüyosunu paylaşan, her derde deva bitkilerden dem vuran, sağlıklı yaşam formülleri dağıtan, akla hayale gelmez mistik uygulamalarla şifa vaat eden, zinde yaşam için egzersiz önerileri sunanları gördükçe hep bu mesel gelir aklıma. Sağlıklı olmak iyidir; bunda hiçbir şüphem yok. Herkes sağlıklı olmak, rahatsızlığına şifa bulmak ister; amenna. Ne var ki aradığımız tedaviyi, şifayı, yöntemi kolay kolay bulamıyoruz. Ama farkında mısınız, etrafımız, özellikle de sosyal medya ve televizyonlar, tıp mensubu olsun olmasın her derde deva reçeteleri pazarlayanlarla dolu. Her yanda mucizevi iksirler, üç günde ölüyü dirilten karışımlar, her derde deva terapiler, hastalıktan eser bırakmayan diyetler, ilaçlar, yöntemler savrulup duruyor. Sanırsın memleketin tamamı hekim, şifacı, sağlık danışmanı, sağlıklı yaşam koçu ya da enerji uzmanı olmuş da hepimiz sapasağlam neşeyle coşkuyla koşup oynuyoruz. Oysa gerçek şu ki bu sağlıklı yaşam gurusu bolluğuna rağmen ben de dâhil olmak üzere, büyük çoğunluğumuz hastalık ve rahatsızlıklara sahibiz ama buna karşılık tedavi, şifa ya da hazık hekim bulmakta zorlanıyoruz.

Anlamadığım bir nokta var



İnsanlar güruh güruh sağlıklı yaşam arayışında bir şeylerin peşine takılmış gidiyorlar ve bu bence gayet makul, anlaşılır. Bunun doğurduğu talebe
karşılık televizyonlarda ve sosyal medya mecralarında birçok tıp doktorunu ve psikiyatristi hiç olmadığı kadar çok görüyoruz. Birçoğu kerli ferli, mevki-makam-diploma sahibi uzman kimseler, adeta sağlık guruları… Belli bir şöhretleri de var ki rağbet görüyorlar (siz reyting de diyebilirsiniz). Allah kendilerinden razı olsun, halkı bilinçlendirmek için programlara çıkıp dil döküyor, faydalı reçeteler sunuyorlar. Ama anlamadığım bir nokta var. Bugüne dek ben çok doktora göründüm ama biri de çıkıp bana ilaç ya da ameliyat haricinde bir şey önermedi. Hele hele "elma sirkesinden kaçma, maydanozdan şaşma" diyeni hiç çıkmadı. Oysa televizyonlardaki şöhretli hekimlere, psikologlara, psikiyatrlara bakınca afallıyorum. Çok önemli bir tıp fakültesinin yıllarca başhekimliğini yapmış çok meşhur bir TV yıldızı hekim sabah akşam adeta bir manav gibi maydanoz, sarımsak, pancar yemenin
faydalarından bahsediyor, bir başka kanalda onkolog profesör soğan ve brokoli ile yatıp kalkıyor, bir diğerinde dahiliye uzmanı köy tavuğuna ve organik yumurtaya takmış görünüyor. Çok ünlü bir kimyacı hemen her programında sarımsak-bal-sirke gibi formüller öneriyor. Psikolog ve psikiyatrlar da tıpkı onlar gibi ekran karşısına geçince farklı bir ağızdan konuşmaya başlıyor ve "Geçmişi bırak, anı yaşa", "Sen her şeye değersin, kimsenin seni üzmesine izin verme" tarzında kişisel gelişim ağızları benimsiyorlar. Muayenehanede bir başka TV programında bambaşka bir role bürünüyorlar. Doğrusu koca koca doktorları, psikiyatrları babaannemden duymaya alıştığım bitkisel formüller ve mahalle kahvesindeki Rıza abiden duyduğum "takma kafana tokadan başka şey" gibi rahatlatıcı vecizeleri sürekli olarak tekrar ederken görmek beni çok şaşırtıyor.

Halep oradaysa arşın da burada



İster modern tıp, ister alternatif, geleneksel ya da tamamlayıcı tıp, hatta ezoterik şifacılık yöntemleri olsun bunlardan söz açıldığında ne diyeceğimi bilmiyorum, zira ortaya atılan binlerce görüşe, tartışmaya, tutarsızlığa ve bir de kendi deneyimlerime bakınca kafam allak bullak olmuş durumda. Neye inanacağımı, kime güveneceğimi, hangi otoriteyi ciddiye alacağımı bilemez oldum. Bir yanda büyük bir kibirle bilimsel olduğunu ileri sürerek kendisini tek tıp otoritesi olarak konumlandıran modern tıbbın temsilcileri ve onların sanki her şeye çare bulmuş edaları; öte yanda geleneksel ya da yeni sayısız alternatif yöntem ve terapiyle ortaya çıkarak umut saçan uygulamacılar… Açıkçası modern tıbbın vaz geçilmez olduğunu düşünmekle beraber, ona fazlaca güvenmiyorum. Bu konuda şahsım ve yakınlarım adına yeterince tecrübe sahibi oldum. Şahsi kanaatimi şöyle özetleyebilirim: Bir hastaneye ya da doktora gidip muayene olduğunuzda aldığınız şey büyük ölçüde bir tedavi değil, ilaç reçetesi oluyor. Bundan yaka silkip başkasına muayene olunca da bu defa başka bir ilaç reçetesi. Şifa, derman ara ki bulasın. Buna karşılık geleneksel, alternatif, holistik ya da tamamlayıcı tıp uygulayıcılarına başvurduğunuzda karşılaştığınız manzara çoğunlukla her derde deva vaadi oluyor. Ve yine çoğunlukla bir sonraki aşama
yeni bir tedavi yöntemi arayışı. Tüm bunları değerlendirecek donanımda değilim ama hiçbir şeye külliyen kapalı olmayan bir insan olarak yeterince tecrübeye sahibim ve buna dayanarak şu kadarını söyleyebilirim: Şifa arayışında modern tıp kadar alternatif ve tamamlayıcı tıbba da defalarca başvurmuş bir insan olarak gördüğüm o ki; her ikisi de yetersiz, her ikisinde de gerçekten şifa verebilecek vasıfta yetişmiş insan pek az, her iki alanda da vaatler gerçekleşen sonuçların gölgesinde kalıyor. Açıkçası insanlar kendi alanlarını yüceltmeyi pek seviyorlar. Bu nedenle güvenmeden önce yapacağım şey yaptıkları işten elde edilen sonucu ispatlamaları… Yani, Halep oradaysa arşın da burada…

"Tıp kurumu sağlık için büyük bir tehlike haline gelmiştir"



Modern tıbba tamamen yüz çevirmek akıllıca bir tercih olmazdı zira neticede kurumsallaşmış, teknik ve teknolojiye yaslanan elle tutulabilir bir yapı.
Modern tıp dediğimiz şey büyük ölçüde Batı'da geliştirilmiş ilaçlar ve tekniklere dayanıyor; bu nedenle Batı tıbbı demek de mümkün. Ama pek çoklarının da bu tıp anlayışından uzun zamandır şikâyetçi olduğu ve alternatif arayışlarına girdiği de ortada çünkü bunun da gayet tutarlı sebepleri var. Bunların en başında da tıp ve ilaç endüstrisinin son derece kârlı bir ticarete dönüşmüş olması geliyor. Zaman zaman gündeme gelen hastaneler
ve sağlıkla ilgili skandallarda da bu ticarileşmenin etkisi bariz görülüyor. Bu sebepleri anlamak için Ivan Illich'in meşhur kitabı Sağlığın Gaspı yeter de
artar bile. "Tıp kurumu sağlık için büyük bir tehlike haline gelmiştir. (…) Tıp, hastalıkları ararken iki şey yapar: Yeni hastalıklar "keşfeder" ve bu hastalıkları tek tek bireylere yükler. (…) "Kesinlikle inanıyorum ki, şu anda kullanılan tüm tıp malzemeleri denizin dibini boylasa, insanlık için her şeyden daha iyi olur; ama bir tek balıklar için kötü olur. (…) İleri bir endüstri toplumu hasta edicidir, çünkü insanları kendi çevreleriyle başa çıkabilmekten aciz hale getirir ve kopmuş ilişkilerinin yerine "klinik" bir protez koyar (…) Elli yılda, ilaç endüstrisi, (satış ve şirket değer oranı yüzdesi olarak) borsa listesindeki tüm diğer üretim dallarını geride bırakmıştır. İlaç fiyatları firmaların denetimindedir ve çıkarlarına göre düzenlenmektedir."

Batı tıbbı sağlığımızın altını nasıl oyuyor?



Modern tıbba insanların güveni sarsılıyor, bunun en bariz göstergesi alternatif tıp ve sağlık yöntemlerine gösterilen büyük ilgi. Modern tıbba getirilen en büyük eleştiriler; işin ticarete dönüşmesi, gereksiz tedaviler, ilaç sanayinin hastalıkları iyileştirmek yerine uzun süreli hale getirmeye çalışması, ilaç ve tedavilerin yan etkilerinin bir hastalığı iyi edeyim derken birçok fonksiyona zarar vermesi. Yılların ilaç kimyageri Shane Ellison'un Batı Tıbbı Sağlığınızın Altını Nasıl Oyar? - Modern Tıbbın On Büyük Yalanı adlı bir kitabı var ki bu sebeplerin işleyiş mekanizmasının sektörün içinden ifşası niteliğinde. Ellison bu çalışmasında uzun yıllara dayanan tecrübeleri ışığında tıp sektörü ve ilaç şirketlerinin döndürdüğü dolaplar üzerinden insan sağlığının para uğruna nasıl hiçe sayıldığını gözler önüne seriyor. İnsanların neden alternatif şifa yöntemlerine ilgi gösterdiğinin bazı ipuçlarını bu kitaptaki alıntılarda görebiliriz: "Bulgularımın sonuçları: Batı tıbbı, hile üzerine inşa edilmiştir. Sağlıkla değil, doymak bilmeyen bir para hırsıyla motive olmaktadır. (…) İlaç sadece acil durumlardaki hasta insanlar için gereklidir. Ancak doğrudan tüketiciye reklamcılık, sağlıklı olmak için yaşam boyu reçeteli ilaç kullanımının gerekliliğine insanları inandırmayı başarmıştır. (…) İstatistikler, reçeteli ilaçların yan etkilerinin ülkedeki ölüm sebepleri arasında dördüncü sırada yer aldığını gösteriyor. (…) Öldürülmeseler de, yaklaşık iki milyon insan ilaçların yol açtığı hastalıkların kurbanıdır. Bunların arasında ilaca bağlı obezite, kanser, böbrek hastalığı, otizm, depresyon ve kalp yetmezliği sayılabilir. (…) Her gün 300 kişi, "onaylanmış ilaçlar" nedeniyle ölmektedir. Bu tablo, hastanelerdeki tıbbi hatalara bağlı ölümleri içermemektedir ki, bu da bu vahşete her yıl 98 bin ölümü daha ekler."

Bir modern hayat ideolojisi: Sağlıklı yaşam sendromu


Carl Cederström ve André Spicer'ın bir dönem hayli popüler olan kitapları The Wellness Sendrom (Sağlıklı Yaşam Hastalığı) ismiyle bile her şeyi
özetliyor. Yazarlar "Sağlıklı olmayı istemekte bir sıkıntı yok. Bizi asıl endişelendiren sağlıklı olmanın bir ideolojiye dönüşmüş olması." derken aslında
adeta insanlara telkin edilen anormal bir zihniyet biçiminden bahsediyorlar ve bu abartılı sağlıklı yaşam anlayışının son derece sağlıksız bir yöne
gittiğine işaret ediyorlar: "Sağlıklı yaşamımızı maksimize etmeye ne kadar çok odaklanırsak o denli kendimize yabancılaşıyor ve hüsrana uğruyoruz. Mükemmel diyeti bulmak için hummalı bir arayış, paranoyak bir şekilde mutluluk peşinde koşmak, işyerinde zorunlu egzersizler, sonu gelmeyen yaşam koçluğu seansları, bedensel işlevlerin ayrıntılı takibi, tüm gününüzü bir oyuna dönüştürmek - sağlıklı yaşam yoluyla üretkenliği artırmaya yönelik bu umarsız girişimler, yeni sorunları da beraberinde getiriyor. Bizi kendi içimize kapanmaya ve sadece bedenimizle mesul olmaya iten bulaşıcı bir narsisizme yol açıyor. (…) Sağlıklı yaşam dayatmasının pençesindeki insanlar sadece daha sağlıklı, daha mutlu ve daha üretken değiller. Aynı zamanda narsisistik, kaygılı ve suçluluk duygusu içindeler. Sağlıklı yasam sendromunun kurbanı durumundalar." Aslında yazarlar refahımızı ve sağlığımızı en üst düzeye çıkarma yönündeki sürekli baskının bize karşı çalışmaya başladığını, kendimizi daha kötü hissetmemize ve kendi içimize çekilmemize neden olduğunu savunuyor.

Eskişehir'de elleriyle şifa dağıtan bir adam


Kırıkçı, çıkıkçı, alternatif ya da ezoterik tedavicilere birçok insan gibi oldum olası şüpheci yaklaşırım. Ama modern tıbbın bir türlü fayda edemediği
konularda da çok güvenilir bir insanın referansı olmak kaydıyla başvurmaktan çekinmem. Bunların çoğunun hayal kırıklığıyla sonuçlandığını itiraf etmeliyim. Ancak biri var ki gerçekten muhteşemdi. Bel fıtığı nedeniyle 20 yıl boyunca çok sıkıntılar çektim, defalarca görüdüğüm doktor tedavileri, terapiler, rahatlatıcı iğneler, akupunktur ve iki ameliyata rağmen hiç rahat yüzü göremedim. Her defasında yeniden nüksetti, hep yeni bir ameliyat önerildi. Böyle bir durumdayken sözüne kendiminkinden daha fazla itibar edeceğim bir büyüğüm bana Eskişehir'de bu tür rahatsızlıkları elleriyle birkaç dakikada tedavi eden bir adamdan bahsetti. Her zaman duyduğum kırıkçı-çıkıkçı uydurmalarından biri daha diye düşündüm içimden ama ona itibar edip gidip bir görelim dedim. Söylediğine göre bu zat büyüklerinden el aldığı manevi bir şifa yöntemini uyguluyor ve bunun karşılığında hiç kimseden bir ücret kabul etmiyordu. Hatta zorla para vermek isteyen birilerini dövdüğü bile olmuştu. El aldığı bu şifa yöntemini hayrına uyguluyordu ve göründüğü kadarıyla kapısına her hafta sonu değişik illerden gelen yüzlerce insan doluşuyordu. Kapıdaki kalabalığa bakınca insan bize asla sıra gelmez diye düşünüyordu ama tüm bu kadar insan en fazla iki saat sonra evine dönmüş oluyordu.

El verilerek nakledilmiş manevi bir tedavi

Ali Osman adındaki 50'lerine yakın bu zat TCDD emeklisiydi ve Eskişehir'in kıyıda köşedeki mahallerinden birinde bir kahvehanenin arka bahçesinde hafta sonları yüzlerce kişiyi kabul ediyor ve ortopedik rahatsızlıklar, bel fıtığı, boyun fıtığı, kireçlenme gibi rahatsızlıklar başta olmak üzere ellerinin birkaç dokunuşuyla birkaç saniyede tedavi ediyordu. Ben iki ameliyatın ardından tekrar nükseden ve tahammül edilmez hale gelen bel fıtığı şikâyetimle gittim ve sıraya girdim. Bana sedye gibi bir şeyin üzerine yüzükoyun uzanmamı ve belimi açmamı söyledi. Üç parmağıyla birkaç noktaya çok hafifçe baskı uyguladı. Her şey en fazla 15 saniye kadar sürmüştü ve ben adamın daha kontrole başladığını sanırken "Kalkabilirsin,birkaç güne bir şeyin kalmaz" dedi ve beni gönderdi. İtiraz edecek oldum ama beni susturdu ve şöyle dedi: "Yapılması gereken yapıldı." Sonra ameliyatların ardından belimde kalan iki ize işaret ederek "Bunları yarım santim yana yapsalar sen bugün tekerlekli sandalyede olurdun" dedi. Her şey çok çabuk olmuştu ve ben daha neler olup bittiğini anlamadan o bahçeden çıkarken benim ardımdaki 4-5 kişinin de tedavilerini bitirip gönderdiğine şahit oldum. Sonuç ne mi oldu. Birkaç gün sonra gerçekten ağrılarım sona erdi, yürüyüp koşmaya başladım ve 15 yıldır bu halimi koruyorum. Sonrasında diz kireçlenmesi için gittim ve bu sorunumdan da 45 saniyede kurtuldum. Ardından hemen hemen bütün yakın arkadaşlarımı ve aile fertlerimi ona götürdüm ve içlerinden hiç şikayet eden çıkmadı. Ne var ki birkaç yıl önce Koronavirüs salgını sırasında vefat ettiğini öğrendim. Eğer böyle bir adama rastlamasaydım bu tür tedavilerin varlığına inanacağımı hiç sanmıyorum.

Neoliberalizmin fitness-fatness ikilemi

Benim çocukluğumda akşamları koşu yapan, parkta tur atan insanlara pek rastlanmazdı. İnsanlar en fazla akşam çıkıp parkta ya da çay bahçesinde biraz oturur ya da piyasa yapıp dönerdi. 1980'lerde Özal dönemiyle birlikte ülkeye ilk giren modalardan biri de jogging ve aerobic oldu. O zamandan bu zamana dünya ile birlikte Türkiye'de de bir fitness modası aldı başını yürüdü. Bu hareketli egzersizlerin bu denli moda olmasının bir nedeni insanların daha güzel, uyumlu, zayıf ve kaslı vücutlara sahip olması isteğiyse bir diğeri de şüphesiz sağlıklı olmaktı. Ama bu fitness ile sağlıklı ve güzel bedenlere kavuşma işi önce bir endüstriye ardından da sanırım küresel bir ideolojiye dönüştü. Bu süreci gözler önüne sererek tahlil eden Fitness Çağı kitabının yazarı Jürgen Martschukat da böyle düşünenlerden. "Fitness çağında yaşıyoruz. Milyonlarca insan akşamları parkta tur atıyor ya da spor salonunda antrenman yapıyor ya da yoga yapıyor. 1970'te böyle bir şey düşünülemezdi bile. Yetişkinlerin pek azı bisiklet sahibiydi, fitness
salonlarının sayısı Almanya'da ve hatta ABD'de bile parmakla sayılabilecek seviyedeydi. Ancak o günden bu yana fitness patlaması yaşanıyor. Fitness pazarının boyutlarını gözümüzün önüne getirmemiz yeter." sözleriyle tarif ediyor söz konusu bu devri. Ama çok daha ilginç bir hususa bağlıyor: "Son yarım yüzyıl fitness çağı sayılabilir ve bunun neoliberalizm çağıyla çakışması hiç de tesadüf değil. (…) Fitness ve fatness (şişmanlık) bir insanın toplumun üyesi olarak takdir görüp görmeyeceği, kimin özne sayılıp kimin sayılamayacağı üzerinde büyük etkiye sahiptir. Modernlik ve fitness ilerleme yollarında çok sıkı bir şekilde iç içe geçmiştir."

BİZE ULAŞIN