Hakkı Öcal: DOKTOR, CİVANIM!

DOKTOR, CİVANIM!
Giriş Tarihi: 13.05.2025 12:24 Son Güncelleme: 13.05.2025 12:24

Karl Marx, üretim-araçlarının sahiplik ilişkilerinden oluşan toplumsal altyapıyla, hukuk, ideoloji ve değerler sistemleri dediği üstyapı kurumları arasındaki ilişki yumağına "kültür" diyor ve bu kültürün size ve bana ulaşmasını sağlayan, sizi ve beni bu kültür ile yoğurup hakim ideoloji ile boyayıp,
ortaya çıkartmasını sağlayan şeye de "kitle iletişim araçları" adını veriyor.

Bütün bu sürecin adı da "Akkulturation" oluyor. Kabaca anlamaya çalışırsak, örneğin, peynir fermantasyonu ve lezzet oluşumu, birden fazla mikroorganizmanın aktivitesiyle yönlendirilen karmaşık biyokimyasal reaksiyonların sonucu bir "acculturation" işlemidir. Burada, Streptococcusthermophilus ve Lactococcus bakterilerini kullanarak Cheddar peyniri yapım sürecindeki "kültürleme" yöntemi ile lezzet oluşumu söz
konusu… Aynı şekilde, 8 yaşındaki Meksikalı çocukları alıp, Amerikalı ailelerin yanına evlatlık vererek, ne kadar zamanda Meksikalı "hasletlerini" kaybedip, Amerikalı karakter özelliklerini kazandığını da gözleyebilirsiniz!

Karl Marx, bu kadar aşırı örnekler vermiyordu yazılarında ama anlattığı esas itibariyle buydu: Kültürel etkileşim; çevresindeki kültürü
kabullenme ya da daha acımasız bir ifade ile, asimile etme, bir toplum tarafından paylaşılan tüm bilgi ve değerlere uyumun sağlanması!

Eğer buraya kadar, havarilerinin daha sonra "Yontulmamış Marxism" diye tanımladığı, sosyo- ekonomik altyapı ile entelektüel üstyapı arasında birebir korelasyonlar bulunduğunu öne süren yaklaşımın insan toplumlarını ve bilincini bir peynir kültürüne indirgeyen kuramına bir itirazınız yoksa, devam edelim.

Yanlış bilinç oluşturmak

Estağfirullah, tabii kendi kültürlenmemizi, mecazen de olsa peynir ile mukayese etmek Marx'ın bir şeysi değil; tamamen benim bir eğretileme (metafor) özürümdür, ama ana fikir aynı: Altyapı, üstyapıyı belirler; üstyapıda yer alan ideoloji ve saire gibi kültürel ögeler, o altyapının üstyapıda yaptığı kurumlar marifetiyle, halka yanlış bilinç (falseconsciousness) olarak aşılanır. Sizi bilmem ama ben yıllar boyu ecir tayfasına mensup olduğum halde, kendimi burjuvazi -bırakın burjuvaziyi, aristoktrasi- sınıfından saydıysam, bunun sebebi, bildiğin manda sütünün, içine fiyakalı isimleri olan iki baş virüs sıkıldığında, kendisini Cheddar peyniri sanmasından farklı mı? Değil.

Ne diyor felsefeciler? Anlamı belli bir gerçeklik katmanından alarak bir başka gerçeklik katmanına taşıma yoluyla yeni bir bilinç üretmek."

İşte tam bu: Manda sütünün kendisini bir nimetten sanması için nasıl Streptococcus ve Lactococcus'un hokus-pokusuna ihtiyacı varsa, bizim de kendimizi bir şey sanmamız için, aynen öyle bir bilincin, bir yerimize, iğreti de olsa, eğreti de olsa, eklemlenmesi lazım. İnsanın kendisini olmadığı bir "şey" sanması sütü peynir yapmaktan daha kolay çağımızda. Veriyorsun TV dizilerini, veriyorsun boyalı basını, veriyorsun Hollywood filmlerini bir tarafından insana, alıyorsun öbür tarafından "yanlış bilinci…"

Lacivert'in bu sayısında baştan aşağı bu yanlış bilincin, bazen eğlenceli, bazen tehlikeli tezahürlerini okuyoruz. Etrafıma bakıyorum; herkesin ayağında bir bot! Sanırsın kızlı-erkekli herkes askerden yeni döndü de, orada alıştı bota; onsuz yapamıyor. Bakıyorsun, herkesin ya bir omzu, ya beli ya göbeği açıkta! Ormanlarda, parklarda bir grup-grup insanlar ya ağlaşıyor, ya gülüşüyor ya da bağrışıyor. Dilde de öyle: Herkes sözleşmiş gibi "Aynen" diyor; "Tabii ki!" diyor. Hatta "Tabii ki de!" diyen de var. Bir tarihte Müslümanlarımızın kiliselere doluşup, mum yakması vardı. Neymiş? Sınav kazanmaya yardım ediyormuş? Kim? Hazreti İsa mı, Meryem mi? "Yok abi, ben Müslümanım elhamdülillah. Elbette Allah yardım ediyor!" Kilisede mum yakmanın dinle bir alakası yok yani; sadece mayalama meselesi…

Bas kültürü, bas; al peyniri!

Sana bu "(eksik) bilinci" kim verdi?

Kültür giyimle kuşamla alakalı ise, ne kadar "uygunsuz" görünürse görünsün; aldırmazsınız. Botun Sarıyer pazarında 240 liraya olanı da var (kaç gün dayanıyor, bilemem!) ama Teşvikiye'de 12 bin lira olanı da var. Gücün yetenini alırsın. Cheddar peyniri gibi salınırsın; yiyen yer!

Ama bir de doğrudan insanın hayatını, başkasının hayatını etkileyeni var.

Bir zamanlar su içinde, küvette, havuzda doğum yapma moda olmuştu. Belki hala devam ediyordur. Belki gerçekten, hakemli ulusal veya uluslar arası bir dergide yayınlanmış, bilimsel olarak geçerliği olan bir makalede, su içinde yapılan doğumların su dışında yapılan doğumlara göre, ana ve/veya çocuk sağlığı açısından üstünlüğünü yararlarını gösteren bir araştırma vardır. Ama hayat çizgisi bu tür indeksli dergiler gerçeği ile asla kesişmemiş
olanların banka kredisi çekerek su içinde doğum için kliniklerden sıra alması nedir?


Duyuyorum, bazı anneler, yeni doğmuş bebeklere ağlata ağlata su içiriyorlarmış. Evet, su hayattır da yeni doğmuş bebelere sudan ziyade ana sütü verilir geleneksel olarak.

Her sabah kendisi için ve bir de benim için kahve alıp odama uğrayan arkadaş görünmez olunca soruyorum: "Neredesin? Özledim senin kahveleri!" Cevap çalışamadığım yerden geliyor: "Hocam kahve çok zararlı imiş!"

Yahu, kahvenin zararları olduğunu, kahveyi ilk yetiştiren Yemenli çiftçiden bu yana hepimiz biliyorduk! Şimdi sana bu "yanlış (veya eksik)
bilinci" kim verdi? Bir sağlık yayını veya bir yayının sağlık sayfası, ya da bir TV'deki doktor beyle, ona soru yetiştiren programcısı! Değil mi? Ama öteki televizyonda bir doktor hanım, ona soru yetiştiren programcıya, her gün en az bir fincan, hem de yüksük kadar Türk fincanı değil, kazan gibi Amerikan mug'ı ile kahve içmek gerektiğini anlatıyor. Artık hangisine denk gelirseniz; hangisi sizi daha derinden etkilerse!

Televizyonlarda çok hokus-pokus var Meğerse kansere veya başka herhangi bir şeye engel olduğunu öğrendiğimiz yiyecek, içecek, hayat tarzına balıklama dalmıyor muyuz?

O yiyecek, içecek veya hayat tarzı meğerse kansere veya engel olduğu söylenen o başka şey ne ise ona engel olmadığı gibi, tersine teşvik ediyormuş bütün o kötülükleri…

Allah bize sabır versin; çünkü çok televizyon var! Veya televizyonlarda çok hokus-pokus var.

Kimi bildiğimiz hekimi-ilacı, bakımı-beslenmeyi, tedbiriteşviki bize "geleneksel" diye satıyor; kimi "modern" diye... Kimi "alternatif" diyor, kimi "tamamlayıcı"… Ve biz sanki bir deney kabındaki süt gibi, üstümüze atılan her türlü Streptococcus ve Lactococcus'u nasıl alıp kabul ediyoruz. Neden?

Çünkü bir kere, sistem bize "Sen özelsin!" diye bir hokus-pokus yapmış; biz de kendimizi özel, her şeye layık insanlar olarak benimsemişiz ve "Ne yapsam hakkımdır!" demişiz. Bu temel üzerine tek katlı bir bina yapılmış: "Al, git al! Vermezlerse satın al… Kıy paraya… Paran yoksa kredi çek. Uygulamayı indir, hangi banka daha çok ve az az faizle kredi veriyorsa öğren!"

Şimdi bu binanın üzerine siz ve ben istediğimiz katları çıkmakta özgürüz. Sağlıksa sağlık; eğer herkesten daha sağlıklı değil, herkesten daha farklı sağlıklı olacaksam, gider onu bulurum. Alırım. Giyimse giyim, kumaşsa kuşam. Amaç, herkes gibi "örtünmek" değil, farklı örtünmek.

Çünkü sistem bizim gibi sütlere nasıl sadece peynir olacağımızı öğretmiyor; herkesten farklı peynir olmamız gerektiğini de öğretiyor. Ne demiş Marx: "Akıl her zaman var olmuştur ama her zaman makul bir biçimde değil!"

BİZE ULAŞIN