ÇAĞDAŞ TIP RUHSUZ
ABD'de ve Türkiye'de otuz beş yıldan fazla bir süre modern tıp pratiği yürüttükten sonra bu alana dair büyük eksiklikler fark eden Dr. Mehmet Kasım, modern tıbbın hastayı bir bütün olarak ele almaktan uzak olduğunu vurguluyor. Yaşadığı tecrübelerden sonra kadim bilgeliğin sağlık yaklaşımını araştıran Kasım, bütüncül şifa anlayışına Ayurveda'yla ve İbn Sina'yla kavuştuğunu anlatıyor:
"Çağdaş tıp alanında otuz beş yıldan fazla çalıştım, kadın doğum doktoruyum. Bu çalışma hayatımın büyük kısmı da ABD'de geçti. Mesleğimi icra ettiğim zamanlarda her gün mutlaka doğum yapacak hastam olurdu. Ama kısa süreliğine de olsa izne ayrılmam gerektiğinde mecburen hastalarımı
başka doktorlara bırakıyordum. İzinden döndüğümde beni seven hastaların yönlendirdiğim doktora gitmediklerini veya gitseler bile özellikle benim dönmemi beklediklerini fark etmeye başladım. Daha sonra hastalarımla konuştuğumda, benim gösterdiğim özel alakayı diğer doktorların göstermediğini, açıklama ve önerilerinin tatmin edici olmadığını söylerlerdi. Hastalarımı kendi uzmanlık alanım dışındaki şikâyetleri için ilgili uzmanlara yönlendirdiğimde de aynı şeyler yaşanıyordu. Burada hastayı bir bütün olarak ele alamama hallerini anlatmaya çalışıyorum; çağdaş tıpta maalesef hasta şikâyeti neyse sadece ona odaklanıyorlar. Şikâyetin kaynağına inmeyi kimse düşünmüyor. Bir diğer sebep de bütün tedavi süreçlerinin ilaca bağlanmış olması ve daha da kötüsü ilaca alışmış hastaların bunu bizzat talep etmeleri. Zamanında, ilaç konusu ile ilgili ben de kötü deneyimler yaşadım, yazdığım reçetelerin işe yaramadığını ben de çok tecrübe ettim. Çağdaş tıp her rahatsızlığı bir reçeteye bağlamış. Karşımızdaki hastanın özel durumunu araştırmadan onu bir hastalık isminin altına sokup basmakalıp reçeteler yazıyoruz. Hatta artık teşhis adını yazıyorsunuz bilgisayar programına, o size otomatik olarak reçeteyi hazırlıyor. Doktor da sizi muayene etmeden, bazen yüzünüze dahi bakmadan, genel durumunuzu incelemeden, sadece bilgisayar ekranına odaklanıp şikayetinizi dinliyor ve ekrana girdiği verilerl reçete veriyor ya da bazı testler istiyor. Bu gibi tecrübeler beni alternatif arayışlarına yönlendirdi ve kadim bilgeliğin sağlık anlayışını araştırmaya başladım.
DR. MEHMET KASIM/ UZMAN DOKTOR
Önüme Ayurveda çıktı, yani Hint tıbbı. Hint tıbbını öğrenmeye gittiğimde öncelikle Sanskritçe öğrenmem gerektiğini söylediler. Sanskritçe çalışırken, belki şaşıracaksınız ama bu dilin Bra-Türkçe'yle aynı köke sahip olduğunu fark ettim. Türklerin, henüz kendine Türk demeden önce kullandıkları dili Bra-Türkçe olarak adlandırıyorum ben. Daha sonra "Burada bir şeyler var" dedim ve kadim Türk tıbbının zirve ismi İbn Sina'nın metinlerini okumaya başladım. Şu cümlesini hiç unutamıyorum: 'Elementleri bilmeyen ve kullanmayan hekim olamaz.' diyor. Bu cümle beni derinden etkiledi ve kendi
kendime şunu dedim: 'O zaman ya hiçbirimiz gerçek anlamda doktor değiliz! Ya da İbni Sina'nın döneminden sonra hiç hekim yetişmemiş.' Elementleri bilmek derken yalnızca dört unsuru değil yaradılışı, maddeyi, doğayı ve ruhsal yapıyı tanımayı kastediyor büyük hekim İbni Sina. Aslında,
Ayurveda'nın da temelinde Uygur tıbbı yatıyor. Yani İbni Sina'nın da içinde olduğu tıp sistemi."
Mehmet Kasım'a, Ayurveda geleneğinin aktardığı bilgelik sisteminin çağdaş tıptan farklı olarak bize ne söylediğini sorduğumda, "En büyük fark, insanın bir ruhu olduğunu söylemesi" diyor. Başka bir çarpıcı fark da Batı tıbbında hastalıklar en erken dördüncü evresinde tespit edilebiliyorken Doğu bilgeliğinin daha ilk evrede hastalığı yakalayabilmesi:
"Günümüz tıbbının teşhis metotlarında ve cerrahide elde ettiği başarılar çok büyük ve umut verici. Ancak Ayurveda'nın ya da Doğu bilgeliğinin de çağdaş tıpta olmayan birkaç farkı var. En önemli farkı kişiyi bir bütün olarak ele almasıdır. Sağlıklı olmak dediğinde, sadece beden değil aynı zamanda zihin ve ruh sağlığını da hedefler. Diğer bir fark, odaklandığı yer semptom tedavisi değil, hastalıkların ana nedenlerini bulmaktır. Ağrısı olana ağrı ilacı verip göndermez. Uyguladığı tedaviler kişiye özeldir; yani herkese aynı reçeteyi vermez. Bir diğer önemli farkı da binlerce yıldır kurallarının değişmemesidir. Bunun nedeni de doğa kanunlarına uygun olmasındandır. Ayurveda'nın üstün olduğu taraflardan biri de hastalıkların 6 evrede geliştiğini anlatmasıdır. Batı tıbbında biz teşhis koyduğumuzda o hastalığı en erken 4. evresinde yakalıyoruz. Oysa Doğu bilgeliği daha ilk evredeki dengesizliklerden, hastalık ortaya çıkmadan müdahale edip, sağlığı yerine getirebiliyor. Yine doğu tıbbının odaklandığı konu hastalıktan korunmak, yani koruyucu hekimlik. Şida ise mutfakta, annelerin pişirdiği, hazırladığı yiyecek ve içeceklerle başlıyor.
Bir de insanın bir ruhu olduğunu söyler, en büyük fark da bu zaten. Günümüz tıbbı ruha inanmıyor; istiyor ki ruhu eliyle tutsun, mikroskopla ya da MR cihazıyla onu görüntüleyebilsin. Ruh, yaşanarak kendini gösterir. O bizim kişisel aklımızın ötesindedir. Onu kavrayabilmek için bilincimizi yükseltmemiz, bilmenin ötesine geçmemiz gerekiyor. Size ilginç bir şey söyleyeyim; cahil birini iyileştirmek her zaman daha kolaydır çünkü bilgi insana perde olur, önyargı verir. Son olarak şunu söyleyebilirim ki, her şeyi maddeye indirgeyen bir zihniyetle bütüncül bir şifa anlayışına ulaşmak mümkün değil. Çağdaş tıp bu anlamda ruhsuz. Ümidim o ki, bir gün eski kadim bilgelik çağdaş bilgelikle kucaklaşır; insan sağlığı için yararlı olan her şeye, her tekniğe açık bir kalple, dar kalıplardan kurtularak yer verilir ve uyum içinde çalışıp, kişilere bütüncül bir yaklaşımla kişiselleştirilmiş tedavi metodları sunulur. Tabii yaratılışı ve Yaradan'ı bilip, ruhu hiç unutmadan…"
KADİM TIPTA KİŞİNİN HASTALANMAMASI HEDEFLENİR
Doç. Dr. Şemsinur Gafur, geleneksel Uygur tababetinin modern tıptan farklı olarak hastalıklara bütüncül bir yaklaşım sunduğuna dikkat çekiyor. Ona göre modern tıp, ancak hastalık ortaya çıktıktan sonra devreye girerken, kadim tıp önleyici bir rol oynuyor. Vücudun hastalanmadan önce verdiği sinyalleri okumak ve doğru beslenme ile hastalıkları önlemek, kadim tıbbın en önemli avantajlarından biri:
"Modern tıpta bazen ilaçla tedavi edilemeyen, organ veya dokuyu kesmekle sonuçlanan süreçleri geleneksel Uygur tababeti tedavi edebilir. Yine, kimyasal ilaçların bir taraftan tedavi ederken diğer taraftan vücuda, mesela böbreğe zarar verdiği hepimizin malumu. Kadim tıbbın kullandığı ilaçlar veya diğer tedavi yöntemleri bu noktada zararsız yöntemlerdir. Yan etkisi olmadan hastayı tedavi eder. Başka bir fark da şu: Batı tıbbı, kişiye hasta olduktan sonra müdahale eder. Geleneksel tıbbın önleyici yönü daha güçlüdür, kişinin hastalanmamasını hedefler. Vücudumuz biz hastalanmadan önce genellikle alarmlar verir, hasta olacağımıza dair küçük mesajlar gelir vücuttan. Kadim tıp bu mesajları alınca mesela kişinin beslenmesini düzenleyerek hastalık gelmeden önler. Modern tıp ise hastalığın teşhisini koyduktan sonra genel geçer ilaçları hastaya verir ve tedavi olmasını bekler."
DR. ŞEMSİNUR GAFUR/ GELENEKSEL UYGUR TIBBI UZMANI
Geleneksel Uygur tababeti, insanın mizacına göre şekillenen bir tedavi anlayışına dayanıyor. Sevdavi, safravi, balgami ve demevi olmak üzere
dört farklı mizaç bulunuyor ve her bireyin mizacına ve ihtiyacına göre özel bir tedavi uygulanıyor. Dr. Gafur, modern tıbbın herkese aynı çözümü sunan yapısına karşın, kadim tıbbın kişisel ve köklere dayalı tedavi sunduğunu vurguluyor:
"Geleneksel Uygur tababeti, mizaca göre tedavi uygular. Allah hepimizi dört unsurdan yarattı. İnsan vücudu da dört mizaca ayrılır: Sevdavi,
safravi, balgami ve demevi. Kişinin mizacının bozulması çeşitli hastalıklara sebep olur. Mesela bazı böbrek yetmezliği rahatsızlıkları balgam
mizacının değişimiyle meydana gelir, bazıları da sevda mizacının değişimiyle meydana gelir. Kişi, mizacına uygun olmayan gıdalarla beslendiğinde,
bir gıdayı mizacının ihtiyacı olandan fazla aldığında veya ihtiyaç duyduğu gıdayı hiç almadığında mizacı bozulur. Bu noktada tedaviyi biz mizaca göre uygularız. Sevdavi birine uyguladığımız tedaviyle demevi birine uyguladığımız tedavi birbirinden farklıdır.
Kadim tabipler, yüzyıllardır hastalık teşhisini elleriyle yapıyorlar. Biz Sincan Uygur Tıbbı Üniversitesi'nde eğitim alırken hocalarımız her gün onlarca hastayı muayene ettiriyorlardı. Zamanla elle teşhis refleksiniz gelişiyor. İnsan vücudundaki bütün arazlar, hastalıklar kişinin elinden belli olur. Hatta
abdest alırken yıkadığımız bütün uzuvlardan kişinin hastalığını anlayabiliriz. Örneğin, abdest alırken ağzımızı çalkalıyoruz. Ağzımızın içinde, damaklarımızda vücudumuzdaki bütün organların bir noktası var. Zaten abdestin bir hikmeti de bu, bütün vücudunuzu yıkamış gibi temizleniyorsunuz
abdest aldığınızda."
Şemsinur Hanımın anlattıklarına göre kadim Uygur tababetinde kimyasal ilaçlardan ziyade doğal kaynaklı ilaçlar kullanılıyor. Bu ilaçlar bitkilerden elde edilebildiği gibi hayvansal kaynaklardan veya madenlerden de elde edilebiliyor:
"Kadim tıp anlayışında ilaçlar üç yerden gelir: maden, bitki ve hayvan. Eski tıbbi ilaçlar deyince insanların aklına genellikle bitkilerden elde edilen ilaçlar geliyor ama biz hayvani ve madeni ilaçlar da kullanıyoruz. Maden kaynaklı ilaçlar, bizim "layıklaştırma" dediğimiz işlemden geçiriliyor yani insan vücuduna alınabilir hale getiriliyor. Hangi madenlerden ilaç yapılabileceğiyle alakalı örnekler vereyim. Mesela "haceru'l-yahud" veya "yehuda taşı" olarak bilinen bir taştan böbrek taşlarını düşürten bir ilaç yapılıyor. Mercan, akik, yakut gibi madenlerden de ilaç yapılıyor."
FREKANSLARI DEĞİŞTİREREK İNSANLARI TEDAVİ ETMEK MÜMKÜN
Dr. Ufuk Işılay Erdoğan'ın bütüncül tıp anlayışına yönelmesi, yaşadığı ciddi bir hastalığın modern tıp tarafından çözülememesiyle başlamış ve bu
süreç onu frekans tıbbı ve enerji tıbbına yöneltmiş. Dr. Erdoğan'a göre her canlının bir titreşimi, bir frekansı var ve bu frekans bozulduğunda hastalıklar ortaya çıkıyor. Ukrayna ve Almanya'da aldığı eğitimlerle bu frekansları düzenleyen tedavi yöntemlerini öğrenmiş. Bugün hastalarına hem modern tıbba dayalı hem de alternatif frekans terapileriyle desteklenen bütüncül bir tedavi sunuyor:
"Hekimlik serüvenim, modern tıbbın değerlendirmediği uygulamalara olan merakımla yaklaşık otuz yıl önce başladı. O dönemde, kendimi tedavi etmek zorunda kaldığım ve büyük korku duyduğum bir süreç yaşadım. Hastanede yatarken çaresiz hissettim, bu nedenle hastaneden ayrılıp eve kapandım. Ancak, iyileşme arzum, inancım ve niyetimin gücü sayesinde tamamen sağlığıma kavuştum. Oysaki doktorlar ciddi bir ameliyat geçirmem gerektiğini söylüyordu. Bu olayı detaylıca anlatmak istemiyorum, fakat henüz beş yıllık bir hekimken yaptığım araştırmalar sayesinde birçok iyileşme hikâyesine tanık oldum. Duanın etkisini bilimsel olarak açıklamaya çalıştım ve bu ilgim beni frekans ve kuantum kavramlarıyla tanıştırdı. Zamanla Almanya ve Ukrayna'da bu alanın uzmanı olan doktorlarla tanışarak onların geliştirdiği tedavi yöntemlerini inceledim. 1999 yılından itibaren
tedaviye sadece ilaç bilimiyle değil, fizik bilimiyle de yaklaşılması gerektiğini fark ettim. Her varlığın bir titreşimi olduğu gerçeği, hastalıkların nasıl iyileşebileceği konusundaki merakımı artırdı ve beni alternatif yöntemleri keşfetmeye yönlendirdi.
Otuz yıldır hekimlik yapıyorum ve son yirmi yıldır kendi geliştirdiğim genel tababet anlayışıyla ilerliyorum. Hem modern tıbbın sunduğu bilgiyle hem de farklı ülkelerden edindiğim deneyimlerle hastalarımı tedavi etmeye çalışıyorum. Genel tababette en önemli nokta, hastaya yeterli zaman ayırmaktır. Ona ne kadar fazla vakit ayırırsanız, hastalığını o kadar iyi anlayabilir ve kişiye özel bir tedavi planı oluşturabilirsiniz. Bu, iyileşme sürecindeki en kritik unsurdur.
Hekimlik sanatıyla ilgili önemli kaynaklar, beslenme ve fizyolojik egzersizlerin sağlık üzerindeki rolüne vurgu yapar. Ancak ne yazık ki biz hekimler, çoğunlukla ilaç ve operasyon gibi hızlı sonuç veren yöntemlere odaklanıyoruz. Bunun nedeni, bu tür müdahalelerin az zaman gerektirmesi ve
hastanelerde hekimlerin vakit sıkıntısı yaşaması. Oysa hastayı tanıma süreci, teşhisin ve tedavinin en önemli aşaması."
Frekans cihazlarıyla vücudun enerji alanını tarayarak hastalıklara yol açan dengesizlikleri belirleyen Dr. Erdoğan, modern tıbba yeni bir boyut kazandırmayı amaçlıyor. Ona göre gelecek, tıbbın hem fizik hem de enerji boyutunu birlikte ele alarak şekillenecek.
"2007 yılında Kiev'de frekans tıbbını kullanan bir hastanede eğitim aldım. Frekans cihazları, radyo frekansı gibi zararsız frekanslar göndererek hastalıklı bölgeleri tespit etmeye yardımcı oluyor. Böylece hastalığın teşhisi daha doğru yapılabiliyor ve uygun tedavi belirlenebiliyor. Bu tanı
yöntemi sayesinde, hasta gereksiz testler ve hastane koridorlarında geçen uzun süreçler olmadan, doğrudan doğru teşhise ulaşabiliyor.
Bugün frekans cihazlarının tansiyon aleti kadar yaygınlaşması gerektiğini düşünüyorum.
Frekansları değiştirerek insanları tedavi etmek mümkün. Örneğin, ozon tedavisi biofotonik bir enerji tedavisidir. Burada bahsedilen enerji aslında frekanstan ibarettir. Kana verilen oksijen ve ozon gazı, alyuvarların frekansı sayesinde hücre içine kolayca nüfuz eder ve oksijeni hücrelere taşır. Özetle, verilen gaz sayesinde vücutta enerji dengesi sağlanır ve sistemlerin doğru çalışması desteklenir. Radyonun frekansını ayarlamak
gibi, vücutta da belirli frekansları düzenleyerek iyileşmeyi teşvik etmek mümkündür.
Her şeyin frekanslarla çalıştığını söyleyebiliriz. Hekimler olarak hastayı muayene ederken, vücudundaki frekansları anlamaya ve analiz etmeye çalışırız.