"Doğru nefes alabiliyor musunuz?", "İçtiğiniz suyun kalitesinden emin misiniz?", "Yeteri kadar D vitamini kullanıyor musunuz?", "Saat kaçta yemeyi bıraktınız?", "Akıllı saatinizden kalp atışınızı kontrol ediyor musunuz?" Bu gibi sorular bu çağın popüler meraklarının başında geliyor. 21. yüzyıl her zamankinden daha fazla iyi olmayı arzuladığımız, bedensel ve ruhsal sağlığımızla daha fazla meşgul olduğumuz bir çağ.
"Wellness kültürü" olarak tanımlanan sağlıklı yaşam hareketinin bugün küresel çapta hızla yayılan bir yaşam tarzına dönüştüğünü görüyoruz çünkü sadece bedensel sağlığa odaklanmıyor, insanın zihin sağlığını iyileştirmeyi de önceleyen bütüncül bir yaklaşım sunuyor. Hayat boyu "iyi" olma
hali, sağlığımızı sürekli takip etmeyi gerektirirken, sonsuz ürünlerin, uygulamaların ve takviyelerin pazarlamasıyla her zamankinden daha fazla çabalamaya, kendimizi sürekli geliştirmeye yönlendiriyor. Günlük hayatta tüm kişisel eylemlerimizi düzenleyen sağlıklı yaşam hareketi, temelde ideal bir benlik versiyonuna ulaşmamız vaadinde bulunuyor.
Milyonlarca dolarlık dev bir endüstri haline gelen bu hareket, insanlara modern toplumların temel ihtiyaçlarını karşılamayı hedeflediğini söylüyor. "Hasta olmamanız sağlıklı olduğunuz anlamına gelmez" diyerek milyonlarca insanı sağlıksız olduğuna ikna etmeyi başardığı söylenebilir. Bugün ilaç sektöründen çok daha fazla büyüyen ve hepimizin mutlaka fikir sahibi olduğu sağlıklı yaşam trendi için şu soruyu sormalıyız: Herkes iyi hissediyor mu? Hepimiz iyi miyiz?
Her şeyin "daha"sına odaklı bir yaşam tarzı
Paris Hilton gibi ünlü Amerikalı yıldızların kendilerini daha iyi hissetmek için alışveriş yapması, lüks tüketmesi, kocaman logolu çantalar takması ya da kuaförde saatler harcaması son yıllarda oldukça demode oldu. Artık Hollywood yıldızları tarafından pazarlanan başlıca şey; sayısız vitamin damlaları, gün doğumu yoga seansları, dev termoslardaki yeşil renkli içeceklerle çevrilmiş sağlık ve mutluluk odaklı bir yaşam tarzı. Son birkaç yıldır popülerleşen bir akım gibi algılansa da akımın ilk çıkışı eskilere dayanıyor.
1950'lerde Doktor Halbert Dunn, sağlıklı yaşamı "benliğin iyileştirilmesine odaklanarak sürdürülen bir arayış" olarak tanımlayarak bu yaşam tarzını tanımlamış oldu. 1980'lerde ise TV programlarında "Hasta olmamanız, hiçbir semptomunuz olmaması ve kontrolden geçip temiz bir sağlık raporu alabilmeniz iyi olduğunuz anlamına gelmiyor" denilerek bu akımın ilk adımları ekranlar yoluyla atılmış oldu. Bu tanımlara göre sağlık modern tıbbın kurallarını ifade ederken sağlıklı yaşam kişinin hayatı yaşayış biçimini ifade ediyor. 21.yüzyılda baktığımızda ise sağlıklı yaşam artık hayatlarımızı
sürdürmemizi sağlayan bir yol gösterici görevini üstleniyor.
Son yıllarda salgın gibi hızla yayılarak küresel bir akıma dönüşen sağlıklı yaşam kültürü, bize kendimizi geliştirmenin sayısız yolu olabileceğini söylüyor. Temel iddiası ise "daha" ile başlayan cümleler: Daha fazla huzur ve mutluluk, daha güzel bir vücut, daha temiz bir cilt, daha fazla fiziksel esneklik, daha parlak saçlar, daha sağlıklı bir beden. Sağlıklı yaşam üzerine bir hayat inşa eden insan hem hasta olmayacak hem de stresle, kaygılarla başa çıkabilen, güzel bir bedene sahip olan, mutlu birine dönüşecek. Oldukça çekici gelen bu vaatlerle beraber "yaşamın her alanını sağlık sıhhat çerçevesinde düzenlersek en iyi halimize ulaşmış oluruz" motivasyonu, kitleleri peşinden sürükleyerek hızla büyüyen bir wellnes kültürünün içine dahil ediyor.
Sağlık mı, ticaret mi?
Sağlıklı yaşamı, ilk akla geldiği gibi sadece yeme-içme üzerine kurulu bir akım olarak düşünmemek gerek. Örneğin, daha dingin bir yaşam için evimizin dekorasyonunu değiştirebiliriz, minimalizme uygun eşyalar satın alabiliriz. Daha sağlıklı olmak için organik kıyafetlere ve aksesuarlara
yönelebilir, gardırobumuzu değiştirebiliriz. Bizi kaygılandıracak, depresif yapabilecek izlediğimiz, dinlediğimiz ne varsa değiştirebilir, ayda birkaç yüz lira ödeyerek telefonumuza kaygıyı giderme uygulamaları indirebiliriz. Hatta kişisel gelişim kitaplarında yazan ya da belli ücretler ödeyerek
katıldığımız kişisel gelişim kamplarında da söylendiği gibi bize iyi gelmediğini düşündüğümüz insanları hayatımızdan çıkararak kendimizin en iyi versiyonunu yaratabiliriz. Özel marketlerde satılan ürünlerle uyguladığımız diyet listeleri sayesinde en sağlıklı hayatı biz yaşayabiliriz. Şeker ölçüm cihazları gibi hastanelerde bulunan cihazların ev için versiyonları ABD'de popüler hile geliyor. Sağlıklı yaşam kültürü, tıpkı bir din gibi hayatın her alanını yönetecek inançlar ve faydalı ritüeller sunarken bütçeyi biraz zorlayacak gibi görünüyor.
Sağlıklı yaşam kültürünün görünmeyen taraflarına değinen The Wellness Trap isimli kitapta bu kültür devasa bir endüstri olarak tanımlanıyor ve bu kadar devasa bir pazara dönüşmesi kötü sağlık hizmeti, yanlış bilginin yayılması ve Amerikan bireycilik anlayışının büyük başarısızlığına bağlanıyor.
The Guardian'da aynı temalı başka bir yazı da yine bu yükselen endüstri artan bireysellik, Batı tıbbına güvensizlik ve kendini iyileştirme umudu olarak üç sebep etrafında yapılandırılıyor.
Vitamin damlaları, spor salonları, meditasyonlar, pahalı su şişesi çılgınlığı, her saniye sağlık ölçümlerimizi takip etmemize yarayan teknolojik aletler, zengin diyet listeleri, evcil hayvanlar için sağlıklı yaşam hizmeti, sağlıklı yaşam tatilleri ve bu yaşam tarzına uygun kıyafetlerle bugün wellness sektörü dünya çapındaki ilaç endüstrisinden yaklaşık üç kat daha büyük. 2020'de yaklaşık 4,4 trilyon dolar değerinde olan sektör hızla büyüyerek 2023'te
6,5 trilyon dolar civarında bir rakama ulaşmayı başardı. 2025'te ise yaklaşık 7,3 trilyon dolarlık bir büyüme öngörülüyor.
Her geçen yıl değeri artan ve küresel düzeyde kâr getirme potansiyeli çok yüksek olan bu sektör, lüks spa günlerinden stres giderici çaylara kadar her şeyi kapsayacak şekilde büyümekle kalmıyor, meditasyon, fitness egzersizleri gibi aktiviteler için giydirilmiş "Wellness" Barbie bebek koleksiyonları da satışa sunuyor. Bundan 10 sene önce tişört baskılarında feminizm teması yaygınken bugün "kendini sev" gibi aforizmaları mağazalarda görüyoruz. "Doğal olan en iyisidir" pazarlaması işe yaramış görünüyor ki doğal olanın daha iyi olduğunu söyleyen şirketlere inanıyoruz.
Bu kârdan daha fazla pay alabilmek, daha büyük kazançlar elde etmek için insanların tatminsizliğini ve yetersizliğini kışkırtarak yeni ihtiyaçlar üretmeyi, trendleri sürekli güncellemeyi hedeflemek bu işin sırrı. Son yıllarda bu rakamlara bakıldığında şu soru sık sık gündeme geliyor: Sağlıklı yaşam kültürü gerçekten bizim sağlığımızla mı ilgili?
Sağlıklı yaşam imajı
Aslında yukarıda bahsettiklerimiz kısa bir süre öncesine kadar sosyal medyada zengin ve ünlü insanlarda görüp dalga geçtiğimiz trendlerken kısa bir süre için tüm bunların sıradan hayatların içine sızdığını görüyoruz. Los Angeles'taki ünlü kadınlar sokaklarda ellerinde pahalı detoks sularıyla
gezerken, buz dolu küvette nefes egzersizleri yaparken artık her markanın detoks sularını market raflarında görüyor, ulaşılabilir kişisel gelişim önerileri ya da meditasyon seansları bulabiliyoruz. Mesela, çevremizde muhakkak dijital detoks ya da aralıklı oruç denemiş birileri vardır.
Sosyal medyada sağlık tavsiyeleri ve sağlıklı besleyici tarifler moda ve alışveriş önerilerinden çok daha fazla etkileşim alıyor. #selfcare etiketi altında yulaf sütlü zerdeçallı latte, pirinç özlü cilt maskesi gibi milyonlarca paylaşım gerçekten faydalı olup olmadığına bakılmadan gün içinde yapılması gereken bir görev gibi algılanıyor. TikTok'taki #FitTok etiketine tıkladığınızda, uzmanlık gerektirmeden insanlara egzersizler ve beslenme planları sunan yüksek takipçili binlerce kullanıcı görebiliyorsunuz.
Sosyal medyada kullanıcılar sağlıklı yaşam hissiyatından ziyade imajına odaklanıyor gibi görünüyor. Bu, yaşam tarzlarının gösterişe dönüştüğü garip bir durum oluştururken diğer yandan iyi hissetme çabası ya da sadece imaj için hayatın her anında sağlıklı yaşamaya çalışmak birçok insanın
ulaşılması imkânsız olan "ideal benliğin" peşinden gitmesine yol açıyor. Sağlıklı yaşam endüstrisi tarafından desteklenen mükemmeliyetçilik, başka bir kişisel başarısızlığa dönüşmeye başlıyor.
Gerçekten iyi hissediyor muyuz?
En başta sorduğumuz "Gerçekten iyi hissediyor muyuz?" sorusuna gelirsek, her sene dünyada artan anksiyete, depresyon verileri ruhsal sağlığımızın pek de iyiye gitmediğini gösteriyor. Sağlığa ulaşmamıza, daha iyi hissetmemize yardımcı olmak için tasarlanan uygulamalar kaygılarımız veya
vücudumuzla ilgili memnuniyetimiz devam ettiğinde biraz sarsıcı olabiliyor.
ABD'de wellness çılgınlığı sebebiyle tedavi gören bir kadın kendi sürecini şöyle anlatıyor: "Tek bir gün bile egzersiz yapmazsam kendimi cezalandırmak istiyordum. Kozmetik ürünlerinde bulunan koruyucu maddelerden korkmaya başladım. Kişisel olarak kendimi daha iyi hissetmiyordum veya daha iyi performans göstermiyordum."
Sağlıklı yaşam mesajlarının çoğu özellikle kadınlar için tıpkı influencerlar'ın sunduğu hayat gibi mükemmel olma fikrini aşılıyor. Bugün hâlâ baskı unsuru olan Batı'nın imkânsız güzellik standartlarına ve sağlık hedeflerine ulaşamadığımızda kişi kendini sevmek vaadi bir yana anksiyete, OKB, ortoreksiya gibi yeme bozuklukları ve diğer birçok sağlık sorunu ortaya çıkıyor. Vaat edildiği gibi yeterince sağlıklı ve güçlü olmadığında kişi, kendisini
suçlamaya başlayabiliyor. Birçok insanın bu rahatsızlıkları yaşamalarının sebebi, kendilerinin temelde yeterince iyi olmadığına inanmaları. Bu inanç, insanların sağlıklı yaşama yönelmesinde temel bir motivasyon oluşturuyor.
Wellness kültürüyle insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar kendi refahımızı önceliyoruz fakat bu akım, çoğumuzun kendini kötü hissetmesine, yeni kaygılara ve takıntılara neden oluyorsa buna gerçekten sağlıklı yaşam diyebilir miyiz? Mutluluk, sağlık ve iyilik satın alınması gereken bir ürün olarak pazarlandığında nasıl bir iyileşme olabilir?