Özgür Dikmen: İSRAİL DİNAMİZMİNİ VE TOPLUMSAL BÜTÜNLÜĞÜNÜ GEÇMİŞİNDEKİ SAVAŞLARA BORÇLU

İSRAİL DİNAMİZMİNİ VE TOPLUMSAL BÜTÜNLÜĞÜNÜ GEÇMİŞİNDEKİ SAVAŞLARA BORÇLU
Giriş Tarihi: 2.1.2024 13:41 Son Güncelleme: 2.1.2024 13:47
İsrail ve onun kurucu ideolojisi Siyonizm yine şiddet ve savaşla gündeme gelmiş durumda. Bir asırdan uzun süredir kanlı savaşlara sahne olan Orta Doğu’nun şiddet tarihini anlamak açısından Siyonizm’in önemli bir yeri var. Bu bağlamda tarihsel arkalanıp ve mevcut durumuyla Siyonizm’i, İsrail siyasetinin mevcut görünümünü, Batı’daki durumu ve Hıristiyan Siyonistlerin siyasi poziyonlarını Özgür Dikmen’le konuştuk.

Bir Yahudi devleti kurma projesi olarak bildiğimiz Siyonizm kavramının nasıl ortaya çıktığından bahsedebilir miyiz?

Köken olarak Siyon, Kudüs'ün isimlerinden biri ve Siyon tepesi bugün Hz. Davut'un mezarının bulunduğu yerdir. Tarihsel olarak Siyonizm, Yahudilerin Filistin'e dönerek devlet kurma isteklerini yansıtan bir ideoloji ve ilk kez 1890'da Nathan Birnbaum isimli bir Yahudi entelektüel tarafından ortaya atıldı. Günümüzde ilk Siyonistler en başından beri hedefleri, ve motivasyonları net, ilk andan beri bugünkü İsrail devletini kurmaya çalışan yekvücut bir grup olarak algılanıyor. Ne 1880'lerde Rusya'dan Filistin'e ilk göç eden Yahudilerin, ne de Theodor Herzl ve etrafındakilerin zihninde sınırları belli, bayrağı belli, ismi belli bir ülke fikri vardı. Çünkü çeşitli Siyonist gruplar arasında ciddi görüş farklılıkları mevcuttu. Theodor Herzl'ın asimile olmuş bir Yahudiyken bir anda Siyonizm'e ilgi duymaya başlaması genellikle 1895'te Fransa'da Dreyfus davasını bir gazeteci olarak izleyip Yahudi sorununun farkına varmasıyla açıklanır. Orada gördüklerinden sonra bir Yahudi devletinin gerekliliğine inanmaya başlar. 1896'da Yahudi Devleti kitabını yayımlar, 1897'de I. Siyonist Kongre'yi düzenler. Bunlar tamam ama o dönemlerde bir Yahudi devletinin nasıl ve nerede olacağına dair ciddi tartışmalar var. Filistin kimilerinin üzerinde ikna olduğu bir seçenekken diğerleri için önemli olan devletleşme olduğu için burası vazgeçilebilir bir seçenek. 1903 ve 1905 arasında Siyonist kongrelerde uzun uzun Uganda'nın bir Yahudi devleti için uygun olup olmadığı tartışılıyor. 1948'de İsrail'in bağımsızlığını ilan eden David Ben-Gurion, 1912'de bir grup arkadaşıyla beraber İstanbul'a geliyor, Darülfünun'da hukuk okumaya başlıyor. Kafasında Meclis-i Mebusan'a girmek, hatta nazır olmak gibi hayalleri var. Filistin'de bir Yahudi devleti olsun ve bu devlet Osmanlı'nın bir parçası olarak devam etsin tarzında düşünceleri var. Bu ve benzeri tartışmalar 1917'de Balfour Deklarasyonu'na kadar devam ediyor. Balfour'la birlikte bağımsız devlet fikri iyice yerleşmeye başlıyor. Özellikle Osmanlı'nın Filistin'i kaybetmesi, İngiltere'nin buraları işgali ile manda rejiminin kurulmasıyla bağımsız bir Yahudi devleti fikri zemin kazanıyor. 1948'e giden süreç buralarda netleşiyor diyebiliriz.

Tarihi ya da politik bir söylem olarak Siyonizm'in Yahudilerin tamamını temsil ettiğini söylemek elbette abes olur. Bugün hem dindar hem seküler Yahudiler arasında Siyonizm karşıtı olan ciddi sayıda grup var. Siyonizm'in geçmişte Yahudilere seslenemediği gibi belli dönemlerde, özellikle İsrail'in kurulduğu zamanlarda erken dönem Siyonistlerin kendi zihinlerinde çizdikleri ideal Yahudi tipolojisine uymayan diğer Yahudilere karşı ciddi hoşnutsuzlukları var. Avrupalı dindar Yahudileri güçsüz, eli silah tutamayacak, gece gündüz sinagogda dini kitaplar okuyan ve dönüştürülmesi gereken insanlar olarak görüyorlar. Önce Asurlular, sonra Romalıların Yahudileri Filistin'den sürdükten sonra bir sürgün dini olarak ortaya çıkan Yahudiliğin sürgün koşullarının Yahudilerin hayatta kalmasını kolaylaştırdığını, hayatta kalmalarını sağladığını düşünüyorlar. Ancak sürgünlerine artık son vermek istediklerinden bu sürgün dinine de ihtiyaç kalmadığını, hatta Yahudiliğin kendi ayaklarına bağ olduğunu düşünüyorlar. Çünkü Filistin'de artık dindar Yahudilere değil, eli silah ve çapa tutan Yahudilere ihtiyaçları var. Bu 1880'lerden beri 1960'lara dek uzun süre devam eden bir fikir. Diğer yandan Arap ülkelerinden göç eden Yahudileri de ikinci sınıf insanlar olarak görüyorlar. Burada bu insanların sadece geleneksel ve dindar olmaları değil aynı zamanda Avrupa dışından geliyor olmaları da etkili. Yani Yahudi olsalar da farklı bir etnisiteden geliyorlarmış gibi muamele görüyorlar. Siyonizm'in bu anlamda oldukça kaba bir Oryantalizm'i de söz konusu.

Avrupa'da ortaya çıkan Yahudi sorununun ve antisemitizmle mücadelenin Siyonizm'i bu kadar güçlendirdiği söylenebilir mi?

19. yüzyıl Avrupa bağlamında bir "sorunlar yüzyılı" olarak adlandırılır. Osmanlı'nın varlığının sorun haline getirildiği bir Doğu sorunu, işçi sorunu, Belçika sorunu, kadın sorunu ve elbette Yahudi sorunu. Avrupa'daki Yahudi varlığının artık çözülmesi gereken bir sorun olarak görülmesine karşılık Yahudiler birtakım reaksiyonlar geliştirmeye başladı. Çözümlerden biri asimilasyondu. Mesela Almanya ve Fransa gibi ülkelerde Yahudiler için her şeyleriyle içinde yaşadıkları milletlerin birer ferdi olarak o toplumlara karışma seçeneği mevcuttu. Bu süreç vatandaşlık kavramının ortaya çıkışının ardından Yahudilerin bulundukları ülkelerin hukuklarına tabi olmaları ve kendi gettolarında kendi hukuklarını uygulayamayacakları anlamına geliyordu. Yani artık Yahudiler kendi cemaatlerinden çıksınlar ve Alman ya da Fransız hukukuna uysunlar gibi bir talebi vardı modern devletin. Bunu "Avrupalılar Yahudileri içlerine almaya başladılar" gibi de söyleyebilirsiniz fakat aslında bu bir asimilasyon talebiydi.

Yakın dönemlerde sosyalizmin yükselişiyle Yahudi gençlerinin sosyalizme yönelmesi söz konusu oldu. Özellikle Doğu Avrupa ve Rus İmparatorluğunda. Sosyalizmle beraber monarşiden ve Yahudi düşmanlığından kurtulacaklardı çünkü sosyalizm herkese eşit birey olma hakkı verecekti. Dolayısıyla asimilasyon, sosyalizme yöneliş ve ABD'ye göç gibi seçenekler 19. yüzyıl Avrupa ve Rusyası'nda Yahudi sorununa karşı geliştirilen reaksiyonlardan bazıları. İşte Siyonizm de bunlardan biri. "Biz Avrupa'daki Yahudi düşmanlığına nasıl bir çözüm bulabiliriz? Bir devlet olursak bu soruna bir çözüm bulabiliriz" düşüncesi. Yani Siyonizm'e 19. yüzyılda Avrupa'daki Yahudi sorununa karşı Yahudilerin bir güç olarak kendilerini savunmasını öneren çözümlerden biridir diyebiliriz.

İsrail'in bugünkü politikalarının temelindeki ideoloji olan Siyonizm mi onu bu kadar saldırganlaştırıyor?

Siyonizm'i yeknesak bir ideoloji olarak düşünmekten ziyade Siyonist gruplar arasındaki fikir ayrılıklarına bakmak bize daha farklı şeyler söyleyebilir. Avrupa'da Theodor Herzl'ın toparladığı Siyonist hareket "Biz bir devlet kuracaksak ancak imparatorlukların desteğini alarak ayakta kalabilen bir devlet kurabiliriz" diyordu. O dönem Herzl, II. Abdülhamit'le görüşüyor ve hedeflerine ulaşamıyor. Alman imparatoru Kaiser Wilhelm ile görüşmesinden de bir kazanç sağlayamıyor. Herzl 1904'te öldükten sonra Haim Weizmann'ın da çabalarıyla İngilizlerden Balfour Deklarasyonu elde edilebiliyor. Bir yanda devam eden sıkı diplomatik çabalar var ve diğer taraftan daha çok Rusya'dan Filistin'e gelen Siyonistler Avrupalı Siyonistlerin aksine "tüm dünyaya karşı silahla bu işi çözebiliriz" diyor. Bu iki yaklaşım arasındaki çatışmanın devamını biz hala İsrail siyasetinde görebiliyoruz. Yani "İsrail bugün dünya ile birlikte, diğer ülkelerle bir uyum arayarak mı hareket edecek, yoksa tüm dünyaya karşı durarak mı hareket edecek?" meselesi… 1948'de Siyonistler İsrail'in bağımsızlığını ilan ettiklerinde Litvanya'dan, Rusya'dan, Almanya'dan, Yemen'den, Gürcistan'dan, Fas'tan, Mısır'dan, Irak'tan, dünyanın her yerinden Yahudiler geldi ve burada parçalı bir toplum oluştu. İlk başbakan David Ben Gurion'un kafasında bir soru vardı: "Biz bu toplumdan nasıl bir devlet oluşturabiliriz? Farklı yerlerden gelen bu kadar insanı nasıl bir araya getireceğiz? Bu insanlardan nasıl devletine, ordusuna sahip çıkabilecek, savaşabilecek bir İsrailli meydana getireceğiz?" Çünkü böyle bir toplumun bu kadar kısa sürede etrafındaki diğer devletlerle savaşabileceğini düşünmüyordu. Bugün İsrail halen organik bir toplum oluşturabilmiş değil. Ortada güya bir İsrail toplumu var ama bunun altında birbirinden kopuk, bölük cemaatler barınıyor. Sosyoloji literatüründe İsrail'deki bu durumu karşılamak için "society of cleavages", "bölünmeler toplumu" gibi bir kavram da öne sürülüyor.

Uyguladığı tüm şiddete rağmen dünyayla iletişimi önemseyen Mapay Partisi etrafındaki Siyonist elitler 1977'ye kadar siyasi sahnede güçlü bir varlık gösterdi. 1977 seçimlerinde iktidara gelen Likud -ki bugün Binyamin Netanyahu'nun partisidir- ideolojisinde "İsrail var olacaksa dünyaya karşı var olacak. Biz ancak elimize silah alıp dünyaya karşı durarak İsrail'i ayakta tutabiliriz" vizyonu hâkim. Yani bugünkü Siyonizm'de "dünyayla birlikte değil dünyaya karşı durarak var olacağız" düşüncesini görebiliyoruz. Bu politikalar sonucunda İsrail toplumu ciddi anlamda sağa kaydı ve popülizm İsrail toplumunda ciddi anlamda kök saldı. Toplum sağa kaydıkça bu politikalara destek de aynı oranda artış gösterdi. Yani "Ben dünyaya karşı ayakta duruyorum. Gerekirse bütün Araplara savaş açarım" dediğinizde sağcı tabandan destek alıyorsunuz. Olaylar barışçıl bir yere gittiğinde, ortalık biraz sakin kaldığında tabanınız gevşemeye başlıyor. O tabanı şiddetle topladığınız için şiddetin yokluğunda taban gevşiyor. Dolayısıyla dikkat çekerek iktidara gelebilmek için ortalığı yine ateşe verme eğiliminiz artıyor. İsrail bugün böyle bir döngü içerisinde. Peki, İsrail bugünlere kadar nasıl geldi? Kontrollü şiddetten beslenerek, savaşın verdiği birliktelik duygusundan yararlanarak bugüne gelebildi. İsrail siyaseti kontrollü gerginliği önemser çünkü dinamizmini ve toplumsal bütünlüğünü bir ölçüde savaşa borçludur. Bu Lübnan savaşlarında böyleydi, geçtiğimiz sayısız Gazze savaşında böyleydi, günümüzde İsrail'in İran ve Suriye'ye yönelik tutumlarında da bunu rahatlıkla görebiliyoruz.

7 Ekim'deki saldırılar İsrail'in kontrol edemediği ve istemeyeceği türden bir savaş mıydı?
7 Ekim saldırısı miladi bir dönüm noktasıdır. Bu tarihte Netanyanu'nun kontrolünün dışında gerçekleşen, haberinin dahi olmadığı bir savaş çıktı. İsrail askeri istihbaratı olağan dışı bir hareketlilik olduğuna dair gerekli uyarıları hükümete yaptıklarını fakat bu uyarıların dikkate alınmadığını söylüyor çünkü HAMAS'ın muhtemelen birkaç füze atacağını, kontrol edilebilir bir gerginlik olacağını düşünüyorlardı. 7 Ekim'deki gibi bir saldırıyı asla beklemiyorlardı. 1973'teki Yom Kippur Savaşı'nda buna benzer bir saldırı olmuştu ama o zaman İsrail'in karşısında Mısır ve Suriye vardı. ABD Başkanı Nixon'ın yardımlarıyla İsrail ayakta kalabilmişti. HAMASlı biriyle yapılmış bir röportaja denk geldim. "Biz de böyle bir şey beklemiyorduk. Karşımıza birilerinin çıkacağını, çatışacağımızı ve Gazze'ye geri çekileceğimizi düşünüyorduk. Biz İsrail topraklarına girdiğimizde önümüze kimse çıkmadı ve gittikçe gittik. Bu kadar savunmasız bir durum beklemiyorduk." gibi şeyler söylemiş.

7 Ekim'e neden bir milattır diyoruz? İsrail çok ciddi kayıplar verdi. Dünya kamuoyundaki imajı için harcanan milyar dolarlar, yapılan onca medya yatırımı, Netflix dizileri boşa gitti, imajı yerle bir oldu. Dünyanın en güçlü istihbarat örgütü olarak lanse edilen MOSSAD'ın işlevsiz olduğu ortaya çıktı. Netahyahu'nun siyasi karizması toparlanması zor bir hasar gördü. Bu yüzden çok çırpınıyor, suçlu bulmaya çalışıyor, askeri istihbarat ve güvenlik bürokrasisiyle arası çok kötü. Gazze'de bu kadar gaddarlaşmasının sebeplerinden biri de bu. Orada sadece İsrail'e saldıranları cezalandırmıyor,
kendisinin siyasi arenada sonunu getirenleri cezalandırıyor. İsrailli rehineleri ve rehine ailelerinin dediklerini umursamadan siyasi bir hırsla kan döküyor. HAMAS'ın bitirdiği siyasi kariyerinin sonucunda Gazze'yi cezalandırıyor.

Batılı toplumlarda İsrail karşıtı protestolar görülürken Batılı devlet yöneticileri neden ısrarla İsrail'i desteklediklerine dair açıklamalarda bulunuyor?

Avrupalı toplumlar sokaklarda Filistin'e destek için protestolarına devam ediyor ama devletlerine baktığımızda mesela Almanya'nın takındığı tutum utanç verici. Bunun sebebi Holokost geçmişlerinin olması ve bu dünya tarihinin en büyük vahşetlerinden biri. Almanya'nın en istemediği şeylerden biri Holokost geçmişinin önüne konması ve bu yüzden İsrail'in önüne çizdiği çizgiden çıkmak ve İsrail ile en ufak bir gerilim yaşamak istemiyor. Genel olarak Avrupa Holokost geçmişinden ötürü İsrail ile birlikte hareket ederken ABD'de bu durum biraz daha farklı. Şunu belirtelim; ABD'deki bütün Yahudiler Siyonist değildir ve Amerikan Yahudileri arasında çok ciddi bir İsrail muhalefeti, hatta bazen düşmanlığı var. Diğer taraftan siyasetin lobilerle ilerlediği ABD'de güçlü bir Siyonist lobi var ve bu yüzden ABD, İsrail'le aynı çizgide görünüyor. Senatoda varlar, Amerikan bürokrasisinde ve finans dünyasında çok güçlüler. İsrail'i destekleyen finans ve endüstri devleri piyasada ciddi anlamda baskı oluşturuyor. Tabii burada Amerika'daki her Yahudi iş insanı İsrail'i destekliyor diye düşünmek abes olur. İsrail'e bu günlerde de muhalefet eden ciddi sayıda Amerikalı zengin Yahudi var. Ayrıca şunu da unutmayalım; ABD'de dindar bir Evanjelik Siyonizm'i ve İsrail'i ortalama bir İsrailliden çok daha bağnazca ve yanlışlarını gözardı ederek savunur.

Size ilginç bir şey söyleyeyim; İngiliz Evanjelikler, Yahudi devleti fikrini Siyonist Yahudiler bir Yahudi devleti fikriyle gelmeden önce 1870'lerde ortaya atmışlardı. Yani dünya üzerinde Yahudi devleti fikri ilk kez Evanjelikler tarafından ortaya atıldı. Çünkü Hz. İsa'nın Mesih olarak gelip barış bin yılını başlatacağına inandıkları ve Hz. İsa da dahil olmak üzere kendilerini de Filistin'den sürülen Yahudilerle etnik olarak olmasa da dini anlamda ilişkilendirdiklerinden Filistin'deki Yahudi varlığının yeniden tesis edilmesi gerektiğine inanıyorlar. Bugün hem Teksas'ta İsrail'i destekleyen bir Evanjelik ile hem de Tel Aviv'de ortalama bir İsrailli ile konuşmaya çalışın. Teksas'taki Evanjelik size İsrail'in neden hayatta kalması, neden bütün Filistinlilerin o topraklardan sürülmesi, gerekirse neden yok edilmeleri gerektiğini, neden Ürdün Nehri'nden Akdeniz'e kadarki bölgede İsrail'in sadece Yahudilerden müteşekkil bir devlet olarak var olması gerektiğini bu fikre iman ederek anlatır. Aynı şeyi aynı sertlikte İsrailli bir Yahudi'den duyamazsınız.

Netanyahu saldırıları sırasında Kitâb-ı Mukaddes'ten yaptığı alıntılarla, bahsettiği bazı kehanetlerle aslında kime sesleniyor?

Netanyahu bir konuşmasında "Bizler ışığın çocuklarıyız, onlar karanlığın çocukları" olduklarını ifade etti ve "Yeşaya kehaneti"nden bahsederek Kitâb-ı Mukaddes'e referanslarda bulundu. Orada Netahyahu İsrail toplumuna değil, açıkça ABD'deki Evanjelistlere sesleniyordu çünkü bu grupla Siyonizm arasındaki ilişki Kitâb-ı Mukaddes'teki kehanetler üzerine kuruluyor. Evanjelistlerin bu bölgeyle ilgilenmelerinin temel sebebi Mesih'in buraya geleceği ve bin yıllık milenyumun başlayacağı, Yahudiler dâhil herkesin Hristiyan olacağı ve nihayetinde Hristiyanlığın hüküm süreceği düşüncesi. Bu anlamda Evanjelistlerin Siyonizm'i antisemitizm içeriyor çünkü herkesin Hristiyan Mesih'in hakikatini kabul edeceklerini iddia ediyorlar. Aslında kendi Hristiyan kıyamet senaryoları için çalışıyorlar ve Yahudiler de bu hedefe dönük bir basamak olarak görülüyor. Bu noktada onlar için Siyonizm, Yahudilerin Filistin'de toplanması adına bir araçtan ibaret. ABD seçimleri yaklaşırken Joe Biden, ciddi bir destek kaybediyor ve Donald Trump'ın çok güçlü bir aday olarak yeniden başkan seçilmesi söz konusu olabilir. Dolayısıyla Netanyahu, ABD'de Trump destekçisi Evanjelik tabana sesleniyor ve Netanyahu'nun söylemleri o tabanda karşılık buluyor.


Netanyahu'nun "Bu bizim 11 Eylül'ümüz" söylemiyle 11 Eylül'ü referans göstermesi Batı'ya bir sesleniştir ve "Biz burada Batı'nın kalesiyiz, Müslüman dünya HAMAS'ı destekliyor. Aydınlığın çocukları biziz ve bize saldırılırken aslında size de saldırılıyor" gibi bir söylemi yerleştirme çabasında. Netanyahu aslında mevzuyu 11 Eylül sonrasında popüler olan Samuel Huntington'un "Medeniyetler Çatışması" zeminine çekmeye çalışıyor. Bu olaylar Müslüman dünya ile Batı arasındaki iplerin kopuşu gibi lanse edilse de toplumsal düzeyde baktığımızda İslam dünyasında ya da Batı toplumlarında ciddi bir İsrail muhalefeti var. Dolayısıyla bu olayın yalnızca dinler arası savaş gibi sunulması Filistin meselesinin kapsayıcı zeminine hiç şüphesiz zarar verir. Şu anda herkes farklı dilden, dinden milyonlarca insan Filistinlilerin arkasında ve İsrail'in şu an en istemediği şey küresel bir İsrail muhalefetinin oluşması. Ki bu da oluşmuş durumda. Diğer yandan antisemitizm söylemini en çok İsrail kullanıyor. Bunu da "antisiyonizm, antisemitizmdir" diyerek bir algı oluşturarak yapıyor. Evet, antisemitizm var. Batı'da sokağa çıkıp İsrail'e tepki gösteren Yahudilerin zihninde antisemitizmin yükselme ihtimali her zaman var ve antisemitizme yöneliş İsrail'in destek kazanmasına sebep oluyor.

Özgür Dikmen kimdir?

Marmara Üniversitesi'nde siyaset bilimi öğrenimi gördü. İstanbul Şehir Üniversitesi'nde siyaset bilimi ve Kudüs İbrani Üniversitesi'nde İsrail çalışmaları alanlarında yüksek lisans yaptı. Şu sıralar Stanford Üniversitesi'nde Siyonizm tarihine odaklandığı doktora çalışmalarına
devam ediyor.

BİZE ULAŞIN