Sena Subaşı: ''Eğitim tarihinin en büyük facialarından biridir 28 Şubat''

Eğitim tarihinin en büyük facialarından biridir 28 Şubat
Giriş Tarihi: 22.3.2021 11:43 Son Güncelleme: 22.3.2021 11:43

28 Şubat sürecinin en büyük etkinlik alanı şüphesiz üniv ersiteler ve akademik hayat oldu. Eğitim hakkı başta olmak üzere insan haklarının ayaklar altına alındığı bu ayrımcılık dönemi ülkemizde oldukça farklı ve daha önce örneğine pek rastlanmayan bir yükseköğretim sistemiyle tarihe kaydoldu. O dönemin olağanüstü sistemi bir çok genci eğitim hayatının son dönemecinde saf dışı bırakarak hem bireylerin hem de ülkenin gelişim v e kalkınmasının önüne set çekti. Bu sistemin en görünür özelliği ise üniv ersitelerdeki başörtüsü yasağıydı. Bu ve benzeri ayrımcı yasaklarla mücadele etmek zorunda kalan on binl erce öğrenci olumsuz etkilendi. Dönemin üniversitesini, eğitim ve öğretim yapısını o günlerde öğrenci olarak bizzat deneyimleyen ve gözlemleyen üç tanıktan dinledik. Kulis Tiyatro Dergisi Yayın Yönetmeni Ayşe Şahinboy Doğan, Assalam Vakfı Kurucu Ortağı ve Aktivist Nazan Yalçınkaya, Usturlab Atölye Kurucu Ortağı ve Sosyal Girişimci Sümeyye Ceylan maruz kaldıkları 28 Şubat üniv ersitesini Lacivert'e anlattı.

Siz 28 Şubat sonrası üniversitedeki sürece tanık olan öğrencilerden birisiniz. O dönemlerde, yani siz henüz lise ve üniversite çağındayken karşınızda nasıl bir üniversite, nasıl bir sistem ve işleyiş vardı?

Ayşe Şahinboy Doğan: "90'ların sonunda üniversiteler insan öğütme fabrikası gibiydi"

Üniversite için lise yıllarında hayallerimiz vardı. Araştıran, geliştiren ve kariyerimiz açısından önemli tecrübeler edineceğimiz eğitim yerleri olarak hayal ediyorduk. Bizi yetiştirmek için hevesle görev yapan öğretmenlerin olduğu ilim merkezleridir diye düşünüyorduk. Lakin üniversite sınavlarına çalışmaya başladığımız andan itibaren hayallerimiz kırılmaya başladı. Gördüklerimizle, zihnimizde kurduğumuz üniversite algısı aynı değildi: Ezber sistem, sorgulamaya kapalı bir müfredat ve memur zihniyetli akademisyenler... Katsayı diye bildiğimiz sisteme şimdi bile hayret ediyorum, insanlığa sığmayan bir sistemle eleniyordu gençler. Düz liseden mezun oldum ama o yıllarda imam hatip mezunu arkadaşlarımız çok iyi puanlar almalarına rağmen ancak iki yıllık okulları tercih edebildiler. Bu haksızlığı yapanlar nasıl hesap verecek bilmiyorum. Velhasıl 90'ların sonunda üniversiteler eğitim yuvası olmaktan çok insan öğütme fabrikaları gibi çalışıyordu.

Nazan Yalçınkaya: "Sınavlara bir gün kala okuldan atıldım."

25 yıl önce farklı şeyler söz konusuydu. O zamanlar şimdiki gibi özgür değildik maalesef. Bazı şeyleri elde etmek, haklarımızı almak için daha çok çabalamamız gerekiyordu. Zaten belli kısıtlamalar söz konusuydu. Askerî cuntanın hâkim olduğu darbe dönemi vardı. Kendimizi rahatça ifade edemiyorduk, özgürce düşüncelerimizi söyleyemiyorduk. Bunu dile getirdiğimiz zaman tehditlerle karşılaşıyorduk. Gerek madden gerek manen bir sürü tehdit aldık. Böyle bir ortamda özgür düşünceyi ortaya çıkartmak gerçekten de zordu. Ben fırsat eşitliğinin olmadığı ortamda sınava hazırlandım. Sınavlara bir gün kala okuldan atıldım. Gerekçe olarak farklı şeyler söylendi ama bunlar hukuki değildi. Kendi koydukları kurallara kendileri uymuyorlardı. Tedricilik söz konusu değildi. Tamamen keyfi uygulamalar vardı. Okulun dekanıyla konuşmak için gittiğimde beni sert bir biçimde savsaklayıp elde etmiş olduğum bu hakkın, zaten buraya gelmemin bir sorun olduğunu, sistemin beni bir yerlerde eritmesi gerektiğini ve bu şekilde onun karşısına çıkmamam gerektiğini söyledi. Bu şekilde derken "yobaz kıyafetler içerisinde" karşısına çıkmam kast ediliyordu. Bu kişi de özgür düşünceye sahip olduğunu iddia eden bir üniversite profesörüydü.

Sümeyye Ceylan: "28 Şubat sadece başörtülü kadınların hikâyesi üzerinden anlatılır ama 28 Şubat ülkemizin eğitim tarihi açısından büyük bir faciaydı."

Ben 10 yaşımda imam-hatip ortaokuluna başladım ve sonra da imam-hatip lisesine gittim. O genç yaşlarımda tamamen bir keşmekeşin içine düştüm. Çocukken de analitik düşünmeyi çok severdim, her şeyi sorgulardım. Ülkenin içinde bulunduğu durum daha o yaşımda çok saçma geliyordu bana. Ülkeyi yöneten insanların ortaokul ve liselerde okuyan gençleri başörtülü, imam-hatipli diyerek okulları ve öğrencileri ayırmalarına anlam veremiyordum. Lisede okul birincilerinden biriydim. Lise karnelerimin hepsinde tüm notlarım 5'ti. Sadece lise 2'de bir notum 1 gelmişti. O da derse bir albayın geldiği Milli Güvenlik dersiydi. Başımızı açmadığımız için bizi dersten bırakmıştı. Ülkede bu başarıya rağmen hiçbir üniversiteye giremememizi sağlayacak matematiksel bir saçmalık yapılmıştı. Lisede fizik, kimya, biyoloji, matematik tüm dersleri gördüm. Buna rağmen konu üniversiteye geldiğinde puanlama ve kısıtlamalarla şöyle bir muamelede bulunuyorlardı: "Sen buralara gidemezsin." Ben yıllar sonra bir eğitimci olarak geriye baktığımda fark ettim yapılanları. Bu ideolojik ve tamamen düşmanca verilen bir karardı ama o dönemin siyasi otoritesi "siz meslek lisesisiniz" deyip meslek lisesi mezunlarını da resmen üniversiteye gidemez hâle getirmişti. Bu Türkiye Cumhuriyeti eğitim tarihinin en büyük facialarından biridir. Elektrik meslek lisesi mezunu bir öğrencinin üniversiteye giderken puanını kırıyor sistem. Hâlbuki o öğrencinin üstüne puan verilmesi lazım mühendislik okuması için. Ben bunu yıllar sonra üniversite eğitimimi tamamlamak için göç ettiğim Avusturya'da gördüm. 28 Şubat sadece başörtülü kadınların hikâyesi üzerinden anlatılır ama 28 Şubat ülkemizin eğitim tarihi açısından da büyük bir faciaydı. Bu tarafının fark edilmesi ve üzerine akademik araştırmalar yapılması elzem.

Kadınların kılık kıyafeti üzerinden birtakım engellemeler söz konusuydu. Siz bu konuda ne tür müdahalelerle karşılaştınız? Bunun karşılığında tepkiniz nasıl oldu?

Ayşe Şahinboy Doğan: "Kendi vatanımızda varlık mücadelesi veriyorduk."

Sadece kadınların kıyafetleri değil, inancını yaşamak isteyen erkek öğrencilerin de ağır baskı gördüğü yıllardan bahsediyoruz. Sistemli bir şekilde psikolojik şiddet, ağır hakaret ve kimi yerlerde fiziki şiddete varan hadsizliklerle mücadele ediyorduk. Kadınların daha göz önünde olmasının sebebi tamamen başörtüsünün belirgin olmasından kaynaklanıyordu. Saygısızlığın sınırı yoktu o yıllarda. Hiç unutmadığım bir karedir; İstanbul Üniversitesi'nin önünde güvenlik görevlilerince zorla başörtüsü başından sökercesine çıkartılan kardeşimizin hâli ve onu savunmak için tepki veren gençlerin yediği joplar... Kol kola girip sadece slogan atıyorduk meydanlarda, haksızlığın karşısında sesimizi çıkarmaya çalışıyorduk. Biber gazları, tomalarla üzerimize sıkılan sular bile yaşadığımız psikolojik şiddetin yanında hafif kalıyordu. İnsan muamelesi görmüyorduk, aşağıladıklarını direk yüzümüze söylemekten çekinmeyen utanmazlarla dolu bir Türkiye'de yaşamaya çalışıyorduk. Yerimizi o kalın kafalar "Haydi Arabistan'a" diyerek belirliyordu. Kendi vatanımızda varlık mücadelesi veriyorduk. Kadir Has Üniversitesi'nin kapısından güvenlik görevlilerinin zorbalığıyla atılmıştım o yıllarda, İstanbul İl Milli Eğitim binasında bir görüşme için gitmiş, muhatabımdan yemediğim hakaret kalmamıştı. Sebep sadece başörtülü olmamdı. Bunun gibi onlarca anı var zihnimde. Zor yıllardı, birçok gencin hayatı mahvoldu. Türkiye için utanç tablosudur 28 Şubat.

Nazan Yalçınkaya: "Çok güzel hedeflerimiz, hayallerimiz vardı. Her birimiz iyi akademisyenler iyi doktorlar olabilirdik."

Bulunduğum ortamda kız çocuklarının okuması noktasında engeller söz konusuydu. Hatta bu dinî gerekçelerle bile olabiliyordu. Tüm bu gerekçeleri aşarak okumaya gelenler kızlar bu sefer de sistemin engeliyle karşılaştı. Ben bunların içerisinden sıyrılmış biri olarak ailemin de isteği ve desteğiyle İstanbul'a okumaya geldim ve elimden geldiğince, edindiğim bilgilerle vatana, millete faydalı olma gayretindeydim. Diğer arkadaşlarım da bu şekildeydi. Kılık kıyafet konusunda engellerle karşılaştığımız zaman bunun sadece basit bir kıyafetten değil düşüncelerimizden ve ortaya koyacağımız inançlarımızdan kaynaklandığı kanaatindeydik. Çünkü bu bir semboldü. Bunun şekil olarak bayrak taşıyıcılığını kadınlar yaptığı için engellemeler söz konusuydu. O dönemde farklı cemaatler, farklı yapılar değişik şeyler ortaya koydular, değişik fetvalar ortaya çıktı. Bazı cemaatler zaten kız çocuklarının okullarda olmasının sorun olduğunu, orada bulunmaması gerektiğini savundu. "Zaten ne işiniz var orada gibi" tepkilerle karşılaştık bazı cemaatler tarafından. Bir diğer yandan da şu an FETÖ yapılanması olarak bildiğimiz ve bizi en çok arkamızdan vuran, bizim de o dönem bunu sürekli olarak dile getirdiğimiz hâlde dikkate alınmadığımız bir cemaat vardı. Onlar her ne kadar Anadolu'da kız çocuklarının okumasına destek veriyormuş gibi görünseler de arka planda kendilerine sadece dediklerini yapan, aksini düşünmeyen emir erleri yetiştirme gayretindelerdi. Çok takvalı ya da İslami hassasiyeti yüksek gibi görünseler de oradan gelen bir haberle ertesi gün okulda hepsi başını açmıştı. Bu bizim ilk ciddi kırılma noktamız oldu. Belki onlar bu şekilde bir tavır göstermeseydi yekvücut olup daha iyi direnebilirdik ama karşı taraf şunu iyi biliyordu ki "Böl, parçala, yut" politikasıyla daha çabuk çözülecektik. Ama yine de biz bazı arkadaşlarımızla yılmayarak direndik, sesimizi legal yöntemlerle duyurmaya çalıştık. Gerek yurt içi gerekse yurt dışı basınında yer almaya gayret ettik ve haklı mücadelemizi devam ettirdik. Maalesef pek ses getirmemiş gibi oldu çünkü sonuçta bazı arkadaşlarım gibi ben de bu süreçte okuldan atıldım. Çok güzel hedeflerimiz, hayallerimiz vardı. Her birimiz iyi akademisyenler iyi doktorlar olabilirdik.

Sümeyye Ceylan: "28 Şubat'ın yorgunluğunu yıllar boyu üzerimden atamadım"

Genel anlamda siyasi otoritenin tüm toplumda yarattığı büyük bir kutuplaşma ve sadece kadınlara değil milyonlarca insana uyguladığı bir adaletsizlik mevcuttu. Onlar için "başörtülüler ve başörtüsü takmayan kadınlar" vardı. "Siz başörtülülerin hiçbir hakkı olmayacak" algısının hâkim olduğu bir ortamdaydık. Otobüste okula giderken kendimi kötü hissediyordum. 14-15 yaşındaydım ve inanılmaz bir özgüven eksikliği yaşıyordum. Sığınabildiğim, sükûn bulduğum yer evim ve okulumdu. Televizyonlarda saçma sapan haberler dönüyordu. Bir şeyh ile bir kadın basılıyordu, birisi seccadede uçuyordu. Kâbus gibiydi. İnanç sistemimizin üzerinde yükseldiği kitabı, Kuran'ı okuduğumda, hadisleri, okuduğumda öğrendiğim, ruhumu besleyen ve hayatımı inşa ettiğim metafizik zeminle popüler medya organlarının topluma zehir gibi yaydığı o korkunçluk birbirleriyle tezat şeylerdi. Diğer okullardaki tüm arkadaşlarım akşamları deli gibi üniversite sınavına hazırlanırken ben de deli gibi sınava hazırlanıyordum ama ucunda ışığın olmadığı tünelin sonuna doğru koşarken bir yandan da üzerimize karabasan gibi bu haberlerin çöktüğü umutsuz bir koşuydu bu. Yıllar sonra medya manipülasyonu gibi kavramları öğrendim. O zamanlar benim için bunlar psikolojik olarak inanılmaz yorucuydu. Yorgunluğunu yıllar boyu üzerimden atamadığım bir gençlik dönemiydi diyebilirim. Şimdilerde diyoruz ya "Ergenlik geçiriyor" diye. Biz ergen olamadan direkt olgunlaştık çünkü mücadele etmeliydik, haklarımızı savunmalıydık. Benim bölümümü asıl 28 Şubat seçti. Ben oturup hayal kurup "Şu bölüme gitsem" diye düşünemedim. Yıllar sonra bir panelde "Ben okul birincisiydim ve sınav stresimden çok daha büyük bir stresim vardı; tüm soruları doğru yapsam bile bir üniversiteye yerleşemeyebilirdim. Üniversiteye bir şekilde yerleşsem bile okuyamayabilirdim çünkü iznim yoktu" dediğimde salondakiler şoke olmuş bir şekilde bakarak "Nasıl olabiliyor" diye düşündüler. Kimse anlamadı 28 Şubat sürecinden bahsettiğimi. Daha sonra yanıma üniversiteli gençler geldi. "Ben anlamadım hocam, nasıl okul birincisi olan birini üniversiteye almazlar?" o zaman anladım, onların hayatında Türkiye'nin yakın tarihine dair bir şey yoktu. Ben sadece kadın demek istemiyorum, benim gibi milyonlarca genç o dönemlerde bu eğitim faciasını yaşadı. Şu andaki neslin bir bilgisi yok bunlarla ilgili.

28 Şubat sürecinde üniversite eğitimiyle ilgili maruz kaldığınız muamelenin üzerinizde yol açtığı duygusal ve maddi sonuçlarından bahseder misiniz?

Ayşe Şahinboy Doğan: "Onlar üniversiteye almayarak yolumu keseceklerini sanmışlardı."

Lise bittikten sonra başörtüyü kendim isteyerek örtmüştüm. Araştırdım, okudum ve inancımın gereği başımı örtmenin doğru olduğuna inandım. Hatta annem biraz tedirgindi örtünmem konusunda, çünkü o da başörtüsü sebebiyle kendi ülkesinde hakarete uğramış bir kadındı. 70'lerin ortası en büyük abim o yıllarda ilkokul öğrencisi, her cuma İstiklal Marşı okunur malum. Annem abimi almaya gelmiş okula, o esnada okulun müdür yardımcısı anneme "İstiklal Marşı okunacak sen çık dışarı ya da başındakini çıkar" demiş. Bunun gibi türlü insanlık dışı muamelelere maruz kalınca annemde o tedirginlik hâli kalmış maalesef. O yüzden üniversite bittikten sonra örtünmemi istemişti. Kötü niyetinden değil ülkenin içler acısı hâlinden beni korumaya çalışıyordu. Tercih yapmam gerekiyordu. Ben örtünmeyi tercih ettim. Başımı açamazdım, o yüzden üniversiteye o yıllarda gidemedim ama bu beni yıldırmadı. Gazeteciliği, sonrasında sinemayı alanında uzman kişilerden eğitimler alarak öğrendim. Sahada uygulamalı olarak kendimi geliştirdim. Onlar üniversiteye almayarak yolumu keseceklerini sanmışlardı. O zaman kapanan kapılar, konulan yasaklar beni daha da güçlendirdi. Azmim arttı, güldüm hadsizliklerine. Hamdolsun ne psikolojimi bozabildiler ne de beni hayallerimi gerçekleştirmekten alıkoyabildiler. Bunlar şimdiki hissiyatım değil sadece, zorluklar erken yaşta olgunlaştırıyor insanı. O yıllarda da şimdi de aynı hislerim değişmedi. Zavallıydılar, görebiliyordum. Çünkü büyük olan Allah'tı.

Nazan Yalçınkaya: "Bu haksızlık karşısında, kimliğimize vurulan bir darbe karşısında sessiz kalamazdım."

Şimdiden geriye baktığımda içimde bir burukluk olmuyor değil ama o an bunu yaşarken ve doğru olduğuma inandığım için yaşadığım şeyler bana acı vermedi. Hatta şunu ifade edeyim; okuldan atıldığım haberini aldığımda evde finallere hazırlanıyordum. Arkadaşlarım aradı ve bu kararı söylemek için okula çağırdılar. İlginçtir, üzülmedim çünkü haklı olduğumu ve bunun bir haksızlık olduğunu biliyordum. Sadece yanlış anlaşıldığımızı düşündüğüm için üzülmüş olabilirdim. Şunu da söyleyeyim; bugün de olsa yine aynısını yaparım. Bu konuda bir pişmanlığım yok. Belki yöntemlerimiz daha farklı olabilir ama bu haksızlık karşısında, kimliğimize vurulan bir darbe karşısında sessiz kalamazdım.

Sümeyye Ceylan: "Boğaziçi ya da İTÜ'ye girebilecek bir puanım olmasına rağmen katsayı sistemi yüzünden yerleşemedim o okullara."

Üniversite sınavına girişim bile yorucuydu. Bir şekilde polis barikatlarını aşıp, kavga gürültünün içinde sınava girdim. Sınav gözetmeni başımda devamlı beni tehdit ediyordu. Sınıftaki diğer başörtülülere hakaretvari şeyler söylüyordu. Bizi terörize etmek için konuşurken sınavdaki diğer gençlere de yazık oldu çünkü konuşarak onları da rahatsız etti. Benim görsel hafızam bayağı güçlüdür. Birine ve bir şeye odaklanırsam asla o yüzü, o görüntüyü unutmam. Üniversite sınavında kendimi o kadar kapatmışım ki o kişi kadın mıydı erkek miydi onu bile hatırlamıyorum. Sınavda geçirdiğim bütün anları silmişim. Ama bir anımı çok iyi hatırlıyorum; annem sınava girmeden önce elime bir mendil paketi vermişti. İçinden bir mendili elime almıştım. Sınavdan çıktığımda sol elimi bir açtım, bütün mendil parçaları ufalanmış bir şekilde yere döküldü. O an benim için çok çarpıcıydı. Liseden sınava girene kadarki sürecin duygusal anlamda bir rahatlama anıydı benim için. "Senin kağıdının üstünü çizeceğim, istediğin kadar çöz" diyordu gözetmen. O yüzden sonuçlarının açıklanacağı gün sınavımın iptal haberini bekliyordum ama sınavım geçerliydi ve iyi bir puan almıştım. Boğaziçi ya da İTÜ'ye girebilecek bir puanımın olmasına rağmen katsayı sistemi yüzünden yerleşemedim o okullara. Ben de burs kazanarak Bilgi Üniversite'sine kayıt yaptırmaya gittim. Orada da baskılar şiddetini artırınca Avusturya'ya giderek Viyana Üniversitesi'nde matematik bölümünde lisans ve yüksek lisans eğitimimi tamamladım.

Aradan yaklaşık 25 sene geçti. Bugünden bakınca o günlerinizi nasıl okuyorsunuz? Hem o yaşlarınıza hem de bugüne neler söylersiniz?

Ayşe Şahinboy Doğan: "Kimliğimin temelini sağlamlaştıran bir dönem 28 Şubat ve sonrası."

Geçen zaman içerisinde geriye dönüp baktığımda mücadele eden, kendini geliştirmek için eğitimden eğitime koşan, okuyan ve araştıran bir Ayşe görüyorum. Kimliğimin temelini sağlamlaştıran bir dönem 28 Şubat ve sonrası. Neden ve nasıl yol almam gerektiğini erken kavradığım için şükrettiğim zamanlar. Dediğim gibi benim psikolojimi tarumar edemediler. Asla da edemezler. 28 Şubat kafası hiç bitmedi maalesef. Kültür ve sanat alanında aktif olarak üretim yapan, varlık gösteren başörtülü bir kadın olarak sürekli bu tiplerle karşılaşıyorum. Tabii ki sinir yapıyor bazıları, yapmıyor desek yalan olur. Ama gündemimizde fazla kalamıyorlar. Zaman kaybı olur o kafaları haddinden fazla ciddiye almak. Gülüp geçmek gerekiyor. Sadece yolumuzu uzattılar ama hedefimizden saptıramadılar. 23 yıldır istediğim ve sevdiğim mesleği yapıyorum. Almak istediğim, ihtiyacım olan eğitimlerin hepsini aldım. 28 Şubat olmasaydı belki de kendimi tanımakta geç kalacaktım. O yüzden şer gibi görünen benim hayatımda hayır oldu.

Nazan Yalçınkaya: "Şer gibi görünenler hayra dönüşebiliyor"

Tabii ki içimde kalan hayallerim oldu. Hayata 10 yıl geriden başladım gibi hissetsem de aslında bunlar benim için kazanıma dönüştü. Belki de beni şekillendirdi, iç yapılanmamı sağladı. İçimden "Sosyal girişimci Nazan" ortaya çıktı. "Olanda hayır vardır" ilkesiyle olumlu bakmaya çalışıyorum. Şer gibi görünenler hayra dönüşebiliyor, bu süreçte bunu fark ettim. Evet, hayalim akademisyen olmaktı, daha farklı şeyler ortaya koyabilmekti. Belki bu olmadı ama daha başka kapılar açıldı. Asıl amacım kendimi gerçekten doğru ifade edebilecek ve insanlara faydalı olabilecek bir Nazan ortaya çıkarmaktı. Bunun olduğu kanaatindeyim ve hiçbir şey için geç olmadığını da düşünüyorum. Şu an bulunduğum ve yaptığım şeyleri düşünüyorum; öğretmenlik yaptım, iyi bir bayrak taşıyıcı olan bir şirkette çalışıyorum, gerçekten faydalı olabildiğimize inandığımız, uluslararası bir derneğimiz var ve bir anneyim. Hem iyi eğitim alma hem de iyi eğitim verme gayreti içerisindeyiz. Zanzibar'da kurduğumuz bir okulumuz ve o çocukların annelerine eğitim verebildiğimiz bir meslek edinme kursumuz var. Bunlardan duyduğum haz ve mutluluk gerçekten de yerine bir şey konulamayacak cinsten. Belki geçmişteki şeyleri yaşamamış olmasaydım bunlar başıma gelmeyecekti. Ama ben bir iade-i itibar isterdim. Her ne kadar haksızlığa uğramış olsak da ve bunu bilen ve farkında olan kişiler şu anda iktidarda olsalar da hak ettiğim şekilde bir iade-itibar isterdim. Yolunu açanlar olduğu gibi sesini duyuramayanlar da oldu. Ben şanslı olanlardan biriydim çünkü sınırlarımı zorladım, emek verdim.

Sümeyye Ceylan: "Herkes hak ettiği eğitime erişebilsin diye mücadeleye devam ediyorum."

Hiçbir genç bunları yaşamamalı. Gerçekten korkunç bir durum… Belki böyle şeyler yaşamasaydım kendimi çok daha geliştirebilirdim. Ülkenin içinde bulunduğu saçmalıklarla uğraşmak zorunda olmasaydım bilim alanında güzel şeyler başarabilirdim. Bilime gerçekten çok meraklıydım. Matematik yüksek lisansımı bitirdiğimde çocuklara, topluma faydalı olacağım bir şeyler yapmak istedim. Verdiğim çabanın karşılığını görmek istedim. Bilim insanı olmak ve aktivist olmak arasında giden yolda aktivizmi ve sosyal girişimci olma yolunu seçmemin sebebi 28 Şubat olmuş olabilir. Diğer nesiller bunları yaşamasın, hepsi hak ettiği eğitime erişebilsinler diye mücadeleye devam ediyorum.

BİZE ULAŞIN