Sena Subaşı: Kahramanlık cinsiyetle olmuyor!

Kahramanlık cinsiyetle olmuyor!
Giriş Tarihi: 20.2.2019 12:57 Son Güncelleme: 20.2.2019 12:57
İslam’ın ilk ve en zorlu günlerinde, Kurtuluş Savaşı’nda yokluğun pençesinde, 28 Şubat’ın isyan ettiren haksızlığında, Filistin’de, Gazze’de İsrail zulmünde, Rabia meydanlarının ya da 15 Temmuz’un tanklarının önünde kadınlar vardı.

Kahraman kime denir? Genel geçer tanıma göre kahraman, savaşta yiğitlik ya da tehlikeli bir durumda yararlılık gösteren kimsedir. Bunun da cinsiyetle doğrudan bir alakası yok. Genellikle kahraman kavramı zihinlerde daha çok erkeklikle bağdaştırılmış olsa da elbette fedakârlıkları, cesaretleri, gözü karalıkları, sorumluluk bilinçleri ile tarihimizde iz bırakan kahramanlar sadece erkeklerden çıkmadı. Kadın da tabii ki sadece kahramanını bekleyen olmadı, kendisi bizzat kahramanlık destanları yazdı.

Kucağında bebeği ile kış ayazında cephe yolunda şehit düşen Şerife Bacı, "Evladım anasız yaşayabilir ama vatansız yaşayamaz" düşüncesiyle çocuğunu beşikte bırakıp cepheye koşan Nene Hatun, "Büyük harpte Kafkas Cephesi'nde ölen kocamın ve tüm vatan evladının intikamını almaya ant içmişim" diyerek cepheden cepheye koşan kadın savaşçı Binbaşı Ayşe ve daha niceleri… Kimi isimsiz, kimi namlı ve şanlı… Günümüzde cepheler, mermiler, silahlar belki yok fakat mücadele, direniş, kahramanlık bitmedi. Her dönemde yeni bir kahraman tarihe adını yazdırdı, hepsinin birbirinden farklı mücadelesi vardı. Badireler atlattığımız yakın dönemlerde tanıştığımız bazı kadınlar da sergiledikleri kahramanca işlerle bize Nene Hatun'ları, Şerife Bacı'ları hatırlattı.

Bir başörtüsü öncüsü

Aslen Kıbrıslı olan 1928 doğumlu Şule Yüksel Şenler, ömrünü insanlara başörtüsünü sevdirmeye adayan cesur bir Türk kadını. Genç yaştan itibaren sürekli okudu, sürekli yazdı ve kaleme aldığı yazılar özellikle genç kadınlar üzerinde etkili oldu. İlk kez bir imam hatip lisesinde konferans vermeye giden Şenler, sonrasında konferanslarına devam etti ve deyim yerindeyse liselerde, üniversitelerde fırtınalar estirdi. Öyle ki yoğun katılımdan dolayı konferanslara giremeyen Anadolu halkı, dışarıdan hoparlörlerle Şule hanımı caddelerde dinliyordu.

Şenler, sadece sözleri ve fikirleriyle kadınları etkilemekle kalmıyor, kıyafetleriyle de başörtülü kadınlara örnek oluyordu. Küçük yaşta bir terzinin yanında çalışan Yüksel, bu sayede dikiş dikmeyi öğrenmiş ve kendine başörtüsü ve pardösü tasarımları yapmıştı. Kadınlar Şule hanımın bu şık ve zarif hâlini çok beğeniyor, onun gibi giyinmeye başlıyordu. 17 Kasım 1967'de Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde verdiği konferans farklı bir öneme sahipti. Dinleyicilerden biri olan üniversite öğrencisi başörtülü genç kız, Şule hanımın anlattıklarından o kadar etkilenmişti ki dekanın "Başörtüsünü çıkar" ikazına rağmen derslere başörtüsüyle girmeye başladı.

Başörtüsü bu olayla birlikte artık üniversitelerde görünür oldu. Hakkında defalarca dava açılan Şenler'e hem tüm ülkede verdiği etkileyici konferanslar hem de Katoliklerin ruhani lideri Papa'nın Türkiye ziyareti dolayısıyla cumhurbaşkanına hitaben yazdığı yazıdan dolayı hapis cezası verildi ve halkın tepkisine rağmen cezaevine girdi. Türkiye'de kadınlar için bir ekol olan Şenler, genç kadınların değişim ve dönüşümünde büyük bir öncü oldu.

En büyük sivil toplum eylemi

Kadınlar, başörtüsü için ülke tarihi boyunca bir mücadele verdiler. Türkiye tarihinde post modern darbe olarak adlandırılan 28 Şubat 1997 ve devamındaki süreç toplumda derin yaralar açtı. Bu darbeden en ağır yarayı ise başörtülü ve tesettürlü kadınlar aldı. Türkiye o dönemde çok tartışma doğuran ve toplumsal fay kırılmalarına yol açan başörtüsü yasağıyla karşı karşıya kaldı. Bu yasakla birlikte artık kadınlar başörtüleriyle okullara giremiyor, kamu alanlarında çalışamıyorlardı. Bireyin haklarını hiçe sayan bu yasak sebebiyle binlerce genç kız ve kadın eğitim hakkından yararlanamadı, çalıştıkları işlerden çıkmak zorunda kaldı ya da çıkarıldı.

Bu zulme maruz kalan kadınlar ellerinden alınan hakları tekrar elde etmek için durmadılar; her türlü baskıya, fiziksel ve psikolojik şiddete rağmen yasaklara karşı korkusuzca direndiler. Türkiye önce üniversiteye alınmayan genç kadınların okul önlerindeki eylemleriyle tanıştı. Yasaklar, aylar boyunca İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü kapısının önünde oturarak protesto edildi. Eylemler sonucunda birçok üniversite öğrencisi disipline sevk edildi, okuldan uzaklaştırıldı.

Maalesef bu oturma eylemlerinden bir sonuç alınamadı ama kadınlar direnmekten ve haklarını almaktan da vazgeçmedi. 11 Ekim 1998 yılında bir grup başörtülü öğrenci tarafından düzenlenen protestoyla ülke, dünya tarihinin en büyük sivil toplum eylemlerinden birine sahne oldu. "Özgürlük için el ele" sloganıyla yola çıkan on binlerce insan İstanbul'dan Ankara'ya kadar el ele tutuşarak dev bir zincir oluşturdu.

Telefonların ve internetin olmadığı o tarihte, yurt genelinde on binlerce kişinin organize olmasıyla başlatılan bu eylem, yasakçı ve baskıcı rejime tam anlamıyla karşı gelmekti. Gerçekleştirilen bu büyük eyleme karşı polis şiddet kullanmaktan çekinmedi. İstanbul'da 267 kişi gözaltına alındı, eylemi başlattıkları gerekçesiyle içeri alınan bir grup başörtülü öğrenci günlerce sorguya çekildi. Öğrenci yurtlarına baskınlar yapıldı, öğrenciler tutuklanarak içeri alındı. 28 Şubat'ın darbeci rejimi tarafından tehlike olarak görülen kadınlar, fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalmakla beraber, izleri yıllarca geçmeyen haksızlıklar yaşadılar.

İslam'ın kadın kahramanları

Sadece millî değil, dinî tarihimiz de kadınların kahramanlıklarıyla dolu. Babası tarafından eve kapatıldığından hicrete katılamayan, daha sonra her şeyi göze alarak evden kaçıp tek başına Mekke'den Medine'ye hicret eden Ümmü Gülsüm Binti Ukbe; oğulları ve kocasıyla Resulullah'ın yanında korkusuzca kılıç sallayan sahabe Ümmü Ümare Nesibe Binti Ka'b bunlardan yalnızca birkaçı.

İslam'ın henüz ilk yıllarında Peygamber Efendimizin yanı başında olan, ona ilk inanan da cesur ve korkusuz kadındı: Hz. Hatice. Erkeklerin egemen olduğu, kadının herhangi bir hakkının dahi bulunmadığı, bildiğimiz üzere kız çocuklarının diri diri gömüldüğü bir toplumda bilgisi ve kültürüyle ön plana çıkan başarılı bir iş kadını olmasının yanı sıra Peygamber Efendimizin en sıkıntılı ve en zor zamanlarında hep yanında olmuş, en çok desteği o vermişti. Dik duruşu ve cesaretiyle Hz. Hatice bütün dünya kadınlarına örnek olacak gerçek bir kahramandı.

Zamanımıza gelindiğinde ise Filistin kadını da gösterdiği büyük mücadeleyle aslında tüm dünyadaki kadınlara örnek olacak nitelikte. Yurtları İsrail tarafından işgal edilen, evlerinden İsrail güçlerince koparılan kadınlar yine yakın tarihin en zor sınavını verdiler ve vermeye devam ediyorlar. Eşini, oğlunu şehit veren anneler, yaralanan, esir düşen, şehit olan Filistinli kadınlar sayısız kahramanlığa imza attı.

Öyle bir Rachel ki…

İsrail'in 1947 yılından bu yana Filistin topraklarında sürdürdüğü işgalde hayatını kaybeden binlerce kadından biri de Filistin'le tek bağı zulüm karşıtlığı ve insanlık olan Rachel Corrie'ydi. Filistinli değildi ama canını hiçe sayacak kadar o toprakların kadınıydı Rachel. Amerikalı barış aktivisti ve Uluslararası Dayanışma Hareketi gönüllüsü Rachel Corrie, 2003 yılında okuduğu üniversitenin son senesinde bir proje kapsamında Gazze'ye gitti. O sırada Gazze'de İkinci İntifada sürmekteydi. Katıldığı Filistin eylemlerinin birinde İsrail'e verdiği destek dolayısıyla ülkesi ABD'nin bayrağını paramparça etti.

16 Mart 2003 tarihinde Rachel, Gazzelilerin evlerinin İsrailliler tarafından buldozerle yıkıldığını gördü ve evlerin yıkılmasını engellemek için kendini buldozerin önüne atarak canlı kalkan oldu. Sekiz aktivist arkadaşıyla birlikte Rachel yaklaşık üç saat boyunca yıkıma direndi fakat buldozerin bedenini çiğnemesi sonucu hayatını kaybetti. İsrail yetkilileri ise buldozer sürücüsünün genç kızı görmediğini ifade ederek yaşanan olayı bir "kaza" olarak değerlendirdi.

Oysa Gazze'ye geleli sadece iki ay olmuş ve henüz 24 yaşındaydı. Rachel, Filistin'deyken annesine yazdığı mektuplarda şöyle diyordu; ''Dünyada böyle bir zulmün kıyamet koparmadan gerçekleştirilebileceğine inanamıyorum. Dünyanın böyle korkunç bir hâle gelmesine göz yumuşumuza tanıklık etmek canımı yakıyor, geçmişte de yaktığı gibi.'' "Zulüm bizdense, ben bizden değilim" sözüyle akıllara kazınan Rachel Corrie gösterdiği olağanüstü cesaretiyle Filistin davasının sembollerinden birine dönüştü.

Zamanımızın Rabia'ları

Mısır da yine diğer Ortadoğu ülkeleri gibi tarihinin belki en kanlı saldırılarını yakın zamanda yaşadı. Tarihler 2013 yılını gös
terdiğinde ülke yönetimine karşı Mısır Silahlı Kuvvetleri tarafından askerî darbe yapıldı. Mısır'ın demokratik seçimle gelen ilk cumhurbaşkanına karşı yapılan bu darbe sonucu halk protesto için Kahire'deki Adeviyye ve Nahda meydanlarına akın etti. Burada toplanan sivil halka ateş açmaya başlayan darbe yönetimi, ilk saldırısında aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu 278 sivili öldürdü. Sonraki günlerde darbe yönetimi keskin nişancı, gaz bombaları kullanarak sivillere ateş açmaya devam etti.

Bu meydanda hayatını kaybedenlerden biri de İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) liderlerinden Muhammed Biltaci'nin 17 yaşındaki kızı Esma'ydı. Esma, 14 Ağustos günü bir keskin nişancı kurşunuyla Rabia Meydanı'nda şehit oldu. Esma'nın annesi Sena Biltaci kızını şu sözlerle anlattı: "Rabia meydanını, oradaki yaralıları Kuran okuyarak korumaya gayret gösteriyordu. Tanık olanların anlattığı kadarıyla vurulduğu esnada Sahra Hastanesi'nin önünde elindeki mushaftan Kur'an okuyormuş. Arkadaşlarının uyarılarına rağmen bir elinde Kuran tuttuğu diğer eliyle de taş toplayıp gençlere verdiğini söylediler. O, zulme ve tuğyana karşı mücadele ederken şehit oldu." Küçük yaşına rağmen meydanlarda gösterdiği mücadeleyle Esma, Mısır direnişinin sembolü hâline geldi.

Daha önce bahsettiğimiz tüm mücadelelerde, direnişlerde ve savaşlarda olduğu gibi Türkiye'nin son dönemde yaşadığı darbe girişimine karşı verilen direnişin en ön saflarında da kadınlar vardı. Askerin önüne dikilip ondan hesap sorarak, kendilerini tankların ve mermilerin önüne atarak bize Kurtuluş Savaşı'ndaki gözü pek ve fedakâr kadınları hatırlattılar. 97 yıl sonra Türk kadını vatanına sahip çıkarak adını yine tarihe kazıdı. 15 Temmuz 2016 günü tereddüt etmeden ailesini ve yuvasını geride bırakarak sokağa çıkan ve darbecilere dur diyen 10 kadın o gün şehit oldu. Arkalarında da aynı cesareti gösteren yüzlerce gazi kadın vardı.

O kahramanlardan biri de darbe girişimini duyar duymaz sokağa çıkan Safiye Bayat'tı. 15 Temmuz gecesi televizyondan Boğaziçi Köprüsü'nün kapatıldığını görüp köprüye gitmek için sokağa çıktı Safiye Bayat. Yürüyerek köprüye ulaştığında henüz kimse sokaklara çıkmamıştı. Kimseden cesaret almadan, tek başına karar verip dışarı çıkan Safiye hanım direnişi ilk başlatanlar arasındaydı. Dolayısıyla köprüdeki eli silahlı darbeci askerlerin karşısına tüm cesaretiyle tek başına dikildi. Ne yaptıklarını anlamak için askerle konuşmaya çalışan Bayat sonrasında o anları şu şekilde anlattı: "Askerlerin başındaki komutan beni hırsla çekti. 'Gitmeyeceğim, senden korkmuyorum' dedim. Yanağıma silahını dayadı. Havaya ateş açtı. Kıvılcım parçalarının başörtümün üzerinden döküldüğünü hissettim. 'Beni bununla mı korkutuyorsun' dedim. Elinin titrediğini hissettim. 'Bunlar ne kadar korkak, ne kadar aciz' dedim." Oradan uzaklaşan Safiye hanım darbeci kurşunuyla yaralanan başka bir hanımı kurtarmaya çalışırken kendisi de bacağından yaralandı. Ölümü göze alıp ona silah doğrulttuklarında bile mücadelesinden vazgeçmeyen Safiye Bayat, o gün ve sonraki günlerde bu davranışıyla insanlara cesaret verdi. Ve Safiye Bayat o gününün kahraman kadınlarından sadece biriydi.

BİZE ULAŞIN