Süleyman Arif Özkut: Osmanlı'nın Halep'i

Osmanlının Halepi
Giriş Tarihi: 3.1.2017 10:59 Son Güncelleme: 16.1.2017 14:10
Süleyman Arif Özkut SAYI:31Ocak 2017
Her yıl Hacca giden binlerce Müslüman’ın şehri ziyareti, şehrin ticaret hacminin artmasına katkı sağlıyordu. 1612’de İran’la yapılan anlaşmaya konulan, Şii hacıların Bağdat ve Basra’dan değil de güvenli olan Halep ve Şam üzerinden Hicaz’a ulaşmaları şeklindeki madde de şehrin o zamanlar ne denli güvenli ve emin bir merkez olduğunun ifadesi gibidir.

Şehirler medeniyetlerin hatıra ormanlarıdır. Öyle ki yüzyıllık anılar, geçmişin kokusu, mimari incelikle birleşip bu ormanın altyapısını oluştururken, uygun ahalinin de bu altyapıya eklenmesi şehrin iklim-i manevisini var eder. "Halep ordaysa arşın burada" sözü, atıp tutma yoluyla üstünlük kurmaya çalışan kişiye cevaben Halep şehrinin uzak fakat her şeyin ölçüsünün sabit olduğu vurgusunu yapar bizlere.

Bir zamanların güzelce Halep'idir bu bağlamda ele alacağımız. Binlerce yıllık geçmişiyle Halep ilk kurulduğunda bir Anadolu medeniyeti olan Hititlerin şehridir. Hani doğuştan Anadolulu desek yeridir. Sonrasında Asur'undan Babil'ine Pers'inden Roma'sına her daim devrin muktedir olanının nadide şehirlerinden olmuştur hep. Emevî ve Abbasî ülkelerinden esen Kıble rüzgârıyla İslamlaşmış, büyümüştür… Memluk'un metropolü, Eyyubî'nin gözbebeği, Haçlılar karşısında mücadele veren Hamdanîlerin merkezi olmuş, tarih içinde değerine değer kata kata varlığını sürdürmüştür…

Artan Şii Fatımî tehlikesi sonrasında Halep Emiri, tehlikeyi savuşturmak adına Sultan Alparslan'ı davet etmişti bölgeye.

Yine o sıralarda, Bizans İmparatoru Romen Diyojen, İslam dünyasındaki karışıklıkları fırsat bilip İslam'ı dünyadan silme gayesiyle güçlü bir ordu hazırlamak için kolları sıvadı. Sultan Alparslan tam Halep üzerine varmayı planladığı sırada bir başka zorunluluk daha doğmuş oldu. Bizans'la yaptığı savaş sonucu Malazgirt'te kazanılan zafer, İslam dünyasının bekasını sağladı. Anadolu'nun fethi de bu kutsi görevin bir ödülü olarak kazındı hafızalara. Ve Halep bu iki tehlikeye karşı da bir kale görevi gördü deyim yerindeyse. Sonrasında Halep Selçuklu idaresinde bir merkez oldu. Zaten bir ilim yuvası olan şehrin, ilerleyen zamanlarda bu misyonu daha da güçlenecekti. Nesimî, Şehabettin Sühreverdî gibi mutasavvıflar şehrin manevi ve ilmi ikliminde yetiştiler zira.

Haçlı seferleri öncesinde ve savaş sırasında Halep'i müreffeh ve askeri garnizon haline getiren Nurettin Mahmut Zengî'nin mirasını devralacak yeğeni Selahaddin Eyyubî, Kudüs'ün fethi için gerekli hazırlıkları ve fikirsel altyapıyı yine burada oluşturdu.

Arap vilayetlerine uzanan menzil taşı

Halep, tarihinin en parlak dönemini Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sırasında şehre kurduğu hâkimiyetten sonra yaşamaya başladı. Hac yolu üzerinde bulunması ve doğudan gelen ticaret mallarının toplanma noktası olması sebebiyle zaten çok önemli bir ticaret merkezi olan Halep, Osmanlılar dönemiyle birlikte bu özelliğini katlayarak sürdürdü. Şehrin geçmişten gelen ticari ve kültürel merkez konumuna Pax Ottomana ile birlikte edilgen değil etken bir özne olma misyonu da eklendi. Osmanlı Halep'in Anadolu'nun devamı olduğunun her daim farkındaydı. Öyle ki şehri Maraş, Urfa, Adana ve Kozan'ı da içine alan bir eyalet olarak düzenledi ve İstanbul'a birinci derecede bağlı Anadolu'nun en güney ucu olarak Arap vilayetlerine uzanan bir menzil taşı olarak kabul etti.

Doğuya sefere çıkıldığında genellikle Erzurum, Diyarbakır ya da Halep'te kışlanırdı. Kanuni'nin çıktığı üç doğu seferinde de kışladığı şehir Halep'ti örneğin. Halep'in tercih edilmesindeki temel sebep, şehrin hem merkezi bir konumda yer alması hem de ordunun ihtiyaçlarını karşılayabilecek potansiyele sahip olmasındandı. Orduya sipahi asker yetiştirmek maksadıyla oluşturulan, esasında Anadolu ve Balkanlarda uygulanan tımar sisteminin imparatorluk içinde tatbik edildiği merkezlerden biri de Halep'ti. Bunun dışında şehirde Yeniçeri Ocağı da bulunuyordu. Gerek tımar askerlerinin gerekse de yeniçerilerin şehirde bulunması Halep'in ne denli merkezi bir konumda bulunduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Öyle ki devlet, Hicaz'da çıkan ayaklanmalara önce Mekke kadısının yerli güçleriyle müdahale etmesini istemiş, bunların yetersiz kaldığı zamanlarda da Pax Ottomana'nın buradaki teminatçısı Halep'ten düzenli birlikler göndererek meseleyi halletmiştir.

Bugün Suriye sınırlarında yer alan Hama ve Humus şehirlerinin tahrirleri yani vergiye tabii toprakların taksimi ve idare defterleri de Halep'te tutulurdu. Bu defter kayıtlarını tutmakla görevli kadılar, İstanbul'da bulunan Dar'ül Hadis ya da Süleymaniye medresesinden Halep'e atanırdı. Şehirde görev yapan valiler, maliyeciler ve hatta kadılar dahi imparatorluk içinde diğer meslektaşlarına göre çok daha etkili bir nüfuz alanına sahip olurdu. Öyle ki, sadrazam Köprülü Mehmet Paşa Anadolu'da güvenlik adına sert önlemler aldığı zaman kendisine karşı bir olan bütün Anadolu valileri Halep valisinin çevresinde örgütlenmişlerdi. Yine burada valilik yapan birinin devamında terfi ederek kaptan-ı derya veya sadrazam olması mümkündü. Şehir kadısı, yetki olarak imparatorluğun en önemli merkezleri olan İstanbul, Edirne, Bursa'nın hemen sonrasında gelen Şam, Bağdat, Üsküdar'da görevli yargı adamlarıyla aynı derecedeydi. Şehir maliyecisi defterdarlar da burada görev yaptıktan sonra imparatorluğunun baş defterdarı olabiliyordu. Bunun sebebi Halep'in hem siyasi hem coğrafi hem de ekonomik olarak 'küçük bir Osmanlı' olmasındandı aslında. Şehrin ticari anlamdaki bu öneminden dolayı büyük Avrupa devletlerinin hemen hepsi 16'ncı yüzyıldan itibaren Halep'te konsolosluklar açmaya başlamıştı.

İmparatorluk dâhilinde bulunan Hıristiyan, Musevi ve Müslümanlar ve bunların öne çıkan mezhepleri uzun yüzyıllar çatışmadan bir uyum içerisinde yaşamayı başardılar Halep'te. Türk, Kürt, Arap, Acem, Fars, Ermeni, Keldani gibi imparatorluğun içerisinde bulunan milletlerin çoğunu sinesinde barındıran Halep, 'küçük bir Osmanlı' atmosferi sunuyordu ahalisine adeta.

Eski dönemlerinden itibaren iktisadi olarak önemli bir merkez olan Halep'in bu duruma kavuşmasında, İpek yolu üzerinde yer alması, farklı coğrafyaları birbirine bağlayan bir kavşak olması ve doğunun bütün ticaret mallarının burada toplanıyor olmasının önemli etkileri vardı. Örneğin Yemen'de yetişen kahve, İstanbul'a Halep üzerinden gelmişti ilk olarak. Şehrin hac yolu üzerinde bulunması da iktisadi ve dini açıdan önemini artıran dinamiklerin başında geliyordu. Her yıl Hacca giden binlerce Müslüman'ın şehri ziyareti, şehrin ticaret hacminin artmasına katkı sağlıyordu. 1612'de İran'la yapılan anlaşmaya konulan, Şii hacıların Bağdat ve Basra'dan değil de güvenli olan Halep ve Şam üzerinden Hicaz'a ulaşmaları şeklindeki madde de şehrin o zamanlar ne denli güvenli ve emin bir merkez olduğunun ifadesi gibidir.

İmparatorluğun lojistik merkezi

Halep, 18'inci yüzyıl itibariyle imparatorluğun en önemli iplik ve dokuma merkezi olmuş, geniş atölye ve tezgâhlarıyla İstanbul, Bursa, Tokat, Edirne, İzmir, Selanik'le beraber en önemli sanayi şehirlerinden biri olmuştur. Halepkâri olarak bilinen kumaş türü, imparatorluk dâhilinde yaygın olan kaliteli bir endüstri ürünüydü.

Halep'in imparatorluk bünyesine yapmış olduğu en önemli katkılarından bir tanesi de, bütün askeri harekâtlara lojistik alt yapısını sağlamasıydı. Örneğin, imparatorluğun sayısı yüzbinlere varan ordularıyla doğuya ve batıya yaptığı her seferde ordu ağırlıklarının ve başta pirinç ve un olmak üzere önemli gıda ürünlerinin nakli hep Halepli Türkmenlerce yapılmıştır. Ayrıca peksimet gibi pratik yiyecekler burada hazırlanır ve sefer sırasında tüketilmesi için buradan orduya ulaştırılırdı. Nakliye için çok sayıda deve gerekirdi ve Türkmen devesi diye meşhur olan, sayıları binlerle ifade edilen bu hayvanlar da yine Halep'e bağlı mezralarda yetiştirilirdi. Bu hayvanların bolluğu barış zamanında da ticari nakliyatın bölgede canlı olmasını sağlardı. Arnavut kaldırımı olarak bildiğimiz büyük şehirlerin yolları, hem askeri konvoylara hem de büyük ticari kervanlara uygun olmak zorundaydı. Bu yol ustaları ayrı bir sınıfı oluştururdu. İstanbul, Bursa, Bosna, Şam ve Halep'te bulunan bu ustaların sayıları az zanaatları değerliydi.

İmparatorluğun önemli merkezlerinden biri olan Halep sanayi ve kültür kenti olması sebebiyle oldukça fazla bir nüfusa sahipti. Salnâmelerde geçen bilgilere göre, 1866'da 12.658 hane bulunan şehirde 1885 nüfus sayımında; 72.155 Müslüman, 21.051 Hıristiyan, 7750 Yahudi'nin nüfusa kayıtlı olduğunu görüyoruz. Aynı dönemde 87 Müslüman Sıbyan mektebi, 8 Hıristiyan, 1 Yahudi okulu vardı ki, bunlar da Sıbyan seviyesinde ilkokullardı. 19'uncu yüzyılda 16 kilise, 3 havra, 166 cami bulunan şehir, Hicaz Demiryolu'nun da önemli bir güzergâhı konumundaydı. Demiryolunun başlaması için gereken ödeneğin temeli yine Halep'ten toplanan aşar vergisiyle olmuştur.

Halep merkez, el-Bab, Busabuh, Hantiman, Selimen, Reyha, İdlib, Bekfelun ve Antakya kazalarından oluşan Halep eyaletinin sancaklarını ise Kilis, Birecik, Maarra, Azez, Balis, Mazik ve Türkmen oluşturuyordu. Merkezi 72 mahalleden meydana gelen Halep'te 70 han ve yedi kervansaray bulunurken 5700 dükkânlı Halep Kapalı Çarşısı dünyanın en büyüklerindendir.

Sultan Abdülhamit döneminde şehre açılan okullardan Sanayi Nefise Mektebi uzman endüstriciler yetiştirirken, Askeri Rüştiye de bölgede yaşayan Arap, Kürt ve Türkmen çocuklarını subay olmak üzere eğitiyordu.

Osmanlı son dönem modern savaş gemilerinden birine bu şehrin adı verilmiş fakat Halep vapuru adını aldığı şehrin kaybedildiği 1918 senesini göremeden, Çanakkale Savaşları'nda bir torpil isabet etmesi sonucu batmıştır.

Avrupalı güçlerin hegemonyasında kalan, Suriye ve özelinde Halep, sırasıyla mandater ve en son olarak da Esed ailesi diktatörlüğüne bırakıldı. Özgür düşünce, haklı talep, insanlık hep işgüzarların keyfine göre ret ya da kabul edildi. Öyle ki fazlalığı Sünni olan bu coğrafyada çoğunluğun sesi kısılarak Lübnan'da Maruni, Suriye'de Nusayri azınlığın eline teslim edildi ülkeler. Sonuç olarak da, büyük kültür ve medeniyet şehri olan Halep'te ve Suriye'de harabeye dönmüş şehirler, ıssız sokaklarda parçalanmış cesetler kaldı. Geleceği kararmış, yersiz-yurtsuz kalmış olanlar da cabasıydı bu büyük yıkımın. Şehirlerin dili olsaydı eğer, acaba Halep üzerinde ağlayan çocuklar gibi onlar da gözyaşı döker miydi Osmanlı Barışı'na olan hasretleriyle?

BİZE ULAŞIN