Mustafa Akar: Âşık Garip coğrafyası

Âşık Garip coğrafyası
Giriş Tarihi: 2.1.2017 16:39 Son Güncelleme: 2.1.2017 16:58
Mustafa Akar SAYI:31Ocak 2017
Eskiden rüyalarımız vardı ama artık masal okumadığımız için rüya da görmüyoruz. Bu coğrafya birçok yıkıma sahne oldu. Bir gün bu yıkım da biter ve inşallah eski günlerine döner yine. Ve Âşık Garip hikâyelerinin anlatıldığı kocaman bir rüya medeniyeti bizi bu ‘toz topraklaşma’ operasyonundan kurtarır.

Âşık Garip hikâyesi Türk coğrafyasında birçok farklı varyantını bulabileceğimiz dünyanın en güzel ve ilgi çekici aşk hikâyelerinden biri. Âşık Garip hikâyesi, şehirleri birbirine bağlayan gizli bir düğüm aslında. Halep denilince akla hemen Erzurum'un gelmesinin sebebi, Sivas'la Musul arasında sadece tarihsel değil anlam olarak da bir yakınlık olduğunun göstergesi, Buhara ile Urfa'nın birbirinden uzak değil, olabildiğine yakın olduğunun delili bu hikâye.

Halk hikâyelerinin en önemli özelliği de bu olsa gerek; anlatıcı çoğunlukla kendinden bir şeyler katıyor hikâyeye. İsimler ve kahramanlar değişiyor bazen. İyiler kötü, kötüler iyi olabiliyor. Bu hikâyeyi ilk kim söylemiş, hikâye bir gerçeğe mi yaslanmış, belirsizleşiyor. Böylece çeşitleniyor hikâye ve sözlü kültürün en sevdiğim tarafı olan o makûs kaderiyle karşılaşıyor; iklimden iklime, coğrafyadan coğrafyaya seyre çıkıyor, yaşıyor, nefes alıyor, seninle benim gibi. Öyleyse ben de sana bir Âşık Garip hikâyesi anlatayım...

Resul'ün Âşık Garip'e dönüştüğüdür

Muhterem Tebrizli hocamız Maksud'un oğlu olan Resul, babasının vefatından sonra kendini yitirir ve her aylak oğlun yaptığı gibi babasının servetini etrafındaki diğer aylak arkadaşlarıyla birlikte kısa sürede yer, bitirir. Artık beş parasız kalmıştır Resul. İş güç de hak getire. Seneler boyu baba parası yediği için kolunda meslek diye takabileceği bir altın bileziği de bulunmamaktadır. O zamanların en meşhur insanları olan âşıklar gibi şiir söyler, türkü çığırır ama başarılı olamaz. Resul'ün mukavemetsizliği ve başarısızlığını bilen Keloğlan, bir Berat Kandili gecesi kurulmuş olan sohbet meclisinde Resul'ü aşağılamak maksadıyla saz çalıp türkü söylemesini ister. Fakat Resul, Keloğlan'ın bu teklifini geri çevirmek zorunda kalır. Çünkü âşıklık işinde ne kadar başarısız olduğunun sadece kendisi değil, yedi düvel farkındadır. Çok üzülür Resul ve Allah'a kendisine âşıklık sanatını bahşetmesi için gece gündüz yalvarır, dua eder, gönlünün en derinlerinden bir sızı ile ister.

Resul öylesine derinden ve içten istemiştir ki âşıklığı, duası kabul olunur. Rüyasında bir keramet gerçekleşir; Resul, üçler, yediler, kırklar elinden bade içer. Türlü sırlara vakıf olur ve en sonunda âşıklık sanatı kendisine verilir. Elbet âşık olmuştur artık ama sadece sanat anlamında değil, Resul'e rüyasında bir de güzeller güzeli bir kız gösterilir; Tiflisli Hoca Sinan'ın kızı Şah Senem. Hem sazına âşıktır Resul, hem de yüzünü sadece rüyalarında gördüğü Şah Senem'e.

Resul, içindeki aşk girdabının en derin yerlerinde boğulmaktansa anasını ve kız kardeşini de yanına alarak Tiflis'e, sevdiceğinin şehrine gider. Burada Canım Hoca'ya misafir olur, Deli Mehmet'in kıraathanesinde şiirler söyler Resul, türküler çığırır ve kısa zamanda Tiflis'te tanınan bir âşık olarak ün yapar. Ancak Tiflis'te onu herkes yabancı olduğu için "Garip" diye çağırmaktadır artık. Garip'in dinleyicileri arasında bulunan ve onun sesini çok beğenen Şah Senem'in babası Hoca Sinan bir gün Garip'e kendi yanında çalışmasını teklif eder.

Evet, bir mucize gerçekleşmiştir ve Garip artık sevdiceğinin babasının yanında çalışmaktadır. Artık Şah Senem'le de görüşmektedir. Bir süre sonra nasıl ki her aşk kendini yaşar ve kendi mutlu sonuna doğru gitmek ister, Şah Senem de Garip'e kendisini babasından istemesini söyler. Garip de "Allah'ın emri Peygamberimizin kavliyle" sevdiceğini babasından ister. Hoca Sinan ise gelenek olduğu üzere başlık parası olarak 40 kese altın karşılığında kızını vermeye razı olur. Eh, Garip'te o kadar altın ne gezer. Zaman dert getirmiştir sulara. Garip de her kahraman gibi kendi kaderine razı olur ve sevdiceğine kavuşabilmek için gurbete çıkar. Şehir şehir gezecek ve kırk kese altın biriktirecektir. Olay şehirde de duyulur ve şehrin ileri gelenleri Garip'e yardım etmek isterler ama Garip bunu kabul etmez kesinlikle. Parayı alın teriyle kazanmak ister. Gurbete çıkarken sazını evinin duvarına asar, kimsenin saza dokunmamasını tembih eder ve annesine; "Anneciğim eğer bu saz duvardan düşerse ya da bir teli dahi kırılırsa, ben ya geldim ya öldüm" der. Şah Senem'e ise yedi yıl boyunca kendisini beklemesini, eğer dönmezse de başka biriyle evlenmesini söyler.

Sevdikleriyle vedalaşıp yola çıkan Garip Erzurum'a gelir, burada âşıklık yapar. Bir gece, o sırada Erzurum'da bulunan Halep Paşası'nın âşıklarını yenince de şöhreti artar. Buradan yolu Halep'e düşer.

Şah Senem ise Garip'i merak etmektedir. Özlem artık dayanılmaz noktaya gelince Garip'e bir mektup yazar ve mektubu Garip'e ulaştırması için Erzurum'a ticarete giden Şah Veled adındaki bezirgandan yardım ister. İşe bakın ki Şah Veled de gizliden gizliye Şah Senem'e âşıktır. Mektubu açıp okur ve Keloğlan'la yaptıkları plan gereği Garip'in daha önce Keloğlan'a hediye ettiği gömleği kana bulayıp annesine teslim eder ve Garip'in öldüğünü söyler. Garip'in annesi ise bu durum karşısında öyle üzülmüştür ki günlerce ağlamaktan gözleri kör olmuştur.

Şah Veled, Garip'ten kurtulduğunu düşünüp Şah Senem'i babasından ister. Babası da Garip'in öldüğüne ikna olup kızı, Şah Veled'e verme kararı alır. Fakat Şah Senem de Garip'in öldüğüne inanmamaktadır. Keloğlan'a öyle bir beddua eder ki, Keloğlan ölür. Şah Senem bu sefer güvendiği başka bir bezirgana biraz para verip Garip'in nerede, ne halde olduğunu araştırmasını ister. Bezirgana aynı zamanda Garip'in bade içtiği tas ile mührünü de vermiştir. Ve bu tasla bedava şerbet dağıtmasını da tembih eder.

Bezirgan, o belde senin bu belde benim tasla şerbet dağıtır. Bir gün yolu Halep'e düşen bezirgan burada şerbet dağıtırken Garip onu görür ve tasın kendisine ait olduğunu söyler. Bunun üzerine bezirgan Garip'e her şeyi anlatır; annesinin üzüntüden kör olduğunu, Şah Senem ile Şah Veled'in 40 gün 40 gece sürecek olan düğünlerinin başladığı haberini verir.

Âşık Garip bu hal ve şerait karşısında Halep Paşası'ndan izin alıp Tiflis'e doğru yola koyulur. Hz. Hızır yoldaşıdır artık Garip'in. Hızır sayesinde zorlukları, engelleri aşıp Sivas, Erzincan, Erzurum ve Kars üzerinden uçar gibi Tiflis'e ulaşır. Burada karalar giyinmiş olan kız kardeşi Güllü Han ile karşılaşır önce. Ancak kız kardeşi Garip'i tanımamıştır. Yine de Tanrı misafiridir deyip karnı doysun diye eve davet eder. Garip eve girince duvarda asılı duran sazın telleri kopar. Bunun üzerine Güllü Han Garip'in geldiğini anlar. Garip, Hz. Hızır'ın atının ayağının altından aldığı toprağı anasının gözüne sürünce kadının gözleri de görmeye başlar.

Sonra Şah Senem'in düğününün 39'uncu gününde âşık kıyafeti giyerek düğün evine gider, saz çalar, türkü çığırır, şiir okur. Ve kendisini tanıtır, sevdiği kızı da böylece son anda Şah Veled'den kurtarır. Onlar çıkar kerevetine. Âşık Garip'le Şah Senem'e 40 gün 40 gece düğün yapılır, sevgililer erer muratlarına...

Rüya görmüyoruz çünkü masal okumuyoruz

Hüsrev Hatemi'nin şiirine seçtiği başlıkla, evet biz tam da burada, Âşık Garip coğrafyasında yaşıyoruz. Bu coğrafya öylesine geniş bir alanı temsil ediyor ki, sınırlarla çevrilemeyecek kadar yakın birbirine. Arasında masalcıların dolaştığı bu coğrafyada artık katiller dolaşıyor. Ölüm kusan makineler çocukların göğüne ateşler saçıyor. Reel politikle çevrelenmiş durumdayız. Halep gibi insanlık tarihiyle yaşıt şehirler bombalanıyor. Ama biliyoruz ki bombalanan sadece Halep değil. Koskoca bir tarih yağmalanıyor aslında. İslam şehirlerine uygulanan 'toz-topraklaştırma' operasyonu son hızla devam ediyor. Bu şehirler gizli bir düğümle birbirine bağlıdır. Birinde yaşanan bir felaket hemen diğerini etkiler. Oysa biz önce coğrafya duygusunu yitirdik. Enformasyon ve ulaşım, tekniğin imkânlarıyla en üst noktaya ulaştı ama aklımızdaki coğrafyaların yerini ise bizden kat be kat uzaklaştırdı. Geçtiğimiz yüzyılın insanı için buralar uzak mesafeler değildi. İlim öğrenmek için aylarca bu şehirler arasında seyahat edilirdi. 18'inci yüzyılda bir Alman seyyahın yazdığı gibi Balkanlardan girip Bağdat'a kadar beş kuruş para ödemeden seyahat edip, konaklayabilirdiniz. İşte elimizden alınan bu masal coğrafyasıdır ve bu coğrafyanın güzel insanlarıdır. Eskiden rüyalarımız vardı ama artık masal okumadığımız için rüya da görmüyoruz. Bu coğrafya birçok yıkıma sahne oldu. Bir gün bu yıkım da biter ve inşallah eski günlerine döner yine. Ve Âşık Garip hikâyelerinin anlatıldığı kocaman bir rüya medeniyeti bizi bu 'toz topraklaşma' operasyonundan kurtarır.

Eski medeniyetimiz dini bir medeniyetti. Ve beğendiği, sevdiği adama tek bir rütbe verirdi, o da evliyalık. O yüzden mesela İstanbul veli mezarlarıyla doludur. Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde sıra Bursa'yı anlatmaya geldiğinde nasıl üslubunu değiştirip, ciddileştiğini biliyoruz; "Hülasa ruhaniyetli bir şehirdir." Halep o güzel coğrafyanın ruhaniyetli bir şehridir ve büyük tarihimizin güneydeki dibacesidir. Emevîye Camii, Yahya Peygamberin kabri, Hz. Hızır ve Hud'un makamları bu coğrafyadadır. İşte elimizden alınmaya çalışılan bütün bunların hepsidir.

BİZE ULAŞIN