Mehmet Fatih Öz: RÜZGÂRIN SATRANCI: OYUN İÇİNDE OYUN

RÜZGÂRIN SATRANCI: OYUN İÇİNDE OYUN
Giriş Tarihi: 17.1.2023 11:49 Son Güncelleme: 17.1.2023 11:53

Mohammad Reza Aslani'nin 1976 yapımı filmi "Rüzgârın Satrancı" Doğu'da çekilen filmler arasında dönemin başarılı örneklerinden biri olarak keşfedilmeyi bekliyor. 1979 yılındaki İran Devrimi sonrasında ülke çapında gösterimi yasaklanan yapımın kopyaları toplatılır. 2015 yılında ise bir antikacıda bulunan rulolar sayesinde titiz bir çalışma sonucu dünya çapında seyirciyle buluşur.

Film, Tekasür Suresi ile açılır. Bu sure anlam olarak mal, evlat veya ölülerin çokluğu ile övünmenin; onları gurur, şeref saymanın yanlışlığına, asıl üstünlüğün ahirette ortaya çıkacağını bildirir. Rüzgârın Satrancı'nın temelini de mal, evlat ve ölüler oluşturmaktadır. Vefat eden zengin bir kadının; kızı, kocası (kızın üvey babası), kocasının yeğenleri ve hizmetçileri etrafında miras kavgası sebebiyle gerçekleşen olaylar seyirciye sunulur. Film tek bir mekânda, tüm aile bireylerinin yaşadığı köşkte çekilmiştir. Oluşturduğu dünyadaki başarılı temsil sayesinde köşkte yaşayanların insani mücadelesindeki basitlik gözler önüne serilmiş. Köşkte odalara çıkmak için merdivenler ikiye ayrılır. Bu ise yol ayrımını, insanın vereceği doğru veya yanlış her kararın geçiciliğini, sonunun aynı yere yani ölüme çıkacağını simgeler gibidir.

Vefat eden kadının kocasının büyücü olduğu seyirciye sezdirilir. Hatta üvey kızı, bu adamın annesine büyü yaptığını ve bunun sonuncunda evlendiklerini düşünmektedir. Özellikle Doğu insanı büyüye inanır. Çünkü imkânsız olduğu düşünülen olayların gerçekleşmesine olan inançları hep tazedir. Bundan dolayı gerçeği bir kenara iterler. Onlar büyüye odaklanırken, kenara ittikleri gerçek yanlarında büyür. Kendilerine geldiklerinde çoğu değişimin sebebini kaçırmış olurlar. Anlam veremedikleri bir sonuçla karşı karşıya kalırlar. Böyle düşünüldüğünde, belki severek belki sevmeyerek; adam kadınla bir şekilde evlenmeyi başarmıştır. Ve kadın ölmüştür. Filmde adamın büyücü olduğu ve kadını öldürdüğüne dair doğrudan/dolaylı bir işaret olmadığı için her şeyi olağan kabul etmeliyiz. Filmin sonuna doğru kızı delirtmek için kurulan düzen düşünüldüğünde ise insanın bir plan kurarak hayata geçirmesinin büyüden etkili olduğu sunulur. Filmin odağındaki adam bir büyücü değil ama iyi bir plan sinsi biridir. Ayrıca onun salt kötü bir karakteri temsil etmesi, erkek çocukları taciz ettiği iddialarıyla pekiştirilmeye çalışılmıştır. Bu iddianın doğruluğu ise sorgulamaya açıktır. İftira olabilir: Çünkü Seyirci bunu, mahalledeki kadınların çamaşır yıkamak için bir araya geldiği bir dedikodudan duyar. Doğru olabilir: Çünkü kadınlardan birisi erkek çocuklarının o adamdan korktuklarını belirtir.

Vefat eden kadının kızı bir sahnede hizmetçiye "Kime güveneceğimi bilmiyorum" diye söyler. Film, insanlar arasındaki güven ilişkisini derinlemesine irdeliyor. İlk örnek: Annesi vefat etmiş kadın, onu kışkırtan sevdiği adamın (üvey babasının yeğeni) kışkırtması ve hizmetçisinin yardımıyla üvey babasını öldürdüğünü sanmıştır. Planlanmış, daha sonraki belirtilerle de üvey babasının hortlayıp geri döndüğüne inanır. İkinci örnek: Evin hizmetçisi, üvey babanın yeğeniyle bir plan yapar. Planları tutar (kadın ve üvey baba ölür). Lakin yeğen ile evlenmeyi uman hizmetçi, ondan beklenmedik bir tavırla karşılaşır. Yeğen hizmetçiyle evlenmek istemediğini dile getirir. Her iki örnekte de güven meselesinin temelini sevmek oluşturur. Dinler tarafından büyük kabul edilen günahlara ve kötülüklere insan kendi iradesiyle gider. Ama onun iradesini ele alan başka insanlar vardır. Bu insanlar çoğu zaman düşüncenin ötesine geçer. Bunun sonucunda her şey alt üst olur. Filmde bu mesajları görebiliyoruz.

Filmde vefat eden kadının kızı ve evin hizmetçisi arasındaki ilişkinin varlığı ve boyutu gelişigüzel açılmamış. İkili arasındaki yakınlığın sadece adımları belirtilmiş. Bu, seyircinin görünenin arkasındakini, insanların tercihini veya ihtimalleri düşündürmek açısından olumlu yorumlansa bile; belli bir düzlemdeki anlatıdan seyirciyi saptırmaktadır.

Rüzgarın Satrancı isminden anlaşılacağı üzere metafor unsuru olarak satranç tahtası belirlenmiştir. Evin salonunda bulunan satranç tahtası üzerindeki taşlar öncesinde oynatılmıştır. Bu, seyircinin olayın sonunu seyrettiğine ve öncesindeki gelişmelere işaret eder. Üvey babanın öldüğü sanıldığı bir anda; eve gelen polisin onu gördüğünü söylemesiyle filmin haraketliliği başlar. Bu bağlamda, hareketliliği sağlayan polis aynı zamanda; uzun zamandır oynanmayan, belli bir yerde kalmış satranç taşlarından birini hareket ettirir. Seyirci, filmin sonunda her şeyin karıştığı, kazananın olmadığı ama herkesin kaybettiği hissi verilen bir anda camdan esen rüzgârla tüm satranç taşlarını dağıtır.

Hikâyenin son sahnesi ise ezan sesi eşliğinde, geniş planlı çekimle şehirdeki evlerin gösterilmesiyle biter. Böylece, her hanede yaşayanların bir hikâyesi olduğu ve ne yaşanılırsa yaşanılsın, manevi hükmün varlığının unutulmaması gerektiği vurgulanmış olabilir.

Rüzgârın Satrancı filmi dünyada verilen mücadelelerin basitliğini gözler önüne seriyor. Herkesin bencil duygularını gösterirken; gerçek sevgiyi sorgulatıyor. Korkuların da insanlar tarafından üretildiğini ve bunun etkisini oyun içinde oyun akışıyla başarılı bir şekilde seyirciye sunuyor.

BİZE ULAŞIN