Yalnız, tek, ayrı, eşsiz, kayıp, kaçak… Bazen mağrur, bazen çaresiz, bazen kibirli, bazen bilge. Yalnızlığın sayısız çehresi var. Yalnızlık; bazen sığınak, bazen tuzak. Modern çağın kalabalıkları içinde, bu çok eski duygunun biçimleri değişse de özü hep aynı: İnsanın kendine dönme cesareti. Bazen de içine kaçma ihtiyacı. Peki yalnızlık diye görünen her hal gerçekten yalnızlık mı? Yalnız mıyız, terk edilmiş mi yoksa seçilmiş bir yalnızlıktaki tek kişi mi? Bilinmez. O halde yalnızlığın başka başka çehreleriyle yüzleşelim biraz.
Çevrimiçi yalnızlık
Çağ değiştikçe yalnızlık biçimleri de değişiyor. Kendimiz dışında kimseyi ilgilendirmeyen şeyleri, günlük rutinimizi, iç sesimizi, bedenimizin çeşitli uzuvlarını herkese açık sosyal medya hesaplarında paylaşmak, modern insanın yalnızlık ifşasına dönüşüyor. Paylaşmak için kamusal bir alanı seçmek… Yalnızlığın paradoksu tam da burada.
Bağlandıkça eksiliyoruz; çünkü her bildirim sessizliğimizin sonunu getiriyor. Böylece yalnızlık, milyonlarca çevrimiçi yalnızlıklara dönüşüyor. Görünür ama duyulmamış halde; kalabalık ama derin bir sessizlik içinde. Uzletin dinginliğiyle zehirli yalnızlıkların sancısı, çevrimiçi kalabalığın sessizliğinde birleşiyor. Ve nihayetinde her biçimiyle yalnızlık, insana kendini hatırlatan bir aynaya benziyor. Kimi zaman korkutan, kimi zaman iyileştiren ama daima insanı kendi özüne çağıran bir aynaya.
Zehirli yalnızlık
Yalnızlık her zaman öze çağırmaz. Her yalnızlık şifa değildir çünkü. "Kendi haline bırakılırsa zehirli bir ejdere dönüşeceğinden korkuyorum." Kaplan ve Ejderha filminde geçen bu replik, tehlikeli yalnızlığı işaret ediyor. Çünkü yalnızlık, insanın içinde hem şifa hem zehir taşır. Ve kendini sağaltmanın yollarını bilmeyenler için yalnızlık en büyük tehlikelerden biri.
Bu tehlikeli yalnızlığın kişinin kendi biricikliği ve yalnızlığını güzelleyen zehirli görünümü de var. Kendini başkalarının lütfu, velinimeti sananların kendi gerçek değerlerini idrak etmelerinin tek yolu, yine yalnızlıktan geçiyor. Çünkü bir yalnızlık vadesi, herkese kendi hakikatini hatırlatmaya yetiyor. İnsan bazen kalabalıkların ortasında değil, sessiz bir odada kendine karşı yenilir.
Modern yalnızlık
Bir de cool yalnızlık, modern yalnızlık şarkıları var. Mottosu "cool ve tek başına" olan. Ve zannediliyor ki bu perspektiften yalnızca Ajda Pekkan'lar çıkacak. Böyle kaç tane örnek var? Genel nüfusa oranı ne? Hayatı ultra lüks dekorlu, Tiffany'de Kahvaltı filmi tadında yahut Amerikan romantik komedilerine benzeyecek sanıyorlar. Oysa gerçek renksiz bir dram çoğu zaman.
Japonya'da ve İngiltere'de milyonlarca insanın sorunlarıyla baş etmek için Yalnızlık Bakanlığı var. Ki dünyanın da bu ülkenin de şartları belli. Taşrada yaşayan milyonlarca kadın var. Ki tek başına çalışan, var olan kadının zorluğu, toplumun, ekonominin hırpalayıcılığı ortada. Yaşlılık yalnızlığı,
yoksul huzurevleri, tek başına ölümler... Sosyal, ahlâkî, dini boyutunu geçtim bu yaşam tarzının insana uzun vadede sunabileceği pek bir pragmatik getirisi yok.
Tüm bu modern yalnızlık edebiyatının doğuşunda 1970'ler Avrupalı yalnızlık felsefesinin modası var. Aynı yılların Fransa görmüş Şarklısı olan Ali Şeriati'nin nefis bir ayrımı var. Varoluşçuların yalnızlık tanımı ve kendi yalnızlık tanımının ayırdı için Ali Şeriati şöyle demişti:
"Martin Heidegger, Sartre, Jaspers, Beckett ve Erich Fromm gibi düşünürler insanın yalnızlığından söz ederler (…) Ancak ben bu temel duygumu dile getirmek için yalnızlık kelimesini bir terim olarak seçmekle hata ettim. Yani benim söylemek istediğim şeyin Sartre'nin, Heidegger'in, hiççiliğin, modern saçmalığın ve hatta günümüz Batılı varoluşçuluğun söylemek istediğiyle aynı olmadığı için, onların etkisi altında yalnızlık (solitude) kelimesini kullanmamam gerektiğinin farkına varamamıştım. Ben hayat felsefemde ve antropolojimde bu temel duygumu ifade etmek için "ayrılık" kelimesini seçmeliydim."
Evet bazı yalnızlıklar, yalnızlık değil… Yalnızlık değil bu, ayrılık. Çünkü ait olduğumuz bir yer var. Ve ait olduğumuz yer bu dünyada yok diye, yalnız olamayız, olsa olsa ayrı düşmüş oluruz. Ne ihtişamlı bir nüans.
Egoist kişisel gelişimcilik
Ve modern yalnızlık edebiyatının, egoist yalnızlığın doğurduğu popüler bir kişisel gelişim söylemi var: Egoist Kişisel Gelişimcilik. Egoist kişisel gelişimciliğin en sevdiği aforizma tipi bu. Görece olumsuz herhangi bir durum: Kişideki eşsiz bir vasıftan dolayı. Sonrası? Kendinden başka herkesten
nefret eden, her şeyi küçümseyen egoist bir yalnızlık.
Ve o egoist yalnızlığa zorla güzellemeler dizmek: "Yalnızsın çünkü dengin yok... Seni yine ve yine, dünyada bir seni, yalnız seni incitiyorlar çünkü herkes narsist...
Hayvanları insanlardan daha çok seviyorsun çünkü bütün insanlar kötü kalpli... Seni ufacık olsun rahatsız edeni anında hayatından çıkartıyorsun çünkü sen sınırlarını koruyan, özdeğeri yüksek pek önemli ve nadide bir bireysin... Seni anlamıyorlar çünkü IQ'un yüksek... Özel hayatında yıllardır
kimse yok çünkü eşsizsin... Yıllardır bir kadınla sağlıklı bir ilişki kuramamışsın çünkü bütün kadınlar paragöz, çıkarcı, ahlaksız(!) Yıllardır bir erkekle sağlıklı bir ilişki kuramamışsın çünkü erkekler prenses, erkekler aptal, erkekler kapatılsın! Onunla olmadı mı? Hemen sıradaki gelsin…
Hemcinslerine arkadaşlık yapamıyorsun çünkü seni kıskanıyorlar... Dışlanıyorsun çünkü etrafındakiler dengin değil…" vs.
Elbette hepsini haklı gerekçelerle yaşayan, haksız yere dışlanan, kıskanılan, mobbinge uğrayan sayısız insan da var. Ama herkesin böyle demesinde biraz gariplik yok mu? Yaşadığımız bazı olumsuz şeylerde bizzat varlığımızın bir dahli ve etkisi yok mu? Bu kendinden, muhakemesinden, düşüncelerinden, niyetinden zerre olsun şüphe duymama, fikirlerine ve kendine din gibi inanma halinde bir gariplik yok mu? Hiç mi yok? Son on yıldır popüler psikolojinin dillere pelesenk ettiği bu kavramlar ve öz-şefkat, öz-değer sandığımız bu şeyler bizi egoist bir yalnızlığa itmekten başka ne getirdi? "Zekânın en sivri noktası şüphe ve tereddüttür." demişti Peyami Safa. Haklıydı. Çünkü insanın kendinden, niyetinden, eyleminden şüphe etmesi de zekâya işaret.
Bencilliğin erdemi ve çelimsiz kibir
Egoist kişisel gelişimcilik modasının başarıperestlik ve vahşi rekabet hırsını tetiklediği durumlar da var. Modern yalnızlıkları besleyen en büyük sebeplerden biri de bu. Bürokrasi, akademi, özel sektör fark etmiyor... Her tür iş ortamı hırsından başka bir şeyi olmayan güç, başarı, terfi, makam, yetkiye adeta tapınan profillere dolu. İnsanlara en büyük mobbingi yaşatan bu profiller. İş hayatında korkunç bir rekabeti tetikleyip insanları zehirli bir ruh yalnızlığına mecbur bırakıyorlar.
Sosyal medyaya düşen bir örneği vardı. Yıllardır kendisini aramayan arkadaşının bir iş ricasını "Senin şimdiye kadar bana ne faydan dokundu ki?" diye reddedişini fiyakalı bir kişisel gelişim keşfi diye sunan bir profil vardı videoda. Ve sahip olduğu fazlasıyla sıradan bir network'u türlü türlü gerekçelerle arkadaşından esirgeyişini gerekçelendiriyordu aklı sıra. Kaç bin yıllık insanlık tarihinde kendini en dayanaksız özgüvenle ciddiye alan, vasat vasıflarını karton bir network'le parlatıp ciddi bir işmiş gibi seyreden beyaz yakalı kibri bu işte. "Tırnaklarımla kazıyarak geldim" kafası. Geldiğin yer kaç bin yıllık insanlık tarihinde nerede duruyor acaba?
Egoizmi bir erdem olarak dillendiren kişi Ayn Rand'dı. Meşhur kitabı Bencilliğin Erdemi'nde ve objektivizm felsefesinde detaylandırıyor hepsini. Bugün Rand'dan yarım asır sonra aynı yere geldik: Ben ve faydam. Ve bu tefeci zihniyet akılcılık, yüksek bir farkındalık gibi pazarlanıyor. Bu kafa yapısı kısa vadede pragmatik başarılar getiriyor evet. Ama uzun vadede kibirli bir yalnızlık ve incelikten, derinlikten, güzellikten, estetikten, iyilikten yoksun bir hayat ve nihayetinde niteliksiz bir ruh kabalığından başka bir şey getirmiyor.
Uzlet yalnızlığı
Ve tüm bu yalnızlıklardan bambaşka bir çehrede "ben bu kulaklara göre ağız değilim yalnızlığı" var bir de. Kibirli bir yalnızlık değil, seçilmiş bir yalnızlık bu. Nietzsche'ye layık bir yalnızlık. Kaba oyalanmaların vasatlığında israf olmaktansa, kendinin ücrasına iltica ederek ruhuna layık olacak muhatabı beklemek…
Ve tüm bu seçilmiş yalnızlığın ötesinde yalnızlığın daha çok güzel bir çehresi daha var. Yine Ali Şeriati'nin adeta yalnızlığın şiirini ve ayrılık felsefesini yazdığı Yalnızlık Sözleri kitabında yüzünü gördüğümüz. Böylesi bir yalnızlık insanın kendini nihayet duymasıdır, iç sesiyle konuşmasıdır. Ve bu
fısıltılı anlarda sessizliğin içinden bir tür huzur yükselir.
Huzurun yükseldiği bu huzurlu yalnızlık köşesinin bir adı var. Zihindeki izdihamın, ruhtaki uğultunun, kalpteki o güm güm gürültünün ve dahi dünya telaşının durulduğu; insanın kendi sesini duyduğu yer: Uzlet. Uzlet ne insansızlık ne de bir kaçış köşesi. O, insanın kendiyle en derin buluşması. Vicdanın müsterih, kalbin ferah, aklın selamet bulduğu o sessiz kavşak. Uzlet serinliği, ne güzel şey…