Michel Foucault, iktidarın yalnızca baskı yoluyla dayatılmadığını, bizzat bilginin dokusuna işlendiğini savunur. Disiplinler, arşivler ve kategoriler asla hakikatin tarafsız kapları değildir. Ona göre bunlar neyin hakikat sayılacağına dair mücadelenin araçlarıdır. Bu anlamda tarih bazen, geçmişin bir aynası olmaktan ziyade, belli anlatıların oluşturulup güçlendirildiği, kurumların meşrulaştırıldığı ve belli halkların görünür kılınabildiği (ya da silinebildiği) bir savaş alanıdır.
Foucault'nun uyarısı önemlidir. Zira çağımızın en radikal ve saldırgan ideolojilerinden biri olan Siyonizmin Filistin'e sadece sahada baskı uygulamadığı noktasında bizi dikkatli olmaya çağırır. Siyasi nüfuzu, bilim dünyasındaki temsili ve ekonomik gücü ile Siyonizm akademi sahasında da etkilidir. Bu yazıda bu etkiye birkaç tane örnek vermeye çalışacağım.
Foucault'nun perspektifinin Siyonist bağlamdaki belki en belirgin yansıması "Antik İsrail" çalışmalarıdır. 19. yüzyılın sonlarından itibaren "Kutsal Kitap çalışmaları" ve Yakın Doğu arkeolojisi, Filistin'i değil İsrail'i giderek artan bir şekilde temel araştırma nesnesi olarak almıştır. Keith Whitelam ve
Philip Davies gibi eleştirmenler bunun masum bir bilimsel tercih olmadığını ileri sürmüşlerdir. Aksine, bu Siyonizm'in siyasi emellerini yansıtmış ve pekiştirmiştir. Zira süreç Filistin tarihini, coğrafyasını ve kimliğini marjinalleştirirken "modern Siyonist yerleşimci" iddialarını meşrulaştıran sürekli, kesintisiz bir Yahudi varlığı anlatısı oluşturmaktadır. "Antik İsrail"in inşası böylece tarihsel bir sorudan daha fazlası haline geldi. Bir ideolojik malzeme oldu.
Keith W. Whitelam Antik İsrail'in İcadı: Filistin Tarihinin Susturulması adlı kitabında, "Antik İsrail"i Kutsal Kitap çalışmalarının merkezi nesnesi olarak inşa etme eyleminin, Filistin'in daha geniş tarihini sistematik olarak sildiğini cesur bir şekilde iddia etti. Whitelam, akademisyenlerin sorularını İsrail'in yükselişi ve çöküşü etrafında şekillendirdiklerinde, o topraklarda yaşayan diğer birçok halkı ve kültürü dolaylı olarak bir kenara ittiklerini ve Filistin'in
kendisini akademik söylemde tarihsiz bıraktıklarını savunuyor. Burada yapılan şey tarih sahnesinin tarifi değil, onun siyasi amaç için oluşturulmasıdır.
Siyonist ajandaya uygun bir kurgu
Whitelam'a göre bu silinme tesadüfi değildir. Avrupa ulus kategorileri ve Tevrat inancı tarafından şekillendirilen modern akademi, İsrail'i modern bir devletin prototipi olarak yeniden hayal etti. Diğer bir deyişle "Antik İsrail" etnik olarak tutarlı, bölgesel olarak köklü ve siyasi olarak merkezileşmiş
olarak kurgulandı. Bu anlayış, modern Yahudi devletine kadim bir soyağacı sağladığı için Siyonist hedeflerle örtüşüyordu. İsrail'e bu şekilde ayrıcalık tanıyan alan, karmaşık ve çoğul tarihleri tekil bir milliyetçi anlatıya dönüştürdü. Ve tabii Filistin halkı da bu resimde bir figürana dönüştürüldü.
Whitelam ayrıca "Antik İsrail"in doğrudan tarihsel bir gerçeklik değil, geç dönem Yahudi metinleri üzerine inşa edilmiş bilimsel bir kurgu olduğunda ısrar eder. Pers ve Helenistik dönemlerde yazılmış olan bu metinler asla tarafsız kronikler değil, teolojik ve siyasi literatürlerdir. Bunları basit tarihsel kaynaklar olarak ele almak Siyonist ajandaya uygun bir kurgu inşa eder. Sonuç olarak Filistin'in geçmişinin gerçek çeşitliliği gölgede kalır. İsrail o toprakların kadim sahibi olarak sunulur.
Bu anlamda Whitelam bir susturmadan söz etmektedir. Filistin antik kayıtlarda yok değildir, ancak hikâyeleri, tüm kanıtları İsrail merceğinden geçiren bilimsel bir gelenek tarafından susturulmuştur. Whitelam bu susturmayı ortadan kaldırmak için, tek bir İsrail'in hikâyesini yeniden inşa etmekten uzaklaşıp, Filistin'in daha geniş ve daha çeşitli tarihlerini anlatmaya doğru bir yöntem değişikliği çağrısında bulunur.
Benzer bir endişeyi Philip R. Davies de paylaşır. Davies, Antik İsrail'i Ararken adlı etkili kitabında, modern bilim tarafından yeniden inşa edilen İsrail'in tarihsel bir keşiften ziyade, önce Pers ve Helenistik dönemlerdeki Yahudi yazarları ve daha sonra bu metinleri doğrudan kanıt olarak alan tarihçiler tarafından oluşturulan edebi bir inşa olduğunu iddia eder.
Üç "İsrail"
Davies'e göre Yahudi dini metinler Demir Çağı'ndaki Filistin'i tarif eden tarihsel kaynaklar olarak değil, yüzyıllar sonra yaşayan topluluklar için bir ulusal köken hikâyesi oluşturan ideolojik kompozisyonlar olarak okunmalıdır. Davies üç "İsrail" arasında ayrım yapar: Birincisi tarihsel İsrail (Demir Çağı'nda gerçekte yaşamış olan sosyal gruplar), ikincisi Yahudi kutsal metinlerindeki İsrail (bu metinlerde hayal edilen İsrail) ve üçüncüsü akademisyenlerin antik İsrail'idir (akademisyenlerin bu ikisini birleştirerek inşa ettikleri yapı). Davies'in ısrarla üzerinde durduğu tehlike, son kategorinin aslında günümüz (Siyonist etkide olan) akademinin bir yorum ürünü olmakla beraber sanki tarihsel bir gerçekmiş gibi sunulmasıdır. Davies'e göre, sorumlu tarih yazımı bu İsrailleri birbirinden ayırmalıdır.
Tarih Siyonist iktidar mücadelesinin ortaya çıktığı tek alan değildir. Joseph Massad Siyonizmin adlandırma siyaseti yoluyla sahada Siyonist ideolojinin Filistin'i nasıl silmeye çalıştığını detaylı bir şekilde ele alır. Sömürgecilik ve hafıza üzerine yazılarında Massad, Yahudi Ulusal Fonu ve diğer Siyonist kurumların Filistin coğrafyasını yeniden adlandırmak için sistematik bir kampanya yürüttüğünü vurgular. Yüzyılların kültürel, tarihi ve toplumsal hafızasını taşıyan Arapça yer adları, yeni bir ulusal anlatıyı coğrafyaya kazıyan İbranice isimlerle değiştirilmiştir.
Massad için bu basit bir kozmetik müdahale değildi. Adlandırma bir sahiplenme eylemidir. Siyonizm tepeleri, vadileri ve köyleri yeniden isimlendirerek siyasi projesine paralel bir kartografik gerçeklik yarattı. Haritalar, ders kitapları ve müze etiketlerinin hepsi bu yeni coğrafyayı yansıtmaya başladı ve birbirini izleyen nesillere toprağı tarihsel ve münhasıran Yahudi olarak görmeyi öğretti. Mekânın yeniden adlandırılması böylece Filistinlileri kendi topraklarından kopararak ve İsrail'in sürekliliğini hem akademik hem de popüler hayal gücüne yerleştirerek tarihsel bir silme aracı olarak işlev gördü.
Yeniden üretilen gerçeklik
Bu dönüşüm süreci, Foucault'nun iktidar ve bilgi hakkındaki görüşüyle güçlü bir şekilde örtüşmektedir. Siyonist kurumlar, toprağın bilindiği kelimeleri değiştirerek "gerçekliği üretiyorlardı". Paylaşılan ve çoğul bir manzara olan yer, Filistinlilerin varlığının üzerinin çizildiği, yeniden markalaştırılmış bir
"İsrail toprakları" haline geldi. Massad'a göre bu, Whitelam ve Davies'in akademide tespit ettiği aynı mantığın bir devamıydı. Tekil bir İsrail anlatısının inşası ve Filistin tarihlerinin susturulması… Ancak şimdi doğrudan toprağa ve haritanın kendisine yazılıyordu.
Genellikle tarafsız bir bilim olarak görülen arkeolojinin kendisi de siyasi öncelikler tarafından yönlendirilmektedir. Yüz yılı aşkın bir süredir, bölgede en çok finanse edilen kazılar, Yahudi dini metinlerde geçen isimlerle ilişkilendirilenler oldu. Bunlar tam da "antik İsrail"i doğrulamayı vaat ettikleri için seçilmişti. Buna karşılık, antik Filistin'in daha geniş sosyal tarihini anlatabilecek yerleşim yerleri ve tabakalar genellikle kazılmadı veya yeterince araştırılmadı. Sonuç, seçilmiş bir kayıttı. Kanıtlar eksiksiz olduğu için değil, kanıtlar seçici olarak arandığı için İsrail'in merkeziliğini doğruluyor gibi görünen bir anlatı ortaya çıktı. Bu anlamda arkeoloji, geçmişin aynası olmaktan ziyade, İsraillilerin hikâyesine ayrıcalık tanırken diğer geçmişleri görünmez kılan bir filtre işlevi gördü, görüyor.
Bu filtreleme işlemi, müzeler ve tarihi miras alanları aracılığıyla doğrudan kamusal alana taşınıyor. Kudüs'teki İsrail Müzesi gibi kurumlar, Antik Şehir'deki turistik merkezler ve sayısız arkeolojik park, sergilerini Tevrat'taki İsrail'den modern İsrail'e uzanan kesintisiz bir çizgiyi vurgulayacak şekilde oluşturuluyor. Çanak çömlek parçaları, yazıtlar ve mimari parçalar sadece Filistin'de yaşayan farklı halkların eserleri olarak değil, kalıcı bir
Yahudi ulusunun kanıtı olarak sunuluyor. Bu mekânlardan geçen milyonlarca ziyaretçi için mesaj açıktır. İsrail her zaman buradaydı. Filistin'in ise kendine ait bir tarihi ise yoktur. Bu şekilde, silme politikaları akademiden süzülerek kamusal hafızaya yerleştiriliyor.
Yerleşimci sömürgecilik
Peki, Siyonistler neden böyle bir sürece başvuruyor? Bu soruya cevap verirken Fayez Sayegh'in ortaya koyduğu perspektifin faydalı olacağı kanaatindeyim. 1965 tarihli Filistin'de Siyonist Sömürgecilik adlı broşüründe Sayegh, Siyonizm'in milliyetçi bir kurtuluş hareketi olarak değil, Avrupalı yerleşimci sömürgeciliğinin bir biçimi olarak anlaşılabileceğini savunur. Fransız Cezayir'i ya da İngiliz Rodezya'sı gibi, Siyonizm de yerli halkı yerinden ederken yeni bir nüfus yerleştirmeye çalışmış, uygarlık kaderine ve kadim haklara başvurarak kendini meşrulaştırmıştır.
Sayegh'e göre Siyonizm'in en önemli hamlesi ebedi süreklilik iddiasıydı. Onlara göre Yahudiler her zaman bu topraklara aitti ve İsrail'in kuruluşu fetih değil geri dönüştü. Ona göre bu anlatı, güç kullanımını eski hakların iadesi olarak yeniden çerçeveleyerek normalleştirdi. Filistinlilerin varlığı, ahlaki ve siyasi değerlendirmelerden silinen uygunsuz bir anomali haline geldi. Bu anlamda Sayegh, daha sonraki akademik eleştirileri önceden tahmin ederek, "İsrail"i bu toprakların merkezi hikâyesi olarak inşa etmenin, Filistin tarihini görünmez kılmak için tasarlanmış sömürgeci bir eylem olduğunu gördü.
Sayegh ayrıca bunun sadece bir retorik meselesi değil, uluslararası politika meselesi olduğunda ısrar etti. Siyonizm, kendisini kadim bir ulusun yeniden uyanışı olarak sundu, kendi değerlerini Tevrat'taki proto-Batılı İsrail imgesinde gören Avrupalı ve Amerikalı güçlere hitap etti. Bu ideolojik
uyum, Filistin direnişini irrasyonel ve hatta gayrimeşru olarak sunarken, projeye maddi destek sağladı. O halde Filistin tarihinin silinmesi sadece akademik ya da kültürel değil diplomatikti ve çatışmanın küresel sahnede nasıl algılandığını şekillendiriyordu. Nitekim bu hamlenin en önemli meyvesi Evanjelistlerin Siyonistlere verdiği amansız destektir.
Michel Foucault'nun bize verdiği belki de en kıymetli mesaj güç ve iktidarın sadece ordular ve yasalar aracılığı ile değil, aynı zamanda arşivler, akademik disiplinler ve söylemler aracılığıyla da işlediğidir. Filistin örneği bunu canlı bir şekilde göstermektedir. Tarafsız gibi görünen tarih, aslında
neyin hatırlanıp neyin silindiğinin tahakküm dengesini yansıttığı siyasi bir savaş alanıdır.
Siyonizm'in zulmü ile mücadele etmek bu yüzden sadece topla, tüfekle ya da maddi destekle olmaz. Akademik alanda Siyonist saldırıların göğüslenmesi, adil bir tarihi/akademik resmin ortaya çıkması için mücadele etmek gerekir. Her ne kadar biz akademisyenler kendimizi siyasetin dışında hayal etsek de çoğu zaman durum böyle değildir. Ne yazık ki bilgi ve güç çoğu zaman iç içe geçer.
Bu yüzden devletleri güçlü yapan şey sadece sahip oldukları askerler ya da teknoloji değildir. Bilgiye şekil vermek ve onu kontrol etme gücü de önemlidir. Güçlü devletlerin güçlü üniversiteler ve özellikle sosyal bilimler alanında güçlü kurumlar ve kültürler inşa etmesi bundandır. Çünkü en güçlü işgal kültür ve beyin işgalidir. Bu toplumu yumuşak bir şekilde ve hissettirmeden dönüştürür.