Bünyamin Bezci: TATİL YORAR

TATİL YORAR
Giriş Tarihi: 18.08.2025 14:15 Son Güncelleme: 18.08.2025 14:16
Tatil aslında varoluşsal bir kaçış halini aldı. Hayatın akışkanlığı hayatın anlamının önüne geçti. Tatil ara verme, durma, nefes alma ve rahatlama zamanı olmaktan çıktı. Teknolojinin imkânlarıyla daha kısa zamana daha çok etkinliği sığdırmaya çalıştığımız, pedalları daha hızlı çevirdiğimiz anlar halini aldı. Bir nevi kendimizden geçtiğimiz sadece yaşanan heyecanı hatırladığımız deneyimlerle dolu haz zamanları oldu.

Kapitalist kölelik sistemleri insanları çalıştırmak için kamçıyı eksik etmezdi. Kölelik kalktığında bile bant işçiliği ortaya çıkana kadar fabrikalarda disiplini sağlayan ustabaşılar, kaba kuvvete de başvurmaktan pek çekinmiyorlardı. Bant işçiliği, üretim süreçlerinde kaba kuvveti gereksiz kıldı. Zira artık ne zaman ve ne kadar çalışmanız gerektiğine bantın hızı karar veriyordu. Dış disiplin bir nevi iç disipline dönüştü. İnsanlara eğitimle bir iç disiplin kazandırılıyor ve mesai saatlerine riayeti okul saatlerinde kapalı kalarak öğreniyorduk. Günümüzde ise bu da yeterli değil. Disiplin pasif bir hal olarak uyum sağlamanız gereken bir ritimdi. Ancak bugün disiplinli olmanız kadar istekli olmanız da isteniyor. Performans toplumlarının farkı kaba kuvvet ya da disiplinin zorlaması olmadan çalışma hayatına yön ve ritim verebilmesidir.

Evde çalışma ya da portföy işçiliği de dahil mekâna bağlı olmayan performans işlerinde zor ile değil arzu ile çalışmanız gerekiyor. Yapabileceğinize dair özgüveniniz ve hırsınızın ne kadar güçlü olduğu daha önemli. Hız ve performansın öne çıktığı yeni çalışma hayatı eskisinden daha fazla yoruyor. Kölelik sistemleri, kapitalist fabrikalar ve disiplin toplumları insanların bedenlerini yoruyordu. Çalışanların artık karakterleri de aşınıyor ve işçiler arzularını ve hırslarını sergilemek için ruhlarını da pazarlıyor.

Çalışmaya ara verme lüksü 20. yüzyılın ikinci yarısında refah arttıkça çalışma hayatına ara verme lüksü de oluştu. Çalışanlar yılda bir ay kadar bedenlerini dinlendirmek için işten ayrılıyordu. Geleneksel toplumlarda aile bağlarının güçlenmesi için kullanılan tatillerin yerini zamanla etkinliklerle geçirilen anlar aldı. Artan refah kadar ulaşım sistemlerinin kolaylaştırıcı etkisi tatilleri dinlenme zamanlarından eğlenme vesilelerine dönüştürdü. Kapitalist sistemin ilk dönemlerinde hayatta kalmak için çalışan işçiler, çalışma saatlerinin kısalmasıyla daha geniş boş zamanlara sahip oldular. Gündelik hayatın ritmine böylelikle yeni bir kavram eklendi; boş zaman. Hatta öyle ki sosyalist sistemler boş zamanları özgürlüğün ta kendisi olarak kutsadılar. Bu nedenle makineleşmeyi de özgürlük adına hoş karşıladılar. Püriten kapitalistlerin inançları gereği ne kadar cennetlik olduklarını göstermek için biriktirdiklerini tüketim toplumunun insanları boş zaman etkinlikleri için harcadı. İnsanlar adeta mesai saatleri haricinde özel hayatlarındaki etkinler için çalışır oldu. Bir şeyler biriktirmek ve sahip olmak için acı çeken son nesil, İkinci Dünya Savaşının hemen sonrasında doğan boomer kuşağıydı. Onlar "acı yoksa para da yok" diyorlardı. Oysa günümüzde acısız ve her daim mutlu hayat en önemli hedef haline geldi. Sosyal
medyada halen cenazelerini ve acılarını paylaşanlar Facebook'ta kaldı, diğerleri yeni mecralara çoktan göçtü. Acıdan kaçarak hazza koşanların dünyasında birikim ve mülkiyetin de anlamı kalmadı. Etkinlik, en önemli mutluluk aracı oldu.

Etkinlikler tek başına mutluluk getirmese de süreci manipüle ettiği için karamsarlığa yer bırakmıyor. Gündelik hayatta bile boş zaman etkinlikleri sizi yatağa yorgun düşürüyor ve uyku sorununuzu çözüyor. İnsanlar sanki sadece etkinlikleri gerçekleştirecek ve finanse edecek kadar çalışıyorlar. İşte tutunmak adına gösterdikleri arzu ve performansı kariyer hırsları için göstermiyorlar. Hayatın değerini kariyerde değil, yaşantıladıklarında görüyorlar. Ölmeden önce tadılacak olanlar, görülecek olanlar, gezilecek olanlar ve yapılacak olanların listesi de imkânlar artıkça artıyor.

Refahın satın aldığı zamanı etkinliklerde geçirmek hayata yeni anlamlar katmasa da anlamı, sürece kurban etti. Böylece tatil gibi en değerli boş zamanlarda yapılan etkinlikler acılara sünger çekebilmeyi mümkün kıldı. Gün içinde işte yaşadığı kötü anları ve anıları, sporda enerji yakarak unutan
insanlar, gündelik yaralarını da sarabildiler. Yıl içinde birikenleri de tatilde çılgınlar gibi eğlenerek sağalttılar. Tatile kendi başlarına kalmak ve tefekkür etmek için değil, yolculuğun ve mekânların kalabalığında kendilerini kaybetmek için çıktılar. Kimileri de midelerinde ve vücutlarında birikenleri atmak için değil, her şey dâhille daha çok doldurmak için tatil yaptılar. İsraf edilenleri ise hiç umursamadılar. Sonunda dinlenmek için gittikleri tatillerden yorularak döndüler.

Buradaki yorgunluk aslında anlamın yerini sürecin almasından kaynaklanıyor. Yaşamak için yaşamak, gelecek için yaşamanın yerini aldı. Gelecekten vazgeçenler önce ahirete inançlarını yitirdiler, sonra ülkelerine sadakatlerini kaybettiler ve en sonunda nesillere dair güvenleri kalmadı. Mülkiyetle bağları kalmadı ama her şeye sahip olmak istediler. Yeni insanların yaşlı olanları kendilerini konfora bırakırken gençleri de yaşamın yeni hazlarını tatmanın yollarını ve imkânlarını kolladı. Gayretleri sınırlı, arzuları sınırsız oldu.

Varoluşsal bir kaçış Kitap okumanın zaten antikitede kaldığı etkinlikler dünyasında koşmak, yüzmek, yemek, müzik dinlemek ve dans etmek gibi haz verenler bile çoktan tarih oldu. Sörf ya da rafting yapmak, yelkenli kullanmak, at sürmek, helikopterle gezmek, dağlara tırmanmak ve hız yapmak gibi adrenalin odaklı etkinlikler, haz odaklı olanların yerini aldı. Hayatın anlamını kaçıranlar, yaşamın hazzında sakinleştiler ve hızın flulaştırdığı dünyada ise anılarını da kaybettiler. Bir daha dönüp bakmadıkları, belki paylaşıp geçtikleri fotoğraflar bile onlarda anılar biriktirmedi, zaten biriktirmek de onlara göre değildi. Yaşayıp geçmek, yaşarken haz almak ve heyecan duymak yeterli bir deneyimdi. Sonunda anlamın olmadığı dünyada hatıraların yerini deneyimler aldı.

Bu nedenle tatil aslında varoluşsal bir kaçış halini aldı. Hayatın akışkanlığı hayatın anlamının önüne geçti. Tatil ara verme, durma, nefes alma ve rahatlama zamanı olmaktan çıktı. Teknolojinin imkânlarıyla daha kısa zamana daha çok etkinliği sığdırmaya çalıştığımız, pedalları daha hızlı çevirdiğimiz anlar halini aldı. Bir nevi kendimizden geçtiğimiz sadece yaşanan heyecanı hatırladığımız deneyimlerle dolu haz zamanları oldu.

Oysa denize giren insanlar suyun stresi nasıl aldığından sıkça bahsederlerdi. Şimdilerde denize girmekten ziyade deniz üstündeki etkinliklerimiz ve heyecanımız hatırlanıyor. Bir nevi hayata huzur ve sükûnet katan dopamin peşinde olanlar, artık adrenalin tutkunu olmuş durumdadır. Tatiller sanki hayatın gailesi içinde kendinden geçenlerin kendilerini yeniden bulduğu değil, tutkuyla kendilerini kaybettikleri zaman dilimleri oldu. Bu nedenle tatilden dönüşler de zor hale geldi. Dinlenmiş ve kendine gelmiş, yeniden enerji biriktirmiş olarak değil, tükenmiş, tutkuyla sarhoş olmuş ve yorulmuş olarak dönüyoruz.

Merak yerine deneyim Son dönemlerde ellerindeki telefonlarla bir daha hiç hatırlamayacağı paylaşımlar yapma deneyimleri peşinde koşan turistler özellikle çoğaldı. Avrupa'da bazı kentlerin konaklamalardan vergi alması da hatta açıkça kente giriş için vergi koyması da onları durduramıyor. Otantik hayatların turistler tarafından tacizi sıradanlaşıyor. Turizm gelirlerini bile umursamayan bazı ülkelerde turistler yakında istenmeyen adamlar
ilan edilecek gibi. Deneyim tutkusu hayata saygıyı es geçiyor.

Orta çağ seyyahlarını motive eden meraktı. Meraklı olmak aslında her şeye burnunu sokmak anlamına da geldiği için kişisel ilişkilerde mesafeyi de ortadan kaldırıyor. Oysa mesafe, medeniyettir. Geçmişteki meraklı turistlerin yerini daha da mütecaviz deneyimciler aldı. Bu nedenle turizm mekânlarında da deneyimler pazarlanmaya başlandı. Balonla gezi, su kayağı, gece ören yeri gezileri, tanınmış ve beğeni almış bir mekânda uzun kuyruğa rağmen beklemeyi göze alarak yemek ve içmek, meşhur olmuş bir tren hattını deneyimlemek ve hatta kendi ülkelerinde hoş görülmeyen cinsel tecrübeleri yaşamak için tatil yapanlar çoğaldı.

Tatil zamanları sanki norma dâhil olmayan anormal zaman kesitleri gibi algılanıyor. Orada yapılanların ve yaşanılanların hesabı ne kendine ne de sevdiklerine veriliyor. Bu nedenle turist birçok ülke için çağrılan değil, istenmeyen kişi olabiliyor. Birçok ülke göçmenleri seçerek aldığı gibi turistleri de seçerek almanın yollarını araştırıyor. Zira deneyim mesafesizliği ev sahiplerini de yoruyor. Bu anlamda sadece tatil yapanlar değil, onları karşılayanlar da yoruluyor.

Yeni tatil anlayışı

"Çok gezen mi bilir çok okuyan mı?" münazara sorusunun hiçbir anlamı kalmadı. Ne çok gezenler bilme derdinde ne de çok okuyanlar. Çok gezenler bilmekten ziyade deneyimleme ve hissetme derdindeler. Çok okuyanlar ise internet bağımlılığından dolayı ne okuduğunun farkında değiller. Yalan ya da manipülatif haberler, yanlış bilgiler ve yönlendirmelerle dolu net sayfalarını okumak, kognitif yetenekleri artırmıyor. O nedenle çok gezen de çok okuyan da dikkat etmezse zararda gibidir.

Geleneksel hayat tatili tanımazdı. Hayatın akışı içinde kısa dinlenmeler zaten tatil gibiydi. İnsanlar çoğunlukla bildikleri çevrede yaşadığından fazlasına da ihtiyaç duymazlardı. Ancak tüccarlar, sufiler ve askerler yabancı diyarları gezerdi. Onların anlatıları da kulaktan kulağa Hz. Ali cenkleri gibi efsaneleşirdi. Modern hayat ise insanları yurtlarından kopardı. Önceleri tatilin en güzel günü sanki eve döndüğün gündü. Ancak zamanla eve dair bağlılık azaldığından tatil de evden kaçışa dönüştü. Yine de bazıları için tatilin en güzel günleri bittiği günler olarak kaldı. Evdeki düzenini özleyenler
norm dışı hallerden geri dönebildiler. Çoğu için bu dönüş huzuru ise birkaç ay sürdü. Sonrasında yeni tatillerini planlamayabaşladılar.

Yeni tatilin planlanması 80'li yıllarda büyük bir ekonomik sektör oluşturdu. Seyahat acentalarının altın yılları internetin gelişmesi ile sona erdi. Bugün karşılaştırmalı sitelerden tatil satın alanlar ya da yolculukları için bilet satın alanlar çoğaldı. Fakat böylesi başıbozuk turistliğe maruz kalan özellikle Batılı ülkelerin yerleşikleri isyan etmeye başladı. Batı dışı ülkelerin zenginleşmesi ve küresel kapitalizmin yarattığı güvenlik, turizmi Batı'ya doğru da artırdı.

Afrika'da safariye çıkan Batılıların yerini İsviçre dağlarında etkinlik peşinde koşan Çinliler, Koreliler ve Hintliler aldı. Herhalde hiçbirisi Davos'u mekân tutan dindar Yahudiler kadar yerel halkı rahatsız etmedi. Antisemitizm suçlaması ile uzlaşmaz kültürel farklılıklar arasında kalan Davoslular
muhtemelen dağlarını efsunlayan Thomas Mann'ın Büyülü Dağ romanını litaratürden kaybetmek isteyebilirler. Hatta Parisliler sonunda Eyfel Kulesi'ni sökerlerse şaşırmayacağız.

Görünen o ki tatil artık yapanları da karşılayanları da yoruyor. Belki artık tatilde ne yapacağımızı değil, tatili nasıl değerli kılacağımızı oturup düşünme vaktidir. Küresel kapitalizmin kapanan kapıları tatillerin anlamını da yeniden değiştirmeye adaydır. Ya biraz yavaşlayıp
tefekkür edeceğiz ya da fırsat bu fırsat deyip son tatillerin heyecanıyla sarhoş olacağız.

BİZE ULAŞIN