Asım Öz: Post-truth tartışmalarını yeniden anlamlandırmak

Post-truth tartışmalarını yeniden anlamlandırmak
Giriş Tarihi: 21.1.2022 16:34 Son Güncelleme: 21.1.2022 16:34
Asım Öz SAYI:86

Son dönemde yurt ve dünyadaki gelişmelerle bağlantılı olarak Türkiye'de "posttruth" nitelemesinin nasıl anlamlandırılacağını düşünmeye çalışma süreci hız kazandı. Buna karşın kavramın sınırlarını çizmek kolayca üstesinden gelinebilecek bir iş değil. Zorluk, bunun geçmiş dönemlerde üzerinde pek durulmayıp bugünlerde farklı açılardan gündeme taşınmasından kaynaklanıyor. Bir yanıyla siyasi, toplumsal ve kültürel gidişata dair rahatsızlık hissi uyandıran verili hakikate itiraz, diğer yanıyla yeni bir hakikat tasarlamanın yolunu açma, en nihayetinde ise hakikat-sonrası düzeni kuran küresel bağlam söz konusu…

Yeni tartışmaların yarattığı post- truth, çağımızı tasvir eden bir kavram olarak Ralp Keyes'in Hakikat Sonrası Çağ (2004) kitabının adına taşınmasından yıllar sonra Oxford Sözlüğü tarafından 2016'da yılın kelimesi seçildi. O seneden itibaren günümüzde siyaseti, kamusal hayatı, toplumsallığı ve öznenin bunlarla ilişkisini niteleyen yönüyle popülerlik kazandı. Gündelik hayattan felsefeye, sosyal bilimlerden siyasete kadar hayli geniş bir alanda post-truth yahut hakikatin kaybolması/ önemsizleşmesi diyebileceğimiz kavramın "ayartıcı" dolaşım hızı her geçen gün artıyor.

Aslına bakılırsa hemen her söyleme eklemlenebilecek "yüzergezer bir gösteren" hâline dönüşmüştür artık post-truth. Belki de çetrefil durumların üstesinden gelmek için kavramı, sürecin sona erdiği nokta perspektifinden değerlendirmek yerine, onun çıkışına odaklanmak daha doğru olabilir. Elbette hakikat ve hakikat-sonrası mefhumları konusundaki mevcut tartışmanın Batı tarihindeki uzun geçmişini ihmal etmek pahasına…

Post-truth hakkında yazılanların özellikleri

Post-truth kavramının tarihî açıdan bir mesele olarak ilk defa tartışmaya açılması bağlamında Steve Tesich'in 1992 yılında The Nation dergisindeki "A Goverment of Lies" (Yalanlar Rejimi) başlıklı metnin bağlamı dikkate alınabilir. Tesich, olağandışı öngörüler barındırmayan makalesinde Amerika'da demokratik kurumların giderek aşındığını ve insanların gerçeği kötü haberlerle eş tutar duruma geldikleri için "hakikat-sonrası (post-truth) bir dünyada yaşama isteğine" kendi iradesiyle karar verdiklerine işaret ediyordu. Söylediği zihin yönlendirenlerin yaptıklarını belirgin kılmaktan ibaretti bir bakıma. Daha ziyade siyasi boyutuyla ön plana çıkan post-truth'u merkeze alan tartışmalar, Donald J. Trump'ın "algı yönetimiyle" Amerika Birleşik Devletleri başkanı seçilmesi ve İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden çıkışını ifade eden Brexit ekseninde ilerledi.

Türkiye'deki değerlendirmelerin bir kısmı ile küresel yorumlar arasında paralellik kurmak mümkün olabilir. Mesela Hannah Arendt'in, Hakikat ve Siyaset (1967) ile Richard Nixon dönemine odaklanan Siyasette Yalan (1972) metinlerinin hakikat-sonrası durumu yorumlamak için tekrar hatırlanması bununla bağlantılıdır. Bu bakımdan 1970'lerin ikinci yarısından başlayarak neoliberal rejimlerin toplum ve siyaset tasavvurlarını, popülist anlayışlarını ve onun hakikat-sonrası ideolojik söylemlerini analiz etme iddiasındakilerin yazdıkları ilginç görünmektedir.

Şöyle ki son yıllarda eskisinden bir ölçüde farklı bir yönelim belirginlik kazanmış durumda. Daha evvel farklı analizlere tabi tutulan 1980'lerin Reagan, Thatcher, Kohl ve Özal rejimleri ile 2000'lerdeki Putin, Trump, Johnson, Bolsonaro, Orban ve Erdoğan yönetimlerinin hakikatsonrası çerçevesinde tartışılması sadece bir metne özgü olmayıp genel bir eğilimi yansıtmaktadır. Ne olursa olsun küresel karşılıklı meydan okuma sürecinde henüz son sözün söylenmediği kabul edilmeli.

"Sihirli işlemci" post-truth

Post-truth taşıdığı düşünceler, yaratılmasına hizmet ettiği kanaatlerle büyülenmeyi sevenlerin "sihirli işlemcisi" hüviyetindedir âdeta. Aydınlanmacı mitler aracılığıyla meşruiyet arayanlara ilaveten Mirgün Cabas'ın Lee McIntyre'ın Hakikat- Sonrası (2019) kitabına sunuş yazmasıyla da bu durum arasında bir bağlantı vardır. Hakeza Cogito dergisinin Kış 2021 tarihli dosya konusunun da… Örneğin ilkinin hakikat tartışmasını ayrıcalıklı addedilen bir internet sitesini teyit edercesine yapması, hakikat sorusuyla başka bir düzlemde yüzleşmeyi gerekli kılmaktadır.

Tüm izahları tüketenler içinse post-truth, bir tür "debriyaj" fonksiyonu üstlenerek eski analizlerin, yorumların, bakış açılarının yeniden üretimine katkıda bulunuyor. Bu gibi durumlarda kavramla ilgili açıklamaların, aydınlanmadan postmodernliğe, "mahalle baskısı"ndan "son 20 yılda tamamıyla yolundan sapmış gözüken cumhuriyet fikrinin kurucu önemine ilişkin hatırlamalara" kadar pek çok meseleyi iç içe geçirdiği söylenebilir. Belirtmelidir ki tüm bunlar mutlak hakikat ile hakikatsonrası diyalektik arasındaki çıkmaza bir cevap sadedinde üretiliyor.

Tanık olunan böylesi tuhaf durumların, kavramın postsosyalist dönemin başlarında; 1992'de Amerikan politikasını izah sadedindeki kullanımıyla örtüştüğü düşünülebilir. Ancak çok kaba genellemeler üzerine kurulu böylesi bir çözümlemenin yanlış olduğu kadar yanıltıcı bir boyut taşıdığı açıktır. Türkiye'de neoliberalizm kavramının çok sık kullanılmadığı, yeni dünya düzeni odaklı yayınların ortalığı kuşattığı tarihî kesitte yayımlanan ve demokrasi eleştirisi içeren onlarca metni hatırlamak yeter de artar bile. Temel yapı taşı moral bozukluğu olan yeni duygusal düzen söz konusudur. Kaldı ki hakikatin krizini sadece siyasi alanla sınırlamaya kalkışmak imkânsızdır, kriz hayatın tüm alanlarını kapsamaktadır. Çünkü kitleye dönüşen toplumların hakikatle kısa erimli, sebatsız ilişkileri ahlak, sanat, bilgi gibi dünyayı anlamlandırma pratikleri bakımından da sorunludur.

Günümüzün yeterli bir tarifini sunduğu düşünülen post-truth aynı zamanda toplumun geri döndürülemeyecek ölçüde dönüştüğü anlamına gelir. Modern zamanların hakikati yerine alternatif hakikatlere dayanan siyasi, toplumsal ve kültürel teklifler gündeme gelmektedir çünkü. Dünyayı belli bir gerçeklik doğrultusunda algılayıp yorumlama konforunu terk edemeyen gazetecilerin son kertede sol liberal dünya telakkisiyle temellenen bir gerçeklik/hakikat ilkesini öne çıkardıkları malum.

"Evrensel hakikatlerin" parçalanmışlığı

Dağılan, parçalanan hakikatleri için Karl Popper'ın meşhur kitabından mülhem enstitünün yalan habere karşı savunmasızlığı aşikâr kılan araştırma verilerinin ortaya koyduğu durumdan medya okuryazarlığı ile kurtulup, yeni bir hakikat anlayışını berkitebileceklerini sanıyorlar. Hâlbuki hakikat-sonrasını esas belirleyen durum, bilgi, yanlış, yalan gibi kavramların göndergesinin ne olduğu ve nasıl belirlendiği üzerindeki süregelen mutabakatın artık kaybolmasıdır.

"Evrensel hakikatlerin" parçalanmışlığına dayanan yeni gerçeklik hakkındaki sorgulamalarını "metafizik" yaklaşıma yaslanmadan sürdürebileceğini ileri sürenler daha çok ciddiye alınmalı elbet. Bu durum Özgür Emrah Gürel'in Cogito dergisinde yayımlanan alternatif bir cumhuriyet fikrini belirgin kılmaya çalıştığı yazısında net bir biçimde görülebilir. Güncellik üzerinden yazan Gürel, 2023 bağlamında Türkiye'deki toplumsal sözleşmeyi yeniden tasarlama çabasındadır. Kendisi nihai düzlemde "postmodern demokratik sosyalizm" fikrini "hakikatlerin çokluğu" ve "demokratik imgelemler" görüşleriyle temellendirirken Türkiye'den andığı simaların tümünün meşrep farklarına rağmen aynı "seküler hakikat" içinden söz aldıklarını nedense göz ardı etmektedir. Hatta yazarın hakikat fikrinin zayıflatılmasıyla bağlantılı "post-modern demokratik sosyalizm" yorumu sadedinde zikrettiği Hasan Âli Yücel, Mehmet Ali Aybar, Macit Gökberk, Bülent Tanör, Zafer Toprak, Tanıl Bora, Ayşe Buğra, Ahmet İnsel gibi isimler nazarıitibara alınırsa post-truth tartışması, kritik önemdeki post-post Kemalizm fikri açısından önemli bir güncelliğe sahip gözükmektedir.

Herkesin anlayabileceği şekilde ele alınan post-truth, ana hatlarıyla çoğalan bilginin mahiyeti üzerine değişen algının, gerçekliğin irtifa kaybının, kişinin dünyayı tek başına kendi akıl yürütmesiyle sınayabilme yetisinin işlevsizleşmesidir. Öyle ki post-truth "nesnel olguların, kamuoyu oluşturmada, duygulardan ve şahsi inançlardan daha az etkili olması durumu" diye tanımlanmıştır. Öte yandan tüm dünyayı sarıp sarmalayan televizyon, yeni kitle iletişim aracı internet ve çeşitli net ağları sayesinde kendini dayatan gelişmelerin, filtre balonları yüzünden olgusal şekilde değil, ön yargılar olarak tedavüle girmesinin sonucunda ortaya çıktığı göz ardı edilmemelidir. Günümüzü algılamak için biçilmiş kaftan muamelesi gören posttruth'un "tek bir merkezden üretilerek dolaşıma sokulmadığı, dünyanın yeni durumu çerçevesinde pek çok gelişmenin kesiştiği bir ara kesitte" meydana geldiği aşikâr.

Jean Baudrillard'ı hatırlamak

Post-truth hakkında çeşitli disiplinlerden farklı yazarlarca kaleme alınan makaleler, bir farkındalık yaratmayı, nasıl bir dünyada ve ülkede yaşandığını farklı açılardan kavrama sürecine katkı sunmayı hedefliyor. Öznel hakikatlerin yükselişiyle paralellik arz eden yorumları içeren metinler şimdiden devasa bir külliyat oluşturacak seviyeye ulaşmış durumda. Gelgelelim dergilerde onlarca farklı isme atıf yapılırken yıllar evvel, şimdi içinde tecrübe edilen geleceğe dair isabetli bir öngörü ya da uyarı niteliğinde metinler kaleme alan Jean Baudrillard'ın adının pek anılmadığı görülüyor.

Yaşananların anlaşılabilmesi için az çok Baudrillard okumuş olmak gerekiyor. O zaman post-truth kavramını anlamak ve yerli yerine oturtabilmek kolaylaşabilir. Ayrıca düşünürün söz konusu kavramla birlikte imaj, trans-estetik, simülasyon ve simulakr gibi bir dizi anahtar kelimesini de göz önünde bulundurmak icap eder. Mesela her şeyin sorgulandığı, değer konusundaki tüm yöntemlerin geriye dönüşü mümkün olmayan kör bir noktaya doğru sürüklendikleri stratejik yere işaret eden "simgesel değiş-tokuş", hakikat-sonrası tartışmasını açık ve geniş bir perspektif içine yerleştirmeyi sağlayabilir.

Hakikatin itibarı

Sanılanın aksine çözümlemelerinde postmodern söyleme başvurmayan Jean Baudrillard, simülakr'ın hakikatin kendisini yanlışlamasına yol açacak kadar, onu felce uğrattığına değinir. Baudrillard Simülakrlar ve Simülasyon (2011) kitabında bu bağlamda şunları yazar: "Hakikati gizleyen şey simülakr değildir. Çünkü hakikat, hakikat olmadığını söylemektedir. Simülakr hakikatin kendisidir." Onur Arslan, Pasajlar dergisinin post-truth odaklı 2020 tarihli 4'üncü sayısında Baudrillard'ın hakikat üzerine serdettiği görüşlerinin posttruth tartışmasının hakikat araştırmasıyla ilgisinin bulunup bulunmadığını masaya yatırır. Hakikatin önemsizleşmesi bağlamında Baudrillard'ın simülakr bir evrende yaşadığımızı belirgin kılan düşüncesini çeşitli örnekler üzerinden izah eder. Böylece sadece siyasi alana sıkışıp kalan tartışmanın alanını bir miktar da olsa genişletir. Mesela müzelerde üretilen simülakra dikkat çekerek, meseleyi siyasetle sınırlamanın ne kadar yüzeysel olduğunu farklı bir açıdan gündeme taşır.

Şüphesiz Jean Baudrillard, topluma, hayata, kültüre, göstergelere yeni şekillerde farklı açılardan bakmak için okurlarını işkillendiren, kışkırtan ve zorlayan bir düşünsel hareketliliğe sahip. Akademik sosyoloji çalışmalarından kesinkes uzaklaşmaya başladığı 1970'lerin sonlarında yazdığı Foucault'yu Unutmak'ta "Hakikat her hâlükârda bir yanılgıdır." demişti, Roger Garaudy'nin "Hakikat, daima düzeltilen muhayyel bir hata." sözünü hatırlatırcasına. Metinlerine yeni bir bakış açısı ile yönelirken onun İlahi Sol (1985) kitabındaki özgün yorumlara göz atmak yeterlidir. Bu açıdan bakıldığında simülakra benzeyen "hakikati zayıf" güncel sol liberal hakikat-sonrası siyasi tasavvura yön veren düşünceyi tartışmak artık kaçınılmaz gözüküyor. İşte bu yüzden hakikat kavramının itibarını azaltmadan, azami gayreti gösterip telaşlı post-truth yorumlarda ihmal edilenleri olabildiğince doğru bir şekilde resmetmeye çalışmakta yarar vardır.

BİZE ULAŞIN