Ahmet Melih Karauğuz: Hakikatten Önce Son Çıkış

Hakikatten Önce Son Çıkış
Giriş Tarihi: 21.1.2022 16:27 Son Güncelleme: 21.1.2022 16:28
“Post-truth” hakikati öldüremez, zira hakikat ölmez. Ancak hakikati yeniden tanımlayıp, o tanımı kitlelerin anlam dünyasına entegre ederek kendi hakikatini yaratır ve sistemin sorunsuz işlemesini, öngörülebilirliğini sağlar.

Hakikatin aşındığı, parçalandığı, sonuna gelindiği düşüncesi son yılların en moda tartışmalarından biri. İçinde yaşadığımız dünyanın artık hakikati ortadan kaldırdığı iddiası, özellikle 2016 Cambridge Analityca olayından sonra, anlam dünyamızda birçok kırılmalara sebep oldu, konu üzerine hemen herkesin düşünmesini zorunlu hale getirdi. Peki neden hakikatin sonuna geldiğimizi düşünüyoruz? Ne oldu da bir anda hepimiz bu kavram karşısında bir arayışa, bu arayış sonucunda da bir çabaya girme ihtiyacı hissettik?

Hakikat ölmedi, yüreğimizde yaşıyor

Nietzche 1883 yılında yayımlanan Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabında, Aydınlanmanın Tanrı'nın ölümüne sebep olduğu, artık bir Tanrı varlığı ve gerçekliğinin mümkün olmadığı ve insanlığın, yani bu cinayeti işleyenlerin de ne yapacağını bilmez bir halde etrafta dolaştığını söyleyerek, en büyük hakikat kaynağı olan Tanrı'nın ölümüyle, hakikatin de öldüğünü söyleyerek bu tartışmayı başlatmıştır diyebiliriz.

Nazi Almanya'sında 1933- 1945 yılları arasında Halkı Aydınlatma ve Propoganda Bakanlığı görevini yürüten Joseph Goebbels de pek tabii hakikati öldüren katillerden biri olarak anılabilir. Sonuçta halkın karşısına geçip yaptığı hitaplarda ve özellikle radyoyla birlikte, konuşmaların geniş kitlelere ulaşmasıyla, hakikati çarpıtacak ve büyük oranda yalanları hâkim kılacak, bu şekilde kitleleri yönlendirecektir. Bu isim de hakikatin ölümü meselesinde karşımıza çıkan uğrak noktalarından biri olarak görülebilir.

Hakikatin ölümü konusunda aklımıza "hipergerçeklik, simülasyonlar ve simülakr" kavramları da gelecektir. Zira Jean Baudrillard tarafından ortaya atılan bu kavramlarla birlikte gerçeğin ya da dilimizdeki sözlüklerin eş değer tuttuğu hakikatin ölümü iddiası ilk olarak bu kavramlar etrafında tartışma sahasına ciddi bir şekilde dâhil olmuştur. Baudrillard'a göre hipergerçeklik ile birlikte kurgu ile gerçek olan arasındaki sınır ortadan kalkmış, artık neyin gerçek neyin kurgu olduğu belirsizleşmiş ve hatta artık gerçeklik diye inşa edilen şeylerin çoğu büyük bir sahtelik olarak karşımızda durmaya başlamıştır. Ayrıca "simülakr" kavramıyla birlikte, içinde yaşadığımız simülasyonlarda, hakikatin değil, hakikatin yokluğunun gizlendiği bir gerçekliği yaşamaktayızdır.

Hakikatin sonuna geldiğimizin, "post-truth" kavramıyla yeniden alevlendiği şu günlerde, bu iddianın tamamen yeni olmadığını, "kapitalizm, meta üretim, simülasyon, hipergerçeklik, propaganda, yorgunluk toplumu, yeniden üretim" gibi farklı kavram setleriyle son iki yüz yıldır bir şekilde tartışıldığını bilmek önemlidir. Zira son iki yüzyıldır öldüğü iddia edilen hakikatin katillerini bu şekilde görebilir ve yeni katilin de kim olduğunu, hakikatin canına kastetmek isterken neleri farklı yaptığını da ancak bu şekilde ayırt edebiliriz.

Hakikatin üzerinde kan sesleri

"Post-truth" kavramıyla birlikte, son beş yıldır hakikatin yitimini konuşuyoruz. Hakikatin yitimi noktasında da en büyük kırılma noktası olarak karşımıza, Cambridge Analityca şirketinin Facebook'tan aldığı kullanıcı verilerini Amerikan başkanlık seçimleri sürecinde Cumhuriyetçi aday Donald Trump'ın lehine olacak şekilde kullanması ve seçmenlerin manipüle edilmesi olayı çıkıyor. Aslında, hakikatin yeni katilinin de hareket noktalarını açığa çıkartan bir olay olarak bu hadise önemli. Elbette bu süreç yeni medyanın hayatımıza girdiği zaman olan 2000'lerin başlarından beri var olan bir süreçti ancak katil ve cinayet silahları ilk kez bu kadar net olarak karşımızda duruyordu.

Cambridge Analityca olayında karşımıza kullanıcı verilerinin alınıp, anlamlı bütünler haline getirilmesi ve bu bütünlerin de aynı kullanıcılara tekrar, davranışları üzerinde etki edecek şekilde sunulması süreci çıkıyor. Aslında bu durum ilk kez 2016 seçimlerinde yaşanmadı. Barack Obama'nın da kullanıcı verilerini kullanarak seçmen profilleri çıkardığı, daha sonra seçim ekiplerinin kapı kapı gezerek, profillerini bildiği seçmenlere seçim sürecinde kendilerine oy verme çağrısı yaptıkları biliniyor. Ancak aradaki temel fark, birisinde yüz yüze bir iletişim varken, diğerinde yanıltıcı, taklit edici siteler üzerinden seçmenlerin farklı hikâyelerle harekete geçmesinin sağlanması olduğu söylenebilir. Yani birisini "masum" kılan gerçeklikten diğerini "problemli" yapan bir sanal sürecin olması kavramı gün yüzüne çıkarttı ve hakikatin de öldüğü iddialarını yeniden gündeme taşıdı.

Hemen herkesin sürekli dijital ağlarda dolaştığı günümüzde "post-truth" kavramının öne çıkması elbette sürpriz değil. Çünkü bu kavram seti etrafında kullanılan birtakım yöntemler, dijital dünya ve o dünyada sürekli gezen insanlar olmasa bir anlam ifade etmeyecek yöntemler olarak karşımıza çıkıyor. Bugün bizler, hemen her saatimizi farklı sosyal ağlarda vakit geçirip, vakit geçirirken de sürekli veriler üreterek, birtakım yapay zekâların öğrenmesini ve her bir verinin ekonomik/kültürel/ politik anlamlar üreteceği şekilde algoritmaların geliştirilmesini olanaklı hale getiriyoruz.

İnternette bıraktığımız her ize veri dememiz mümkün. Ve her bir veri belli bir birikim süreci sonunda internet kullanıcısı olan bizlerin oy verme tercihleri, alışveriş pratikleri, yakın zaman hastalıkları, doğum süreci, cinsel yönelimi, dini inanışı, ekonomik alım gücü gibi, mahrem olması gereken birçok bilgi sistem tarafından öğreniliyor. Öğrenilen bu bilgiler anlamlı bütünler haline getirilerek de bizlerin tanımlanması/ sınıflandırılması/yönlendirilmesi konularında algoritmalar devreye giriyor ve bu algoritmaların anlamlı hale gelmesi için hikâyelerin de üretilmesiyle birlikte bizler farkında olmadan bir yere kanalize edilmiş, orayı tek gerçeklik bellemiş olarak hayatımıza devam ediyoruz.

Parçalanan bir olgu olarak hakikat

"Post-truth" kavramı her ne kadar dilimizde "hakikat sonrası, gerçeğin yitimi, gerçeklik sonrası" olarak tanımlansa da kavramın Türkçe bir karşılığını bulmak zor. Zira "post" ön eki ve "truth" kavramlarının tam olarak Türkçe karşılığında bile ortak bir görüş bulunmuyor. Ancak geçen süre zarfında ve post-truth olarak adlandırılan olguların değerlendirilmesi sonucunda, kavramın, hakikati ortadan kaldıran değil, hakikati parçalayan ve her bir parçayı da anlamlı olacağını düşündüğü kullanıcılara dağıtan bir mantıkta çalıştığını söylemek mümkün.

Post-truth da aslında postmodernite ile eş değer olarak, bir şeylerin öldüğünü iddia ederken aslında bütünü mikro düzeyde parçalamaktan farklı bir şey yapmıyor. Nasıl ki post-modernite denince akla ilk gelen büyük anlatıların öldüğü iddiasının zaman içinde büyük anlatıların yerini mikro anlatılara bırakıp, anlatıların ve anlamların piyasada herkesin erişebileceği şekilde parçalaması sürecine tanıklık ettiysek, post-truth kavramıyla da benzer bir sürece şahitlik ediyoruz. Hakikat bitmiyor sadece hakikat olarak adlandırdığımız makro düzeydeki olgular parçalanarak, herkesin eline bu parçalardan bir şeyler veriliyor ve parçayı elinde tutanların hakikatin bizzat kendisine sahip olduğu yanılsaması yaşaması sağlanıyor.

Büyük anlatılar bugün hala bir şekilde mevcutlar ama eskiye kıyasla büyük değiller. Her grup, her yapı, her araç ve her teknoloji ve ürün kendi etrafında bir büyük anlatı inşa edebiliyor. İnşa ettiği anlatıya sahip olmakla birlikte de insanlar artık o mikro anlatı etrafında kendisini değerli görüyor ya da yaşadığı hayata anlam atfediyor. Post-truth da benzer bir süreci işleterek, hakikat olarak görülen olguları, parçalar halinde kitlelere dağıtıyor. Bunu yaparken de özellikle dijital medyanın hareket mantığı etrafında hareket ediyor.

Evrim süreci boyunca insanların kabileler halinde yaşadığı, kabilede bulunanların benzer davranış, inanış, yaşayış tarzlarına sahip olduğu, dijital medyalarda da bu durumun değişmediği, hatta dijital olan dünyada farklı olandan daha çabuk uzaklaştığımız ve sürekli bize benzeyenlerle birliktelik kurduğumuz kabul edilen bir gerçek. Hatta bu durumu anlatmak için ortaya atılan "yankı odası" kavramı da boş bir odada konuşan bir kişinin sesini duvarlardan geri duyması gibi, dijital dünyada da sürekli kendimizle benzer düşüncelere sahip insanlarla iletişime geçtiğimiz ve günün sonunda kendi sesimizden başka bir şeyi duymadığımızı iddia ediyor. Ne de olsa hep aynı düşünen insanların ses tonları hariç başka hiçbir şeyleri farklı değildir.

Dijital dünya veriler aracılığıyla insanları kategorize etmekte ve kategorize ettiği her grubun eline de hakikatten bir parça vermektedir. Burada belki de en güzel örnek Amerikalı şirket Exxon'un Facebook üzerinden yaptığı reklam çalışmasıdır. Exxon'a ait iki farklı reklamdan birinde liberallere hitap edilirken diğer reklamda muhafazakârlar hedefleniyor. İlk reklamda şirketin küresel ısınma için aldıkları önlemlerden bahsedilirken, ikinci reklamda petrol ve gaz üretiminin Amerika ekonomisi için önemine ve gereksiz düzenlemelerle bu sektörün yavaşlamasına karşı birlikte hareket edilmesine atıf yapılıyor. Aslında genel olarak baktığımızda karşımızda önemli bir hakikat olarak "petrol ve türevi" ürünlerin insanlık için önemini görürüz. Ancak bu hakikatin iki farklı parça olarak küresel ısınma ve kalkınma üzerinden yeniden şekillendirilmesi ve bir şirket olarak Exxon'un küresel büyümesinde önüne çıkabilecek engelleri "hakikati parçalayarak" aşmaya çalıştığını görmek mümkündür.

Hikâyeye muhtaç bir post-truth

"Post-truth" işleyebilmek için mekânsızlığa ihtiyaç duyar. Mekânsızlığı da ona sağlayan dijital evrenin bizatihi kendisidir. Çünkü Byung-Chul Han'ın da dediği gibi dijital evren pürüzsüzdür ve pürüzsüzlük büyüyü, çarpılmayı, farklı olandan beslenmeyi ortadan kaldırır. Algoritmalar bize pürüzsüz, hızlı ve hazzımıza uygun olanı önermek üzere çalışır. Bu haber okurken, ürün alırken, politik tartışmaları sürdürürken en çok istediğimiz şeydir çünkü kapitalizmde engel ve öngörülememezlik çarkların işleyişini durdurur. Hakikat dediğimiz olgu da şüphesiz muhatabına gözüktüğü zaman muhatabını çaresiz çarpılmış ve büyülenmiş hale getirir.

"Post-truth" farklı olanı dışlamak üzere kurgulanır ve işler. Bugün bu durum sadece dijital evrende değil gerçek hayatta da karşımıza çıkar. Küresel markalar, küresel mekanlarla birlikte yaşadığımız dünya da mekânsız ve pürüzsüz bir hale gelmektedir. Post-truth içerisinde kullanıcı/birey, her zaman her yerde aynı standardı yakalayacağına inanır ve onu bu sistem döngüsünde tutan da budur. Mekânsızlaşmadan kastedilen de tam olarak budur. Bir kahve markasının kahveleri, dünyanın neresine giderseniz gidin, aynı ücret, aynı hız ve aynı lezzetle, tamamen aynı mekânda size sunulur. Ve bu mekânlar da kendi "büyük anlatısı"nı yaratarak, içeriye girecekleri bu anlatıya uygun şekillendirir ve içeriye öyle kabul eder. Farklı olanı da zaman içerisinde kendi gerçekliğine uygun hale getirir.

"Post-truth" hakikati parçalarken, farklı olup bir arada yaşayabilenleri de ayırır ve her birini ayrı kategorilere ayırarak böler. Böldüğü bu yapı sayesinde öngörülebilir bir gerçeklik içerisinde sürekli hikayeler yaratarak, kullanıcıların/bireylerin pürüzsüz algısını daim hale getirir.

"Post-truth" son noktada, kurgulanmış hikâyeler içerisinde anlam dünyası oluşturulanların, pürüzsüz ve mekânsız bir alanda sahte ve parçalanmış bir hakikat içerisinde hayat sürmesini olanaklı kılar. Bu da zaman içinde büyüklüğü her şeyi kaplayan hakikatin küçük parçalarının basıl olan hakikatin yerine geçmesine ve hakikatin bizatihi kendisi olmasına sebep olur. "Post-truth" hakikati öldüremez, zira hakikat ölmez. Ancak hakikati yeniden tanımlayıp, o tanımı kitlelerin anlam dünyasına entegre ederek kendi hakikatini yaratır ve sistemin sorunsuz işlemesini, öngörülebilirliğini sağlar.

BİZE ULAŞIN