Enis Doko: Bilim ve sözde bilim kaynaklı paranoyalar

Bilim ve sözde bilim kaynaklı paranoyalar
Giriş Tarihi: 22.2.2021 15:05 Son Güncelleme: 22.2.2021 15:05
Enis Doko SAYI:76
Bir felaket senaryoları imalathanesi gibi işleyen günümüzün toplumsal paranoyalarında bilim ve teknoloji önemli bir yer tutuyor. Sözde bilime atıf yapan komplo teorileri çoğu zaman tutarsız ve kendilerini çürütüyor. Ancak bilimsel verilerin desteklediği bazı senaryolar tehdit değil; süreç şimdiden başlamış durumda.

21'inci yüzyılın toplumsal paranoyalarında bilim ve teknoloji önemli bir yer tutuyor. Bir tarafta uzaylı istilası ve yapay zekânın insanlığı yok etmesi gibi daha fantastik senaryolar varken, diğer tarafta nüfus artışı kaynaklı kıtlık/susuzluk tehlikesi ve küresel ısınma gibi gerçekten ciddiye alınması gereken korkular var. Bir de sözde bilime atıf yapan hurafe komplo teorilerine dayanan paranoyalar... Covid-19 salgını çıktığından beri özellikle aşı ile ilgili çok sayıda böylesi paranoid senaryo üretildi. Bunların gündemde olması ve arz ettiği önemden dolayı yazımızda önce Covid-19 ile ilgili iddiaları inceleyeceğim. Daha sonra en makul bulduğum paranoya olan küresel ısınmayı ele alacağım.

Covid-19 aşıları: Paranoya fabrikası

Şüphesiz Covid-19 aşıları ile ilgili ortaya atılan en garip korku uyandıran iddia aşıların içerisinde bizi kontrol edecek ya da yerimizi tespit edecek çipler olduğu iddiası. İddialar genelde Microsoft'un kurucusu Bill Gates'in ismi ile anılıyor. Kişilerin davranışlarını kontrol edecek ve onları robota dönüştürecek bir teknoloji mevcut olmadığı gibi, böyle bir şeyin teorik olarak bile mümkün olup olmadığı belli değil. Bilinç beyindeki tek bir nokta tarafından kontrol edilemez, dolayısıyla ufacık bir çipin kan yolu ile beyne yerleşip irademizi kontrol altına alması inandırıcılıktan çok uzak. İnsanı devasa makinelere bağlayıp iradesini elinden almak bile pek mümkün görünmüyor. Elbette bu cevap komplo teorisyenini rahatlatmayacaktır ve söz konusu

teknolojinin çok gizli olduğunu ve benim bunu bilmediğimi iddia edecektir. Ancak bu cevap kendi kendini çürütmektedir zira bu bilgiler bilinemeyecek kadar gizli ise, komplo teorisini savunanlar bu bilgilere nereden ulaştılar? Böylesi gizli bir bilgi nasıl sosyal medyada dolaşan bir video ile yayıldı?

Konumumuzu takip etmek için çip takılacağı iddiasına gelirsek, konum bilgisi veren çipler üretmek mümkün. Ancak böyle bir şeyi bize aşı ile enjekte edeceklerini düşünmek yine çok makul değil. Her şeyden önce aşıların içeriği belli ve bu içerikte çip yok. Elbette komplo teorisyenleri çip sahiplerinin bizi ve devletleri kandırdığını iddia edeceklerdir. Bu da önceki itirazla benzer nedenlerden dolayı ikna edici olmaktan uzak. Zira şirketlerin sosyal medya kullanıcılarını kandıramayıp, devletleri kandırdığını iddia etmek akla yatkın değil. Dahası böylesi konum bilgisi gönderen çipler kolayca tespit edilebilir ve vücudumuza enjekte edilse bile kolayca etkisiz hâle getirilebilir. Aşının milyarlarca insana yapılacağı göz önüne alındığında uzun vadede bu durumun fark edilemeyip önüne geçilmemesi neredeyse imkânsız.

Sosyal medyada ABD'li şırınga şirketi Apiject Systems'in çipli şırıngalar üreteceği haberi de bu komplo teorisini güçlendirmek için kullanıldı. Ancak bu şirket, verilen aşı ile ilgili bilgiler içeren çipli şırıngalar üretiyor. Çipler aşı olan insana enjekte edilmez, şırıngaya takılı kalır. Bu şırıngalarla amaçlanan şey, aşılarla ilgili bilginin daha sağlıklı bir şekilde şırıngalarda saklanması… Nitekim bu çipler konum bilgisi de veremezler.

"Çip takıp DNA'mızı değiştirecekler"

Diğer çılgın bir komplo teorisi, Covid-19 aşılarının DNA'mızı değiştireceği iddiası. Bu iddia özellikle Pfitzer/BioNTech ve Moderna aşıları için gündeme geldi. Bu aşılar yeni mRNA teknolojisini kullanıyor. Bu teknolojide vücudumuza etkisiz hâle getirilen virüs enjekte etmek yerine, virüsün dikenciklerini hücrelerimizde üretecek mRNA enjekte ediliyor. Bu dikenciklere karşı vücudumuz antikorlar üretiyor, bunun sonucunda bu antikorlar gerçek virüsün hücrelerimize girmesine, dolayısıyla bizi hasta etmesine engel oluyor.

Komplocular bu mRNA'nın DNA'mızın yerini alacağını ya da onu değiştireceğini iddia ediyor. Ancak bu iddia da bilimsel olarak hatalı… Zira mRNA hiçbir zaman hücrede DNA'nın yer aldığı hücre çekirdeğine girmez, dolayısıyla DNA'da herhangi bir değişiklik yapması mümkün değildir. Nitekim mRNA virüs proteinlerini üretir üretmez vücudumuz tarafından atılır.

Türkiye'de çok popüler olan başka bir paranoyak iddia aşıların bizi kısırlaştıracağı iddiasıydı. Bu iddianın daha aşılar geliştirilmeden ortaya atılmış olması, iddiayı reddetmek için yeterli bir gerekçe. Zira daha geliştirilmemiş, herhangi bir araştırmaya tabi tutulmamış bir kimyasalın insanları kısırlaştıracağını iddia etmek saçmadır. Ancak yapılan klinik çalışmalarda aşılarla ilgili böyle bir klinik bulgu bildirilmedi. Şirketlerin bunu gizlediği söylenebilir, ancak böylesine yaygın uygulanacak bir aşının böylesi bir etkisi varsa bu hem şirketlerin batmasına hem de hükümetlerin yıkılmasına yol açar.

Aşıların salgını bitirmesi uzun zaman alabilir elbette. Ama aşıların varlığı bizi korkutmamalı tam tersi sevindirmeli. Salgını bitirmek için şu anda elimizdeki en iyi çözüm aşı.

Haklı bir korku: Küresel ısınma

Özellikle Avrupa'da gençler arasında gittikçe yayılan bir paranoya küresel ısınma ve onun yol açacağı felaketler korkusu. Greta Thunberg'in aktivizminden sonra bu konudaki endişeler yaygın bir hâl aldı. Ve ne yazık ki bu korku çok da haksız sayılmaz. Ancak doğru önlem ve bilimsel gelişmelerin getirdiği imkânlarla bu sorunlar çözülebilir. İnsanlık 1880'den beri dünyanın sıcaklığını ölçüp kaydediyor.

Kayıtlar dünyamızın sıcaklığının yükseldiğine işaret ediyor ve 1980'lerden itibaren sıcaklıkta ciddi bir yükselme gerçekleşti. Endüstri öncesi sıcaklığa göre dünyanın ortalama sıcaklığı 2 derece Celsius arttı. Jeolojik verilere göre son 800 bin yılın en sıcak günlerini yaşıyoruz.

Küresel ısınmanın esas nedeni sera etkisi olarak bilinen fenomendir. Dünyamıza güneşten gelen ısı yeryüzünden kısmen yukarı yansır. Bu yansıyan ısının bir kısmı atmosferde bulunan bazı kimyasallar tarafından tutulur, gerisi ise uzaya kaçar. Bu kimyasallara sera kimyasalları deniyor. Atmosferdeki sera kimyasalı miktarı arttıkça, atmosferde biriken ısı da artar böylece dünyamız ısınır. Normal şartlarda sera etkisi olumludur çünkü bu etki olmasaydı dünyamız ortalama olarak 30 derece Celsius daha soğuk olurdu.

Sera gazlarından biri karbondioksit… Son 150 yıl öncesine kadar atmosferdeki karbondioksit oranı fazla değişmiyordu, ancak endüstri devriminden sonra fabrikaların, araçların ve tüketimin artması sera gazlarının miktarını ciddi oranda arttırdı.

Sıcağı seviyorsanız "ne var bunda" diyebilirsiniz. Ancak küresel ısınma gelecekle ilgili ciddi tehditler içeriyor. Kuzey Kutbu'nda ısınma sonucu hiç buz kalmaması ve deniz seviyelerinin yükselmesi karşımızdaki ilk tehlike. 2100'e kadar deniz seviyesi 1 metreye yakın yükselebilir. Bu bazı bölgelerin su altında kalmasına yol açacak. Hava koşulları çok ciddi etkilenecek. Fırtına ve hortumlar çok daha şiddetli hâl alacak, yıldırımlar daha çok düşecek ve daha kötüsü kuraklıklar ortaya çıkacak.

Tehdit değil gerçek, süreç başladı bile

2050'de 9 milyarı bulması beklenen insan nüfusunu kuraklıklar karşısında beslemek çok güçleşecek. Zira kuraklıklar sadece içme suyunu değil, tarım ve hayvancılığı da çok kötü etkileyecek.

Karbondioksit oranının atmosferde artması, yağmur suyunun asitlik düzeyini artırıyor. Bu da deniz sularının asitlik düzeyinin armasına neden oluyor. Endüstri Devrimi'nden günümüze denizin asit oranı yüzde 25 oranında arttı. Denizde yaşayan çok sayıda canlının kabukları kalsiyum karbonattan oluşmaktadır ve bu kimyasal asitte erir. Bunun sonucunda çoğu deniz canlısı ne yazık ki çok olumsuz etkileniyor ve etkilenmeye devam edecek. Özellikle mercanların iskeletleri iskeletlerinin olumsuz etkilenmesi sonucunda sayılarının çok azalması ve bunun bütün deniz ekolojisini olumsuz etkilemesi bekleniyor. Bunlar tahmin değil, süreç şimdiden başladı.

Küresel ısınma sonucunda çok sayıda canlı türü kuzeye doğru göç edecek. Bu süreç de şimdiden başladı. Göçmen kuşlar ve diğer canlıların göç takvimi değişti ve değişmeye devam edecek. Bunun sonucunda değişen ekolojik denge çok sayıda canlı türünün yok olması ile sonuçlanacak. Tabi hastalık taşıyan çok sayıda tropik canlı bu süreçte Türkiye dâhil kuzeydeki ülkelere gelecek. Hem hayvanları, hem de insanları etkileyen tropik salgınlar ortaya çıkacak. Kene ile bulaşan Kırım-Kongo kanamalı ateşi buna örnek. Süreç böyle devam ederse 2080 civarında dünyadaki bitkilerin yarısının ve her üç hayvandan birinin soylarının tükenmesi bekleniyor.

Canlıların bu hızlı yer değiştirmesi de tarım ve hayvancılığı olumsuz etkileyecek. Olası hayvan salgınlar diğer bir risk. Ve elbette o bölgelerde olmayan yeni parazitler belirecek. Dolayısıyla kıtlık riski daha artacak. Karbondioksit bitkilerdeki besleyici madde miktarını düşürecek, dolayısıyla tüketim daha da artacak. Kıtlık isyanlara ve hatta savaşlara neden olabilir. Alerji, astım ve diğer solunumla ilgili olan rahatsızlıklarda da ciddi yükselme bekleniyor.

Kaygıyı bırak, harekete geç

Küresel ısınma ve onun yol açması muhtemel kıtlık ve susuzluk elbette çok ciddi bir tehdit. Ama korku bizi hiçbir yere götürmez. Gelecek çoğu zaman kesin değildir ve değiştirmek için çok şey yapılabilir. Burada hem bize, hem de bilim dünyasına iş düşüyor.

Önce kendimizden başlayalım. Küresel ısınma ile mücadelede bize düşen en büyük görev İslam geleneğinin de bize yüklediği görev olan israftan kaçınmak ilkesine uymak. Harcadığımız her gereksiz elektrik, yemeyip çöpe attığımız her yiyecek aynı zamanda atmosfere karbondioksit olarak da yansıyor. Kişisel aracımız yerine toplu taşıma tercih etmek, tasarruflu ampul ve elektrikli cihazlar kullanmak, bulaşığı elde yıkamak yerine makinede yıkamak hepsi hem cebimize hem de dünyamıza fayda sağlayacaktır.

Hayvan endüstrisi sera gazlarının önemli bir kaynağını oluşturuyor, hayvansal ürün tüketimini mümkün olduğunca azaltmak da gezegenimizi iyileştirmeye katkı sağlayacaktır. Ve tabi organik gıdalar her ne kadar daha çevreci diye pazarlansalar da ne yazık ki küresel ısınmaya daha çok katkı sağlıyorlar. Son olarak yerli ürünleri tercih etmek, ürünlerin ulaşımını ortadan kaldıracağı için karbon ayak izimizi azaltacaktır.

Teknolojinin çözüm umutları

Bilim dünyası kıtlık, susuzluk ve küresel ısınma ile mücadelenin yollarını arıyor. Susuzluğa çare bulmak için en makul yöntem deniz suyunu tuzdan arındırıp içme suyuna dönüştürmek. Bu konuyla ilgili birçok alternatif yöntem var; kimisi eleklerle tuzu arındırmayı planlarken kimileri de güneş enerjisiyle çalışan devasa su arıtma tesisleri kurguluyor. Bu projelerden hangisinin gerçekleşeceğini bilemesek de deniz suyunun içilebilir suya dönüştürüleceği beklentisi epey makul görünüyor.

Kıtlıkla mücadelede genetik mühendislerinin çalışmaları umut vadediyor. Bitkilerin genetiklerini değiştirerek, daha besleyici, daha az suya ihtiyaç duyan, parazitlerle daha dayanıklı ve sıcak iklime uyum sağlayan meyve ve sebzeler üretmek mümkün görünüyor. Laboratuvar ortamında üretilen yapay etler kıtlıkla mücadelede önemli bir silahımız olacak.

Bilim insanları atmosferden karbondioksiti emecek malzemeler üretmeye çalışıyorlar ve epey ümit verici sonuçlar elde ediliyor.

Ayrıca atmosfere dağıtılacak nanopartiküllerle güneş ışıklarının bir kısmını uzaya geri yansıtıp atmosferi soğutmayı amaçlayan projeler de var. Teknolojinin ilerleme hızı göz önüne alındığında, ben bizi bekleyen bu küresel ısınma sorununun insanlığa fazla zarar vermeden çözüleceğini düşünüyorum. Dolayısıyla karamsar olmamamız gerektiği kanaatindeyim.

BİZE ULAŞIN