Nazlı Nur Baykan: Sancağı yere düşürmeyen kadınlar

Sancağı yere düşürmeyen kadınlar
Giriş Tarihi: 20.7.2020 12:40 Son Güncelleme: 27.7.2020 13:56
O meş'um gecede meydanları dolduran, sokaklarda vatan nöbetine çıkmış kadınlar, cesaretleriyle 15 Temmuz destanının sembolü haline gelmişlerdir.

Sena Subaşı

Darbe ve işgal girişiminin üzerinden geçen dört senenin ardından geriye uzanarak, yaşanan mücadelenin belki de en perde arkası kahramanları olan kadınları hatırlamakta ve hikâyenin görünmez taraflarına odaklanmakta fayda var. Çünkü o mücadelenin kadınları -bilinçli ya da bilinçsiz olarak- sanki hikâyenin gerisinde bırakıldılar.

Lacivert'in geçmiş sayılarında direnişin kadınlarına odaklanan akademisyen Dr. Nagihan Haliloğlu'nun tespitiyle dünya basını ve kamuoyunun, kullanışlı bir reklam ve pazarlama ürünü bulamadığı için bu kadınları bilinçli bir biçimde görmezden gelmesi bu durumun bir boyutu. İşin yadsınamaz bir diğer boyutu ise yerli-yabancı medyaya uzun yıllardır büyük bir etkisi olan oryantalist bakış açısı.

Doğu'da kadınsanız eğer; başörtülü, sıradan, ülkesini bayrağını seven, bu topraklarda doğup büyümenin kıymetini bilen ve görünür olmak gibi dertleri olmayan bir kadınsanız açıkçası kimse sizi ciddiye almaz, bir haber değeriniz de yoktur... 15 Temmuz kadınları derken tam da bundan bahsediyoruz: Görünmez olanlardan, görmezden gelinenlerden, yani sizden, bizden, hepimizden...

O güne geri dönelim. Tanklar, paletler, eli silahlı askerler, bombalar, büyük bir panik havası... Peki, gözünüze kim çarpıyor? Köprüde gözü dönmüş askerlerin üzerine yürüyen o kadın... Tankın altında ezilen kadınlar... Yaşlı olmasına rağmen sokağa çıkan, yanlışa düşmüş askerleri evlatları yerine koyan, bu yoldan dönsünler diye uyarmak isteyen ağzı dualı teyzeler... Onlar biziz, bizim annemiz anneannemiz, komşumuz, teyzemiz...

O gün büyük bir sükûnetle, "Sokağa çıkmazsanız size hakkımı helal etmem" diyen anneler... Kocasını, evladını meydanlara gönderen arkalarından dualar eden kadınlar... Evlatlarını sevdiklerine emanet edip sokağa dökülen kadınlar. Onların bir reklam değeri yok. Esasında böyle bir dertleri de yok. Dışardan bakan oryantalistlere göre, kendilerine emredilene itaat eden "sürüler" olarak lanse edilen bu insanların tek derdi o gece kendilerine ait olana, iradelerine, kararlarına, geleceklerine sahip çıkmaktı.

Bu hikâyenin görünmez kahramanları, birbirine kenetlenerek, hep birlikte bir yanlışa karşı durdular. Polis, öğretmen, ev hanımı, doktor, anne, eş, evlat… Kimisi şehit oldu, kimisi gazi oldu, kimisi de eşlerini, evlatlarını kaybetti, "Vatan sağ olsun" dedi. Gelin şimdi o kadınları ve yaşadıklarını biraz daha yakından tanıyalım. 15 Temmuz kıyamındaki rollerini şahit olanlardan öğrenelim.

Ankara Gölbaşı Özel Harekât Daire Başkanlığı'nda Özel Harekât Komiser Yardımcısı olarak görev alan Gülşah Güler, henüz 24 yaşında başarılı genç bir kadındı. O gece görevinin başında olan Güler, kendisini merak edip arayan ailesine "Beni meşgul etmeyin" diyerek telefonu kapadı. Ailesi önce yaralı, daha sonra da şehit olduğunu öğrendi.

16 yıllık polis memuru ve iki çocuk annesi Zeynep Sağır da, Gölbaşı Özel Harekât Daire Başkanlığı'nda görevli bir polis memuruydu. Ankara'ya tayini darbe girişiminden sadece 2 ay önce çıkmıştı. O gece o da diğer arkadaşları gibi görevinin başındaydı. Saldırı sonucu şehit düşen Zeynep Sağır'ı silah arkadaşlarına "Elimde silahımla, arkadaşlarımla şehit olursam tören yapıldıktan sonra Cebeci Polis Şehitliği'ne defnedilmek istiyorum" vasiyeti üzerine Cebeci Polis Şehitliği'ne defnedildi.

Sevda Güngör, 26 yaşında iki çocuk annesi bir özel harekât polisiydi. O gece Gölbaşı Özel Harekât Daire Başkanlığı'na yapılan saldırıda Sevda Güngör de şehit düşenlerden biri oldu.

Ayşe Aykaç, 44 yaşında, 4 çocuk sahibi bir ev hanımıydı. Saldırıyı duyar duymaz evinde abdestini aldı, namazını kıldı, evdekilerle helalleşip kendini dışarıya attı.

Eşiyle birlikte korkusuzca köprüye yürümeye başladılar. Ayşe Aykaç en ön saftaydı. Darbecilerin köprüde açtığı ateş sonucu köprüde şehit düştü.

Cennet Yiğit, Ankara Gölbaşı Özel Harekât Daire Başkanlığı'nda görev yapan polislerden biriydi, belki de aralarında en genciydi. 23 yaşındaki Cennet, henüz 10 aydır polisti. Ayrıca bir ay sonra nişanı olacaktı fakat Cennet, görev yerlerinin darbeciler tarafından bombalanması sonucunda o gece şehit oldu.

Üç yaşındaki Hüseyin Alp'in annesiydi komiser Demet Sezen. Özel Harekât Daire Başkanlığı'nda görev alan Sezen, bebeğini eşine emanet ederek koşarak görev yerine gitti. Bombalı saldırı sonucu Demet Sezen orada şehit düştü.

23 yaşındaki komiser yardımcısı Kübra Doğanay, henüz 8 aydır polisti. PKK'ya yönelik operasyonlara katılmak üzere Diyarbakır'ın Sur ilçesinde görev yapmış, darbe girişiminden önce de Ankara'ya gelmişti. O gece aldıkları emirle beraber ablasının "Ablacığım, kendine dikkat et, bol bol Ayet el-Kürsi'yi oku zırh gibi seni korur" sözleriyle beraber Ankara'daki Gölbaşı Özel Harekât Daire Başkanlığı'na gitti. O gece polislik sınavlarına birlikte hazırlandığı yakın arkadaşı Cennet Yiğit ile beraber görev yerlerinde darbeciler tarafından şehit edildi.

15 Temmuz gecesi Ankara Gölbaşı Özel Harekât Daire Başkanlığı'na yapılan saldırıda şehit düşen bir başka polis memuru da Seher Yaşar'dı. Küçüklüğünden beri polis olmak istediğini söyleyen Seher Yaşar, o gece şehit olurken henüz mesleğinin çok başında 24 yaşında genç bir kadındı.

İki çocuk annesi 51 yaşındaki Sevgi Yeşilyurt, Erdoğan'ın "sokağa çıkın" çağrısını alır almaz Boğaziçi Köprüsü'ne doğru yol aldı. Aynı zamanda oğlu da Atatürk Havaalanı'ndaydı. Köprüde kendilerine açılan ateş sonucu şehit olan Yeşilyurt, ilk şehit olanlardan biriydi.

Türkmen Tekin, o gece Başkan Erdoğan'ın çağrısıyla Atatürk Havalimanı'nın darbeci işgali altında olduğunu duyunca ailesiyle birlikte harekete geçti. 43 yaşındaki 3 çocuk annesi Türkmen Tekin, Esenler Dörtyol'da darbecilerin ele geçirdiği tankın altında kalarak eşi ve çocuklarının önünde şehit oldu.

42 yaşındaki Yıldız Gürsoy, Erdoğan'ın çağrısıyla kendini sokağa atanlardan biriydi. Ankara Genelkurmay Başkanlığı önünde yapılan bombalı saldırıda başına isabet eden şarapnel parçası nedeni ile ağır yaralandı. 4 gün sonra ise Gürsoy'un şahadet haberi alındı.

Safiye Bayat/ 15 Temmuz gazisi "Döndüm arkamı 'Vuracaksan vur beni, sırtımdan vur' dedim"

34 yaşında ve iki çocuk annesi Safiye Bayat, televizyonda darbe girişimini duyar duymaz Boğaziçi Köprüsü'ne koşmuş. O gün yaşadıklarını ise şöyle anlatıyor: "Askerler 'Gelme ateş açarız, gelme vururuz' diyorlar. Onları duymazlıktan gelerek yanlarına kadar gittim, söylene söylene. Komutan müsveddesi 'Buradan git bak, yoksa vururum' dedi. Ben de 'Senden korkmuyorum. Sizin burada ne işiniz var? Benim köprümü siz niye kapatıyorsunuz, bu askerin, bu tankların burada ne işi var, amacınız ne?' dedim. Sadece 'Git, vururuz' diyerek beni tehdit etmeye çalıştılar. Bir asker oradan 'Komutanım içeriye alalım mı?' dedi. Çok sinirlendim ve daha da çok bağırmaya başladım. 'Sen kimi içeriye alıyorsun, ne hakla? Ben bir hadsizlik yapmadım. Hakaret de etmedim, neden içeriye alacakmışsın beni?' dedim. O kadar hırslandım ki ellerim kollarım durmuyor, sürekli bağırıyorum. Bedenim değişmişti sanki. Bütün bedenim, aklım, her yerim toprak olmuş, vatan olmuştu. Komutan beni korkutmak için öyle çok bağırmaya başladı ki. Askere 'İşte anneniz sizi bugünler için doğurdu' dedi beni kendine çekti ve tanktan ateş açtırdı. Yer titriyordu. Daha sonra hırpalamaya başladı. 'Bak haddini bil. Ben senin sınırını ihlal etmiyorum ama sen benim sınırlarıma giriyorsun' diye bağırdım. Döndüm arkamı 'Vuracaksan vur beni, sırtımdan vur' dedim. Beni kendine döndürüp tekrardan hırpalamaya çalıştı. O an şu hadis kulaklarımda çınladı: 'Vatan sevgisi imandandır.' Bana kuvvetin bu sözlerden geldiğini düşünüyorum. Komutan beni kendine bir hamleyle çekip yanağımın üzerinden ateş açtı ama kılım kıpırdamadı. Ateş parçaları yüzümden aşağı kadar indi. 'Beni bununla mı korkutmaya çalışıyorsun? Senden korkmadığımı aklın almıyor mu hâlâ?' dedim."

Sibel Büyük / 15 Temmuz gazi yakını "Evlatsız kalınır ama vatansız kalınmaz."

"İki çocuğumu anneme, halama emanet edip 'dönemezsem yavrularım size emanettir' sözünün kalbime bu kadar ağır geleceğini hiç düşünmemiştim. Ziverbey'den yürüyerek köprüye doğru attığım her adımda kendimi teselli ettiğim sözü tespih çeker gibi tekrarlıyordum: 'Anasız olur, vatansız olmaz.' Kanlı darbelerin yılında doğmuş, kâğıt üstünde gerçekleştirilen darbelerin gölgesinde büyümüş bir kadın olarak yol alıyordum. Ya ölmeye, ya hakkımız olanı almaya. Köprünün farklı noktalarındaki tanıdıklarla haberleşiyor, birbirimizi yokluyor, "ha gayret" diyorduk. Arada bir kuzenim 'abla sen eve dön, annesin' diyor, beni geri dönmem için ikna etmeye çalışıyordu. Aslında tam da bu nedenle oradaydım. Anneydim… Kendi ülkesinde, geçmişte bize yapıldığı gibi çocuklarımın da ötekileştirilmemesi için oradaydım.

Köprüde üzerimize atılan mermilerin gerçek olup olmadığını ayırt edemeyecek kadar yabancı olduğum o korkunç seslerin arasından, cesetlerin, yaralıların kalabalığı yararak taşındığını gördüğüm ana kadar sakindim ve sesimize kulak verilecek sanıyordum.

Ve bir mesaj; 'Sinan vurulmuş…' Sanki yeryüzü ayaklarımın altından kayıp gidiyordu. Aynı yerdeydik ama birbirimize ulaşamamıştık. Gökte yankılanan salâ, havaya açılan ateş, alçak uçuş yapan F-16'lar, yerde avazı çıktığı kadar haykırarak hakkını arayanlar. Adeta bir film sahnesi gibi.

Neredeyse koşarak vardığımız hastane kapısında dizlerinizin üstüne oturup içinizi çeke çeke kardeşinize ağlarken, anneliğinizin ablalığa rol verdiği o zor saatleri anlatmak için maalesef kelimelerim yok. Hastanenin acil kapısında ağlarken bir el, elimi tuttu. Beni hastanenin içine soktu ve oda oda gezdirmeye başladı. Her açılan kapıda biraz daha ümitsizliğe düşüp, anneme 'oğlun şehit oldu' sözünü nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum.

Annelik, ablalık ve bir kız evlat olma üçgeninde güçlü durmayı prova ediyordu zihnim. Kapılar açılırken de kapanırken de 'kardeşsiz olur, vatansız olmaz' diyordum kendime… Kan kokusu, ağlayanlar, bağıranlar, kenara bırakılan ceset torbaları… 'Ya Rabbim! neler oluyor?' dediğimde duvar dibinde uzanmış, göz göze geldiğimiz o an da koşup sarılıp, kendime yaslarken sessizce bana 'ölenler var, beni gördüğüne sevinme abla' diyen kardeşin varlığına binlerce hamd etmek düştü payıma. Ben o gün çok daha iyi anladım, vatan demek, aile demekti. Anasız kalınır, vatansız kalınmaz. Kardeşsiz kalınır, vatansız kalınmaz. Ve belki bir anne için çok daha ağırı 'Evlatsız kalınır ama vatansız kalınmaz.'"

Saliha Okur Gümrükçüoğlu / KADEM Başkanı "Bu ülkeyi canını verecek kadar çok seven, haksızlıklara dur diyecek cesareti gösteren kadınların da var olduğuna şahit olduk"

"15 Temmuz'da ideolojisi fikri ne olursa olsun kadın erkek demeden herkesin vatanı uğruna birlik olup sonuna kadar direnebileceğini gördük. Bu ülkeyi canını verecek kadar çok seven, haksızlıklara dur diyecek cesareti gösterip bu alanda iradesini ortaya koyan kadınların da var olduğuna şahit olduk. Bizim içimizden, tanıdığımız, bildiğimiz ve belki yeteri kadar eğitim imkânı bulamamış yahut bazı noktalarda engellenmiş kadınlardı bunlar… Bu kadınların mücadelesi bize İstiklal Harbimizde askerimizle birlikte çarpışmaktan kaçınmayan Erzurumlu Kara Fatma, Şerife Bacı, Binbaşı Ayşe Hatun, Kılavuz Hatice, Tayyar Rahime, Halime Çavuş gibi pek çok kadının hâlâ aramızda yaşadığını, sadece isimlerin değiştiğini hatırlattı.

Kadın olarak bizden öncekilerin canları pahasına teslim etmediği bu güzel ülkeyi; halis niyet ve sağlam iradeyle koruyan kadın kahramanlarımızın, 15 Temmuz direnişinin başarıyla tamamlanmasında önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Bir günde Türk milletinin kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla tüm farklılıklarını bir kenarda bırakıp, bir bütün olarak hareket ettiğine şahit olduk. O gün sokaklarda siyasi, dinî, ideolojik hiçbir görüş ayrılığını önemsemeden Türkiye'nin geleceğine sahip çıktılar. Buna daha sonra hepimiz 15 Temmuz ruhu dedik.

Bir hainliğin nasıl toplumsal bir direnişle karşılanacağının, birliğe ve beraberliğe sebep olmasının en güzel örneğini milletçe sergilediğimizi düşünüyorum. Geçmişten günümüze ve gelecekte Türkiye'nin millî bilincinin oluşmasında kadınların konumunu yadsınamaz. Uzun yıllardır milletimizin geçtiği bütün zorlu süreçlerin hepsinde erkeklerin yanında kadınların eşsiz özverisi de bulunuyor. Yakın geçmişte İstiklal Harbimizde de adını bilmediğimiz vatanı uğruna hayatından geçen binlerce kadın var. Bu kadınların torunları 15 Temmuz gecesi, demokrasimizi savunarak tüm dünyaya Türk kadınlarının dirayetini bir kez daha göstermiştir. O meş'um gecede meydanları dolduran, sokaklarda vatan nöbetine çıkmış kadınlar, cesaretleriyle 15 Temmuz destanının sembolü hâline gelmişlerdir. Bugün Kadın ve Demokrasi Derneği olarak bizler de bu şanlı direnişin gelecek nesillere doğru bir şekilde, ilk ağızlardan aktarılmasını sağlayacak bir dijital hafıza projesine imza atıyoruz. 15 Temmuz'a dair yaşanan tüm insan hikâyelerini tek bir web portalında toplayarak, şimdiye kadar kimsenin yapmadığı bir çalışmayı hayata geçiriyoruz. Bahsettiğiniz millî bilincin oluşmasında büyük katkıları olacağına inancım sonsuz."

Dilek Güngör / Sabah gazetesi yazarı "Sancağı yere düşürmeyen kadınlar... Kim derdi ki, 97 yıl sonra Türk kadınları yine aynı kahramanlık öyküsünü yazacak diye."

"Yarınların sahibi ey gençlik/ İyi tanı, ebedi sükunetle bu mezarda yatan/Hak için, bayrak için feda edip canını /Armağan etti bize bu mukaddes vatanı.... Bu mısralar, Tayyar Rahmiye Hanım'ın mezar taşında yazılı... Adanalı Rahmiye Hanım, Osmaniye doğumlu. 1920'de Kurtuluş Savaşı'na katıldı. Osmaniye yakınlarındaki demiryolu tünelini patlatarak düşmanın cephane ikmalini büyük sekteye uğrattı. Siperinden çıkıp düşman hattında şehit düşen askerleri sırtında kendi bölgelerine getirdi. Ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileriye atıldığında şehit oldu. Bu vatan onun gibi daha nicelerinin kahramanlıklarını gördü. Halide Onbaşı, Halime Çavuş, Nezahat Onbaşı, Erzurumlu Kara Fatma, Nene Hatun ve adını bile bilmediğimiz yüzlercesi... Kim derdi ki, 97 yıl sonra Türk kadınları yine aynı kahramanlık öyküsünü yazacak diye. Türkiye'yi karanlık günlere, kaosa ve dehşete düşürmeye çalışan FETÖ'cü hainlerin darbe girişiminin yaşandığı gece, bir kez daha Türk kadını dünyaya gösterdi. Cesaretiyle, vatanseverliğiyle, demokrasiye olan inançlarıyla geldiler. O karanlık darbe gecesini aydınlattılar.

Ankara Gölbaşı'nda yer alan Özel Harekât Daire Başkanlığı'na yönelik saldırıda polisler Zeynep Sağır, Sevda Güngör, Kübra Doğanay, Demet Sezen, Cennet Yiğit ve Gülşah Güler, 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde Ayşe Aykaç, Sevgi Yeşilyurt, Esenler'de Türkan Türkmen Tekin, Genelkurmay Başkanlığı önünde de Yıldız Gürsoy şehit olarak Nene Hatun'dan devraldıkları sancağı yere düşürmediler.

Kimi yaralandı, kimi tankların üzerine çıkıp darbeci askerlerin kurşunlara kendini siper etti, kimi şehit oldu. Kiminin çocuğu annesiz kaldı, kiminin nişanlısıeşi yarsız, kiminin ana-babası evlatsız... Onlar mukaddes vatana sahip çıkarak çocuklarına, eşlerine, nişanlılarına, ana-babalarına onurlu bir miras bıraktı. Türk kadınının, gerektiğinde vatan için, bayrak için canını feda etmek konusunda hiç tereddüt etmeden gereğini yapacağını bir kez daha gösterdiler. Demokrasiye sahip çıktılar. Unutulmaz bir destanın kahramanı oldular. Şuna eminim ki, bugün aynı şey olsa yine Kübralar, Zeynepler, Ayşeler, Türkanlar, Yıldızlar bayrağa, vatana, demokrasiye sahip çıkarlar. 15 Temmuz hain kalkışmanın yıldönümünde şehit olan Türk kadınlarını saygıyla anıyorum. Yattığınız yer cennet, ruhunuz şad olsun..."

Sibel Eraslan / Yazar-Gazeteci "Boyları ufaktı, minnacıktılar, ama yürekleri dağ gibiydi, samimiyetleri, sevgileri deniz gibiydi."

"15 Temmuz 2016 akşamı, Sakarya Kocaali'deki yaz evimizdeydik. Cumhurbaşkanımızın çağrısı ve salâlarla birlikte ilçe meydanına doğru yürüyüşe geçtik. Meydanda bayraklarına sarılmış ve caddelere inmiş gençler vardı. Kız öğrenciler çoktu ama beni asıl etkileyen başlarında ucu oyalı yemeniler ve örgü yelekleriyle sokaklara inmiş ev kızlarıydı. İntizamlı ve ağır başlı hâlleriyle ellerinde tespihlerle meydanın bir bölümünü kadınlar kısmı hâline getirmiş teyzelerin dudakları kıpır kıpır ve çok endişeli hâlleri, hemen oturdukları yerde cüz dağıtıp hatimler indirmeleri çok etkileyiciydi.

O zamana kadar İstanbul ve Ankara'da pek çok sivil protestoya, yürüyüşe, itiraza katılmıştım ama o gece ilk kez 'taşra'daydım ve ilk kez, traktörlere dolarak ellerindeki asalara dayanarak, meydanlara inen şalvarlı nineler görüyordum. Onlara sarılıp çok ağladım, çünkü Şevval oruçlarına niyetliydiler, oruçlarını su ile açıp köylerinden kalkıp ilçe merkezine gelmişlerdi. O gece bir dilim karpuz ve bir bardak suyla ertesi güne de niyetlendiler. Asalarını tokur tokur yerlere vurarak, 'Tayyip'e dokundurtmayız', diyorlardı. Boyları ufaktı, minnacıktılar, ama yürekleri dağ gibiydi, samimiyetleri, sevgileri deniz gibiydi. Hain işgal girişimini püskürtenler silah eğitimi almış, kavga dövüş bilen, gözlerine kestirdiklerine diş bileyen insanlar değildi. Tam aksine, evlerinden terlikleriyle dışarı fırlayarak, tankları durduran 'evladım, bak ben de bir anneyim yapma annecim, haydi in o tankın üstünden' diyen isimsiz kadınlardı.

Ardından şehir nöbetleri başladı. İki gün sonra kız kardeşimle birlikte İstanbul'a geri döndük. Sanki mahşer yeriydi. Derhal Çamlıca, Ümraniye, Bağcılar, Başakşehir nöbetlerine yazıldık. Sabaha kadar uyumayanlar arasında çoluk çocuk sahibi anneler çoğunluktaydı. Sabaha kadar, uyumadan bekliyorduk ülkemizi... Ben annelerin ne kadar büyük bir basiret, gayret ve samimiyet sahibi olduklarını o gün bir kez daha öğrendim. Sağlam irade, annelerimizin ak sütünden gelen bir güçtü. Anadolu, Analar doluydu."

BİZE ULAŞIN