Raşit Ulaş: Dijital dünyanın iki büyük soru işareti

Dijital dünyanın iki büyük soru işareti
Giriş Tarihi: 18.3.2019 14:44 Son Güncelleme: 18.3.2019 14:45
Artık teknolojinin geliştiğinden bahsetmek bile nostalji hâlini aldı. Her geçen gün takip etmeye dahi zorlandığımız gelişmeler yaşanıyor.

1. İnternetin sahibi kim?

Artık teknolojinin geliştiğinden bahsetmek bile nostalji hâlini aldı. Her geçen gün takip etmeye dahi zorlandığımız gelişmeler yaşanıyor. Dünya, hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir yere doğru gidiyor. Yapılan çalışmaların iyi mi kötü mü olduğu ileride anlaşılacak gibi. Tabii bu durum hepimizi paranoyak hâle getirdi. Dünyayı robotlar mı işgal edecek, telefonlarımız dinleniyor mu, bilgisayarlardan izleniyor muyuz, banka hesaplarımız bir gün yok olabilir mi? Bu sayfada son yıllarda bilhassa sanal teknolojinin nasıl geliştiğini ve sıkça duyduğumuz kavramların ne olduğunu anlattık.

İnternet nasıl yönetiliyor?

İnternetle ilgili tek kuruluş ABD merkezli

Hayatımızın merkezinde yer alıyor internet yıllardır. İyi de bu internetin sahibi kim? Yani bu bir telefon şirketi gibi mi yönetiliyor yoksa birileri mi yönlendiriyor? Çoğumuzun düşündüğü sorulardan biri bu... İnternet, 18 Eylül 1998 tarihinde ABD'de kurulan İnternet Tahsisli Sayılar ve İsimler Kurumu (ICANN) adlı kâr amacı gütmeyen bir şirket tarafından koordine ediliyor. Kurum resmî sitesinde rolünü şöyle açıklıyor: "Tüm internet kullanıcılarının geçerli adresler bulabilmelerini sağlamak üzere evrensel çözülebilirlikten emin olunması için DNS'in teknik unsurlarının yönetiminin koordinasyonundan sorumludur. Bunu internetteki işlemlerde kullanılan eşsiz teknik tanıtıcıların dağıtımını ve Üst Düzey Alan İsimlerinin (.com, .info v.s.) kullanılma yetkilerinin dağıtılmasını gözlemleyerek yapar." Bu şirketin misyonu; Alan İsmi Sistemi'nin (DNS) teknik olarak yönetilerek bu koordinasyonun sağlanması. Bununla birlikte internetin gelişmesi, istikrarın sağlanması ve geniş katılımlı bir yapıya büründürülmesi de ICANN'in yapmayı hedefledikleri şeylerden. Kendisini şöyle tanımlıyor ICANN: "Oluşturulacak yeni kurumun internet toplumunun tamamının yararına çalışması hedeflenmiş olup DNS'in idaresine yönelik eşit, dürüst ve geniş katılımlı politikaların geliştirilmesi, sayıları her geçen gün hızla artan ve yayılan internet kullanıcılarının tümünden alınacak görüşlere bağlı olacaktır. İdari yapı, interneti ve onu kullananların coğrafi ve fonksiyonel eşitliliğini yansıtmalı, uluslararası katılımın sağlanacağı karar alma mekanizmaları oluşturulmalıdır. Şirket, iş dünyasından, akademiden, teknik ekiplerden oluşan geniş katılımlı bir yapıya sahip… ABD hükümeti Ticaret Bakanlığı aracılığıyla ICANN ile bir mutabakat metni imzalayarak şirketi resmî olarak tanımıştır. Her ne kadar kendini bağımsız olarak değerlendirse de ABD merkezli olması ve hükümet tarafından resmen tanınması ICANN hakkında birçok spekülasyona yol açtı. 21'inci yüzyılda artık sıcak savaşların siber savaşlara döneceği su götürmez bir gerçekken internetle ilgili tek kuruluşun ABD merkezli olması hem şaşırtıcı değil hem de güven verici değil.

Siber Savaşlar

Ölüm dâhil her tehlikeyi içeriyor

Son yıllarda sıkça duymaya alıştığımız fakat içeriğini tam olarak bilemediğimiz şeylerden biri de "siber savaş." Tek cümleyle şöyle anlatabiliriz siber savaşı: "Bir ülkenin başka bir ülkenin bilgi sistemine girmek amacıyla yaptığı saldırı." Bütün bilgilerin kâğıtlardan ve dosya raflarından elektronik belleklere taşındığını düşündüğümüzde hiç de hafife alınacak bir şey değil siber saldırı.

Bir ülkenin bütün bilgilerinin ele geçirilmesi ile o ülkeyi büyük bir bomba ile yok etmek arasından pek bir fark yok. Siber saldırının tehlikesi, askerî bir saldırı gibi açıktan, göstere göstere gelmesi değil, sızma yoluyla kendisini göstermeden yapılması. Bu durum devletlerin siber güvenlik önlemlerine ayrılan payın ve buna gösterilen ihtimamın geçmiş yıllara göre kıyaslanamayacak şekilde artmasına da yol açtı. Devletler artık bu amaçla özel birimler kuruyor, özel ekipler yönetiyor ve ciddi miktarda maddi yatırımda bulunuyorlar.

CyberMag'in haberine göre "ABD'de yapılan 2015 yılı bütçe görüşmesinde siber güvenlik için sadece Pentagon bütçesinin 5 buçuk milyar dolara yükseltilmesi öngörüldü." Avrupa Komisyonu'nun da siber güvenlik için 2020 yılına kadar toplam 1,8 milyar avroluk bütçe ayıracağı belirtildi. Bu bütçelerin günden güne artması ve yakın gelecekte savunma sanayiine ayrılan bütçeler seviyesine gelmesi şaşırtıcı olmayacak. Peki, siber savaşta ne gibi tehlikeler var? Bu konuda şunu net olarak söyleyebiliriz; doğrudan ölüm dâhil her tehlikeyi içeriyor. Mesela bir arabayı yoldan çıkarabilir, bütün iletişimi kesebilir, patlama yapabilir, telefonları dinleyebilir, bilgisayardan sizi izleyebilirler vs. 2007 yılında Rusya ve Estonya arasındaki siber savaş sonucunda Estonya'daki finans, basın kuruluşlarının ve resmî kurumların iletişimi üç hafta boyunca kesildi. 1982'ye gittiğimizde ise ABD'nin Rusya'ya yaptığı siber saldırı -suikast de diyebiliriz- "37 sene önce durum böyleyse şimdi tehlike ne derecedir" dedirtecek cinsten.

ABD öncülüğünde bütün Batı ülkelerinden ambargo yediği yıllarda Sovyetler Birliği kendine lazım olan şeyleri gayriresmî yollarla temin etmeye çalışıyordu. Sovyetler Birliği casusları doğalgaz boru hattında kullan maları gereken kontrol sistemini Kanada'da faaliyetini sürdüren bir şirketten bir yolunu bularak çaldılar fakat CIA'in bundan haberi vardı. Bu sistemin içine "logic bomb" (mantık bombası) yerleştirdiler. Logic bomb bir bakıma sanal saatli bombaydı ve bu bombayı patlatarak Sovyetlerin boru hattını imha ettiler. Sadece bu örneklerden durumun ne kadar tehlikeli olduğunu anlamak mümkün… Türkiye de son yıllarda siber güvenlik için ciddi adımlar attı. Devlet Denetleme Kurulu'nun (DDK) iki yıllık çalışması neticesinde yazılan 859 sayfalık raporda siber güvenlikle ilgili yapılması gereken şeylerin hepsi anlatılıyor.

Yapay zekâ

Hayatımızda çok daha etkili bir yer alacak

Siber savaşlarla birlikte değerlendirebilecek en önemli gelişmelerden biri de şüphesiz yapay zekâ. Sanayi Devrimi'nden sonra insanlık tarihinin gördüğü son büyük olay yapay zekâ... Yıllardır çalışmaları süren yapay zekâ sonunda dünya üzerinde sıkça kullanılmaya başladı. Yapay zekâyı ciddi bir olgu hâline getiren en önemli özelliği; yapay zekâ tabanıyla oluşturulan bilgi işlem teknolojileriyle, elde edilen verilerin çok kısa bir süre içinde işlenebilmesi ve doğru sonuçlar elde edilmesi. Örneğin bir insansız hava aracının gelişimine ve etki gücüne dair veriler yapay zekâ sayesinde çok daha kısa sürede ve kesin sonuçlarla analiz ediliyor ve bu durum İHA'ların gelişmesine katkıda bulunuyor.

Euronews 'te yayımlanan bir makalede şunlar söyleniyor: "Gelecekte hayatımızı en çok etkileyecek sistemler, üçüncü dalga yapay zekâ sistemleri sayesinde olacak. Bu sistemde yapay zekâ, yaşadığımız dünyanın nasıl çalıştığını ve içinde bulunduğu durumu anlayabilecek modeller geliştirecek, kendi kendine karar verme süreçlerini şekillendirerek mantıksal kuralları da keşfedecektir. Ayrıca üçüncü dalga sistemler, farklı kaynaklardan veri toplayabilecek, bu verileri kendi sistemleri için kullanılabilir hâle getirecek ve kendini programlayarak soyut bir düşünce bile geliştirebilecektir." Bütün bunları düşündüğümüzde yapay zekânın da önümüzdeki yıllarda bugüne nazaran hayatımızda çok daha etkili bir yer alacağını söylememiz mümkün. Dünya artık eskisi gibi değil, bunu görüyoruz.

Deep web (Derin internet)

İnternetin yüzde 95'ini oluşturan karanlık dijital dünya

Karanlık ve uçsuz bucaksız internet dünyasının en kirli yeri "deep web" (derin internet). Bugün kullandığımız internetin, bütün internet âleminin yalnızca % 4'ünü kapladığını düşündüğümüzde kalan kısmın büyüklüğü oldukça korkutucu. Buna dark web (karanlık ağ) da deniliyor. Deep web'i kullandığımız internetten ayıran en büyük özellik; kullandığımız internet sitelerinin sunucularının bir şirketten kiralanması ve dosyalarının bu şirketten kiralanan sunucu içinde olması, deep web'inkinin ise kişisel sunucular üzerinden ilerlemesi. İşte bu durum takip edilmeyi neredeyse imkânsızlaştırıyor ve yapılan illegal işlerde arkada iz bırakılmasının önüne geçiyor. Yılda milyarca dolarlık ekonominin döndüğü deep web kiralık katillerden yasal olmayan bahislere, pornografik içeriklerden gizli belgelere, terör faaliyetlerinden gizli istihbarata kadar milyonlarca karanlık olayın döndüğü bir yer. Resmî para birimi bitcoin. Deep web'i ilginç kılan şey ise birkaç katmandan oluşması: Surface web, bergie web, deep web ve charter web. Her katmana indikçe yasadışılığın ve uluslararası suç faaliyetlerinin arttığı görülüyor. Surface web; şu an kullandığımız bütün siteleri de içine alan yüzeydeki bölüm. Bergie web; arama motorları ile ulaşılamayacak verilerin ve +18 içeriklerin olduğu bölüm. Deep web; arama motoruyla engellenmiş her türlü illegal içeriğe ulaşılabilecek katman. Charter web ise en derin ve en tehlikeli yer. Burada tank ve füze satışı da dahil olmak üzere her türlü büyük kaçakçılık, milyonluk bahis sonuçları, devletlere ait özel bilgi ve belgeler, ses kayıtları, paralı ordular gibi aklın sınırının ulaşamayacağı bir yer.

2. E-kitap matbu kitabın yerini tutar mı?

Kimi okurlar hangi kitabı okuduğunu etrafındakilerin bilmesini istemediğinden e-kitap okumayı tercih ederken, kimi okurlar okuyucuların veya uygulamaların sağladığı yazı boyutunu büyütüp küçültme, altını çizme, not alma, sözlük özelliğinden faydalanma, kitap içerisinde diledikleri bölümlere veya daha önce işaretledikleri kısımlara hızlıca ulaşma, karanlıkta okuyabilme gibi pek çok özellik sebebiyle e-kitabı basılı kitaba tercih ediyor.

ABD'nin en köklü dergilerinden Newsweek ve İngiltere'nin önemli dergilerinden The Independent geçtiğimiz yıllarda kâğıt baskıyı durdurarak dijital dergiciliğe geçti. Dünyada önemli bir yere sahip olan böyle iki köklü derginin dijitale geçmesi elbette büyük bir olay oldu. Hatta birçok kesim artık kâğıt baskının bitmek üzere olduğunu ve birkaç yıl içinde tamamen dijitale geçileceğini söyledi. Bu durum elbette birçok insanı tedirgin ederken birçoğunu da sevindirdi. Basınyayın sektörünün artık dünyanın gelişen ve değişen çizgisine ayak uydurması gerektiğini söyleyenler olduğu gibi klasik usûl devam edilmesi gerektiğini söyleyenler de var fakat önce biraz e-kitabın tarihine gitmekte fayda var.

Tahmin ettiğimizden çok daha öncelere dayanıyor e-kitap fikri. E-kitap konusunun uzmanlarından aldığımız bilgilere göre; "1949 yılında ilk defa İspanyol Ángela Ruiz Robles tarafından Mekanik Ansiklopedi için elektronik kitabın ilk patenti alınır fakat bugünkü anlamıyla e-kitap ancak 90'lı yıllarda yayın hayatına girer. İlk e-kitaplar üretim teknikleri, teknik el kitapları gibi özellikle belirli uzmanlık alanındaki konular için sadece bu konuda uzman olan küçük grupların okunması amacıyla yazılır. Önceleri CD'lere yüklenen e-kitapların, 1990'larda internetin yaygınlaşması ve 1992 yılında ilk e-kitap okuyucunun üretilmesiyle birlikte ulaşılabilirliği de çok kolaylaşır. Bu süreçte e-kitap formatları da önemli bir rol oynar. İlk zamanlar düz metin kullanılırken sonraları Adobe tarafından geliştirilen PDF; akademisyen, yazar ve yayıncılar tarafından geliştirilen, birçok e-kitap okuma yazılım ve donanım platformunun kullanabileceği tek bir format sunmak amacıyla Open eBook geliştirilir ve XHTML, CSS ve XML gibi alt formatlar eklenir. 2007'den itibaren International Digital Publishing Forum IDPF (Uluslararası Dijital Yayıncılık Forumu) tarafından Open eBook formatının yerini günümüzde en yaygın şekilde kullanılan EPUB açık formatı resmi standart olarak kabul edilir.

1999 yılında yayıncı Simon & Schuster ibooks adında yeni bir baskı yaratır ve aynı anda bazı kitaplarını e-kitap ve basılı biçiminde yayınlayan ilk ticari yayıncı olur. Aynı yıllar Oxford University Press netLibrary ve Baen Books da Baen Free Library üzerinden e-kitaplarını yayınlamaya başlar. 2000'li yıllarda ise daha fazla yayıncı, yazılım, donanım ve e-ticaret firmalarının da katılımıyla e-kitap pazarı büyümeye başlar. Gelinen noktada 2018 yılı verilerine göre Amerika ve İngiltere'de e-kitap satış gelirleri basılı kitap satış gelirlerini geçmiş durumda. Türkiye'ye baktığımızda ise e-kitabın Türkiye'deki yolculuğunu başlatan ilk online kitabevi Idefix, Nisan 2010'da ilk e-kitap dükkânını açar. 15 Nisan 2010 günü saat tam 18.49'da Vanlı bir öğretmen, İnan Çetin'in İblisname: Bir Hayalin Gerçek Tarihi 'ni satın alarak Türkiye'nin ilk e-kitap okuru olur. Sonrasında D&R 2016 yılında Rakuten Kobo ile yapmış olduğu işbirliği ile Türkiye'deki en büyük Türkçe ve yabancı dillerde e-kitap kataloğunu okurlarla dr.com.tr ve kobo.com üzerinden buluşturur."

Türkiye'de basılı kitap hâkim

Türkiye'de basılı kitaba nazaran e-kitabın pazar payını söylemek şu an pek mümkün değil zira e-kitabın gelişimi global pazarlarda 20 yıl öncesine dayanırken Türkiye pazarında henüz 7-8 yıllık bir geçmişe sahip. Doğal olarak Türkiye'de basılı kitap okunurluğu e-kitaba göre oldukça yüksek durumda ancak içinde bulunduğumuz şartları düşündüğümüzde hem yayıncılar hem de bu işi büyütmeye çalışan perakendeciler açışından çözülmesi gereken telif hakları yasası gibi durumların iyileştirilmesi gerekiyor. İşin uzmanları bu gerçekleştiğinde Türk ve yabancı yayıncıların da e-kitaba gerekli desteği vereceğine ve e-kitap pazarının 5 yıl içerisinde hızlı bir yükseliş ivmesi ile pek çok okurun tercih ettiği kitap formatlarından biri hâline geleceğine inanıyor.

Aslında burada benim hep aklıma takılan ve açıkçası da tedirgin olduğum bir mevzu var: E-kitap basılı yayını öldürür mü? Aynı uzmanlar bu soruyu şöyle cevaplandırıyor: "E-kitap okuma araçlarının basılı kitabı öldüreceği fikri çok doğru değil. Basılı kitap okurlarının yüzyıllar boyu süren alışkanlıklardan, dokunma ve koklama duyularına hitap eden yönlerinden vazgeçmesi çok zor." Ancak dezavantajına rağmen e-kitap Türkiye ve global pazarlarda hâlen yaygınlaşıyor çünkü okurlar artık diledikleri kitabı diledikleri zaman diledikleri yerde okumak istiyorlar. Özellikle seyahate çıkarken okumak istedikleri kitapları yanlarında taşımaktansa e-kitap okuyucularından yahut mobil vb. cihazlarından okumayı tercih ediyorlar.

Kimi okurlar hangi kitabı okuduğunu etrafındakilerin bilmesini istemediğinden e-kitap okumayı tercih ederken, kimi okurlar okuyucuların veya uygulamaların sağladığı yazı boyutunu büyütüp küçültme, altını çizme, not alma, sözlük özelliğinden faydalanma, kitap içerisinde diledikleri bölümlere veya daha önce işaretledikleri kısımlara hızlıca ulaşma, karanlıkta kitap okuyabilme gibi pek çok özellik sebebiyle e-kitabı basılı kitaba tercih ediyor. Bu sebeple e-kitap okuma araçlarının basılı kitabı öldüreceği düşüncesini bırakıp kitabın farklı formatlarda okurlarla buluşturulması ve tercihin okura bırakılması daha doğru bir yaklaşım olabilir. Bugün e-kitap pazar cirolarını karşılaştırdığımızda Amerika, Japonya, Çin, İngiltere ve Güney Kore ilk beş içerisinde yer almakta. Bu kategoride Türkiye ise 29'uncu sırada…

Bütün bu gerçekler ve yorumları düşündüğümüzde bir gelenekselci olarak elbette kitabı elime alıp yahut masaya koyup okuma taraftarıyım ama bu zamansızlık içinde e-kitabın da faydası azımsanacak gibi değil. Hiçbirinin diğerinin yerini doldurmak gibi bir amacı olduğunu yahut bunu yapabileceğini düşünmüyorum. Hepsinin kendi yerinde ve kendi işlevinde iyi şeyler olduğuna inanıyorum.

BİZE ULAŞIN