Zeynep Bayramoğlu: Diyarbakır izlenimleri: Bu işin can verenleri ile konuşanları farklı!

Diyarbakır izlenimleri: Bu işin can verenleri ile konuşanları farklı!
Giriş Tarihi: 6.4.2016 11:15 Son Güncelleme: 6.4.2016 11:18
Zeynep Bayramoğlu SAYI:23Nisan 2016
Diyarbakır’da halkın düşüncesi çok net: “Bu işin can verenleri ile konuşanları farklı! Bunca olaydan sonra çözüm isteniyorsa şiddet kısmı örgütle, haklar ise halkla halledilmeli. Haklar örgüte ipotek edilir de onlar muhatap alınırsa, örgüt, ben sizin hakkınız için savaşıyorum diyerek propaganda yapmaya devam edecek.”

Türkiye, tarihi boyunca yaşadığı en zor zamanlardan birinden geçiyor. Hem vatandaş olarak hem bir gazeteci olarak bu duruma kayıtsız kalmak mümkün değil. Yaklaşık iki aydır terör yayını yapıyordum ve bölgeye gitmemiştim. Bölgeye gidip olayları yerinde görmek ve bölge sakininin düşüncelerini ve hislerini öğrenmek istedim. Çevremdeki insanlar gitmemem noktasında telkinde bulunarak, operasyonların en yoğun olduğu bu zamanlarda oraya gitmemin tehlikeli olacağını söylediler ama olayları yerinde görmek benim için çok önemliydi. Sonuç olarak gitme kararını aldım ve STK'lar, avukatlar, medya mensupları, din görevlileri, idari görevli memurlar, güvenlik güçleri, bölge kadınları ve eski örgüt üyeleri ile görüşmeler yapacağım yolculuk başladı.

Geldiğim gün, şehirde miting düzenlenecekti ama beklenen kalabalık toplanmadı, katılım yok denecek kadar azdı. Anlaşılan halk sokağa çıkmıyordu artık. Bu yüzden insanları diğer şehirlerden meydana taşıdılar.

Önce şehrin mülki amirleriyle konuştum ve tünelleri sordum. Tespit edilmiş hiçbir tünel olmadığını söylediler ama özellikle vurgulamak istedikleri bir husus vardı. Sur içinde çatışan teröristler özel eğitimliydi. El yapımı bombalar kullanıyorlardı ve özellikle keskin nişancılar kolay bulunamıyordu. Şehre vardığımda Sur içinde çatışmaların yaşandığı sadece dört sokak kalmıştı. Teröristler bu dört sokağa kadar geri çekilmişti. İçeride bulunanların dağ kadrosu olduğunu ve tam anlamıyla çaresizlik yaşadıklarını söylediler. Yaşadıkları çaresizlik, Avrupa parlamenterlerinin yaptıkları lobi faaliyetlerinden belliydi. Talep edilen şuydu, sivil bir heyet oluşturulsun ve bu heyet Sur'a girsin. Bu kabul edilebilir bir talep değildi elbette.

Operasyonlarda sivillerin zarar görmemesi için çok büyük özen gösteriliyor ve buna bağlı olarak da çatışma bölgesinde siviller yok denecek kadar az. Bu zamana kadar yapılan operasyonlarda sadece bir sivil vatandaş hayatını kaybetmiş. Onun sebebi de seken bir mermi parçası. Cenazesini bir şova dönüştürmek isteyen örgüte karşı, ailenin talebiyle cenaze şehir dışına çıkartılmış.

PKK bölgede sıkıştığı için çocukları kullanıyor. Bazı aileler ise çocuklarını kendileri gönderiyor örgüte. Çocukların suç işlemesi durumunda anne babaya Kabahatler Kanunu'na göre ceza verildiğini söyleyen idari yetkili, çocukların terör eylemlerinde kullanılması konusunun daha çok üstüne gidilmesi ve bu mevzunun özellikle Aile Bakanlığı bünyesinde ele alınması gerektiğini söyledi. Burada gereken görüşmeleri gerçekleştirdiklerini, baroların çocuk hakları yetkililerine durumun iletildiğini ve istişare yapıldığını sözlerine ekledi.

Halk PKK'dan ve HDP'den koptu

Bundan sonra anlattıkları ise oldukça çarpıcı: "PKK evlerin içinde siviller var diye propaganda yapıyor fakat evlerdeki bazı siviller gönüllü olarak teröristlerin yemeklerini yapan kişiler. Bazılarını ise zorla orada tutuyor ve canlı kalkan olarak kullanıyorlar. Bir keresinde bir gazeteci içerden çıkarak teslim oldu. Üstü başı gayet temiz. Bu gazeteci sorgu için muayene edildi. Gördük ki kanas kullanmaktan omzu morarmış, tetik çekmekten işaret parmağı ezilmiş. Sonra mavi ışığa tutuldu ve o temiz kıyafetlerin altında bütün vücudunda barut izleri vardı. İşte böyle durumlarla karşı karşıyayız. Bir de koridor açılsın dediler, koridor açıldı ama çıkan kimse olmadı. Koridorun açık olmadığı zamanda da beyaz bayrak sallayan kimseye zarar verilmedi. Teslim olan kimse zarar görmedi."

Bütün bunları konuştuktan sonra Diyarbakır'daki STK'lardan birinde görevli olan kadın bir aktivistle görüştüm. STK görevlisi olması sebebiyle olayları daha içeriden değerlendirebileceğini düşünerek, 'Devlet nerede hata yaptı?' diye sorduğumda verdiği cevap şuydu: "Öncelikle çözüm süreci çok yavaş ilerledi ve Kobani'ye müdahalede geç kalındı. Koridoru Türkiye açmasına rağmen örgüt kendi açtırmış gibi propagandasını yaptı. Örgütün kazdığı hendekler halkı mağdur etti ve devlet de müdahalede geç kalınca böyle bir sonuç ortaya çıktı ama şu an olan problem ise bütün bunların dışında Suriye'deki olaylarla ilgili; oradaki olaylar çözülmeden buradaki çözülemez."

Halkın düşüncesi çok net: "Bu işin can verenleri ile konuşanları farklı! Bunca olaydan sonra çözüm isteniyorsa şiddet kısmı örgütle, haklar ise halkla halledilmeli. Haklar örgüte ipotek edilir de onlar muhatap alınırsa, örgüt, ben sizin hakkınız için savaşıyorum diyerek propaganda yapmaya devam edecek. PKK burada senelerce bizim hakkımızı savunduğunu söyledi ama baktılar ki devlet katliam yapmıyor, dayanaksız kaldılar."

Bütün bunlar konuşulurken Güneydoğu halkının PKK'ya bakışını çok net biçimde anlatan bir cümle geldi: "Bu topraklarda bize ilk göçü devlet yaptırdı, ikincisini ise örgüt." Konuşulan onca şeyden sonra belirgin bir şekilde görülüyor ki halk artık PKK'dan ve HDP'den koptu. Bunu fark eden HDP'nin miting ve gösterilere ağırlık vermesi ise şaşırtmıyor.

Bölgedeki rant örgütü cazip hale getiriyor

Bir diğer görüşmeyi ise bölgenin yerel gazetecilerinden biriyle yaptım. Bölgedeki durumun ne olduğunu sorduğumda -o sıra- çatışmaların yüzde 95'inin bittiğini söyledi ve ekledi: "Bölgedeki yerel basın aldığı devlet teşvikleriyle örgüt propagandası yapıyor ve PKK'ya destek veriyor. Burada insanların örgüte katılmasının üç nedeni var: Birincisi elbette ki ideolojik yakınlık. İkincisi, korku. PKK'nın yaptığı baskı ve tehditlere katılmak zorunda kalıyorlar. Üçüncüsü ve en genişi ise menfaat ve rant... Belediyeler HDP'de olduğu için artık büyük bütçeleri yönetiyorlar. Ve bundan nemalanan bir kitle oluştu. Ortadaki pastadan ihale, arsa vb. kapmak isteyenler de örgütle beraber çalışıyor."

Yaşananlar belli, düşünce ve hisler aynı. Bölge insanı artık örgüte de HDP'ye de inanmıyor. Bölgede görev yapan, 90'ları yaşamış Kürt bir avukat aktivistle görüşmem de bu düşüncelerimi destekledi. Örgütün yaptıklarının hiçbirini kabul etmemekle beraber, devlet politikasındaki yanlışları da izah etmesi bakımından oldukça ilginç şeyler söyledi: "Örgüt, karşılanamayacak taleplerde bulunarak, kendi tercihi ile işi bu noktaya getirdi. Buna halkın büyük çoğunluğu inanıyor ama barış söylemini devam ettiremedik. Başta bir yanlış yapıldı. PKK'nın muhatap alınış biçimi yanlıştı. Kürt sorunu ve PKK birbirinden ayrıştırılmadan örgüt muhatap alındı. Örgüt Kürtlerin temsilcisi olarak gösterildi. Bundan ders çıkarılmalı. Bu süreçte PKK ve Kürt sorunu ayrıştırılarak süreç başlasaydı bu sorunlar olmayacaktı. Devlet bu noktadan başlamalı. Yarım kalmış reform süreci devam etmeli. Örgütün meşruiyeti ortadan kalkmalı çünkü örgüt buradan güç alıyor. Bir önemli nokta da şu: Devlet örgütle mücadele ederken güvenlik görevlilerinin yaptığı hataları görmezden gelmemeli. Bütün bu olaylar bitince devlet halkla yüz yüze gelecek. Birbirinin yüzüne bakamayacak şeyler yapılmamalı.

Bakın 300 bine yakın insan yer değiştirdi, bu kolay bir şey değil. Milli Eğitim, Gençlik Kültür ve Aile Bakanlığı ortak projeler yapmalı ve sosyal politikalar yürütülmeli. Ne zaman Türk milliyetçiliği yükselse Kürt milliyetçiliği yükseliyor. Gençliği kaybetmememiz lazım. Buranın yaş ortalaması 21. Mardin'in 19. Bunların büyük kısmı PKK'nın duygusal atmosferinden etkileniyor. Başbakan Suriye'nin kuzeyinde bir PYD yapılanmasına müsaade etmeyiz diyor ama bu bir Kürt devletine müsaade etmeyiz seklinde yansıyor. Bu durumlar sadece burayla alakalı değil Suriye'deki denklem devam ettiği sürece burası kurtulamaz. Büyük problemlerden biri de bölgedeki bürokratlar. Bürokratların bazıları çok büyük problem oluşturuyor. Paralel yapı sebebiyle bu bölgeye sürülmüş olan bürokratlar burada örgüte kapı açtılar. PKK ön kapıdan giriyor arka kapıdan çıkıyor."

Özellikle çocuklar üzerinde yoğunlaşıyorlar

Bölgenin üst düzey din görevlilerinden biriyle buluşup konuştuk. Kalplerin kaydığından bahsetti. Hemen hemen her evde dağdan ölmüş birilerinin olduğunu, bunun psikolojik bir travma getirdiğini anlattı. Asıl çarpıcı ve can yakıcı olanlar ise şunlardı: "Burası Anadolu'da İslam'la tanışan ilk merkez. Düşünün, bir haftadır Ulucami'de namaz kılamadık. Okullarda direnç var. Çocuklar örgüte kayıyor. Hz. Peygamber'le ilgili bir program planladık ama kitapları ulaştıramadık bazı okullara. Bunun için yapılan hiçbir çalışma yok. İl Milli Eğitim Müdürü görevi üç senedir vekâleten yürütüyor." Bölgede özellikle çocuklarla ilgili bir çalışma henüz yok. Bu da çocukların örgüte geçişini kolaylaştırıyor. Tam bunları konuşurken bölgedeki liselerden birinin müdürüyle görüşme imkânı da buldum. Müdür bey, bölgenin yerlilerinden biri ve okula daha yeni atanmış. Öğrencilerin durumunu şöyle anlatıyor: "Özellikle çocuklar üzerinde yoğunlaştılar. Bir ailede üç erkek çocuk varsa örgüt mutlaka birini alıyor. Bundan kaçamıyor halk. Yaptıkları ufak mitingleri okul çıkışlarına denk getirerek çocukların dikkatini çekmek istiyorlar. Mitinge katılan 9-10 yaşlarındaki çocuklara molotof attırıyorlar ve sonra; 'artık devlet seni tanıdı, onlarda kaydın var, bizden kaçarsan devlet seni yakalar' diye tehdit ederek örgüte dâhil ediyorlar. Bölgede yer alan PKK'lı iki sniper çocukların kahramanı ve rol modeli oldu. Bu sniperler bulunamadı hâlâ."

Müdür bunları anlattığı sırada okulda bir sınıfın duvarına çocukların yazdığı yazı, meselenin ciddiyetini kavramama sebep oldu: "Rozate, Sur'da kan kusturmaya devam ediyor." Çocuklar böyle yazmışlar tahtaya. İşin ilginç tarafı duvardaki yazının fotoğrafını çekmek istediğimde, yazıyı duvardan hızla silmeleri oldu.

Ve Çınar Emniyet Lojmanı… Hain saldırının yapıldığı ve üçü çocuk beş kişinin hayatını yitirdiği yer. Biri genç, biri orta yaşlı iki güvenlik görevlisiyle görüştük. Çatışmanın tam merkezinde olanların anlatacakları da oldukça önemliydi. Örgüt, lojmanın önünde bir buçuk tonluk bir patlayıcıyı patlatmış. Lojman tamamen yok olmuş. Görüştüğüm güvenlik görevlileri patlamadan yalın ayak çıkarak kurtulmuşlar. Çatışma anını şöyle anlattılar:

"Emniyetin alt katında odadaydım. Bir anda korkunç bir patlama oldu. Duvarlar yıkıldı, elektrik panosu yanmaya başladı. 35-40 dakika kadar sürdü çatışma. Sağdan soldan yukarıdan her yerden silah sıkılıyordu. Patlayıcının bir buçuk ton olduğunu tahmin ediyoruz. Türü Ankara'da kullanılan patlayıcı ile aynı. Neden Çınar'ın hedef seçildiğini biliyoruz. Bu bölgede fazla eylem yapamamışlardı. Nispeten rahat bir bölgeydi. Sonradan bir şüpheliyi fark ettik. Bir gün önce gelmişti buranın önüne, kameralardan yüzünü gizlemeye çalışmıştı. Bizi insanlık dışı hareketlerle sürekli tahrik ediyorlar."

Yabancı askerler Türkiye'ye karşı savaşıyor

Orta yaşlı ve oldukça hareketli olan görevliden sonra ondan daha genç ve sessiz olan bir görevli ile de konuştum. Hali oldukça enteresandı. Çok sessiz ve sakindi ama anlattıklarından sonra neden böyle olduğunu daha iyi anladım. O sakin haliyle kısa konuştu: "Benim artık insanlara güvenim kalmadı. Yolda yürürken insanlara bakıyorum acaba beni öldürecek mi, çöp konteynerine yaklaşırken irkiliyorum acaba bomba var mı, diye."

Beni en çok etkileyen hikâyelerden biri de Kurşunlu Medresesi'nde şehit düşen bir polisle ilgiliydi: "Bomba imha için giden arkadaşımız şehit düştü. Asker de cenazesini almaya gitti, vermediler. Bizi tahrik etmek için tam üç saat boyunca şehit arkadaşımızın cenazesine atış yaptılar."

Bu anlatılanların dışında öğrendiğim bir şey var ki, durumun vahametini gösterdi ve olayların sadece bizim sınırlarımız içinde cereyan etmediği kanaatimi iyice perçinledi. PKK'lılar öldürülen arkadaşlarının cesetlerini yakıyorlar. Bunun sebebi olarak kimlik tespiti yapılmasını istememeleri gösteriliyor. Ayrıca bir güvenlik uzmanının bölge ile ilgili görüşü bu tavrın nedenini daha bir anlaşılır kılıyor: "Biz o bölgede lejyon askerleri ile savaşıyoruz." Çeşitli ülkelerden gelen ajan askerler Türkiye'ye karşı savaşıyorlar. Yani sadece bölge halkının değil, bütün tarafların yaşadığı büyük bir toplumsal travma var ortada, bütün taraflar bundan en şiddetli biçimde etkileniyor. Sur içinde bir mahallede yaşayan dört çocuklu bir anne ile görüştüm. Elbette onun da derdi, çocukları: "PKK gençleri kandırıyor. Biz devletçiyiz. Öyle olmasaydık kalırdık, çıkmazdık Sur'dan, kalanlar da onlardan zaten. Devletin güvencesi altında olmak istiyoruz."

PKK'yı eleştirirsen ölürsün!

Olayların neredeyse bütün tarafları ile görüşmüştüm. Sadece örgütün içinden görüştüğüm kimse olmamıştı. Bunun için de, 90 öncesi PKK'nın içinde yer alan eski bir örgüt mensubu ile irtibat kurdum. Dindar bir ailenin çocuğuymuş. Bir şekilde zamanında dağa çıkıyor ve sorunlar yaşadığı için iniyor dağdan ama örgüt peşini bırakmıyor. Sorunlu bir süreç sonrası örgütten kopuyor. PKK'nın kuruluş aşamasını anlattıktan sonra bugün neler olduğunu da sözlerine ekledi:

"90 öncesi örgütteydim. Üç yıl aktif görev aldım ve üç buçuk yıl hapis yattım. Örgütün işleyiş yapısı basit ve kurnazca... Sempatizanlar tespit ediliyor ve ufak tefek, legal şeyler isteniyor. Sonrasında ise taktik belli: 'Artık devlet senin ismini aldı, bizden ayrılırsan seni yakalar.' PKK olmadan 'Apocular' vardı. İlk kurşunu Kürtlere sıktılar, işçileri yanlarına almak için aşiretleri hedef aldılar. Toplum içinde kendilerine rakip olabilecek herkese saldırdılar. Şiddet önceleri araçtı, baktılar ki şiddetle sonuç alınıyor, şiddet amaca dönüştü. Herkesle çatışmaya başladılar. Jilki aşireti bölgede etkin olduğundan Jilki ile çatıştılar ki karşı aşiretin yardımını alalım. Jilki aşireti direndi ama uzun süre dayanamadılar. Etkinlikleri kırıldı.

90'larda devrim provaları yapılmaya başlandı. Hizbullah'ın varlığının farkına varılınca ona yöneldiler. Hizbullah kitapevleri çevresinde konuşlanıyordu. 92'de Mikail Bayru, Ezidi kökenli mütedeyyin bir ailenin oğlunu öldürttü. PKK-Hizbullah arasındaki resmi çatışmanın başlangıcı budur.

Hizbullah bu olaya kadar sosyal bir çalışma yapıyordu. İstihbarat çalışmaları yaptı. Aynı aileden insanların içindeki PKK'lıları söyledi. PKK konusunda Hizbullah'ın başarılı olmasının en önemli nedeni istihbarattı. Hizbullah PKK'nın yaşam kaynağına, insan kaynağına yöneldi. Hizbullah'ın cami çalışmaları çok iyiydi fakat devlet tarafından sekteye uğratıldı. Bu bölgeye zarar verdi. Bu olaydan sonra ise Hizbullah da başka seçeneğimiz kalmadı diyerek çatışmaya girdi. Tabii o süreçte JİTEM ortaya çıktı ve ortamdan faydalandı. Bazen Hizbullah'tan bazen PKK'dan öldürdü. Hizbullah 90'larda PKK'nın belini kırdı. PKK ilk defa yenilgiyi Hizbullah'la tattı. Sonra devlet konsept değiştirdi. Denge politikası yaptı. Hizbullah'a yöneldi. Paralelci polisler dindarlara işkence yaptılar.

Bugün ise olanlar artık çok farklı bir boyut kazandı. YDG-H suça bulaşmış, şiddete meyilli, sabıkası olan, devletle problemi olan tüm gençleri örgütledi. Bunların eline silah verdi ve o gençler de bir güç olduklarını düşündüler. Ben öyle tahmin ediyorum ki; Cizre, Silopi ve Sur'da 2000'e yakın PKK'lı öldürüldü. Şu an tabii ki devleti savunuyorum. Dün bir kişi kurşun attığında köyü yakan devlet, bugün bu kadar şehide rağmen siviller zarar görmesin diye elinden geleni yapıyor. Bir hukuk sitemi var. PKK'nın hiçbir kuralı yok. Hikmet Fidan, 30 yıl PKK'ya çalıştı. Bir politikasını eleştirdi, Bağlar'da evine girmeden öldürdüler. Devlete istediğin kadar küfret, bir şey olmaz ama PKK aleyhinde bir şey söyle evine gitmeden öldürürler. Bu yapı kendi yavrusunu yer. İki şeyi çok iyi kullanıyorlar: Biri yalan diğeri silah. Yalan ile örgütlenmesini, silah ile varlığını devam ettiriyor PKK."

Bu görüşmelerde konuştuğum insanlar ideolojik olarak birbirinden farklı insanlar olsalar da, aynı şeyleri farklı argümanlarla söylediler. Bu da elbette ortak bir aklın ve vicdanın bölgede hâkim olduğunu gösterdi.

BİZE ULAŞIN