Fatmanur Altun: Kadınlar Venüs'ten, erkekler Mars'tan peki ya çocuklar?

Kadınlar Venüsten, erkekler Marstan peki ya çocuklar?
Giriş Tarihi: 2.2.2016 13:07 Son Güncelleme: 16.2.2016 12:01
Fatmanur Altun SAYI:21Şubat 2016
Çocuklar hangi ortamlarda gerçekten muhatap alınıp dinleniyorlar ki, iletişim becerilerini eleştiri konusu yapıyoruz? Çocuklarımız gerçek dünyanın kurallarından neredeyse bihaberken nasıl olup da sanal dünyayı püf noktalarına dek biliyorlar? Bizim muhatap almadığımız çocuklarımızı sanal dünya neden bu kadar ciddiye alıyor ve kendi kuralları çerçevesinde terbiye ediyor? Ve onlar bu yüzden mi sanal dünyayı gerçek dünyaya tercih ediyorlar? Zamane çocukları ne fenalar! Selam versen selamını almazlar. Selam falan zaten vermezler. Ciddi iletişim sorunları vardır. Kiminle, nerede, ne kadar konuşmaları gerektiğini asla bilmezler. Adab-ı muaşeret kurallarına uymazlar. Konuşsan dinlemezler. Öyle boş boş bakarlar. İnsanın şöyle gözlerinin içine bakıp iki çift laf etseler... O da olmaz. Asosyaldir birçoğu. Eve bir misafir gelsin, hoş geldin demek için bile odalarından çıkmazlar. Kafalarını bilgisayar, telefon ekranından kaldırmazlar. Kitap falan da okumazlar. Sosyal medya bağımlısıdır birçoğu. Bir de marka düşkünlükleri var ki aman Allah'ım! Ayakkabıların, çantaların, cep telefonlarının sürekli en yeni modellerinin peşinde koşarlar.

Oysa örneğin babaları öyle midir bu çocukların? Arabalarının modelini durmadan değiştiren babalar bunu kendi keyifleri için mi yapıyordur sanki! Cep telefonlarının bir üst modeli çıktıysa onlar da yenisini almak zorunda kaldılarsa bu onların suçu mudur? E devir 'ye kürküm ye' devri olduğuna göre sürekli yeni model elbiseler almak bir zaruret değil midir? Konu komşu akraba ziyaretleri için yeterli zaman var mıdır ki o bunları ihmal etmektedir? Öte taraftan işler çok yoğundur, patron bir türlü memnun olmamaktadır, terfi için fırsatlar kaçırılmamalıdır ve yorgunluk had safhadadır. Yoksa evlatları ile şöyle kaliteli bir zaman geçirmeyi hangi baba istemez! Cep telefonu ve bilgisayar başında geçen saatler iş içindir. İşlerini yapmalı, kalan vakitte de gündemi takip etmelidir ki işyerindeki sohbetlerde cahil cahil bakmasın etrafına. Sosyal medya da bu yüzden gereklidir. Herkes sosyal medyada olduğuna göre o da orada olmalıdır ki hiçbir şeyden geri kalmasın. Tüm bu meşguliyetler içinde kitap falan okumaya, ailesi ile meşgul olmaya nereden vakit bulacaktır baba?

Peki ya annelere ne demeli! Ev işleri, çocukların okulları, aile meşguliyetleri, çalışma şartları derken annelerin işleri de çok zordur. Evin pırıl pırıl olması, her şeyin çılgınlar gibi kontrol altında tutulması elzemdir ve anneler tüm bu zorluklar altında ezildikleri için birer stres bombasına dönüşmektedir. Telefonda arkadaşlarla uzun sohbetler yapmak, kabul günlerinde arz-ı endam etmek, sosyal medyada saatler geçirmek, alışveriş merkezlerinin birinden diğerine koşmak, sezon indirimlerini takip edip gardırobu her dem taze ve yeni tutmak, kuaföre düzenli ziyaretler yapmak hep bu stresi ortadan kaldırmak içindir. Yoksa çocukları ile şöyle kaliteli bir sohbeti, vakit geçirmeyi, onların gözlerinin içine bakarak dinlemeyi anneler de çok özlemektedir. Yorgunluk had safhaya çıkıp tahammül bitmese çocuklarının terbiyesini televizyona yahut bilgisayara havale etmek de hiçbir annenin aklının ucundan geçecek şey değildir. Ah bir de kitap okumaya, kendini geliştirmeye vakit bulabilse anneler!

Çocukları suçlamak kolay!

Bozulmadan yeni yetişen nesilleri sorumlu tutmak insanlık tarihi kadar eskidir dersek herhalde abartmış olmayız. Binlerce yıl öncesinden kalan tabletlerde bile gençlerin artık eskisi gibi olmadığına, nesillerin bozulmakta olduğuna dair şikâyetlere rastlanır. 'Ah şu gençler!' diye başlayan bir cümlenin konforuna teslim olmamak gerçekten zordur. Zira böylesi bir cümle her şeyin kontrolünü elinde tutan, bütün karar alıcı pozisyonları kapatan yetişkinleri sorumluluktan bir anda kurtarmaktadır. Hem ah şu gençler yahut çocuklar diyerek işaret edilen kesim öyle iyi bir hedeftir ki kendi ad ve hesaplarına konuşma ihtimalleri son derece düşük, kendilerini ifade edebilme becerileri de yetişkinlere göre epey sınırlıdır. Yetişkinlerin kendi eksikliklerine buldukları kılıfları çocuklar nereden akıl edip de bulacaklardır? Her işaret edildiklerinde gözüne far tutulmuş tavşan gibi şaşkın şaşkın bakmaktan başka bir şey gelmez çocukların elinden. Bu da onları ideal bir günah keçisi konumuna getirmektedir.

Oysa meseleye çocukların zaviyesinden bakıp, onlar adına konuşmaya çalışsak ortaya bambaşka bir tablonun çıktığını görürüz.

Çocuklar ve gençler ne istiyor?

Yeryüzünde yaşadığımız bütün sorunların çözümünü sosyologlardan ve psikologlardan bekleyemeyiz elbette. Ne var ki insanın yeryüzündeki varlığının sosyal ve psikolojik olmak üzere iki ana ekseni olduğunu hesaba kattığımızda sosyolojinin 'toplumsallaşma', psikolojinin ise 'bağlanma' üzerine yaptıkları vurguların yukarıdaki soruyu cevaplamak için iyi bir başlangıç olduğunu görürüz.

İnsanlar varlık sahnesine adım attıkları ilk andan itibaren kendilerini güvende hissetmeye ihtiyaç duyarlar. Yeni doğan bir bebeğin 'temel güven duygusu'nu kazanması, çevresindeki insanlarla sağlıklı bir ilişki kurması ve 'güvenli bağlanma'yı gerçekleştirmesi ile mümkün olur. Bunun yolu bebeğin sevgi dolu bir ebeveyn, aile ortamı yahut çevre tarafından 'kabul görme'sinden geçer. Kabul görmüş, sevilmiş bir birey temel güven duygusunu kazanarak güvenli bağlanmayı gerçekleştirir ve sağlıklı bir birey olma yolunda ilk büyük sınavını başarıyla atlatır.

Bu aşamadan sonraki ikinci büyük sınav sağlıklı bir toplumsallaşma aşamasından geçmektir. Birey mikro planda ebeveynin ve ailenin kabulüne ihtiyaç duyarken makro planda da toplumun kabulüne muhtaçtır. İnsan sosyal bir varlıktır derken bunu kastederiz. Sevildiği, beğenildiği, onaylandığı bir çevrede büyümeyen, hor görülen, aşağılanan ve şiddete maruz kalan yahut görmezden gelinen, kısacası sağlıksız, eksik veya yanlış sosyalleşen bireyler asosyal olmaktan başlayarak, suça ve şiddete dek bir dizi sorun yaşamaya eğilimli olurlar.

Birer yük olarak çocuklar ve gençler

Buradan günümüz çocuklarına ve gençlerine gelelim. Çocukları ve gençleri birer yük ve hayatı yaşamanın önünde bir engel olarak gören bir kültürün içinde nefes alıp veriyoruz. İnsanlar çocuk sahibi oldukları anda büyük bir duvara toslamış gibi hissediyorlar. Kadınların bir kısmı doğum sonrası depresyon ve daha ciddi psikolojik sorunlarla, erkeklerin bir kısmı da eve/evliliğe bağlanma sorunlarından başlayarak çeşitli düzeydeki psikolojik sıkıntılarla bu sürece tepki gösteriyorlar. Çünkü çocuk sahibi olmak bir insanın altına girebileceği en ağır yüklerden biri. Yük üstüne yük taşıyarak geçirilen hamilelik, bin bir zorluklarla yaşanan doğum ve lohusalık, artan masraflar ve sorumluluklar, gece uykusuna muhtaç gözler, hastanelerde geçen saatler, stres, gerginlik derken çocuk sahibi olmak bir çile olarak algılanıyor. Oysa onun bir emanet olduğu, herkesin bir zamanlar çocuk olduğu, dünyanın işleyişinin başından beri olduğu gibi sonuna dek de böyle olacağı neredeyse hiç hesaba katılmıyor. Çocukların bir an önce büyüyüp ayak altından çekilmesi ve 'bekleme'ye alınan hayatın tekrar rayına oturması isteniyor. Hal böyle olunca bebekken üzerine titrenilen çocuklar, büyüdükçe ihmal edilmeye başlanıyor. Yoğun fiziksel ihtiyaçlarını gidermekten yorulduğumuz çocuklarımız büyüdükçe, onlarla da diğer insanlarla kurduğumuz gibi bir ilişki inşa etmemiz gerekiyor. Onları dinlememiz, ciddiye almamız, desteklememiz, onlara saygı göstermemiz, onlarla hayatımızı paylaşmamız ve onların isteklerini de hesaba katmamız gerekiyor. İşte burada film kopuyor. Pek az insan hayatında uzlaşmak, fedakârlık yapmak, emek vermek zorunda olduğu bir başka ilişki istiyor. Bunun sonucunda çocuklarla/gençlerle karşılıklı uzlaşı, fedakârlık ve iletişim üzerinden değil, kontrol, denetim ve görmezden gelme üzerinden bir ilişki biçimi geliştiriliyor. Büyüseler de işimize baksak denen çocukların ve gençlerin bu gidişata tepkisi ise içe kapanma, sanal dünyaya kaçma, çeşitli bağımlılıklar geliştirme ve isyan oluyor. Dolayısıyla pek az çocuk/genç güvenli bağlanma ve sağlıklı toplumsallaşma aşamalarını yara almadan atlatabiliyor.

Terbiye ve ilişki kurma yerine denetim

Yazının başında ah bu çocuklar diyerek şikâyet ettiğimiz her şey, aslında çocukların/gençlerin kabul görmedikleri bu dünya ile başa çıkmaya çalışma biçimleri. Zahmet edip bu dünyanın kurallarını öğrettiğimiz, nasıl oturup kalkacağını gösterdiğimiz, geleneksel dille söylersek 'terbiye' ettiğimiz kaç tane çocuk var? Onlara dair kabullerimiz, insan olmaları hasebiyle şerefli birer varlık oldukları ve güzel yaratılış üzere dünyaya geldikleri gerçeğini ne kadar içeriyor? Çocuklar hangi ortamlarda gerçekten muhatap alınıp dinleniyorlar ki, iletişim becerilerini eleştiri konusu yapıyoruz? Çocuklarımız gerçek dünyanın kurallarından neredeyse bihaberken nasıl olup da sanal dünyayı püf noktalarına dek biliyorlar? Bizim muhatap almadığımız çocuklarımızı sanal dünya neden bu kadar ciddiye alıyor ve kendi kuralları çerçevesinde terbiye ediyor? Ve onlar bu yüzden mi sanal dünyayı gerçek dünyaya tercih ediyorlar?

Yeteneksiz, asosyal, çeşitli bağımlılıklara düçar olarak yaftaladığmız çocuklarımız aslında biz yetişkinlerin kendi bağımlılıklarımız ve eksikliklerimiz üzerine inşa ettiğimiz bu dünyada yetişkinlerden çok az yardım görerek yol almaya çalışıyorlar. Üstüne üstlük bizzat yetişkinlerin eseri olan sosyal görüngülerin ve aksaklıkların yükünü taşımak zorunda kalıyorlar ve devran böyle dönüp duruyor.

Yetişkinlerin çuvaldızı çocuklara ve gençlere batırmaya biraz ara verip iğneyi kendilerine batırmaya başlamalarının zamanı geldi de geçiyor…
BİZE ULAŞIN