Tansiyonumuz mu yükseldi? Tansiyon hapı bağımlısıyız. Şekerimiz mi bağırdı? O zaman insülinin bağımlısıyız. Birazdan dışarı mı çıkacağız? Durun, ayakkabı bağımlısıyız. Kulaklarımız mı yandı soğuktan? Kulaklarımızı ısıtanın bağımlısıyız. Bakın, bağımlısı olduğumuz enstrümanlar değişiyor ama bağımlı olan ne kadar da sabit. Evet, evet o şanslı bağımlı biziz işte!
90'ların sonunda her şey fazla normaldi. Evden ayrılmış ve üniversitede okumak için İstanbul'a gelmiştim. Okula gitmek için toplamda üç vesait değiştiriyordum. Altunizade'deki yurttan otobüsle Üsküdar İskelesi'ne iniyor, oradan da vapurla Eminönü'ne geçiyordum. Eminönü'nden de yine otobüsle, ver elini Unkapanı, Aksaray, Haseki ve Cerrahpaşa... Üç gidiş, üç dönüş, dört otobüs, iki vapur, günde toplam altı vesait tarafından taşınıyordum. Pek mutlu olduğum söylenemezdi, sigaraya henüz başlamamıştım. Günün hatırı sayılır bölümünü bir yerlere ulaşmakla geçirdiğimden, bu devasa şehrin sokakları beni içine almaya başladı. Gördüğüm, tanıdığım insan çeşidi kadar hayatlar yaşadım. Yollarım ve yoldaşlarım oldu. Bazılarıyla yürüyebildiğimiz yere kadar yürüdük, bazılarıyla hâlâ yürüyoruz. Geçen 35 senenin sonunda anlamadığım çok şey oldu ama şunu net bir şekilde kavradım: İflah olmaz bir insan bağımlısıyım.
Belki bu yüzden çocuklarım oldu. Annemi ve babamı her daim aradım. Kardeşim başta, ortada ve sonda hep yanımdaydı. Karım da, tanıştığımız ilk günden bu zamana beni hiç yalnız bırakmadı. Dostlarım ve akrabalarımla çeşitli ayrılıklar yaşadık. Gönül kırgınlığıyla ilgili değil, hayatı başka başka yerlerde aramaktandı ayrılığımız. Benzer şeylerle avunanlarla kavuştuk. "Dost ile dost olur bağrı yanıklar" demiş ya Âşık Sümmani... Tıpkı öyle bir yangında biz birlikte bağrıştık. Kiminle ne şarkı söylediysek, onu hep o şarkıyla hatırladık. Ve kiminle en az bir şarkıda bağrıştıysak, birbirimizden uzaklaştığımız zamanlarda ona hep o şarkıyla yakınlaştık.
Bağımlılık deyince insanı yavaşlatan, hızlandıran yahut öldüren çeşitli maddeler sarıyor hemen zihinlerimizi. Oysa onlar değil bağımlısı olduğumuz şeyler. İnsan beş duyusuyla algıladığı herhangi bir şeye bağımlılık geliştiremez. Yani neye bağımlılık addediyorsak, sonunda birer fetiş olmak için tıpış tıpış yürüyen zevklerimizden bahsediyoruzdur esasında. Sevdiğimiz şeylerden bahsediyoruz ama onları ne ara ve nasıl sevdiğimizden değil. Kendimizi mütemadiyen güvende hissediyor olmanın, soğuktayken sobanın yanında ısınmanın, açlık kol gezerken tok dolanmanın sevgisi... Bir yolunu tutturup insanı rahat ettiren, kısacık yolların sonunda bizi bekleyen karşılıksız mutluluğun sevgisi. Utanmadan ve artık rahatlıkla söyleyebiliriz ki; hepimiz mutluluğun, huzurun ve zevkin peşindeyiz. Bu sanki büyük bir yasakmış gibi algılanıyor, oysa öyle değil. Bir şeyi saf haliyle sevmenin özünde de yine aynı mutluluk, huzur ve zevk vardır. Yani bağımlısı olduğumuz şeyler, bir taraftan bize yaşama duygusu bahşeden şeylerin ta kendisi. Bağımlılıklarımız esnasında ortaya çıkan yaşama biçimlerimiz ve kullandığımız enstrümanlar çeşitli farklılıklarla arz etse de, en nihayetinde hepimiz muhakkak bir şarkı söyleyip gidiyoruz bu diyardan. Kendi şarkımızı bulmuşsak, onun bağımlısı olmamızın ne sakıncası var? Bir şeye, herhangi bir şeye bağlananın biz olduğunu düşünmeye devam ettikçe böyle, kibrimizin kararttığı bir yerden mahrum kalırız, her şeyi mükemmel bir matematik ile birbirine bağlayan yek elden.
Şunu baştan kabullenelim, hepimiz kendimizin bağımlısıyız. Tansiyonumuz mu yükseldi? Tansiyon hapı bağımlısıyız. Şekerimiz mi bağırdı? O zaman insülinin bağımlısıyız. Birazdan dışarı mı çıkacağız? Durun, ayakkabı bağımlısıyız. Kulaklarımız mı yandı soğuktan? Kulaklarımızı ısıtanın bağımlısıyız. Bakın, bağımlısı olduğumuz enstrümanlar değişiyor ama bağımlı olan ne kadar da sabit. Evet, evet o şanslı bağımlı biziz işte; hepimiz kendimizin bağımlısıyız.
Fizyolojik bağımlılık yalanını bir çırpıda geçelim lütfen. İnsanın canı istemezse, teni memur olamaz. Sanıldığının aksine nikotinin vesair bağımlılık maddelerinin fizyolojik bağımlılığı çok düşük derecededir. En yüksek bağımlılık yapan madde bile (eroin), aslında kendi kafasını çağırır. Yani bağımlılıkların tamamı psikolojik tabanlıdır. Size birlikte olduğunuz mutlu zamanları hatırlatır. Çok sevdiğiniz ve sürekli sevmek istediğiniz bir kokuyu... Dünyanın, bütün gerçekliğiyle bir paçavra gibi kenara atıldığı o sorumsuz dokuyu... Ta ki, sizi dertlerinizden kurtaran bu madde kanınızda yarılanıp azalıncaya kadar. Sonrasında yine yüzleşmek zorunda olduğunuz gerçeklik, bütün yetki ve sorumluluklarıyla sizi üniformanızın içine sokar.
Elbet vücudumuzun da münasip bir lisanı var. Her duygu durumumuz için yükselen ve alçalan hormonlarımız var. İki sinir hücresi arasına salınan adrenalinlerimiz, dopaminlerimiz ve serotoninlerimiz var. İsimlerini bizzat bizim koyduğumuz bu işlevsel parçacıklar aslında neticenin birer ürünü. Gerçekleşen saf bir duygunun izi, ayın sonunu nasıl getireceğimizin endişesi, çok sevdiğimizden kalan ve gövdemize sığmayan bir çarpıntının aksi, anladığımızın yahut anlamaya alıştığımızın o billur sesi... Bütün o hormonlar sadece kayıtlarını tutuyorlar yaşananların. "Zahirsiz batın, batınsız zahir" olmaz diye buyurmuş büyüklerimiz. Yaşadığımızı bırakıp, kaydına dalmamızın gafletiyle bağımlılıklarımız da zevk vermemeye başladı artık. Nefes ki, en büyük bağımlılığımızdır bizim. Fakat o nefesin bir gün tükeneceği korkusuyla her yanımız kontrolcü kesilmiş durumda. Neyi kontrol etmek istiyoruz peki? Her şeyi. Her şeyin kontrolümüzün altında olmasını istemek de, meşhur bağımlılıklarımız arasında.
Şairin dediği gibi: "Eve dön, şarkıya dön, kalbine dön". Kendimizi gerçekleştirmek, bir taraftan bağımlılıklarımızı da tanımlamak anlamına geliyor çağımızda. Eskiler 'rabıta' derlerdi, yani 'bağlayan, bağ'. En az iki şeyin birbirine raptolması heyecan bahşederdi alnımızın yazısına. Artık iki atomun birbiriyle kurduğu bağ bile sıkıcı. Özü kabuğundan çekilip alınan bedbin bir meseleye dönüştü birliktelikler. Herkeste bir kabuğuna şekil verme gayreti, o kabuğu ne pahasına olursa olsun koruma mukavemeti, bir kabuğun başka kabuklar arasında yerini almasının mükerrer ve mütemadi seremonisi... Modern çağın hastalığı; hep bir başkası olma hevesi. Heyhat ki, Şekspiryen bir feveran ile uyduracak olursak:
"Ah yiğit olmak mümkün olsaydı keşke
bir başkasının yoğurt yiyişiyle."
Açık olan şu ki, insan sevmediği bir şeye bağımlılık gösteremiyor. Bu durum, onu sonunda çok iyi bildiği kara bir kuyuya soksa dahi değişmiyor. "Kişi sevdiğiyle beraberdir" hadisi de en büyük bağımlılığımızı ele veriyor aslında: Sevgi. Mesele sevdiğimiz şeylerse, bizi kuyulardan çıkartacak kadar sevgimiz mevcut. Allah yüzümüze baksa da, şimdi hayatımıza kasteden bütün bağımlılıklarımız her birimizi, kesintisiz mutluluk, huzur ve zevkin olduğu bir cennete çıkarsa.