Ayşe Eyyüpkoca Atila: ARTIK ORTADOĞU ESERLERİ DE BATILILAŞMAUA BAŞLADI

ARTIK ORTADOĞU ESERLERİ DE BATILILAŞMAUA BAŞLADI
Giriş Tarihi: 28.4.2022 17:10 Son Güncelleme: 28.4.2022 17:11

Melike Günyüz

Melike Günyüz, münevver, yayıncı bir babanın kızı olarak çocuk yaşlardan itibaren yayın dünyasının içinde bulunmuş. Kitapla, duyarlılıkla, düşünceyle beslenmiş biri. Bütün bunlar ve elbette hayattan ne istediğini biliyor olması onu ahlaki açıdan iradeli ve kültürel bir donanıma sahip kılmış. Konuşmamızın satır aralarında "Her şey bir tercih. Ben reçel yapmayı, dolma yapmayı, çocuğum akşam eve geldiğinde kapıda onu kek kokularıyla karşılayan bir anne olmayı tercih etmedim" diyor. Tercih ettiği şeylerin hakkını kırıp dökmeden vermiş biri o. Dolayısıyla, bu ister istemez "iyi, dolu, güzel" bir röportaj oldu diyebilirim rahatlıkla. Hülasa, koltuğunun altında kitapları, elinde kalemi, iş kadını çantası, hoca kimliği olan, aynı zamanda iki çocuklu bir anne var karşımızda. Her sese kulak veren, her düşünceye saygı duyan, onlarla diyalog kuran, sabırla dinleyen, titizce araştıran ve en son sahneye çıkan biri. Bu da Melike Hoca'yı gür, kendinden emin, yalın, kâh bilimsel, kâh edebi, kâh realist kılıyor. Melike Hanım'la edebiyat ve yayıncılık dışında iş hayatında kadınlığı üzerinden yapılan imaları, evde erkeğin burjuva, kadının ise proletarya olduğunu iddia eden yaklaşımı ve daha birçok şeyi konuştuk.

Ana başlıklarda akademisyenlik, yayıncılık, yazarlık, editörlük, STK çalışmaları, alt başlıklarda ise bir dünya rolünüzün olduğunu söylesem hiç de abartı olmayacak sanırım. Melike Günyüz bütün bunlara nasıl yetişiyor?

Beş çocuklu bir ailenin en büyük çocuğuyum, kalabalık bir ailede büyüdüm. Sobalı bir evde yaşardık ve her ne olursa olsun ev işlerine yardım etmek zorundaydık. Küçük yaştan itibaren evin gündelik alışverişini yapardım, kardeşlerimin gürültüsü içinde kitap okuyup ders çalışmak zorundaydım. Geniş aile ortamında, sorumlulukları olan bir çocuk olarak büyümenin bana sağladığı avantaj, bir işi yaparken diğer işleri planlamak ve yapmak istediğim şeyler için ortamı oluşturmak becerisidir. Mecburiyetler yeteneklerimizi farklı şekilde geliştirir. Öte yandan demokratik bir ortamda büyüdük, babam her konuda bizim fikrimizi sorup her şeye dâhil ederdi. Akşam yemeklerinde günümüzün nasıl geçtiğini sorar, sürekli bizi konuştururdu. Çok genç yaştan itibaren beni iş hayatına dâhil etti. Bir gün eve Olivetti daktilo ve Daktilografi kitabı ile geldi. "10 parmak daktilo yazmayı öğren" dedi. Sonraki yaz tatilinde benden deyimler sözlüğü hazırlamamı istedi. O yaşlarda akranlarım gezerken ben sözlük yazıyor, kitap hazırlıyordum.

Küçük yaşlarda hayatın içinde olmamız bize çok şey kattı. Yayıncılığın her aşamasında bulundum ve işi çekirdekten öğrendim. Sonrasında yaptığım her şey, bu yayıncılığın çevresinde gelişti. Eğer bugün bir başarıdan söz ediyorsak bunun arkasında "doğru bir zaman yönetimi" olduğunu düşünüyorum; hem insan ilişkisi yönetimi hem zaman yönetimi. Sanırım benim kabiliyetim yönetim becerisi. Kırıp dökmekle, tavır takınmakla işler yürümez. Her şey usulünce, sakinlikle yönetmekle oluyor. Eğer gemiyi yürütmeye karar vermişseniz buna göre davranmanız ve soğukkanlılıkla işinizi yapmanız gerekiyor.

Türkiye'de ve uluslararası birçok platformda çoğu zaman tek bir kadın olarak bulunduğunuz, yürüttüğünüz görevler oldu. Size yöneltilen bakışlar, imalar nelerdi?

Sosyal hayatta erkeklerle iç içe çalışıyorum. Sadece erkeklerin olduğu topluluklara başkanlık yaptığım oldu. Bu tarz ortamlarda varlığınızı ve itibarınızı cinsiyetiniz üzerinden dile getirmenin kimseye fayda getirdiğine inanmıyorum. Aynı masa etrafında bir araya geldiğimiz insanlarla, yaptığımız işler, bilgimiz, ilmimiz aynı seviyede ise cinsiyetimizi oraya taşımamalıyız bence. Muhafazakâr erkeklerin olduğu bazı ortamlarda "aileme ve çocuklarıma karşı ihmalkârlık" imalarıyla hep karşılaştım. Bunlar kötü niyetten kaynaklanmıyor, yetişme tarzıyla alakalı durumlar olduğu için ister istemez bilinçaltının dışa vurumu durumlar diye düşünürüm. Bu kişiler önce sizi eşiyle kıyaslıyorlar ve sonrasında o saatte o yerde bulunduğunuz için annelik ve eşlik görevini eksik yaptığınızı düşünüyorlar. Burada benim bir karar vermem gerekiyor. Bu zihinlerdeki imalarla mı mücadele etmeliyim yoksa bulunduğum masada benden beklenen görevi mi yerine getirmeliyim? Ben yeri ve zamanı geldiğinde, gerektiğinde bu durumla alakalı fikrimi belirtirim ama masadaki görevim her ne ise öncelikle onu yaparım ve bahsettiğimiz bu diğer konularda tartışmaya girmem. Çünkü bu konu kendi içinde çok fazla değişkeni ve kültürel kodları içinde barındırıyor.

Friedrich Engels Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni kitabında "aile içinde erkek burjuvadır, kadın proleterya rolünü oynar" diyor. Dışarıdaki statüsü ne olursa olsun, kadınların evde proletaryayı oynadığı düşüncesini nasıl yorumlarsınız?

Bence Anadolu'da kadın anaerkil bir tipolojidedir ve evin saltanatı kadındadır. Belki de proletarya rolü içinde bu saltanatı sürdürüyor. Evdeki birtakım şeylerin erkeğin istediği gibi olduğu sanılır ama bence birçok şeyi kadın yönetir. Akıllı kadın sadece her şeyi erkeğin yönettiği fotoğrafını verir, akıllı erkek de kadınla tartışmaya girmez. Şimdilerde kadının maruz kaldığı şiddet ve başka şeyleri eleştirirken aynı zamanda normal ve dengeli olan aile ilişkilerini de sarsacak şeyleri de eleştiriyoruz aslında. Örneğin kadın hastayken bile hiç mutfağa girmeyen bir erkek söz konusu olabilir ama o ilişkide erkeğin tolere ettiği ve kadına sunduğu bambaşka bir hizmet olabilir ve biz bunu göremeyebiliriz. Çünkü ilişkiler kendi içinde özeldir, dışarıdan anlaşılamayabilir.

Sadece Türkiye'de değil aynı zamanda uluslararası yayın dünyasının da bilfiil içindesiniz. Küreselleşme sürecinde yerli yayıncılık hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yayın sektörümüz hızla büyüyor ve dünya sıralamasında da ekonomik büyüklük olarak 10. sırada. Çocuk kitabı yayıncılığımız ise artık dünyaya açıldı. Fakat yine de üretim sürecinde aşılması gereken bazı sorunlarımız var. Örneğin çizilen illüstrasyonlara baktığımızda şehirler, mekânlar, aileler, kıyafetler ve eşyalar alıştığımız batı standartlarıyla o kadar örtüşüyor ki yerel dili yakalamada güçlük çekiyoruz. Amerika'da çocuk kitaplarına baktığımızda bazı kitaplarda siyahi bir çocuk, başörtülü bir Müslüman kadın, kipalı bir Yahudi görürüz. Amerikalı üst kimliği üzerinde aşağıdaki bütün etnik kimlikleri toplamaya çalışan bakış açısıdır bu. Öte yandan, İngiliz ya da Avrupalı çizimlerde bu kadar renk göremezsiniz. Artık Ortadoğu eserleri de batılılaşmaya başladı. Tesettürlü annelere, camilere pek rastlamıyoruz; belki sadece dini içerikli yayınlarda. Biz de tersinden başka bir durum daha var. Yayınevi olarak peygamberler tarihi ile ilgili resimli kitaplar yayınlamıştık. Kitapta kızıl saçlı, pantolonlu çok feminen bir kadın tipi vardı ama konu Hz. Ali'ydi mesela. Son sahnede kadın tesettüre giriyor ve dışarı çıkıyor. "Bu kadın niye açık" diye çok eleştirildi. Yahu benim eve girer girmez ilk yaptığım şey başımı açmak. Şimdi ben bu kadını evde neden pür tesettürlü çizdireyim? Sorunuza dönecek olursak dünyaya söyleyecek çok sözümüzün olduğunu düşünüyorum. Fakat yine de yerel bir dili yakalama ihtiyacımız olduğuna inanıyorum.

Aile içi roller ve sorumluluklar konusunda anlayışınız nasıldır?

Eşim ve ben güne çok erken başlıyoruz ve çok yoğun çalışıyoruz. Pandemi beni evle barıştırdı, çok sevdim evde olmayı. Daha az insanla görüşerek daha çok üretebilmeyi öğrendim. Yazılar yazdım, akademik çalışmalar yaptım, mutfağa girdim, yemek pişirdim, hayatımda ilk kez geçen Ramazan 30 gün boyunca evdeydim ve bu inanılmaz bir mutluluktu. Eşim ve onu yetiştiren kayınvalidem insanların bir şeyler üretmesini çok değerli bulan kişiler. Özellikle Müslüman kadının görünür olmasını, Allah rızası için üretmesini çok değerli bulurlar. Şöyle düşünün; evde sürekli hizmet bekleyen ve bir şeyleri eksik yaptığınızda kendinizi suçlu hissettirecek biriyle yaşıyorsanız bir ömür geçmez ve bir yerde arıza verir. Tüm bu değişkenler doğru eş seçimine bağlı.

İlmime ve çalışmalarıma değer veren, yaptığım işe saygı duyan ve sürekli destekleyen bir eşim var. Biz 28 Şubat sürecinde evlendik, o dönem doktora yapıyordum. Sonra oğlum doğdu. Çok bunalmıştım, doktora tezi yazmayacağım dedim çünkü 28 Şubat sürecindeki soru işaretleri çok ağır basıyordu. Üniversitede akademisyenlik yapamayacaktım ve öte yandan doktora yaptığım Eski Türk Edebiyatı alanına da pek kimse itibar etmiyordu. Karşılıksız bir iş yaptığımı düşünüyordum. O sırada bir yandan da yayıncılık yapıyorum. Gerçekten eşim benim o süreci aşmam için büyük fedakârlıklar yaptı. Eşimin, annemin ve kayınvalidemin desteği, çocukları yetiştirirken yaptıkları yardımlar olmasaydı bütün bu çalışmalar ortaya çıkmazdı. Şunu demeye getireceğim; ortada başarılı bir kadın varsa sadece eşle de ilgili değil, çevremizde olan birinci derece tüm yakınların katkısı çok büyük. Aile tek başına sizin yürüttüğünüz bir süreç değil. Evdeki bütün açıkları sadece siz kapatmakla mükellef değilsiniz. Aile, bir karı-kocadan oluşan, geniş halkada daha büyük ebeveynlerin, kayınvalidelerin, teyzelerin, halaların olduğu bir kurum.

Sizin hikâyenizde oldukça güçlü bir baba figürü dikkat çekiyor. Baba kavramına yüklediğiniz anlamlardan bahseder misiniz biraz?

Paradigma Yayınları'ndan Babalar ve Kızları diye bir kitap yayımlanmıştı. Tanınmış insanların babalarıyla olan ilişkilerini ele aldıkları bir kitap. Ben de babamla ilgili bir yazı yazmıştım bu kitap için. O kitabı okuduktan sonra bir kız çocuğu için "baba" figürünün ne anlama geldiğini çok iyi gördüm ve tüm kız babalarına bu kitabı okumalarını tavsiye etmeye başladım. Bir erkeğin karısıyla ve kızıyla olan ilişkisinin o kızın hayatını nasıl etkileyip değiştirdiğini o metinlerde gördüm. Ve fark ettim ki küçüklüğümde gözümün önündeki eşiyle-çocuklarıyla güzel ilişkiler kuran o baba figürü benim eş seçimime de yansımış. Otoriter, baskıcı, inatçı, anneyi terk eden, anneyi aldatan veya çocuklarıyla ilişkileri sağlıklı olan, anneye saygılı, kazancını ailesiyle harcayan gibi birçok farklı sıfatlara sahip baba figürleri kız-erkek fark etmeksizin çocuklar üzerinde derin etkiler bırakıyor. Ayrıca annenin babayı evin içinde konumlandırma biçimi de önemli.

Modern zamanlarda kadınlar kendilerini değerli hissetmek için erkeklerden sürekli beklentiler içinde. Tek taş yüzükler, çiçekler, yemeğe çıkarmalar gibi istekler ve bunlarla beraber gelen kendini değerli hissetme duygusu. Oysa erkek açısından kadını değerli görme durumu bu kalıplara giremeyebiliyor. Erkeğin yetiştiği sosyokültürel yapıya göre kadına bir çiçek almakla yediği yemekten sonra "ellerine sağlık" demek aynı kefede olabilir. Bunlar insan olmakla ilgili meseleler. Çözümü de insan olmakla ilgili; modern dünyanın tüketime dayalı sunduğu şablonlarda değil. Mesela şöyle aileler tanıyorum: adam dışarıda çok güçlü, çok itibarlı ama eve geldiğinde hiçbir değeri yok. Aynı şey kadın için de geçerli olabiliyor. Toplumda çok saygın bir kadın ne yazık ki evde aynı saygı ve itibarla karşılanmayabiliyor. Eşlerin birbirleriyle kurdukları dil ve muhabbet, çocuklara sunduğumuz baba, anne ve eş kavramlarının anlamları açısından çok önemli.

Kendi anneniz ile kurduğunuz bağ için geçmişinize döndüğünüzde aklınıza gelen en çarpıcı imge ne oluyor? Çocuklarınızın sizi hangi imgelerle hatırlamalarını istersiniz?

Annem hizmet ehli bir kadındır. Dikiş diken, yemek yapan, örgü ören, nakış işleyen, börek açan biri. Ayrıca şık giyinen, bakımlı bir kadın… Daima kızlarına ve kendine güzel kıyafetler diken, güzel sofralar hazırlayan, torunlarının bakımı için her daim hazır bekleyen bir dayanak. Doğumlarımda, tez yazarken, misafirim olduğunda, hastalandığımda her zaman sırtımı yaslayacağım bir dağ konumunda. Ergenlik dönemlerinden geçmiş iki çocuğum var. Ergenlik dönemlerinde bile bana gelip sıkıntılarını anlatan, cevap ve yardım isteyen bazen de başka annelerden örnek verip benim fikirlerimi alan çocuklar oldular. Annemden, babamdan, kayınvalidemden ve kayınpederimden gördüğümüz destekleri, yaklaşımları biz de karı koca olarak yansıtmaya çalışıyoruz çocuklarımıza. Çocuklarımla ilişkimizde de onların beni daha manevi ve entelektüel anlamda bir dayanak olarak hatırlamalarını isterim.

BİZE ULAŞIN