Salahaddin Bekki: GENİŞ YÜREKLİ BİLGE: ÂŞIK VEYSEL

GENİŞ YÜREKLİ BİLGE: ÂŞIK VEYSEL
Giriş Tarihi: 6.6.2023 10:58 Son Güncelleme: 6.6.2023 10:59
Halk ozanı Âşık Veysel’in vefatının üzerinden yarım asır geçti. 2023, Cumhurbaşkanlığı tarafından “Âşık Veysel Yılı” olarak ilan edildi. Prof. Dr. Salahaddin Bekki, Muhit Kitap etiketiyle okura ulaşan Âşık Veysel-Halk Müziğinin Seyyar Radyosu adlı kitabında ozanı farklı açılardan detaylı şekilde anlatıyor. Türk destanları, Dede Korkut, ahilik, türküler üzerine çalışmaları bulunan Bekki, “Veysel, hoşgörülü ve irfan sahibi bir bilge olarak tüm insanlığa hitap edebilen bir kişiliktir” diyor.

Veysel Şatıroğlu ile aynı coğrafyada büyüdünüz. Onun yaşam yolculuğu nasıl bir ortamda başlıyor, çocukluğunda yaşadığı zorluklar nelerdir?

Veysel Baba, Osmanlı'nın savaşlarla boğuştuğu, alacaklı devletlerin borçlarını tahsil edebilmesi için Duyûn-ı Umûmiye'nin kurulduğu, devletin tam anlamıyla adım adım çöküşe gittiği bir dönemde, merkezden uzak, dağlarla çevrili, devletle ilişkileri askerlik ve vergi üzerinden yürütülen bir coğrafyada dünyaya gelir. Dışa kapalı, kendine yetmeye çalışan ve paranın pek kullanılmadığı bir üretim-tüketim ekonomisinin geçerli olduğu bir düzene gözlerini açan Veysel'in çocukluğu biraz yoksulluk biraz da yoksunlukla geçer. O dönemde tüm Anadolu'yu kasıp kavuran çiçek salgını Emlek yöresine de uğramış; Veysel'in iki kardeşini hayattan koparmış, onun da bir gözünü alıp gitmiş diğer gözüne de perde çekmiştir. Kısa bir süre sonra talihsiz bir kaza sonucu iyileşmesi mümkün olan diğer gözünü de kaybeden Veysel, sekiz yaşından itibaren kendi içerisinde küçük bir dünya oluşturacak ve kendi kendine yetmesini öğrenecektir: Bir küçük dünyam var içimde benim / Mihnetim ziynetim bana kâfidir / Görenler dar görür geniştir bana /Sohbetim ülfetim bana kâfidir.

Küçük Veysel'in saz ile tanışması nasıl gerçekleşiyor?

Gücü kuvveti yerinde olsa da Veysel'in iki gözünü de kaybetmesi onu köy ortamında meşgul edecek, geliştirecek, ekonomik anlamda aileye ve kendisine katkı sağlayacak işler yapabilmesine olanak tanımaz. Maalesef Veysel bir köşeye çekilmiş ümitsiz bir şekilde hayatın geçen günlerini saymaya başlar. Bir baba olarak Veysel'in içine düştüğü durumun farkında olan Karaca Ahmet, Mustafa Abdal Tekkesi'nde gördüğü bir sazı belki ileride Veysel'e bir faydası olur, belki onunla ekmek parasını bile kazanır ümidiyle getirip eline tutuşturur. Veysel de o eline tutuşturulan sazı dert ortağı, gizli sırlarını paylaştığı bir dost, kolunda yaylattığı bir bebek yapmış ve hepsinden öte inleşerek beraber bal yaptıkları yani Veysel tabirince biri olmadan diğeri olmayan petek-arı birlikteliğini kurmuştur.

Saz şairimizi ilk plağına götüren yol nasıl açılıyor? Kendisinin keşfedilme hikâyesini paylaşır mısınız?

Veysel Baba'nın tanınması ve dilinin çözülmesinde dönemin Sivas Millî Eğitim Müdürü Ahmet Kutsi Tecer'in önemli bir rolü olduğunu biliyoruz. Tecer'in, Sivas'ta 1931 yılında Sivas Halk Şairleri Bayramı düzenleyip bu bayrama Veysel'i de davet etmesi, onun sanat hayatının da başlangıcı sayılır. Bayrama gelene kadar dar çevrede, birtakım düğünlerde çalıp söyleme fırsatı bulan Veysel'in kendini aşması ve şehir dışına çıkabilmesi Tecer'in bu bayram vesilesiyle oraya katılan âşıklara verdiği "Halk Şairi" belgesinde saklıdır. Kırk yaşına kadar usta malı türkülerin icrasıyla dar bir bölgede tanınan Veysel, kırkında ilk şiirini Cumhuriyet'in onuncu yıl dönümü dolayısıyla söylemiş; şiirini Atatürk'e bizzat ulaştırmak için yollara düşerek üç ay sonra Ankara'ya ulaşabilmiştir. İki ay Ankara'da kalıp Atatürk'e şiirini ulaştırma şansı yakalayamayan Veysel'e başka bir kapı açılmış ve şiiri dönemin en önemli gazetelerinden Hâkimiyet-i Millîye'de iki gün üst üste yayımlanmıştır. Gazetede Veysel'in bir de fotoğrafına yer verilmiştir. Veysel'in ülke çapında tanınması da bu olaydan sonra başlar. İlk şiirinin ulusal bir gazetede yayımlanması ve Tecer'in vermiş olduğu halk şairi belgesi Veysel'in kendine olan güvenini artırır ve o günkü yol kardeşi Cört İbrahim (İbrahim Tutiş) ile ülkenin birçok yerinde konserler vermesine olanak sağlar. Ve Veysel'e o gün için sadece İstanbul'da yayın yapan radyonun yolu açılır. Radyo Müdürü Mesut Cemil Bey'in gözetiminde Veysel ve yol kardeşi İbrahim ağız ağıza verip seslerini Almanya'ya, Amerika'ya duyurmak için bağıra bağıra "Mecnun'um Leylâ'mı gördüm" ve "Seherde ağlayan bülbül"ü icra ederler. O geceki yayını Atatürk de dinlemiş; o âşıkları bulup bana getirin diye emir vermiş ama Ata ile Veysellerin buluşması bu sefer de mümkün olmamıştır.

Peki olaylar sonradan nasıl gelişir?

Radyo macerasından yaklaşık iki yıl sonra, Darülelhan'ın (günümüzde İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı) davetiyle İstanbul'a gelen Veysel ve İbrahim'den birçok türkü derlenir ve bu türkülerden ikisi de Columbia firması tarafından plağa kaydedilir. Sivaslı Veysel ve İbrahim'den kayda alınan parçalar "Mecnun'um Leylâm'ı gördüm" ve "Dedim dilber didelerin ıslanmış"tır.

Âşık Veysel siyasetten uzak duruyor. Bu nedenle kimi çevreler onu acımasızca eleştiriyor. Veysel'in geri durma sebebi nedir ve hakkındaki genel eleştiriler için ne söylemek istersiniz?

Uzun uzun konuşmamız gereken bir konu ama kısaca özetlemeye çalışayım. Âşık dediğimiz gelenek temsilcilerden özellikle 19. yüzyılda yaşayanlardan Deliktaşlı Ruhsatî, Develili Seyranî ile Şarkışlalı Serdarî, yaşadıkları dönemde politik yergi diyebileceğim türde eserler ortaya koymuşlardır. Bunların gelenekteki adı biliyorsunuz "taşlama"dır. 20. yüzyıl âşık edebiyatında köklü değişimlerin yaşandığı bir dönemdir. Yüzyılın ilk çeyreği yeniden var olma savaşının verildiği ve Atatürk'ün önderliğinde bunun başarıldığı kutlu bir dönemdir. Bu dönemde yani cumhuriyetin ilk yirmi yıllında âşıklar ile yeni kurulan, kurulmak istenen düzenin uyum içinde oldukları görülür. Yukarıda bahsettiğimiz Veysel'in tanınmasına vesile olan ilki Sivas'ta düzenlenen halk şairleri bayramları, beraberinde kurulan halk şairlerini koruma ve yaşatma dernekleri, âşıkların varlıklarını koruma ve sanatlarını icra edebilmelerine zemin hazırlamıştır.

Atatürk'ün vefatı ve İkinci Dünya Savaşı ile ülkede uygulan politikalar sonucu ortaya çıkan ekonomik sorunlar, âşıklar arasında politik yerginin, taşlamanın yeniden canlanmasına zemin oluşturmuştur. Bu dönemde İnönü ve Halk Partisini eleştiren ilk şiirler 1943'te Habib Karaaslan tarafından dillendirilmeye başlanır. 27 Mayıs'taki darbeye kadar süren bu dönemde siyasî gelişmelere paralel olarak âşıklar bazen İnönü'yü bazen de Menderes
ve Demokrat Partiyi hedef alan taşlamalar söylemekten geri durmamışlardır. 27 Mayıs darbesi sonrasında yürürlüğe giren Anayasa, âşık edebiyatı ve temsilcileri için bir dönüm noktası oluşmuştur. 1963'te Sefer Aytekin ve Fikret Otyam'ın öncülüğünde Türkiye İşçi Partisi (TİP) bünyesinde kurulan (Devrimci Ozanlar Derneği, Türk Halk Ozanları Derneği) çatısı altında birçok aşığın bir araya geldiğini görüyoruz. Bu gelişmeler ve darbe sonrası oluşturulan siyasî atmosfer içerisinde geleneğin temsilcileri de kendilerini sağ ve sol diye ikiye bölünen toplumun bir kesiminde konumlandırmak
durumunda kalmışlardır. Bilinçli olarak kendini konumlandıran geleneğin temsilcileri de az değildir. Bu durum yani gelenek temsilcilerinin tercih ettikleri siyasî yelpazenin sözcülüğünü yaptıkları ve bunlardan para kazandıkları dönem 12 Eylül darbesiyle sona erdirilmiştir. Habib Karaaslan ile başlayan politik yergi, 27 Mayıs darbesinden sonra gelişen politik ortamda yeni âşıklarla daha bir ivme kazanır. Veysel'in yakın arkadaş ve hemşerisi Ali İzzet Özkan başta olmak üzere, Ozan İhsanî, Mahzuni Şerif gibi isimler politik anlamda sol söylemi dillendiren âşıklar olarak edebiyat tarihinde yerlerini alırlar. Özetlemeye çalıştığımız politik süreçlerin canlı şahidi olan Âşık Veysel, ister yelpazenin sağı ister solu olsun hiçbir oluşumun içerisinde yer almamıştır. Nitekim, Demokrat Parti'nin iktidara gelmesi ve akabinde oluşturmaya çalıştığı "Vatan Cephesi"ne ünlü isimleri
kazandırma noktasında Veysel'e de teklif bizzat dönemin Sivas Valisi Kadri Eroğan tarafından götürülmüş, Veysel'in bu teklife cevabı, "Ben sadece Atatürk'ün partisine üyeyim. Başka partiye üye olmam…" şeklinde olmuştur.

Yukarıda bir vesileyle dile getirdiğimiz gibi 1931 yılında halk şairi belgesi alan sadece Âşık Veysel değildi. O dönem Türkiye'deki âşıklar da Sivas'ta toplanan on âşıktan ibaret değildi. Şunu demek istiyorum Cumhuriyet dönemini idrak etmiş göreceonun sunduğu olanaklardan faydalanmış onlarca âşık olmasına rağmen tüm toplum kesimleri tarafından kabul görenlerin başında Âşık Veysel gelmektedir. Bunun sebebi ise Veysel'in ilk şiirini söylediği 1933'ten Hakk'a yürüdüğü 1973'e kadar Atatürk'ün çizmiş olduğu Cumhuriyet anlayışı çerçevesinde yol yürümesinin yanında her zaman
toplumu bir arada tutacak birlik, beraberlik ve kardeşlik üzerinde durmasıdır. Ayrıca Veysel, şunların veya bunların adamı tanımlamasına sığmayacak kadar geniş yürekli, herkesi kucaklayabilecek derecede hoşgörülü ve irfan sahibi bir bilge olarak tüm insanlığa hitap edebilen bir kişiliktir.

Âşık Veysel türkülerinin yeniden üretimi ve tüketimi konusunda birkaç örnek verebilir misiniz? Kullanım olarak sizin değerlendirmeniz nedir?

Âşık Veysel'in kırk yaşına kadar usta malı deyişleri besteleyip söylediği kırkından sonra da artık kendi şiirlerinin bestekârı ve icracısı olarak sanat âleminde yer aldığını biliyoruz. 1935'ten 1950'ye kadar geçen on beş yılda Veysel, bugün dilimize pelesenk olup gönlümüzde yer edinen şiirlerinin büyük bir bölümünü söylemiş ve hayatı beyaz perdeye aktarılma aşamasına gelmiş şöhretli bir sanatkâr olmuştur. Sinema sektörü, Âşık Veysel'in hayatını konu alan Karanlık Dünya filmiyle birlikte türkülerini de beyaz perdede kullanmaya başlamıştır. Tespit edebildiğim kadarıyla Veysel türkülerinden "Uzun ince bir yoldayım", 31 Ekim 2019'da gösterime giren Cinayet Süsü adlı filmde, Özdemir Erdoğan'ın aranje ve yorumuyla kullanılmıştır. Türk televizyonlarının vazgeçilmez yapımları hâline gelen diziler de Veysel türkülerinden azami derece yararlanıldığını görüyoruz. Gece Gündüz, Sefirin Kızı, Fi, Kaçak, Doğduğun Ev Kaderindir, Güvercin, Gönül Dağı, Veysel türkülerinin kullanıldığı diziler olarak bir çırpıda aklıma gelenler.

Âşık Veysel'in dili çözülüp kendi deyişlerini çalıp söylemeye başladığında ondaki farklı tını ve müzikal yapıyla şiirlerindeki felsefi derinliği olan sözleri birleşince dönemin popüler müzik sanatçılarının derhal ilgisini çekmiş Ruhi Su ve Fikret Kızılok başta olmak üzere pek çok sanatçı Veysel türkülerini kendi tarzlarında icra etmek istemişlerdir. Veysel, ilk başlarda bu durumu, "Dağlarda bir çiçek olur, onu alır şehre getirirsin, güzel saksılarda, güzel topraklar içinde yetiştirir, geliştirirsin. Belki daha güzel bir çiçek olur ama o eski kokusunu belki bulmayız" diyerek yadırgasa da daha sonra hoşgörüyle karşılamıştır. O günden bugüne müzik piyasasında yer edinmeye çalışan gençlerden; kendini dünya ölçeğinde ispat etmiş Tarkan'a kadar yüzlerce sanatçının beslendiği ana kaynakların başında Veysel türküleri gelmektedir. Halk müziği sanatçıları için de Veysel türküleri tükenmek bilmeyen bir hazine gibidir.

50. vefat yıl dönümünde Veysel, bugünün gençlerine ne söylemektedir?

13. yüzyılda Anadolu'da Tasavvufi Türk Edebiyatının kurucusu kabul edilen Yunus Emre ile 20. yüzyılın son çeyreğine kadar eser vermiş olan Âşık Veysel'in benzer temaları dillendirmeleri öncelikle Türk insanına oradan da tüm insanlığa sundukları mesaj, insan onuruna yakışmayan davranışlardan uzaklaşmak ve dünyayı tüm insanlar (yetmiş iki millet) için yaşanır kılmak davasıdır. Yani dava "insanlık davası"dır. Millî Eğitim bakanlığı tarafından örgün eğitimde öğrenim gören öğrencilere kazandırılmak istenen seksen adet değer belirlenmiş bunlar ilk ve orta öğretim müfredatlarına yerleştirilmiştir. Veysel'in şiirleri üzerinde yapılan bir incelemede bakanlığın öngördüğü seksen (80) değerden altmış altısının (66) Âşık Veysel'in şiirlerinde işlendiği tespit edilmiştir.

Veysel'in şiirlerinde dile getirdiği değerleri kendi şahsında somutlaştırması yani söylemiyle eyleminin örtüşmesi onu dünya ortak kültürel mirasının bir kaynağı haline getirmiştir. Veysel türkülerini dinleyip şiirlerini anlayarak okuyacak bir gençlik, ülkenin ve insanlığın aydınlık yarınlarının teminatı olacaktır. Sözlerime Almanya'nın eski Ankara Büyükelçisi'nin eşi Marion Erdmann'ın Veysel'le ilgili tespitiyle son vermek istiyorum: "Her sabah Âşık Veysel'den bir şiir veya bir türkü dinleseydik, dünya daha güzel bir yer olurdu." Geç kalmış sayılmaz. Bugünden itibaren her güne bir türkü seansına başlayabiliriz.

BİZE ULAŞIN