Abdullah Harmancı: Milliyetçiliğin müşfik dili, ince ruhlu kalemi: Emine Işınsu

Milliyetçiliğin müşfik dili, ince ruhlu kalemi: Emine Işınsu
Giriş Tarihi: 2.7.2021 12:53 Son Güncelleme: 27.10.2021 12:33

"Dünyaya yazmaya değil, roman yazmaya geldiğine inanıyordu." Geçtiğimiz haftalarda yaşamını kaybeden Türk roman tarihinin nevi şahsına münhasır yazarı Emine Işınsu'yu belki de en güzel tarif eden ifadelerden biri bu. Bu toprakların meselelerine adamıştı kalemini ama burayla sınırlamamıştı; çok daha geniş bir coğrafyada düşünüyordu yazdıklarını. Aynı zamanda kadının toplumsal hayattaki yerini dert eden bir yazardı. Işınsu'nun Türk düşüncesine romanları üzerinden katkısını ve Türk entelektüel hayatı için ne ifade ettiğini öykücü yazar Abdullah Harmancı ile konuştuk.

Ömrünü ve kalemini Türkçülüğe ve bu memleketin meselelerine adamış bir yazar olarak Emine Işınsu sizce Türkiye açısından ne ifade ediyordu?

Emine Işınsu Öksüz, (baba soyadı Zorlutuna), 1938'de doğdu. İlk şiiri 16 yaşında yayınlandı. Birçok türde yazsa da en çok yoğunlaştığı tür romandı. Dünyaya yazmaya değil roman yazmaya geldiğine inanıyordu. İlk eserlerinde Halide Nusret Zorlutuna'nın yani annesinin etkileri görüldü.

Emine Işınsu, kalemini Bulgaristan'a, Yunanistan'a, Irak'a, burada yaşayan Türklere yöneltmişti. Her şeyden önce ulus devletin sınırlarını aşmış, gözlerini siyasi sınırların ötesine dikmiş bir romancıydı. İkincisi, bu politik ve toplumsal kaygılarla birlikte, kadınların iç dünyalarını, çelişkilerini, inceliklerini, açmazlarını, çevrelerinden gördükleri baskıları eserlerinde inceden inceye kurgulamış naif bir romancıydı. Yani politik çatışmalardan ibaret değildi bakış açısı. Daha önemlisi, evet bir "cemaat"in romancısı gibi duruyordu ama gerek edebiyatın her insanı benimseyen esnek tavrı gerekse Işınsu'nun bu toprakların hamuru olmuş irfani birikimimize duyduğu saygı, onu "cemaat"in dışını da saygıyla görmeye zorlamıştı. Bu anlamda dönemini aşmıştı. Kuru ideolojik metinler yazsaydı, bugün onu konuşuyor olmazdık. Ama bir ideolojisi, bir cemaati de vardı. Bu ideolojiyle sanatsal kaygıları birleştirmesi onu kalıcı kıldı.

Işınsu, çok yazmasına rağmen kamusal alanda az görülen bir yazardı. Neden görülmek istemedi?

Emine Işınsu, 1966'da ilk romanı Küçük Dünya'yı yayınladığında 28 yaşındaydı. Kendisine şöhret getiren eserlerinin neredeyse tamamı 1970'li senelerde neşredildi: Azap Toprakları, Çiçekler Büyür, Ak Topraklar, Sancı, Tutsak… Meşhur dergisi Töre ise 1981'de kapandı. Bu dergi ve onun öncülü olan Ayşe dergisi 1969-1981 senelerinde çıktılar. Bilmem anlatabiliyor muyum? Sizin gözleminiz çok doğru. Ama Emine Işınsu'nun eserleriyle 1980 öncesinin ruhu, yani "zamanın ruhu" uyuşuyordu. Asıl şöhretini 1980'den geriye doğru sardığımızda göreceğimiz on beş sene içerisinde kazandı. Sanıyorum, sizin haklı gözleminiz sonraki senelere ait. Ben de Ihlamur dergisinde bir yazı yazmış ve neden Emine Işınsu adının kültür dünyamızda adeta unutulmuş olduğunu sormuştum. Yanlış anlaşılmasın. Işınsu, hastalığına kadar yazmayı hiç bırakmadı. Dünyaya yazmak için değil roman yazmak için gönderildiğine inanıyordu. Yazıyı gerçek bir romancı gibi hayatının olmazsa olmazı kabul etti. Ancak edebi kişiliğini var eden eserlerini 1980'lerin başına geldiğimizde vermişti. 1980 sonrasında ise Türk edebiyatı siyasetten ve toplumsallıktan hızla uzaklaştı.

Roman, oyun, şiir yazmasının yanında dergicilikle de öne çıkan bir isimdi. Çok yönlü bir kişiliği olması üretkenliğine nasıl katkılar sağladı?

Aslında saydığınız türlerin dışında da eserler verdi. Öyküler de yazdı. İki önemli dergi çıkardı. Özellikle Töre, Türk milliyetçileri için menzil değerindedir. Bu çeşitlilik her zaman üretkenliği doğurmaz diye düşünüyorum. Açıkçası, Töre dergisine harcadığı emek, zaman ve enerji, romancılığından bir şeyler çalmıştır. Eşi İskender beyin anlatımlarından veya Mehmet Çınarlı'nın anılarından anladığımız kadarıyla, Töre'ye yazı temin etmek Işınsu'yu yormuş olmalı. Bu işin olumsuz tarafı. Ama bir de şu var: Özellikle Canbaz gibi romanlarının arka planını oluşturacak önemli bir yaşantı malzemesi de muhtemelen bu dönemlerde birikmiştir. Romancılar için özellikle dışa yönelik "iptidai bilgi" birikimi önemlidir. İptidai bilgi olmadan yazamazsınız.

Emine Işınsu'nun yazın sürecine baktığımızda siyasi tarih olaylarından kültür hayatına uzanan bir serüveni var. Işınsu'nun romanları entelektüel hayat için neler ifade ediyor?

Emine Işınsu çok köklü bir aileden geliyordu. Babası Aziz Vecihi Zorlutuna tümgeneraldi. Bulgar göçmeniydi. Annesinin babası Kerkük mutasarrıfıymış. Annesi Halide Nusret'i bilmeyen yoktur. Teyzesi İsmet Kür, teyze kızları Pınar ve Işılar Kür… Emine hanım çok iyi bir eğitim almış. Amerika'da bulunmuş. Romanlarını halka halka değerlendirmek lazım. Kadınların dünyasını bize açan, sorgulayan, çatışan kişilikleri ön plana alan daha içe dönük ve bireysel romanlar. Dış Türklerin acılarını anlatan romanlar. Türkiye'deki ideolojik çatışmaları anlatan romanlar. Son dönemde yazdığı tasavvufi eserler. Ak Topraklar gibi Türk tarihine hem de dilsel ve biçemsel anlamda şaşırtıcı bir yenilikle ulaşan romanlar. Hasılı, Işınsu romancılığı tabaka tabaka ele alınabilir.

Son kitaplarına baktığımızda Yunus Emre, Niyazi Mısri, Hacı Bayram Veli ve Hacı Bektaş Veli gibi tasavvufta öne çıkan portreler yer alıyor. Konu edindiği mutasavvıflara karşı kendine özgü yanları, farklı yaklaşımları var mıydı?

Öncelikle şunu söylemek lazım. Tasavvufi arka plan Işınsu'nun eserlerinde hep oldu. İlk romanı Urfa'da geçer. Burada karşımıza kadın kahramanımızı iç çelişkilerinden kurtaran/koruyan bir bilge çıkar. Daha ilk eseri… Tasavvufi merak ve ilgi hep olmuş. Ama "doğrudan" tasavvufi öznelerin romanlaştırıldığı metinler son dönemlerinde ortaya çıkmış. Işınsu, gerçekçi bir yazardı. Hakikat endişesi olan bir yazardı. Romanlarını yazmaya başlamadan önce uzun süre okur ve notlar alırdı. Tasavvufi eserlerinde de bu çabası görülüyor. Anlattığı şahsiyetle ilgili arka plan taraması çok iyi yapılmış. Ancak belli bir tarihsel döneme ve bu kişinin hayat ve düşüncelerine sadık kalma endişesi, bence tasavvufi romanlarını bir gömlek geriye itmiş. Çoğu yazar, ömrünün sonuna doğru estetik anlamda bir düşüşe geçiyor. İlk dönem eserlerindeki titizliği kaybediyor. Bir anlamda, kendisi gibi eserleri de yaşlanıyor.

Eserleri göz önüne alındığında Işınsu'nun yazarlığını ve eserlerine yansıttığı kişiliğini nasıl değerlendirirsiniz?

Emine Işınsu, hem inanmıştı hem de entelektüel endişeleri vardı. Entelektüel kavramını deşecek olursak görürüz ki, inanmak entelektüel olmaya engeldir. "Işınsu cazibesi" diyorum ben. Milliyetçi ama Türkiye'deki milliyetçi topluluğun içinde ayrıksı duruyor. Sorguluyor. Kızıyor. Bireysel bakıyor. Ama cemaatiyle de kavga etmiyor. Bireyselliği önemsiyor. Benim hiç anlamadığım şeydir şu: 70'lerin o zorlu ve kavgalı dünyasında, gerçekten Işınsu'nun romanlarındaki naifliği, inceliği süzüp bunu algılayan kişiler kimlerdi? Okurlarından bahsediyorum. Daha çok romanlarının politik taraflarını benimsediler ve sanırım benim çok sevdiğimi söylediğim yönlerini, duygusallıkları, bir kadının iç dünyasındaki çelişmeleri falan yani, sıkıcı buldular.

Vatansever ve milliyetçi bir yazar olarak ülkücülüğe şefkatli bir ses getirdiği söylenir. Bu hususta siz neler söylersiniz?

Emine Işınsu'nun en önemli özelliği kalpten bağlı olduğu düşünüş ve inanışlarına rağmen, romansal incelikleri asla ihmal etmemiş olmasıdır. Eğer bunu başaramasaydı, lise öğrencisi olan Abdullah Harmancı, 1990'ların başında bu romancıya gönül bağıyla bağlanamazdı. Yani, ben bir okuyucu olarak, gençliğimde, Işınsu'ya romanlarındaki dil ve anlatım başarısından dolayı bağlandım. Çünkü edebiyata çok ilgi duyuyordum ve benim için o zaman tek ilke edebiyatın kendi iç dinamikleriydi. Elbette içerik de önemlidir ve içerik de bir yazarı edebiyat tarihine mal eder. Ama ben rahmetli Işınsu'nun eserlerindeki mesajlara veya tezlere değil, anlatım başarısına vuruldum. Edebiyatı ihmal eden ama Işınsu ile ayı şeyleri söyleyen kalemler şimdi nerede?

Son olarak Işınsu Türk okuru için nasıl ufuklar açtı ve gençler üzerinde nasıl etkileri oldu?

1950'lerden, 60'lardan gelerek şahsiyetleri kendi dönemlerinde görerek anlamaya çalışmak lazım. "Buradan bakmak" çok sakıncalı. Mesela 1970'lerin sonlarında veya 1980'lerin başlarında doğan kız çocuklarına "İlay" ismi konuldu. Neden dersiniz? Çiçekler Büyür'ün kahramanı idi İlay. Bence sol çevrelerde meşhur olan "sağcılardan sanatçı çıkmaz" yargısının haksızlığının en keskin kanıtlarından birincisi Tarık Buğra ise ikincisi Emine hanımdır. Kendi "cemaati" tarafından anlaşıldığını hiç sanmıyorum. Ama bu sanatçı duruşu bir ufuktur. İkincisi: Edebiyatımızı Türk dünyasına, Bulgaristan'dan, Batı Trakya'ya kadar açan, Türk coğrafyasını edebiyatın müşfik diliyle anlatan bir kalemdir ve o zaman için de çok önemliydi bu. Yenilikti. Bir başka husus, Türkiye'deki sol-sağ çatışmaları genelde solcuların eliyle ve gözüyle anlatılmışken, Emine Işınsu, aynı konulara ülkücü bir gencin bakış açısıyla baktı. Ama karşı tarafı aşağılayarak, küçümseyerek, benimsemeyerek bakmadı. Böyle bir ufuktan bahsedilebilir. Kadınların meselelerini ele alan, kendi hayatından yola çıkarak, kadınların toplumsal hayat içindeki yerine dair dertleri olan biriydi. Üstelik çok erken tarihlerde… Işınsu'da takdir toplayan şey, inanmış bir kalbe rağmen zihnin bağnazlaşmamasıdır. Her insana sevgiyle, anlayışla bakabilmesidir. Bunu nasıl başardı? Elbette ki tasavvufi birikimiyle. İrfani geleneğimizden haberdar olmasıyla…

Emine Işınsu Kimdir?

17 Mayıs 1938 yılında babasının Tümen Komutanı olarak görev yaptığı Kars'ta dünyaya geldi. Annesi Cumhuriyet döneminin tanınmış şair ve yazarı Halide Nusret Zorlutuna olan Işınsu, sürekli edebiyattan söz edilen, şiir okunan bir çevrede yetişti. İlk eseri 17 yaşındayken basılan şiir kitabı İki Nokta'dan sonra Küçük Dünya romanıyla ödül kazandı ve romana yöneldi. Birçok dergi ve gazetede yazarlık yapan Işınsu yazın hayatına birçok ödül bırakarak 5 Mayıs 2021 tarihinde aramızdan ayrıldı.

Eserleri

serleri
Romanları: Küçük Dünya (1966), Azap Toprakları (1970), Ak Topraklar (1971), Tutsak (1973), Sancı (1974), Çiçekler Büyür (1978), Canbaz (1982), Kaf Dağı'nın Ardında (1988), Alpaslan (1990), Atlı Karınca (1990), Un coeur aux encheres (1991), Cumhuriyet Türküsü (1993), Nisan Yağmuru (1997), Havva (1999), Bir Ben Vardır Bende Benden İçeri (2002), Bukağı (2004), Hacı Bayram (2005), Hacı Bektaş Veli (2008), Bir Aile (2013)

Oyunları: Bir Yürek Satıldı (1967), Bir Milyon İğne (1967), Adsız Kahramanlar (1975)
Diğer: Dost Diye Diye (deneme-1995), Bir Gece Yıldızlarla

BİZE ULAŞIN