Bercan Tutar: Nazilerle Siyonistler arasındaki şeytani ilişkinin zehirli meyvesi: Eretz Yisrael*

Nazilerle Siyonistler arasındaki şeytani ilişkinin zehirli meyvesi: Eretz Yisrael*
Giriş Tarihi: 1.7.2021 14:39 Son Güncelleme: 30.7.2021 16:55
İsrail devleti, bir kolonyal projedir. Yabancı bir unsurun Filistin topraklarına yerleştirilmesi harekatıdır. Unutmamak lazım ki kurulduğu günden bu yana soykırım stratejisini sistematik bir şekilde uygulayan bir terör devleti var karşımızda.

Yaşayan en büyük insanlık ve savaş suçlusu konumundaki ABD'nin eski dışişleri bakanı ve stratejist Henry Kissinger'a atfedilen kehanet öyle görünüyor ki doğru çıkacak. Anglo-Amerikan emperyalizminin İslam coğrafyasında modern ve Batılı bir koloni inşa etme projesi olan İsrail, artık miadını doldurmak üzere.

Ürdün Nehri ile Akdeniz arasındaki Filistin vatanını işgal edip buradaki halkı yok etmeye dayalı Zion Planı (vaat edilmiş topraklar projesi), üzerinden 73 yıl geçmesine rağmen başarıya ulaşamadı. "Medeni ve demokratik" bir ülke olması öngörülen İsrail, tam tersine 19. ve 20. yüzyıldaki ırkçı ve apartheid uygulayıcısı Batı'dan farksız bir terör aparatına dönüştü.

Çünkü artık bazı insaf sahibi Batılı analizcilerin yarım ağız da olsa itiraf ettiği gibi İsrail devleti, bir kolonyal projedir. Yabancı bir unsurun Filistin topraklarına yerleştirilmesi harekatıdır. Bu operasyonu yapan baş aktörler ise bazı iddialara göre tarihe birbirlerinin celladı ve kurbanı olarak geçen Naziler ile Siyonistler.

Bu iddiayı dile getiren isimlerin en tanınmışlarından biri de aynı zamanda akademisyen de olan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'tır. 1982 tarihli The Secret Relationship Between Nazism and Zionism (Nazizm ve Siyonizm Arasındaki Gizli İlişki) isimli doktora tezinde Abbas, Siyonistlerin İsrail projesi adına Nazilerle nasıl işbirliği yaptığını detaylarıyla anlatıyor.

Ümmetin yetimleri

Ne var ki bu kirli tezgâhı İslam ülkeleri değil canı ve kanıyla bizzat Filistin halkı çökertti. Gazze'deki kamplarda asker olarak görev yapmış Amerikalı yazar Yossi Halevi gibi isimler Filistin direnişinin bütün hesapları alt üst ettiğini her platformda itiraf ediyor zaten.

Özellikle I. ve II. İntifada, İsrail'in de Batı'nın da kimyasını deyim yerindeyse alt üst etti. Nitekim 1987'de başlayan ve beş yıl süren ilk İntifada'dan sonra İsrail yönetimi inkâra dayalı politik söylemini değiştirerek Filistin halkının bir ulus olduğu gerçeğini kabul etti.

Unutmayalım ki Golda Meir, 1969'da "İsrail'de sadece Yahudiler ve Arap olmayanlar vardır. Filistinliler diye bir halk yok. Bu Arapların icadıdır" diyerek iktidara gelmişti. Ancak korkusuz yüreklerinden başka silahı olmayan ümmetin yetimleri, bu ırkçı sisteme darbe indirmeyi başardı. Böylece İsrail'in temel anlayışı olan "Ein im mi l'daber" (uzlaşacak ve konuşacak kimse yok) stratejisi çökertildi.

Bunun sonucunda 1993'te Oslo Anlaşması'nı imzalayan İsrail, Filistinlilerin hükümet kurmasını kabul etti. Ardından 2000'de başlayan ve dört yıl süren II. İntifada geldi. İşgalci İsrail'in jet, füze, tank ve toplarına karşı sadece ellerindeki taş ve yalın yürekleriyle savaşan Filistinliler, özellikle intihar saldırılarıyla Yahudileri adeta sokağa çıkamaz hale getirdi. Travma yaşayan İsrail ordusu tam 38 yıl sonra Eylül 2005'te Gazze'den çekilmek zorunda kaldı.

2017'den bu yana ise Doğu Kudüs ve Batı Şeria'yı ilhak etmeye çalışan İsrail'e karşı III. İntifada'nın ayak sesleri duyuluyor fakat Filistin halkı artık yalnız değil. Son yıllarda Filistin Davası'nın sancağını taşıyan Türkiye, soykırımcı İsrail ve onun Batılı suç ortaklarının emperyal oyunlarını bozuyor.

Bu yüzden olsa gerek daha 2012'de Kissinger'a atfedilen bir iddiada İsrail'in 2022'de yok olacağı ileri sürülmüştü. Tabii burada Kissinger, "Eğer desteğimizi artırmazsak İsrail yok olacak" demek istiyordu. Yine 2012'de 16 ABD istihbarat kurumunun 82 sayfalık "Preparing for a Post-Israel Middle East" (İsrail Sonrası Bir Ortadoğu'ya Hazırlanmak) başlıklı raporunda, İsrail'deki rejimin de Güney Afrika'daki gibi ortadan kalkacağı öngörülüyordu.

Bu anlamda ABD'nin bir önceki başkanı Donald Trump'ın da şimdiki başkanı olan Joe Biden'ın da çırpınışları fayda etmeyecek. Biden her ne kadar "İsrail tanınmadıkça barış da yok" diye tehditler savursa da ABD'nin dünyayı karşısına alarak İsrail'e verdiği desteği sürdürmesi giderek zorlaşacak. Çünkü dünya değişiyor. Bu yeni dünyada İsrail gibi ırkçı ve soykırımcı siyasi yapıların yaşaması çok zor görünüyor.

Yahudi imparatorluğu hayali

Unutmayalım ki İngilizler, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Ortadoğu'yu ABD'ye terk ederken tek şart koşmuştu: Bağımsız bir İsrail devletinin kurulması. Hatta 14 Mayıs 1948'deki bağımsızlık ilanından hemen önce CIA ve dışişlerinin, ABD'nin o zamanki başkanı Harry S. Truman'ı (1945-1953) İsrail'i tanımada bir sorun çıkarmaması konusunda uyardığı bile söylenir.

Şimdi ise Amerika, sömürgecilerin "çiçeklenen çöl" projesi kapsamında 1917'deki Balfour Deklarasyonu ile temelleri atılan terör devletine destekte Avrupa'yı geçerek Siyonist rejimin en büyük hamisi konumunda. Öyle ki ABD Başkanı Donald Trump'ın damadı ve danışmanı Jared Kushner, Filistin Özel Temsilcisi Jason Greenblatt ve İsrail Büyükelçisi David Friedman'dan oluşan ABD'li üçlü Siyonist çetenin sağladığı siyasi atmosfer sayesinde İsrail devleti 3 yıl önce yeni bir aşamaya geçti.

İsrail Parlamentosu, 2011 yılından beri üzerinde tartışılan "Yahudi Devleti Yasasını" 19 Temmuz 2018'de kabul etti. Bu kanunla resmen faşist ve ırkçı bir aparheid rejimine dönüşen Siyonist rejimin Filistin halkını ortadan kaldırma barbarlığı en üst safhaya taşınmış oldu.

BM'nin yasal ve ahlaki bütün ilkeleriyle çelişen Yahudi Devleti yasasında şu skandal maddeler yer alıyor: "İsrail bir Yahudi devletidir ve dünyadaki tüm Yahudilerin tarihi anavatanıdır. Hukukta Yahudi şeriatı referans alınacaktır. Dünyadaki tüm Yahudilerin İsrail'e dönme hakkı vardır. İsrail'in başkenti Kudüs'tür."

Dolayısıyla yasada, dünyanın farklı ülkelerindeki Yahudilerin İsrail'e gelip yerleşmesi teşvik edilirken bırakın 1948'de vatanlarından sürülen Filistinlilerin geri dönüşüne izin vermeyi, şu an Filistin'de yaşayanlara yönelik etnik temizliğin daha da artırılacağı vurgulanıyor.

Bölgedeki kaosun ana nedeni

Özellikle ABD'nin son zamanlarda izlediği saldırgan politikalar uluslararası sistemin haddinden fazla dejenere olmasına yol açtı. İsrail'in dünyanın en kırılgan coğrafyasında sopanın ucunda tabak çeviren cambazlar gibi fütursuzca hareket etmesi ise sistemi neredeyse yıkım noktasına getirdi.

ABD ve İsrail'in Siyonist evanjelizm ile malul teolojik zihniyetleri bölgemizdeki ve dünyanın birçok bölgesindeki siyasi kaosun ana nedeni. Fakat bütün o meydan okumalarına rağmen ABD'nin dünyadaki pozisyonu zayıflıyor. Nasıl doğada rüzgârlar bölgeler arasındaki basınç farkları yüzünden ortaya çıkıyorsa; siyasette de çatışmalar güç dengesindeki değişiklikler ve statükonun ortadan kalkması sonucunda nüksetmeye başlıyor.

Benzer şekilde uluslararası merkez güç konumundaki ABD'nin zayıflaması da jeo-politik düzeyde küresel bir tsunamiye yol açıyor/açacak. Bu yeni süreçte ABD, Rusya, Çin ve Türkiye küresel jeo-politiğin dört ağırlık merkezi olarak öne çıkıyor. Her biri farklı birer kültürel evrene ve jeo-stratejiye sahip bu aktörler arasındaki rekabet, İsrail'in geleceği dahil 21. yüzyılın temel dinamiklerini de şekillendirecek.

Tüm bu küresel karmaşa arasında İsrail aslında "real politik" açıdan sadece bir detaydan ibarettir. Ancak ABD'nin ateşlemesiyle İsrail'in her şeyi patlatacak bir fünyeye dönüşme ve küresel kaosu daha da derinleştirme potansiyelini de hiç unutmamak lazım.

Ancak dünya değişiyor. Kimse artık İsrail güdümlü kaotik politikalara prim tanımak ve Amerika'nın küresel askeri üs zincirinin bir halkası olmak niyetinde değil. Siyonistler ve Sam Amcaları savaş zırhı giyindiğini sanarak caka sata dursun, dünya bu iki Don Kişot'un üstündekinin zırh değil hasta elbisesi olduğunun farkında.

İsrail'in miadı doluyor

10-22 Mayıs 2021 tarihleri arasındaki İsrail saldırılarına tepki gösterdiği için ABD yönetimi, Filistin davasının yılmaz savunucusu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı anti-semit (Yahudi düşmanı) diye yaftalamaya kalktı. Erdoğan'ın çıkışlarından dolayı nöbet geçiren İsrail ve suç ortaklarının Türkiye travması öyle kolay kolay sona erecek gibi de görünmüyor.

Türkiye'nin kararlı stratejisi sayesinde İslam dünyasına dayatılan "İsrail paradoksu" artık miadını doldurmak üzere. İşte Sayın Erdoğan bu çirkin oyunu bozduğu için tepkilerin hedefinde. Çünkü Yeni Türkiye faktörü nedeniyle İsrail artık eskisi gibi bölgemizde terör estiremiyor. Dolayısıyla Hıristiyan-Siyonist ırkçılığa başvuranlar karşılarında Türkiye'yi buluyor. Üstelik İsrail'e koltuk değneği olan ABD ve Avrupa'nın bütün cephaneleri de tükenmek üzere.

Türkiye'nin öncülük ettiği diplomasi sayesinde dünyada İsrail'e karşı boykotun yoğunlaştığı bir süreçten geçiyoruz. Uluslararası statü kaybı ve meşruiyet krizi derinleşen İsrail'in küresel yalnızlığı daha da artacak. Filistin halkı artık yalnız değil.

Yanlarında Türkiye'nin başını çektiği dünya var. Türkiye nasıl DEAŞ, PKK, YPG ve FETÖ gibi terör örgütlerine geçit vermediyse bölgemizde Nazi ve Siyonistlerin ortak projesi olan İsrail ve İsrail benzeri terör devletlerine de geçit vermeyecektir.

Zaten İsrail Siyonist rejiminin geleceğine dair senaryolarda "eğer" aşaması yerini artık "ne zaman" seçeneğine bırakmış halde. Ancak dibe vurmuş bu Batılı ve Hıristiyan - Siyonist ırkçılığa yeni dünyada yer yok artık. Çünkü işgal ve kaos politikalarına İsrail'i gerekçe gösterenlerin bütün askeri ve ideolojik cephaneleri tükendi.

Farklı bir dönem başlıyor. Türkiye'nin temsil ettiği direniş ekseni nasıl DEAŞ, PKK/YPG ve FETÖ gibi terör örgütlerine geçit vermediyse, geleceğimizin "terör devletler" bahanesiyle karartılmasına da geçit vermeyecektir.

BİZE ULAŞIN