3 soru 3 cevap

3 soru 3 cevap
Giriş Tarihi: 2.7.2021 12:57 Son Güncelleme: 30.7.2021 17:07
SAYI:80

SELMA AKSOY TÜRKÖZ
YAZAR-ÇEVIRMEN

Hayatıma dâhil olan herkes, öyküme de dâhildir

Geçtiğimiz aylarda Aynı Yağmur isimli öykü kitabınızı yayımladınız. Ne anlatmak, nelerden bahsetmek istiyorsunuz öykülerinizde?

Evet, bu mart ayında ikinci öykü kitabım Aynı Yağmur, Muhit Kitap etiketiyle çıktı. Birinci öykü kitabım Ölmek İçin İyi Bir Gün Değil, İz Yayıncılık'tan okuyucusuyla buluşmuştu. Aslında öykü, bir konu çerçevesinde şekillenmeyen edebi bir türdür, bir anın ve o ana hakim olan duygunun aktarımıdır daha çok. Bu anlamda öykülerimi yazarken değinmek istediğim konu, şablon ya da önceliğim hiç olmadı. Öykücü, herkes gibi hayatın içinden, hayata şahit olan sıradan birisidir, fakat aynı zamanda şahit olduklarını edebiyat dünyasına taşıyıp estetik mesafeyi önceleyerek ölümsüzleştirme gayretinde olan sıra dışı bir kimliğe de sahiptir. "İyi bir öykücü çağının tanığıdır" şeklinde öykücüye biçilen ideal bir rol vardır edebiyat dünyasında, buna yürekten katılıyorum. Ben de gerek yerli gerek yabancı başka yazarların öykülerini okurken tanıklıklarını açık bir şekilde görmek istiyorum çünkü bu durum bir öykücü olmaktan ziyade bir okur olarak beni edebiyata bağlı kılan, onunla aramı sıcak tutan bir nitelik arz ediyor. Biraz somutlaştıracak olursak, son yıllarda Suriyeli mültecilerin ülkemizdeki durumlarını, hemen her şehirde yanı başımızda ya da bizden uzakta hayatımızda bir şekilde var oluşlarını düşünelim, onları öyküme dâhil etmesem olmazdı, görmezden gelemezdim. Aynı Yağmur'un açılış öyküsü, Suriyeli mültecilerle ilgili okuduğum bir gazete haberi üzerine yazdığım bir öyküdür mesela. Hayatıma dâhil olan herkes, öyküme de dâhildir. Hiçbir zaman kahraman ya da konu arama gayretinde olmadım, onlar literal ya da figüratif anlamda zaten yanı başımdaydılar.

Birinci ve ikinci öykü kitaplarınızı değerlendirdiğimizde "çağına şahit olma' bağlamında günü, yaşanan anı resmeden öyküler kaleme aldığınızı görüyoruz. Peki, şahitlik ettiğiniz zaman geçince öykülerinizin gündemden düşeceğine veya unutulacağına dair bir korku taşır mı yazarlar?

Eğer yazdıklarımın zamana bağlı olduğunu düşünseydim belki de hiç kaleme almazdım onları, bir yazar için çok ağır bir son olmalı bu, ben bunun çok da geçerli bir son olduğuna katılmıyorum. Aslında hepimiz yüzyıllardır aynı hikayeyi anlatıyoruz, ilk insandan bu yana bu, böyledir. Cemal Şakar hocamızın bu konudaki çok isabetli bir tespitini burada zikretmek isterim: "Edebiyatta konular evrensel, formlar tarihseldir"; buna yürekten katılıyorum, bugün öykü formunu kullanarak yazıyoruz anlatmak istediklerimizi, belki yıllar yıllar sonra öykü diye bir form olmayacak başka form ya da formlar anlatının esasını oluşturacak, bilemeyiz. Yazılan her şey tarih olsaydı ve unutulup gitseydi bugün "klasikler" diye bir kavram var olmazdı ya da yüzyıllar önce yazılmış eserlere dönüp bakmazdık ama hâlâ efsaneleri okuyoruz, Tolstoy hâlâ kitaplığımızın vazgeçilmezlerinden. Mesela kadim metinleri ya da üst anlatıları düşünelim, bugün halen var olan ve okumaktan asla bıkmadığımız tarzda metinlerdir bunlar, "Eski olmak ile eskimek aynı şey değildir" şeklindeki klişeyi bilirsiniz, ona benzer bir durum olarak da görebiliriz bunu.

Öykücü kimliğinizin yanında öykü çevirmenliği yanınız ağır basıyor. Bir öykü çevirirken çevirdiğiniz öykücünün dünyasına girmek size neler katıyor?

Çevirmenlik, yayınevleri ve edebiyat dergilerinden gelen çeviri istekleriyle kendimi içinde bulduğum ve giderek hayatımda daha fazla yer kaplayan bir alan. Evet, gerçekten severek yapıyorum çevirmenliği ve gün geçtikçe daha çok bağlanıyorum. Çeviri analitik bir süreçtir her şeyden önce, bir çeşit derin okuma, mikroskobik bakış, taraf olma gibi yazılanlara. Bir öykünün çevirmeni olmak, yazarının dünyasına girmek, kurgusunun adım adım ilerlediğine, bunun nasıl ter dökülerek yapıldığına şahit olmaktır, deyim yerindeyse öykünün mahremiyetine dâhil olduğunuz bir süreçtir öykü çevirmenliği. Bu, çok bereketli bir süreç, sanki atölye çalışmasındaymışsınız gibi öykünün ortaya çıkışındaki her basamağa tanıklık etmiş oluyorsunuz, yazarın heyecanına, dil sürçmelerine, tökezlemesine ya da başarısına…

"Çevirinin öykücülüğünüze katkısı mı yoksa negatif etkisi mi var?" tarzı sorular bana çok sık soruluyor aslında. Katkısının olduğunu düşünüyorum, özellikle edebi çeviriler ve öykü türü öykücü kimliğim, çevirmen kimliğimle birleşince farklı bir sentez çıkıyor ortaya, bu sentez iki kutuplu bir anlam taşıyor hem öykücü hem çevirmen kimliğimi besleyen bir damar oluşturuyor. Öte yandan makale ya da bilimsel eser çevirmek ise o bahsettiğim analitik yanı ayakta tutuyor, biraz önce dediğim gibi sonuçta hepsi birbirini besleyen bir organizmaya dönüşüyor. Bugüne kadar güncel veya klasik pek çok metin çevirdim, edebi eser veya diğer türler de buna dâhil. Bir öykücü olarak tercihimi her zaman öykü çevirilerinden yana kullanmak isterim tabii ki çünkü bu, daha çok aşinası olduğum ve daha kolay empati yapabildiğim bir dünya. Yazar adı vermek istemem, böyle bir tercihin beni çok da ileriye götürmeyeceğini düşünüyorum, yine edebi alan içinde farklı yazarlardan farklı eserler çevirmek önceliklerim arasında, her bir yazar her bir eser hem öykücülük hem çevirmenlik maceramda bana eşlik etsin ve beni farklı bir yere götürsün diye.

Bu iki işi aynı anda yapmak birbirini besleyen bir damar hâline dönüşüyor, bu da hem çevirmenlik hem yazarlık serüvenimde bana farklı bir dünyanın kapılarını açıyor. Bazen bir öyküyü çevirirken çok şey öğreniyor, hayretler içinde kalıyor, ortaya çıkan şahesere bakıp yazarın beyninin işleyişini merak ediyorum gerçekten. Bu, bir öykücü olarak benim için büyük bir örneklik demek aynı zamanda. Bazen de (çok nadirdir bu, çünkü genelde dünyada öne çıkan öykü ve öykücüleri çevirdim bu zamana kadar) şurası, aslında şöyle kurgulansaymış daha mı vurucu olurmuş acaba dediğim noktalar da olabiliyor. Her açıdan bakıldığında okumanın yanında çeviri süreci, zihnimi tetikte tutan, analiz yetimi destekleyen, içinde olmaktan memnuniyet duyduğum dinamik bir süreç.

BİZE ULAŞIN