Mehmet Emin Birpınar: GIDA YÖNETİMİNDE ADALET SAĞLANMALI

GIDA YÖNETİMİNDE ADALET SAĞLANMALI
Giriş Tarihi: 17.5.2024 12:31 Son Güncelleme: 17.5.2024 12:37
İklim değişikliği, dünya genelinde giderek artan bir tehdit haline geliyor ve bu tehditten en çok da gıda güvenliği ve gıda adaleti etkilenecek gibi görünüyor. Son yıllarda, iklim değişikliğinin gıda krizi, açlık ve kıtlık gibi acil problemleri nasıl tetiklediği ve ağırlaştırdığı konusunda giderek artan bir farkındalık oluşmuş durumda fakat bu farkındalığa rağmen olumsuz gidiş ivmesini kaybetmeden devam ediyor. İklim krizinin tarım ve gıda üretimi üzerindeki etkilerini, gıdanın daha adil paylaştırılması için neler yapılması gerektiğini, yeşil dönüşüm konusunda ülkemizin ne aşamada olduğunu, “Sıfır Atık Projesi” gibi uygulamaların önemini, tarımda ne tür alternatif uygulamalar yapılabileceğini ve su kullanımında nelere dikkat edilmesi gerektiğini Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar’a sorduk.

Gıda krizi, iklim değişikliği ile nasıl ilişkilendirilebilir? Hangi tarım ürünleri küresel iklim değişikliğinden en çok etkileniyor ve neden?

Teknolojik yeniliklerin sunduğu refah beraberinde tüketimi artırdı, bu durum başta iklim değişikliği olmak üzere çok sayıda çevresel soruna yol açıyor. Dünya Meteoroloji Örgütü 2023 İklim Görünümü Raporuna göre küresel sıcaklık sanayi öncesi döneme kıyasla 1,45°C artmış durumda. Raporda 2023 yılının kayıtların başladığı zamandan bu yana en sıcak yıl olduğu, son 9 yılın ise kayıtlardaki en sıcak yıllar olduğu belirtildi. Sıcaklık artışı su döngüsü başta olmak üzere birçok sistemi olumsuz etkiledi. Dünyanın bir bölümünde bir yanda aşırı yağışlar görülürken bir yanda da uzun süreli kuraklıklara şahit oluyoruz. Uzun süreli kuraklıklar açlık ve göçler ile kendini gösterirken bu kuraklıkların dünya gıda tedarik zincirinde de kırılmalara yol açtığını görüyoruz.

İklim esasında, yediğimiz gıda, içtiğimiz su demektir. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli - IPCC'ye göre dünya genelinde tüketilen kalori miktarının yüzde 80'den fazlası sadece 10 mahsulden geliyor. Bunlar içerisinde pirinç ve mısır başı çekiyor. Tespitlere göre pirinç, mısır ve buğday gibi ürünlerde her 1 santigrat derecelik sıcaklık artışında verimde yüzde 25'e kadar düşüşler öngörülüyor. Yine, sıcaklık artışları sonucunda buğday, pirinç soya gibi temel gıda ürünlerinde her 10 yılda bir yüzde 3,3'e varan oranlarda azalmaların yaşanması öngörüler arasında yer alıyor. Yani, artık iklim değişikliğini sadece çevre konusu olarak ele alamayız. Dünya artık kullanılan terminolojiyi bile değiştirdi ve iklim değişikliği yerine daha çok "iklim krizi" olarak adlandırmaya başladı; çünkü iklim değişikliği artık kriz boyutunda yaşanıyor ve acil etkili önlemler alınmasını zorunlu kılıyor. Kısacası iklim değişikliği, gıda sistemleri de dâhil olmak üzere tüm sektörleri ve halkı yakından ilgilendiriyor.

İklim değişikliğiyle mücadelede tarımın rolü nedir? Sürdürülebilir tarım uygulamaları bu süreçte nasıl önem kazanıyor?

İklim değişikliğine yol açan temel etmenlerden biri de beşeri faaliyetler sonucu artan ve sera gazı olarak adlandırılan emisyon artışlarıdır. BM Tarım ve Gıda Örgütü (FAO) değerlendirmelerine göre küresel bazda oluşan emisyonların üçte biri gıda sistemlerinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla küresel sorun iklim değişikliği ile mücadelede etkin tarım ve gıda stratejilerinin geliştirilmesi önem arz ediyor. Öte yandan yine FAO kaynaklarına göre her yıl dünyada üretilen gıdanın üçte biri hâlâ kullanılabilecek iken israf ediliyor. Hiç kuşkusuz yaşanan kaybın en büyük olumsuz etkisi çevresel hasar olarak karşımıza çıkıyor. Su kullanımı, doğal kaynak kullanımı, arazi bozunumu, biyoçeşitlilik kaybı, kirletici emisyonlar ve daha burada sayamadığımız birçok olumsuz etki.

IPCC'ye göre israf edilen gıda bir ülke olsa küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 8-10'undan sorumlu olurdu. Bu haliyle, Çin ve ABD'den sonra en çok salım yapan üçüncü büyük ülke olurdu. Arazi kullanımı, su kaybı, atık yönetimi de yine öne çıkan önemli çevresel etkiler. Her yıl israf edilen gıdayı üretmek için ihtiyaç duyulan tarım alanının büyüklüğü ise 9,6 km2. Bu değer Çin'in yüzölçümüne eşdeğer. Aynı şekilde, yıllık israf edilen gıdayı üretmek için ihtiyaç duyulan su miktarı da 250 km3. Bu değer ülkemizin 4,5 yıllık su ihtiyacına denk geliyor.

İklim değişikliği nedeniyle ortaya çıkan kuraklık, seller ve aşırı hava olayları gibi doğal afetler, gıda üretimini nasıl etkiliyor? Bu afetlere karşı tarım sektörü nasıl hazırlıklı olabilir?

İklim değişikliği artık günlük yaşantımızı olumsuz biçimde etkilemeye başladı. Gerek dünyada gerekse ülkemizde aşırı hava olayları yaşıyoruz. Seller, dolu felaketleri, kuraklık, uzun süreli orman yangınları gibi afetler artık daha sık yaşanıyor. Dünya Meteoroloji Örgütü'ne göre sadece iklim kaynaklı afetlerin sayısı son 50 yılda 5'e katlanmış durumda. Afetler dolayısıyla her gün 115 insan hayatını kaybederken binlercesi de yoklukla mücadeleye maruz kalıyor. Yine, Dünya Ekonomik Forumu değerlendirmelerine göre kısa vadede dünya ekonomisini en çok etkilemesi beklenen risklerin başında aşırı hava olayları geliyor.

Aşırı yağışların yanında etkisi her geçen gün artan diğer bir meteorolojik faktör ise kuraklık. Birçok afet gelişini belli eder ancak kuraklık oldukça sinsi bir yapıdadır. Etkileri daha geniş coğrafyalarda hissedilir ve yıllarca sürebilir. İklim değişikliği dolayısıyla etkileri ve oluşma şıklığı giderek artıyor. Dünya Sağlık Örgütüne göre küresel bazda her yıl 55 milyon kişi kuraklıktan etkileniyor. Kuraklık, aynı şekilde, hastalık ve ölüm riskini artırıyor, bu yönüyle toplu göçlere neden olabiliyor. İklimde oluşan dengesizlik tüm gıda zincirini -tohumdan çatala kadar-etkiler. Hükümetlerarası İklim Değişikliği (IPCC) raporlarına göre artan sıcaklıklar gıda sektöründeki üretkenliği yüzde 21 azaltmış durumda. Raporda ayrıca yaşanan küresel sıcaklık artışları ve aşırı yağışlar aynı zamanda toprak sağlığını da etkilerken, artan karbon emisyonları da mahsul kalitesini azalttığı vurgulanıyor.

Gıda tedarik zincirleri, iklim değişikliği ile nasıl bir dönüşüm sürecine girebilir? Bu süreçte lojistik ve dağıtım stratejilerinde nasıl iyileştirmeler yapılabilir?

Ülkeler ticari ilişkilerle birbirine sıkı sıkıya bağlı. Dolayısıyla herhangi bir noktada yaşanan felaket, küresel tedarik zincirini de etkiliyor. Tayland'da yaşanan sel felaketi, pamuk tedarikini ve tüm dünyadaki tekstil üreticilerini etkiliyor. Bu durum hammadde fiyatlarını yükseltiyor. Uluslararası firmalar, artık bir yere fabrika açacakları zaman, ihtiyaçlarına göre iklim değişikliği risk analizini de yapıyorlar; ilerideki 50 sene boyunca iklim nasıl olacak, suya erişimim olacak mı, su için kimseyle rekabet edecek miyim, suyun kalitesi aynı olacak mı, ticaret kanalları etkilenecek mi diye. Yani, iklimle ilgili riskleri detaylı olarak analiz ederek bir karar veriyorlar. Dolayısıyla tarımda sürdürülebilirliği sağlamak adına yöre koşullarına uygun ürün desenlerinin seçimi, sulama, gübreleme ve enerji kullanımı gibi işlemlerde verimli ve yenilenebilir enerji destekli sistemlerin kullanımı, bunun yanında yerel ürün kullanımının yaygınlaştırılarak lojistikteki kayıpların önlenmesi gibi adımlar atılabilir.

İklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için uluslararası iş birliği ne kadar önemli? Küresel düzeyde gıda kriziyle mücadele için hangi politika ve anlaşmalar öncelikli olmalı sizce?

İklim konusu 50 yılı aşkın süredir dünya gündeminde yer alıyor. Bu noktadaki en büyük kazanım olan BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 32 yaşında. Ancak aradan geçen süre zarfında emisyonlar durmak veya azalmak bir yana giderek artış gösteriyor. 2015 yılında imzalanan Paris İklim Anlaşması'ndan bu yana en büyük sera gazı olan karbondioksit değerleri 400 ppm dolaylarında iken şu anda bu değer 420 ppm değerini aşmış bulunuyor. Bu durum ne yazık ki dünya ülkelerinin samimiyeti noktasında soru işaretlerini karşımıza çıkarmanın yanında küresel bazda ciddi ve acil bir değişim ve dönüşümü de gerekli kılıyor. Esasında dünyamızın yaşadığı birçok dönüşüm yeni fırsatları da beraberinde getiriyor. Sanayi devrimleri bunun bariz göstergesi. Günümüzde öne çıkan yaklaşım ise yeşil büyüme veya düşük karbonlu büyüme.

Tarım ve gıda sistemlerindeki dönüşüm emisyon azaltımı sağlama noktasında büyük öneme sahip. Bu uğurda sürdürülebilir beslenme alışkanlıkları da önemli unsurlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. IPPC'nin son değerlendirme raporuna göre beslenme tarz ve tercihlerinin değişmesi ile yıllık bazda 8 milyar karbon eşdeğeri seragazı azaltımı (en büyük azalma kalemi) sağlanabilir. Gıda arzını gerek iklim gerekse de savaş gibi ani şoklara karşı korumak için de yatırım gerekiyor. Yine IPCC'ye göre genel manada ihtiyaç duyulan yatırımlar mevcuda kıyasla 3-6 kat artış sağlamalı. Bu değerin tarım ve ormancılık alanında ise 10-31 kata kadar çıkması gerekiyor. Öte yandan, yaşanan tüm gelişmelere rağmen dünyada açlık hâlâ önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Dünya Gıda Programı ve FAO değerlendirmelerine göre günümüzde 815 milyondan fazla kişi açlıkla boğuşuyor. Yaklaşık 3 milyar kişinin de sağlıklı beslenmediği diğer bir gerçek. 2050 yılında da bu sayıya 2 milyar insanın daha katılması bekleniyor. Dolayısıyla sürdürülebilirliğin yanında adil bir gıda yönetiminin geliştirilmesi de zaruri hal almış durumda.

Süveyş Kanalı'nda gelişmeler, İsrail'in Gazze'ye uyguladığı soykırım, Rusya-Ukrayna gerilimi gibi küresel ölçekteki olaylar, başta gıda ithalatçısı konumundaki az gelişmiş ülkeler olmak üzere dünyayı nasıl etkileyecek?

Gıda arz güvenliğini etkileyen önemli etmenlerden biri de gıda üretiminde lider konumunda bulunan ülkelerde yaşanan sorunlar. Bu etkinin en önemli yansımasını 2 yılı aşkın süredir devam eden Rusya-Ukrayna krizinde yaşıyoruz. İki ülke küresel bazda ayçiçeğinin yüzde 60'ını üretiyor. Yine, buğday ve arpanın da yüzde 30'u bu bölgede yer alıyor. Son birkaç yıldır aşırı hava olayları ve kuraklık başta olmak üzere gıda fiyatlarında yükselişe yol açan faktörler vardı. Savaş bu etkiyi daha da artırdı. Özellikle savaşın ilk anlarında küresel gıda fiyat larındaki artış bu nedenle tarihi zirveleri gördü. BM Tarım ve Gıda Örgütü'ne (FAO) göre birçok Afrika ülkesi temel ürünleri bu bölgeden temin ediyor. Ülkemizin çözümde büyük rol oynadığı tahıl koridoru uygulaması ile yakın zamanda sorun kısmen çözülmüş olsa da ileriye yönelik riskler devam ediyor.

Rusya aynı zamanda tarımda verimi artıran gübre üretiminde de büyük bir pazara sahip. Azotlu gübre noktasında en büyük, potasyumlu gübre açısından ikinci en büyük, fosforlu gübre açısından da üçüncü en büyük ihracatçı konumunda bulunuyor. Bu durumun da fiyatlara yansıması kaçınılmaz. Fiyat artışlarına yol açan diğer bir faktör de Rusya'nın büyük bir enerji gücünü elinde bulundurması olarak söylenebilir. Doğalgaz alanında dünyanın en büyük, petrolde ise ikinci en büyük ihracatçısı. Yaşanan gerilimin uzaması az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri daha çok etkileyeceği aşikâr. İklim değişikliğinin diğer bir etkisi de yağış rejiminde yol açtığı değişimler olarak karşımıza çıkıyor. Dünyanın en önemli su geçiş yollarından biri olarak Panama Kanalı'nda kuraklık dolayısıyla geçişler sınırlandırılmış, bu durum küresel tedarik zincirini ciddi bir biçimde etkilemiş bulunuyor. Yakın zamanda güneyimizde cereyan eden ve büyük bir insanlık trajedisine dönüşen Gazze Soykırımı ile başlayan hadiseler diğer önemli su geçişi Süveyş Kanalı'nda kısıtlamalara yol açmış, bu durum bir yandan küresel tedarik sistemlerini etkilediği gibi fiyat artışlarına da yol açtı. Tüm bu jeopolitik unsurlar esas itibariyle gıda çeşitliliği sağlamak ve daha esnek gıda sistemlerine geçiş sağlanmasını gerekli kılıyor. Hiç kuşkusuz bu dönüşüm sera gazı azaltımını da sağlayarak iklim değişikliği ile mücadeleyi güçlü kılacaktır.

Türkiye'nin, iklim değişikliği ve olası gıda kriziyle mücadele konusunda nasıl bir aşamada olduğunu düşünüyorsunuz?

NASA verileri, 2030 yılından itibaren Türkiye'nin de içinde olduğu tüm Akdeniz havzasının çok şiddetli kuraklık yaşayacağını ortaya koyuyor. Türkiye'de kuraklığın görülmesinde özellikle atmosfer şartları, coğrafi konum ve iklim şartları etki ediyor. Türkiye'nin de içinde yer aldığı Avrupa Bölgesi'nde 1.5, 2 ve 4OC'lik farklı ısınma senaryolarında sıcaklıkların giderek daha hızlı bir biçimde artacağı öngörülmekte. Buna bağlı olarak Akdeniz havzasında hidrolojik, tarımsal ve ekolojik kuraklığın şiddetleneceği belirtiliyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan dönemsel haritalarda Türkiye'nin şiddetli kuraklık riskiyle karşı karşıya olduğu gösteriliyor. Haritalarda belirtildiği üzere yağışlarda yüzde 50'nin üzerinde kayıpların yaşandığı görüldü. Meteorolojik kuraklık Türkiye'de kuru tarım alanlarında verim kaybına neden oluyor. Bunun rekolteye, hammadde ve gıda fiyatlarına önemli etkisi oluyor.

Bu durum ülkelerin kendi imkânları dâhilinde kendine yetebilme ve bu uğurda strateji geliştirmelerini gerekli kılıyor. Ülkemiz bu itibarla yeni kalkınma stratejisi olan yeşil kalkınmayı temel eksen olarak benimsedi ve 2053 net sıfır emisyon hedefini ilan ederek rotasını belirledi. Sahip oldukları kaynakları daha etkin kullanma düşüncesiyle sürdürülebilir üretim ve tüketim temel ekseninde döngüsel ekonomi, sıfır atık gibi uygulamaları hayata geçirmesi, yenilenebilir enerji yatırımlarını artırması, su verimliliği seferberliğini başlatmış olması önem arz ediyor. Ülkemizde israf ile mücadele her zaman gündemde yer bulan bir konu oldu. Zira kültürümüzde israf, aşırı tüketim, gereksiz tüketim hiçbir zaman benimsenmedi. "Aza kanaat edemeyen çoğu bulamaz" düsturu ile hareket eden bir millet olduk tarih boyunca, öyle olmaya da devam edeceğiz. Bu itibarla gıda kayıplarını azaltmak üzere gıda bankacılığı uygulaması, turuncu bayrak uygulaması gibi etkinliklerin yanında yerel üreticilerin desteklenmesi, yerel beslenme alışkanlıklarının kazandırılması gibi uygulamalar hem uygun maliyetli hem taze hem de düşük karbonlu uygulamalar olarak karşımıza çıkıyor. Ülkemizde bu uygulamaların başladığı ve yaygınlaşma eğiliminde olması da ümit verici.

Mehmet Emin Birpınar kimdir?

1966 yılında Konya'da doğdu. İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi'nden (YTÜ) 1988 yılında mezun oldu. 1990 yılında YTÜ'de yüksek lisans eğitimini, 1991 yılında İtalya Perugia Üniversitesi'nde Su Kaynakları Yönetimine İlişkin Su Kaynakları Mühendisliği Eğitim Programı'nı, 1994 yılında ise Hollanda Delft Teknoloji Üniversitesi'nde Hidroloji Mühendisliği Bölümü'nde ikinci yüksek lisans eğitimini tamamladı. 1996 yılında YTÜ'de doktora derecesi elde etti. 2009 yılında YTÜ'de Profesör unvanını aldı. 2018 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nda Bakan Yardımcısı olarak görev yapmaya başladı. 9 Nisan 2015 tarihinden beri Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında yürütülen müzakerelerde Türkiye'nin İklim Değişikliği Başmüzakerecisi olarak görev yapmaktadır. Ayrıca, Avrupa Birliği, G20, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı (OECD), Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşların çevre ve iklim değişikliği ile ilgili oturumlarında Türkiye'yi temsil etmektedir.

BİZE ULAŞIN