Şahin Albayrak: YAPAY ZEKÂDA GELİŞEMEMEK BİR BEKA SORUNU

YAPAY ZEKÂDA GELİŞEMEMEK BİR BEKA SORUNU
Giriş Tarihi: 7.5.2024 11:52 Son Güncelleme: 7.5.2024 11:52
Yapay zekâ teknolojisi kontrol edilemeyecek bir hızla büyürken beraberinde getireceği fırsatlar ve riskler, 21. yüzyılın en çok tartışılan konuları haline geldi. Bu teknolojinin varacağı nihai nokta “insanın en iyi halini” oluşturmak ve bunu tüm araçlarda yaygın olarak kullanılan bir unsur haline getirmek olarak öngörülüyor. Biz “akıllı” teknolojilere nasıl ayak uyduracağımızı düşünürken devletler arasında da geride kalmamak adına hiçbir fırsatı kaçırmamak için ciddi bir rekabet başladı bile. Bu teknolojilerle birlikte artık akıllı bir dünyada yaşadığımızı ve hayatımızın oldukça değişeceğini belirten Berlin Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şahin Albayrak ile yapay zekâ teknolojisini, bu teknolojinin devletler için önemini ve ileriki dönemlerde yapay zekânın nasıl bir dönüşüm geçireceğini konuştuk.

Yapay zekâ uzmanlarının görüşü ChatGPT'nin kullanıma açılmasıyla artık bir dönüşüm yaşadığımız yönünde. Bugünün yapay zekâ teknolojileriyle dünya gerçekten değişiyor mu?

Evet artık "akıllı" bir dünyada yaşıyoruz. Akıllı ile şunu kast ediyoruz; tüm bu gelişmelerden sonra artık sistemler ve kullandığımız araçlar insana benzer davranışlar sergileyecek. Bunun da temeli dijitalleşmek. Bundan sonra yapay zekâyı da dijital dönüşümü de kimse durduramaz. Bizim için şu an en önemli konu bu dönüşüme nasıl ayak uyduracağımız? Bu soruya odaklanmamız gerek. Tabii ki insanlar isterse bunu kullanmayı tercih etmeyebilir fakat siz eğer dünyada belirli bir hayat sürdürmek zorundaysanız size bu bilgi gerekecek.

Neden bugün devrim denilebilecek gelişmeler yaşanıyor peki? Bugün bir sürü kavram kullanıyoruz. Mesela Sanayi 4.0'a bakarsak; amacı sanayide dijitalleşmeyi ön plana çıkarmak ve böylece üretimde kaliteyi, verimliliği yukarıya çekmek, ihtiyaca hemen cevap vermektir. Bu teknolojiyle sanayideki bütün makineleri bilgisayar kabiliyetleriyle donatmak, onları iletişim ağı üzerinden birbirine bağlamak ve bundan sonra çok daha akıllı bir üretim oluşturmak hedefleniyor. Web 3.0 dediğimiz şey de web'i daha anlamlandırmaktır. Biliyorsunuz web eskiden sadece insanların içine bilgi bıraktığı bir çöplüktü. Bu bilgilere daha iyi bir şekilde erişilebilmek, daha iyi kullanmak ve bilgilerin kalitesini arttırmak için Web 3.0 ortaya çıktı. Bu kavramlar geliştikçe yaşadığımız dünya da değişecek.

Bizim ilk olarak ilgilendiğimiz konu hayatımızda nelerin değişeceği aslında…

Bu dönemden sonra bizim hayatımız oldukça değişecek. Oturduğumuz yerde bile bizim verimliliğimizi üst düzeyde tutacak sistemler oluşacak. Oturduğum masa bana diyecek ki "Bugün çok çalıştın, biraz ayağa kalk." Sandalyem "Bugün su içmedin" diye hatırlatma yapacak. Başka bir araç "Çalıştığın ortamda ışık kötü, gürültü çok yüksek, ısı düşük" uyarısı verecek. Çevremdeki eşyalar bana hayatımdaki verimimi artıracak ortam önerecek. Ayrıca içinde bulunduğunuz ortam dijitalleşmiş bir ortamsa, siz de kendi verilerinizi eşyalara yüklediyseniz sistem hepsini toplar ve sizin daha sağlıklı, verimli bir ortamda yaşamanızı sağlar.

Bu teknoloji artık vazgeçilmez bir şey olacak. Mesela bu klasik masalardan sonra üretilen masalar, içinde tabletler barındıran akıllı masalara dönüşecek. Bu sebeple insanların kolay erişebileceği bir hale gelecek. Öbür taraftan iş dünyasına bakarsak Sanayi 4.0 dediğimiz şeyle beraber beyaz yakalıların oranı daha da yukarı çekilecek, fabrikalarda ya da diğer alanlarda çalışan yeşil ve mavi yakalıların sayısı azalacak. Çünkü artık makineler çok akıllı olacak ve bir beyaz yakalı gezerken elindeki tabletle bu makinenin o günkü görevinin ne olduğunu, diğer makinenin hangi ürünlerini üreteceğini, mevcut kalitesini, kullanılan donanımın ne olduğunu görebilecek, hepsini kontrol edebilecek.

Peki, bu teknolojilerin asıl amacı mükemmel insan oluşturmak mı?

Evet, sistemler artık insana benzer davranışlara sahip olacak, artık insan gibi hareket edecek. Biz birey olarak ortamı algılayabiliyoruz. Gözlerimizle görüntüleri kaydediyoruz, kulaklarımızla duyuyoruz. Bunu bize araçlarımız da kameralarıyla, radarlarıyla, tüm donanımıyla ortamı çok iyi bir şekilde algılayacaklar. Ortamları durumu tahmin edebilecek. Mesela araba kazalarının neredeyse yüzde 94'ü insan hatası tarafından meydana geliyor. Sürücüsüz araçların en büyük avantajı bulunduğu ortama kendini adapte etmek, etrafa göre hareket etmek. Bu da kaza yapma oranını azaltacak.

Yapay zekâ teknolojileriyle yeni sistemler, yeni uygulamalar oluşturabiliyoruz. Bu gerçekten çok önemli. ChatGPT bu sistemlerden biri. Neden ChatGPT'ye bir devrim diyoruz? Çünkü bu teknoloji bize bir sistemle değil, sanki bir insanla iletişim kurduğumuzu ilk kez gösterdi. Sevdiğiniz birine bir mektup yazmak istiyorsunuz. ChatGPT'ye bu talebinizi söylüyorsunuz. Bazı küçük detaylar da veriyorsunuz. O da verdiğiniz bilgilere göre bir mektup yazıyor. Bize ChatGPT çok farklı geliyor ama şu an dar bir alanda. Bundan sonra bunun önü artık çok açık. Bunu daha da yukarı çıkarmaya çalışacaklar, daha da akıllı olacak. Yapay zekâda geleceğimiz son nokta kusursuz insan özellikleri olacak.

İnsana bu kadar yakın bir teknoloji geliyorsa insanların bundan endişe etmesi normal değil mi? İçerisinde hiç tehlike barındırmıyor mu?

Bunu bütün sistemler için söyleyebiliriz; bir sistemi kötü amaçla kullanırsanız risk barındırır. Mesela bugün en çok konuşulan yüksek teknolojili şoförsüz bir aracı biri ele geçirirse ya da kötü programlarsa aracı insanların üzerine sürebilir.

Yapay zekânın amacı her zaman insana hizmet etmektir, insana rakip olmak değildir. Bu teknolojiyi keşfeden de yine insandır. En son geçen haftalarda AB yeni bir kanun çıkarttı. Bu kanuna göre yapay zekânın nasıl kullanılacağını, nerede kullanılmamasını gibi bazı sınırlar belirledi. Mesela bireylerin verilerini toplamak, verileri yaymak, başka amaçlarda kullanmak, bireyleri takip etmek ya da tehdit etmek gibi insanlara zarar verecek uygulama alanlarını yasakladılar. Diğer ülkeler de yakında bu kanunları uygulayacak. Bu kanunlarla, yasaklarla beraber çok daha iyi ilerleme kaydedileceğini düşünüyorum. Bu yüzden bence risklerinden çok faydalarına, bize hangi konularda yardımcı olacağına odaklanmamız gerekiyor.

Mesela en çok tıp sektöründe faydasını göreceğiz. Tüm makineler artık 360 dereceyle insanın tüm vücudunun fotoğrafını çekebiliyor ve bilgileri toparlayabiliyor. Bunu yapay zekâyla entegre ettiğimizde bir problemin sadece noktasal olarak değil, tüm sistemle nasıl bir bağlantıda olduğunu söyleyebiliyor. Güncel durumu bu şekilde söylerken ileride başınıza nasıl bir hastalık geleceğini de öngörüyor. Siz de doğal olarak bu hastalıklara karşı önlem alabileceksiniz. Biz Almanya'da dünyada ilk olarak 12 metrelik bir otobüsü dijitalleştirerek "otonom otobüsü" tanıttık. Otobüse bindiğinizde ekranlar görürsünüz. Bu ekranlarla otonom otobüs ortamı algılıyor, planlanma yapıyor ve kontrol ediyor. Siz de otobüsle sohbet ederek onu sorgulayabiliyorsunuz. "Neden 50 km hızla gidiyorsunuz?" sorusunu sorabilirsiniz mesela. Araç size onları anlatabiliyor. Aslında buradaki amaç teknolojiyi vatandaşla buluşturabilmek ve vatandaşın negatif algısı kırmak. Araçları kolaylıkla dijitalleştirerek yapay zekâ modelleriyle şoförsüz gitmesini sağlayabilirsiniz. Böylece daha az kaza meydana gelir. Şoförlük zor bir meslek. Onun yerine şoförlere arabaları takip edecek, onların bakımını yapacak bir meslek öğretebilirsiniz.

Diğer bir tarafta da ülkelerin bu konuya ciddi yatırımlar yaptıklarını görüyoruz. Devletler için yapay zekâ neden önemli?

Yapay zekâda gelişememek bir beka sorunu olur. Ülkelerin yapay zekâ üzerine çalışmaları bir zorunluluk. Dünya da artık ikiye bölünecek; yapay zekâ teknolojisini elinde tutanlar ve tutamayanlar. Yapay zekâyı kullanmamak, bu alanda çalışma yapmamak ülkeler için artık bir tehdittir. Bizim geleceğimiz bu teknolojiye bağlı. Bundan sonra ülkeler yapay zekâyı kullanarak saldırılar düzenleyecek. Siber saldırı dediğimiz şey birinin alt yapısını ve tüm sistemini çökerterek onun bilgisini çalmaktır. Bundan sonra savunma sanayisinde kullandığımız araçlar da insansız araçlar, birbiriyle konuşan araçlar, SİHA'lar, akıllı deniz altlarına doğru gidiyor. Saldırılar ve savaşlar bundan sonra "akıllı" olacak. Sürü halinde giden, birbiriyle konuşabilen bir sürü küçük araçlar olacak. Bizim de böyle bir savunma sanayi sistemine ihtiyacımız olacak.

Bu rekabette ülkeler ne durumda peki?

Yapay zekâyı en iyi kullanan üç ülke var; ABD, Çin ve Almanya. Bu üç ülke yapay zekânın toplum ve ekonomi için ne kadar önemli olduğunu anladılar ve buna ciddi kaynak harcıyorlar. Çin'in elinde çok büyük bir veri var ve yapay zekâ için veri çok önemli. Çin'in avantajı şu; halkına sormadan istediği şekilde veri topluyor, bu veriyi istediği şekilde kullanıyor, istediği her şeyi dijitalleştiriyor. Avrupa'nın bir şehrinde vatandaşa "Ben bu şehri tamamen dijitalleştiriyorum. Bütün verilerinizi topluyorum" diyemezsiniz. Bütün vatandaşlardan bunun iznini almanız gerek. Çin'in geliştirdiği yapay zekâ sistemleri vatandaşlara ödül vermek veya insanları cezalandırmak üzerine... Üç-dört tane büyük şehirlerinin hepsi kamerayla donatılmış mesela. Bir vatandaş kırmızı ışıkta geçtiği anda cezalandırılıyor. Mesela biriyle el ele tutuştuğunuzda bu veri hemen alınıyor, çeşitli amaçlar için kullanılıyor. Kurallara uyan ve uymayanları kategorize edebiliyorlar. Diğer yandan eğitim alanında da kullanılıyor.

Teknolojinin kendisini geliştirenler ise bugün Amerikalılar ve Almanlar. Hem devlet olarak kaynak sağlanıyor hem üniversitelerde araştırma yapılıyor hem de şirketler yatırım yapıyorlar. Şu anda Amerikalılar çok ciddi çalışıyor. Almanya'da her branşa özel yapay zekâ merkezleri oluşturuluyor. Yapay zekâ için en önemli olan şey dijital bir ortamın oluşturulması. Bugün Almanya'da 20 kilometrekarelik bir alan dijitalleşmiş durumda. Bu ortamlarda yapay zekâ uygulamaları hem vatandaşla tanıştırılıyor hem de farklı sektörlere tanıtılıyor. Diğer yandan körfez ülkelerinde bazı atılımlar görünüyor. Suudi Arabistan'da geçtiğimiz günlerde ABD'den gelen robotlar tanıtıldı mesela. Çünkü onlar da yapay zekâ rekabetine dâhil olmak ve bu işe el atacaklarının altını çizmek istiyorlar. Şu an da o bölgedeki en iyisini Katar olarak görüyorum. Bu konuda mantıklı planları var. Onlar da az önce Almanya için bahsettiğim yapay zekâ merkezleri kurmak istiyorlar. Yapay zekâ üretmek için önemli iki ihtiyaç var: Bu alanda üretim yapacak insan ve kaynak. Bu ülkelerde kaynak olduğu için yatırım yapabiliyorlar.

Türkiye bu meselenin neresinde şu an?

Türkiye'nin temel yapay zekâda çok ileride olmadığını düşünüyorum. Türkiye'de yapay zekâ kullanımında çok popüler olan şey açık kaynak kullanılarak yapay zekâ uygulamaları geliştirmek. Açık kaynak kullandığınız zaman uygulama geliştiriyorsunuz ama o geliştirdiğiniz sistem size ait olmuyor. Başkası açık kütüphaneyi manipüle ederse uygulamanız sona erebilir. Fakat diğer yandan savunma sanayiinin şu an çok iyi bir konumda olduğunu söyleyebiliriz. SİHA'larıyla, İHA'larıyla, ROKETSAN'ı, ASELSAN'ı, HAVELSAN'ı ile Türkiye iyi bir konumda ve daha da ilerleyeceğine inanıyorum. Türkiye'nin öncelikle bu konuda yapması gereken iki şey var; kaynak ayırmak ve beyin göçünün önüne geçmek.

Siz bu teknolojinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Yapay zekânın geleceği için en büyük dileğimiz 3. Dünya Savaşı'nın çıkmaması. Eğer nükleer bir savaş çıkarsa bu konunun geleceği için fazla bir şey bekleyemeyiz. Bu tehlikeyi bir kenara bırakırsak ben şuna inanıyorum; dünya daha fazla globalleşecek, sınırlar ortadan kalkacak, insanlar yapay zekânın kullanıldığı dijital bir dünyayla karşı karşıya gelecek. Bundan sonra yapay zekâ uygulamaları için dört hedef var. İlki yapay zekâ modelleri oluşturmak, ikincisi bu yapay zekâ modellerinin sanayi tarafından nasıl kullanılacağını göstermek, üçüncüsü bu uygulamaları vatandaşla buluşturmak, dördüncüsü ise veriyi kullanarak yeni sektörlerin oluşturulmasını sağlamak. Tabii bu gelişmelerin sancıları da olabilir. Mesela her şey akıllı olursa biz beynimizi nerede kullanacağız? Biz okurken hesap makinesi kullanmıyorduk, her şeyi kafamızdan hesaplardık. Tüm numaraları ezberlerdik. Ama şu anda beyni kullanma alışkanlığı çok değişti. Bunun insan için yan etkilerinin olup olmayacağını nörologların düşünmesi gerekiyor.

Şahin Albayrak kimdir?

1958'de Nazımiye'de doğan Albayrak, 1980'de Berlin Teknik Üniversitesi'nde bilgisayar bilimi bölümünde eğitim görmeye başladı. 1992'de TU Berlin'de Bilgisayar Bilimleri alanında doktorasını yaptı ve Dağıtılmış Yapay Zekâ Laboratuvarını (DAI-LABOR) kurdu. 2003'te TU Berlin'de "İş Uygulamaları ve Telekomünikasyonda Ajan Teknolojileri" kürsüsüne profesör olarak atandı. 2004'te başladığı Deutsche Telekom Laboratories'in kurucu üyeliği ve yönetim kurulu üyeliği görevlerine hala devam ediyor. Albayrak, 2009'dan beri "Connected Living e.V." inovasyon merkezinin kurucusu ve başkanıdır. 2012'den itibaren Alman-Türk İleri Bilişim Araştırma Merkezi'nin İcra Direktörlüğü görevini yürütüyor. Almanya ile Türkiye arasındaki bilimsel iş birliğini destekleyen German-Turkish Advanced Research Centre for ICT'nin kurucusudur. 2003'ten beri ise Berlin Teknik Üniversitesi Bilgisayar ve İletişim Araştırma Bölümü Başkanlığı görevini yürütüyor.

BİZE ULAŞIN